İSVİÇRE'DE BARİKAT'LA DAYANIŞMA
GECESİ YAPILDI
İsviçre'de yaşayan Barikat taraftarlarının düzenlediği
"Barikatla Dayanışma Gecesi" 19 Aralık
1992'de gerçekleşti.
Çeşitli kentlerden katılımın olduğu gecede türküleriyle
Ali Asker yer alırken, çeşitli folklor etkinlikleri
de sergilendi. Barikat tarafından gönderilen ve
konukları selamlayan mesajın okunduğu gece coşkuyla
sona erdi.
KOMUOYUNA
"Şeffaflık" perdesi altında Kürdistan'da
ve Türkiye'de gerçekleştirilen katliamları,
yargısız infazları ve baskıları protesto
ediyor, bütün devrimci demokratları duyarlılığa
çağırıyoruz.
Ergün Çor, Erdoğan Demir,
Ayhan Aras, Atilla Akın, Alaattin Gündüz,
Aktan Akkuş, Taner Aydın, Mehmet Kula, Metin
Yıldırım, Cüneyt Köse
AFYON KAPALI CEZAEVİ
|
İZMİR'DE MEMUR EYLEMLİLİKLERİ
1993 yılını zafer yılı ilan eden kamu emekçileri
ve sendikaları, 1992 yılının son ayını haklı taleplerini
elde etmek için bir dizi yoğun eylemlilikle geçirdikten
sonra, yeni yılın ilk günlerinde de grevli toplu
sözleşmeli sendikal haklarını kazanma mücadelesini
sürdürüyorlar.
Kamu emekçilerinin ve sendikalarının ülke çapında
yaygınlaşarak süren bu eylemliliklerinin bir parçası
olarak kamu emekçileri İzmir'de de bir dizi eylemlilikler
gerçekleştirdiler.
Değişen hükümetlerle değişmeyen "üç-beş çapulcu,
bir avuç tahrikçi" söylemi, kamu çalışanlarının
Ankara yürüyüşü ve gövde gösterisinin ardından
"Yasal düzenlenme hazırlandı" yalanı,
aldatmacası, oyalama taktiği, "Ankara yürüyüşünün
takipçisi oldukları" şeklindeki açıklamalar
"sendikaya davet" demagojisi sürüyor.
Çalışanlar üzerinde idari ve adli açılardan baskılar,
sürgünler, soruşturmalar, açığa almalar, gözaltılar
ve tutuklamalar, faili meçhul saldırılar ve katliamlar
bitmiyor. Verilen mücadeleye paralel olarak, memurların
sendika kuramayacağına ilişkin İçişleri Bakanlığı
Genelgesi Danıştay tarafından iptal edilmiş. ILO
sözleşmelerinin 87 ve 151 no'lu sözleşmeleri TBMM'ce
onaylanmıştır. Kamu çalışanları, bulunulan noktada
sendikalara halen taraf olarak kabul edilmemekte,
grevli-toplu sözleşmeli sendikal mücadele acil
bir talep olarak varlığını sürdürmektedir.
- Sendikaların taraf olarak kabul edilmesi;
- Sınırsız örgütlenme, grev, toplu sözleşmeli
sendikal hakların tanınması;
- Sürgünler, baskılar ve soruşturulmaların durdurulması,
- İnsan hakları ihlalleri ve katliamların durdurulması;
- Kamu çalışanlarının talepleri doğrultusunda
(işçi-memur) ortak çalışanlar yasasının çıkarılması;
istemleri boyutlanarak yükseltiliyor.
15.10.1993 günü, Enerji-Sen, Yapı Yol-Sen, Tarım-Sen,
Tüm Sağlık-Sen sendikalarının öncülüğünde emekçiler,
saat 12-13 arasında, faşist sömürü yasalarının
baskılarını, faşist devlet terörünü, cinayetlerini,
katliamları ve hükümetin % 28'lik ücret artışlarını
ve hükümeti protesto etmek için yemek boykotu,
bordo yakma, 1 günlük iş bırakma, açık alanda
toplantı yapma eylemliliklerini hayata geçirdiler.
Bornova eski yol üzerindeki işyerlerinde; iş veren
temsilcilerinin ve polisin eylem kırıcı spekülasyon;
tehditlerine rağmen eylemliliklerini gerçekleştirdiler.
