1992-1993
Döneminde Ortaöğrenim: Eski Tas Eski Hamam
|
1992-1993 Öğrenim yılı yine sorunlarla başladı...
Geçen yılların rezaletleri zaten bilmiyordu. Dayaklar,
intiharlar, okuldan atmalar, polise ihbarcılıklar, düzeysiz
eğitim, kapatılan okullar, kalabalık sınıflar, toplanan
haraçlar.... Saymakla bitecek gibi değil...
Bu yıl yine göstermelik açıklamalarla, umut dağıtan
demeçlerle başladı. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri
yine bol keseden atıp savurdular.
Ama daha öğrenim döneminin ilk birkaç haftasında söylenenlerin
arkasında koca bir fiyasko olduğu açığa çıktı. Ve adeta
aynı filmi izler gibi aynı olayları izlemeye başladık.
Kapatılan Okullar
Özellikle daha sene başında okul kapatma olayları yoğun
olarak gündeme geldi.
Örneğin daha ilk günlerde Feriköy Lisesi kimseye bir