Eylemlere katılanların gözaltına alınacağını,
sürgün edilebileceğini, hakkında soruşturma açılacağı
tehditlerinin savrulmasına, o güne kadar çıkmayan
kalitede ve çeşitte yemeklerin çıkarılmasına ve
polisin fiili engelleme çabalarına, açılan pankartları
toplatmaya çalışmasına rağmen, öğlen yemekleri
boykot edilerek yenmedi. Kamu emekçileri işyerlerinden
topluca, pankartları ve dövizleri ile eylem alanına
geldiler. "Sendika Değil Toplu Sözleşme İstiyoruz",
"Yaşasın Sendikal Mücadelemiz", "Grev
Silahımızı Kullanacağız", "Baskılar,
Sürgünler Bizleri Yıldıramaz" gibi sloganlar
atıldı ve konuşmaların ardından, sendikaların
ortak basın açıklaması okundu. Ekonomik-demokratik
taleplerin örgütlenme, mücadele ve kararlılıkla
alınacağı ifade edildi.
Tüm Sağlık-Sen İzmir Şubesi'nin öncülüğünde Buca,
Karşıyaka Devlet Hastanesi, İzmir Çocuk Hastanesi'nde
çalışan emekçiler, doktorlar, hemşireler ve diğer
memur emekçilerinin katılımıyla eylemler yapıldı.
Yapılan eylemlerde, forum düzenleyerek çalışanların
haklı taleplerini içeren sloganlar haykırdılar,
bordrolarını yaktılar, iş elbiselerini çıkarıp,
sivil kıyafetlerle işlerine devam ederek tepkilerini
ifade ettiler. Hasta yakınları, ziyaretçiler ve
hastaların katılımıyla oluşan "ilgili"
kalabalığın eşliğiyle döviz ve pankartlarını açarak
eylemlerini sürdürdüler. Bu sırada yapılan konuşmalarda;
devlet ve hükümete yönelik tepkiler yinelendi.
Döner sermaye alacaklarının çalışanlara verilmediğine
dikkat çeken konuşmacılar, "Devlet Güdümlü
Sendikaya Hayır", "Toplu Sözleşme Hakkımız,
Grev Silahımız", "Grev Hakkı Grev Yaparak
Alınır", "Yaşasın Grevli Toplu Sözleşmeli
Sendikal Mücadelemiz" coşkulu sloganları
nedeniyle sık sık konuşmalarına ara vermek zorunda
kaldılar.
Toplantı davul zurna eşliğinde halaylar çekilerek,
haklı taleplerini yaşama geçirme kararlılığı ve
coşkusuyla sürdürüldü, alkışlarla yürünerek eylem
son buldu.
Eğit-Sen İzmir 1 ve 2 nolu şubeleri de 15 Ocak'ta
yaptıkları basın açıklamasında, yaşama hakkına
yönelik pervasızca süren saldırıların sendikalarına
üye emekçilere yönelik de artarak sürdüğü, Diyarbakır'da
daha dün katledilen eğitim emekçisi ve her gün
yaşanan saldırılar ve katliamlar karşısında duyarsız
kalan devletin bu tavrını ve cinayetlerini, saldırıları
protesto ettiklerini, 1 ve 2 no'lu şube yöneticilerinin
ulaşabildikleri üyeler ile birlikte işe gitmeyeceklerini
açıkladılar.
Bir yandan hak alma mücadelesini sürdüren, bir
yandan da bu haklı mücadelelerini engellemek için
yapılan faşist saldırı, faili meçhul cinayetleri
göğüslemeye çalışan kamu emekçilerinin bu onurlu
haklı mücadelesini destekliyoruz.
Yaşasın Kamu Emekçilerinin Haklı Mücadelesi!
Yaşasın Tüm Emekçilerin Güçbirliği !
Barikat-İzmir
ALİAĞA İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİNDEN…
Hakim sınıflar ve onların düzeni olan günümüz
Türkiye'sinin kapitalist üretim biçiminde, kapitalizm
ve hakim sınıfların devamı, emekçi yığınların
her geçen gün daha yoğun olarak sömürülerinin
devamı ile mümkündür; üretim olabildiğince ucuza
maledilmelidir, hakim sınıflar olabildiğince kâr
sağlamalı ve düzenleri devam edebilmeli.
12 Eylül faşist cuntasının amaçlarından biri olan
emekçi yığınlar üzerindeki sömürünün yoğunlaştırılması
ve bunun sağlanması için gerekli düzenlemelerin
yapılması büyük ölçüde 12 Eylül sonrası gerçekleştirildi.
Bu süreçte devlet külfeti maliyeti fahiş ve pahalıya
mal olan ama kârı azalan kamu iktisadi teşekkülleri,
özelleştirme politikasını oturtmaya ve geliştirmeye
başladı. Serbest piyasa ekonomisi rekabet ortamının
sağlanması, kaliteli mal üretimini gerçekleştirme
demagojileriyle KİT'lerin sermaye çevrelerine
peşkeş çekilmesi sürecinde, binlerce KİT çalışanı
işçi, işsiz kaldı, kalıyor, sendikasızlaştırılıyor.
KİT'lerin ucuz iş gücü ile daha çok üretim elde
etmesi, ücretlerin dondurulması veya enflasyonun
çok altında artışlarla geçiştirilmesi, işçilerin
ücretlerinin belirtilmesinde söz sahibi olmamaları
için örgütsüz yani sendikasız olmaları gerekiyor.
Bunun da birkaç yolu var. Ya işbirlikçi sermaye
yanlısı sarı sendikacılar aracılığı ile bir sömürü
çarkını devam ettirmek ya da son yıllarda, belediyeler
ve birçok iş kolunda, sendikalaştırma veya sendikal
örgütlüğün önünü tıkamayı meşrulaştıran taşeronlaştırma
politikaları ile sağlanır. Bunlar son yıllarda
yoğun bir şekilde yaşanıyor.
Bir Kamu İktisadi Teşekkülü olan PETKİM Aliağa
tesislerinde de yaşananlar bunlar ve bunlarla
direk ilişkili.
PETKİM Aliağa tesislerindeki hizmetlerin bir bölümü
ANAP döneminden beri taşeronlar tarafından gerçekleştiriliyor.
ANAP döneminde o tarafa yakın birinin taşeronluğu
gerçekleştirdiği iş yerinde, bugün ise taşeron
DYP'lilere yakın biri taşeron aracılığı ile sendikasız,
keyfi ücretle hizmetlerin bir kısmı gerçekleşiyor,
örgütsüz, rahat bir sömürü sürüyor. Sendikalı
olan yani örgütlü olan işçiler, sendikalarının
gerekli duyarlılığı göstermemesi karşısında, komiteleşerek,
yeni toplu sözleşme sürecinde, ücretlerin belirlenmesini
istediler.
Başka KİT'lere örnek olmaması, özelleştirilmesi
düşünülen PETKİM gibi KİT daha rahat satımı için
ucuz iş gücü ile üretimin yapıldığı yerler olması
gerekiyor. Komiteleşen işçiler bu oyunları gördüklerinden
bu toplu sözleşme sürecinde ücretlerinin belirlenmesinde
söz sahibi olma konusunda kararlı idiler. Bunun
için bir dizi eylemler gerçekleştirdiler.
Üretimin tamamının teknik olarak durdurulmadığı
iş yerinde bazı iş yerleri uzun süre işçiler tarafından
işgal edildi. İşçiler polis ve askerlerle çatıştı.
PETKİM Aliağa tesislerinde çalışan işçilerin bu
kararlı mücadelesi, desteksiz kalmadı.
Başta işçi aileleri, çocukları, Aliağa halkı,
İzmir'deki diğer işçi, memur sendikaları ve başta
İHD olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin
desteği polis tarafından engellenmesine rağmen
sürdü, sürüyor.
Bu desteklerin en güzel somutlandığı gün ise,
PETKİM işçilerinin 20 Aralık'ta Aliağa'da yaptıkları
mitingin üç bin kişinin katılımı ile gerçekleşmesidir.
İşçilerin, memurların, demokratik kitle örgütleri
attıkları
"Grev Bizim Hakkımız, Söke Söke Alırız!",
"İşçiler Yürüyor, Ankara Dinliyor!",
"İşçi-Memur El Ele Genel Greve!", "PETKİM
İşçisi Yalnız Değilsin!", "Yaşasın Halkların
Kardeşliği!" sloganlarla, kararlılıklarını
gösterdiler.
Sonuçta, PETKİM işçilerinin toplu sözleşmesi,
burjuva basında abartıldığı gibi astronomik ücretlerle
değil, % 30'luk bir artışla bağıtlandı, yani ancak
ölmeden yaşanabilecek kadar bir ücret…
İşçi sınıfı ile hakim sınıflar arasındaki mücadele
işçi sınıfının iktidarına kadar sürecek. Burjuvazinin
ikiyüzlülüğü, sahtekarlığı, tarih içinde defalarca
görülmüştür, bundan sonra da bu böyle olacaktır.
İşçi sınıfı örgütlülüğünü ve kararlılığını sürdürdüğü
ve geliştirdiği sürece kazanan olacaktır.
PETKİM Aliağa'da sözleşme bağıtlandıktan sonra,
taşeronlar bünyesinde çalışan 38 işçinin işine,
son verildi. Önümüzdeki süreçte işçilerini değil,
kadrolu işçileri de kapsayacaktır.
Gün mücadele günü. Örgütlü gücün başaramayacağı
şey yoktur.
Yaşasın işçi sınıfının örgütlü mücadelesi.
*
MİTİNGTEN NOTLAR…
Tarih: 20 Aralık 1992
Yer: Basmane
Düzenleyen: Petrol-İş
Hareket Saati: 10.30
Başlangıçta bizim konvoyumuzda 4 otobüs vardı.
Diğer bölgelerden gelecek otobüslerle İzmir çıkışında
birleşeceğimiz söylendi ve Basmane'den hareket
ettik. İlk çıkışta araçlarımız yeterince dolu
olmadığı halde, İzmir'den ayrıldığımız noktada
artık otobüslerde yer kalmamıştı ve özverili bazı
arkadaşlarımız ayakta gidiyorlardı.
Saat 11.30 sularında Aliağa PETKİM lojmanları
civarına geldiğimizde karşılama komitesi bizi
bekliyordu. Bu noktada 10 otobüs sayabildim ama
daha da geleceklerin olduğu söyleniyordu. Yirmi
dakikalık bir bekleyişten sonra hareket ettik
ve klakson sesleriyle şehir içine girdik. İskele
Meydanı'na indiğimizde tabi bizi polis araması
bekliyordu ve o aramadan da geçtik.
İskele bitiş noktası ile miting alanını bağlayan,
yani yürüyüşün yapılacağı yolun başlangıcında
birikmiş, hem yürüyüş düzeni hazırlıkları yapıyor,
hem de güncel konu üzerine konuşuyorduk. Bir arkadaşımız,
ilçeye girerken klaksonlu konvoy yerine yürümemizin
daha olumlu bir etki yaratacağını komiteye söylemiş,
fakat komite bu öneriye pek rağbet etmemiş.
Nihayet yürüyüş organize ediliyor ve çok ağır
adımlarla yürümeye başlıyoruz. En önde çocuklar,
kadınlar ve petrol işçileri yürüyor. Daha sonra
ise İzmir'den gelen kitle kortejde yerini almış
durumda. Sloganları yürüyüş komitesi belirliyor.
Bir ara yürüyüşü dışarıdan izlemeye çalışıyorum.
Halk, alkışlayarak ya da başka yollarla ilgi ve
desteğini açıkça ortaya koyuyor. Bizler, sınırlı
ve dar bulduğumuz sloganları biraz olsun etkilemeye
çalışıyoruz. "Bütün Halklar Kardeştir",
"İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek" gibi
sloganları da benimsetmeye çalışıyoruz. Çünkü,
bir çok sorunun artık iç içe geçtiğine ve birlikte
ele alınması gerektiğine inanıyoruz. Ama birinci
slogan zemin bulduğu halde, ikincisi aynı ölçüde
rağbet görmüyor. Bu biraz da mitingi düzenleyenlerin
niteliğiyle ilgili bir sorun.
Miting alanındaki konuşmalar da genelde düzen
partilerinin kitlelere bakış açısına uygun bir
tarzda gelişiyor. Bir değerlendirme yapmaya çalışıyorum
ve vardığım sonuç yine de Petrol-İş sendikasından
bir konuşmacının en çok doğrulara yaklaştığı yönünde
oluyor…
Mitingde saptadığım bir başka sorun da sloganlar
sorunuydu. Belirli gruplar, nedense böyle bir
kitle yakaladıkları anda genel çıkar kavramını
ve kitlelerle bağın nasıl kurulması gerektiğini
unutuyorlar ve birden ortalık özel sloganların
yarışma alanına dönüşüyor. Tabii, sonuçta, tertip
komitesi tarafından müdahale ediliyor ve başka
bir açıdan olumsuzluk yaşanıyor.
Sonuç olarak, Aliağa'daki arkadaşlarımız yoğun
bir direnç ve mücadele sonucu toplu sözleşmelerini
bağıtladılar ve istedikleri ücreti aşağı yukarı
aldılar. Fakat, sanıyorum sosyal güvenceler alanında
aynı şey pek söylenemez. Kanımca bu noktadaki
eksiklik de karşılarındaki gücü ve onun uzantıların
yeterince tanımamalarından kaynaklanıyor.
Ama her şeye karşın, "grev yapılması yasak"
bir iş kolunda. Bu yasağı onurlu bir mücadeleyle
yıkmalarından ötürü petrol işçilerini yürekten
selamlamak gerekiyor. Her türlü baskıya rağmen
mücadelenin yükseleceği inancımız pekişiyor.
Yaşasın Onurlu Sınıf Mücadelemiz!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
İzmir'den BARİKAT Okuru Bir Belediye İşçisi
Basına
ve Kamuoyuna
Türkiye ve Kürdistan'da emekçi halk yığınlarının
sömürüye ve baskıya karşı geliştirdikleri
mücadeleler boyutlandıkça, egemen güçlerin
devrimci-sosyalist ve yurtseverlere karşı
saldırıları da buna paralel olarak ivme kazanmaktadır.
TC'nin gelişen mücadeleleri baltalamak için
gündeme getirdiği yöntemlerin bir bir işlevsiz
kalması, onu daha azgın yöntemler geliştirmeye
sevk ediyor. İşte son dönemlerde "topyekün"
savaş devlet terörü de, gerçekte TC'nin içine
girdiği çaresizliğin bir ifadesidir. Yaşanan
süreç "topyekün savaş"ın halklarımız
için baskı, sömürü, işkence, yargısız infaz,
toplu sürgün, köy ve kasabaların tahrip edilerek
boşaltılması, demokratik kuruluşların kapatılması,
kontrgerilla cinayetleri ve halk arası düşmanlık
tohumlarının ekilmesi gibi uygulamalar olduğunu
apaçık ortaya koymuştur.
Devrimci-yurtsever gazetecilerin katledilmesi,
dergi gazete ve dergilerin sistemli bir şekilde
toplatılarak hakkında davalar açılması, dağıtımının
engellenmesi, devrimci yayınları taşıyan okuyucuların
gözaltına alınarak işkencelere maruz bırakılmaları
gibi uygulamalar da özünde "topyekün
savaş"ın bir parçasıdır.
DYP-SHP koalisyon hükümetinin "demokratikleşme",
"reform" ve "şeffaflık"
vaatlerinin de birer aldatmaca olduğu çok
geçmeden kitlelerce görülmüştür. Son olarak
çıkarılan Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu (CMUK),
bu aldatmacaları ortaya koyan en iyi örneklerden
biridir. Düşüncelerini özgürce açıklamaya
çalışan gazeteci ve yazarların birer terör
suçlusu olarak gösterilip günlerce gözetim
altında tutulduğu ve işkenceyle karşılaştıkları
bir ortamda, CMUK fiilen gerçekleşen bu uygulamalara
yasal bir kılıf uydurmuştur.
TC devleti, basına yönelik insanlık dışı faaliyetlerini
dünya kamuoyunun gözlerinden saklamak için
çeşitli manevralara girişerek demokrasi havarisi
kesilmektedir. Hatırlanacağı gibi önceleri
de 141, 142 ve 163. maddelerin kaldırılmasıyla
Türkiye'de düşünce özgürlüğü önündeki tüm
engellerin yıkıldığı imajı verilmek istenmiştir.
Ne var ki, uluslararası basın ve diğer demokratik
kuruluşlar bu aldatmacalara kanmadılar. Çünkü,
onlar da gazeteci ve yazarların "terör
suçlusu" olarak yargılandıklarını, işkence
gördüklerini ve tutuklanarak ya da para cezasına
çarptırılarak haklarının ihlal edildiğini
çok iyi bilmektedirler. Sınır Tanımayan Gazeteciler
Örgütü'nün (RSF) "1992 Dünyada Basın
Özgürlüğü" ile ilgili olarak yayınladığı
raporun Türkiye bölümünde şu görüşlere yer
veriliyor: "Gazetelere sansür uygulanıyor,
büroları basılıyor, gazeteciler tutuklanıyor,
hapsediliyor, dövülüyor ve işkence görüyor.
Sertlik gazetecileri hem konuşturmak, hem
de susturmak için kullanılıyor."
Uluslararası Basın Birliği (IPU) de yayınladığı
hemen hemen tüm raporlarında TC'nin insan
haklarına ve basına yönelik işlediği suçları
bir bir ele alarak teşhir etmekte ve yetkilileri
uyarmaktadır.
Peki, acaba devlet neden basına bu kadar çok
yönelmekte ve terör estirmektedir. Çünkü,
TC "topyekün savaş" olarak adlandırdığı
kirli savaşı ancak gerçekleri dünya kamuoyunun
gözlerinden saklayarak yürütebilir. Başka
bir deyimle, Kürdistan'da sürdürdüğü baskı-sürgün-yok
etme ve Türkiye işçi ve emekçi muhalefeti
ezme yönündeki politikalarını ancak ilerici-devrimci
basını susturarak ve kendi güdümündeki iletişim
araçlarıyla kitleleri yanlış biçimlendirerek
sürdürebilir. TC'nin kirli yüzünü sergileyen
devrimci basın, aynı zamanda mücadelenin sesi
ve soluğudur; emekçi halk yığınlarının bilinçlenerek
örgütlenmeleri ve mücadele saflarına kanalize
olmaları olmalarında etkin bir rol üstlenmektedir.
İşte bu yüzden devrimci basın devletin korkulu
rüyası haline gelmekte ve bu yüzden kirli
savaştan nasibini almaktadır. Ancak, bütün
baskı ve yıldırma politikalarına rağmen devrimci
basın doğru bildiği yolda kararlılıkla yürüyerek
her türlü zorluğa göğüs germeyi bilmiştir.
Bu kararlılık bugün de Koalisyon Hükümeti,
Milli Güvenlik Kurulu ve Özel Harp Dairesi'nin
ortak olarak basına yönelik yürüttükleri kirli
savaş politikalarının bertaraf edilmesinde,
özünden hiçbir şey kaybetmeksizin varlığını
sürdürmektedir.
Bu kararlılığın bir ifadesi olarak biz aşağıda
imzası bulunan devrimci ve sosyalist yayınlar,
gazetecilere yönelik baskı ve cinayetlere,
yayınların keyfi bir şekilde toplatılarak
dağıtım ve satışlarının engellenmesine dur
demek için gücümüzü birleştirdik.
Devletin yargısız korkak infazlarına, Kürdistan'da
işlenen kontr-gerilla cinayetlerine, köy ve
kasabaların imha edilerek boşaltılmalarına
ve hukuk görüntüsüne büründürülmüş tüm anti-demokratik
uygulamalarına dur demek için bütün ilerici,
devrimci ve sosyalist insanları ses, gücümüze
güç katmaya çağırıyoruz.
TC devletinin kirli savaş ve topyekün imha
politikalarını deşifre etmek ve yığınları
aydınlatıp seferber etmek için mücadelemize
devam edeceğiz!
Baskılar Bizleri Yıldıramaz!
Devrimci Basın Susturulamaz!
|
MEMURLAR ALANLARDAYDI
İstanbul
İstanbul kamu çalışanları sendikaları platformunun
Ankara'ya gidiş öncesi düzenlediği bir dizi etkinliğin
içinde yer alan "Grevli Toplu Sözleşmeli
Sendikal Haklar" mitingi Gaziosmanpaşa alanında
yapıldı.
Kamu çalışanları sendikaları, dernekler ve sosyalist
dergi çevrelerinin aktif olarak katıldığı miting
coşku içinde başlayıp sona erdi.
Kamu çalışanlarının sendikalaşma hareketinde son
yıllarda gözlenen canlanma ve radikalleşme eğilimi,
miting alanına da yansıdı. Devletten sadaka beklemek
yerine haklarını söke söke alma yolunu seçen "memur"
hareketi bu seçimini sloganlarıyla, kararlılığıyla
ortaya koydu.
Grevli toplu sözleşmeli sendika perspektifine
sahip olan Barikat da miting alanında yerini almıştı.
Mitingin sonunda ise İstanbul'daki tüm mitinglerin
klasik senaryosu yaşandı. Miting biter bitmez
en küçük bir sebep olmaksızın adeta önceden planlayarak
harekete geçen polis kitlenin çeşitli parçalarına
saldırdı. Çok sayıda insan yaralandı ve gözaltılar
oldu.
Ama her ne olursa olsun miting bir gerçeği ortaya
koyuyordu "memurlar" artık memurluktan
çıkmışlar ve kararlı bir şekilde toplumsal muhalefet
içindeki saflarını belirlemişlerdi.
İzmir
Türkiye kamu çalışanlarının oluşturduğu platformunun
merkezi kararları doğrultusunda, İzmir Kamu Emekçileri
Platformu, yıllardır sürdürdükleri mücadeleler
sonucunda sağladıkları meşruluk ve kazanımları
artık devletin yasaları önünde somutlamak için
Aralık ayında bir dizi eylemlilikler geliştirdi.
Kamu emekçileri, bu en meşru grevli-toplu sözleşmeli
sendikal haklarını almak için sürdürdükleri mücadelelerinin
bir parçası olarak İzmir'de kamu çalışanları şöleni
düzenledi. 1500 kişilik salonun dolduğu ve coşku
ile geçen gecenin ardından 5 Aralık'ta "Toplu
Sözleşmeye Çağrı" mitingi düzenlendi.
Karşıyaka İnsan Hakları Parkı'nda toplanan kamu
sendikaları ve üyeleri, demokratik kitle örgütleri,
Halkevleri, dernekler, İHD işçi sendikaları, içinde
Barikat'ın da olduğu sosyalist dergilerin oluşturduğu
güçbirliğinden oluşan kortejde pankartlar açılmaya
başlandığında polis, İHD'nin "Yargısız infazlara,
faili meçhul cinayetlere hayır" yazılı pankartına
el koydu. Alana girenlerin tek tek aranmasından
sonra, yaklaşık beş bin kişiden oluşan kitle bir
saatten fazla süren yürüyüşten sonra Bostanlı
balık halindeki konuşmaların yapılacağı alana
vardı. Polis güç birliği oluşturan dergilerin
iki pankartını indirmek ve pankartları gasp etmek
için bir çok girişim yaptı. Kamu çalışanlarının
eylemliliğini provoke etmeyi amaçlayan polisin
oyununa gelinmemek için yürüyüşün sonunda, konuşmaların
yapılacağı yere varıldığında bu pankartlar indirildi.
Sendikalar platformu baştan itibaren dergilerin
pankart açmasına karşıydı. "İşçi Memur El
Ele Genel Greve", "Memuruz, Haklıyız,
Kazanacağız", "Sendikal Hakkımız Engellenemez",
"Yaşasın Halkların Kardeşliği", "İnsanlık
Onuru İşkenceyi Yenecek" gibi sloganların
atıldığı miting, kamu çalışanlarının sendikal
hak alma mücadele sürecini anlatan, devletin ikiyüzlülüğünü,
emek düşmanı yüzünü teşhir eden, kamu çalışanlarının,
grevli-toplu iş sözleşmeli sendikal mücadelesinin,
işçi sınıfının mücadelesinden, ayrı ele alınamayacağı
ve Kürdistan'daki savaşa duyarsız kalınamayacağı
vurgulandı. Ve mücadelenin bundan sonra daha kararlı,
daha coşkulu ve daha kitlesel sürdürülmesi gerektiğini
ve sürdürüleceğini içeren konuşmalarla son buldu.
Polis, üzerinde Barikat gazetesinin çıkardığı
"Toplumsal Bir Hizmet Kurumu Olarak İHD ve
Devrimci Hareket" broşürünü dağıtan iki kamu
çalışanının isimlerini, adreslerini ve üzerlerindeki
broşürleri aldı. Yine iki kişi daha polisçe gözaltına
alınmak istendi fakat platformun müdahalesiyle
bu engellendi.
Kamu sendikaları platformu, Aralık ayı sonlarına
doğru Bayraklı Düğün Salonu'nda "Memur Sendikalarının
Dünü, Bugünü ve Önümüzdeki Süreçteki Sorunlarımız"
isimli paneli düzenledi. Coşkulu bir kitlenin
doldurduğu salonda, konuşmacılar memur sendikalarının
gelişimini ve önümüzdeki süreçte yaşayabilecekleri
sorunları tartıştılar.
Türkiye Kamu Sendikaları Platformu'nun 21 Aralık'ta
Ankara yürüyüşü Başbakanlık önündeki mitingine,
İzmir Kamu Sendikaları Platformu, iki otobüs dolusu
kamu emekçisiyle katıldı. Alsancak Garı'ndan İzmir
Garajına kadar sloganlar atarak yürüyen coşkulu
kalabalık, İzmir Garajı'ndan Ankara'ya hareket
etti.
Hayatın her alanında olduğu gibi kamu çalışanlarının
da mücadelesi sürüyor ve sürecek.
İstanbul/İzmir Barikat
DEVRİMCİ
BASINDAN KAMUOYUNA
Devrimci basına yönelik saldırılar katlanarak
artıyor. Artık devrimci yayınların hemen hemen
her sayısı toplatılıyor. Saldırıların boyutu
toplatma ve cezalarla bitmiyor. Devlet gözaltından,
öldürmelere, yayınların dağıtımını ve satışını
engellemekten bayi kundaklamaya kadar her
yöntemi deniyor. Biz aşağıda imzası bulunan
dergi ve gazeteler bu saldırılara sessiz kalmayacağımızı
bildiriyoruz. Tüm okuyucularımız ve kamuoyunu
bu konuda duyarlı olmaya ve başlattığımız
"imza kampanyası"na katılmaya çağırıyoruz.
Azadi, Barikat, Devrimci
Proletarya, Emeğin Bayrağı, Hedef, İşçinin
Yolu, Komün, Kurtuluş, Medya Güneşi, Newroz,
Odak, Özgürlük Dünyası, Özgür Halk, Partizan,
Yeni Dünya İçin, Yeni Ülke
|
ÖLÜM GEMİSİ PROTESTO EDİLDİ
"United States" adındaki gemi diğer
bir adlandırmayla "ölüm gemisi" Armatör
Kahraman Sadıkoğlu'na ait. Gemi Amerika'dan satın
alınıp Tuzla açıklarına çekilmiş durumda.
Geminin özelliği yapımında kansorejen özellikteki
asbest maddesinin çok miktarda kullanılmış olması
ve yarattığı kanser tehlikesi. Öğrenildiği kadar
15 bin metre asbest yüklü ve en tehlikeli cinsinden.
Sözkonusu gemi önceleri savaş gemisi olarak yapılmış
olduğu ileri sürülüyor. Zaten asbestin bu kadar
çok olması da bundan. Bu gemi çok tehlikeli olduğu
için Amerika'da ileri teknolojiye rağmen sökülmeyip
bir kenara bırakılmış. Sökümüne izin verilmemiş.
Yine öğrenildiğine göre bu geminin asbestten arındırılması
için yüz milyon doların üzerinde bir para gerekiyormuş.
Emperyalistler ya da kapitalistler insan hayatını
değersiz bulduklarından en tehlikeli işleri işçilere
yaptırmaktan geri durmaz. İnsan hayatının onlar
için önemi yoktur. Onlar için önemli olan kardır.
ABD, sökümü çok masraflı ve tehlikeli olacağından
ve bunda da tepkilere yol açacağından gemiyi bizim
başımıza bela etti. Zaten biz ve bizim gibi ülkeler
emperyalistlerin pisliklerini temizlemek için
düşünülüyor.
Haklı olarak Ölüm Gemisi'nin sökülmesine karşı
protesto eylemleri yükseldi.
DİSK'e bağlı Limter-İş sendikası, SOS İstanbul
Çevre Gönüllüleri Platformu, İHD İstanbul Şubesi,
İstanbul Tabip Odası, Çepeçevre Gazetesi ve Maltepe'yi
Seviyoruz Çevre Gönüllülerinin katılımları ve
destekleri ile geminin sökülmesi protesto edildi.
|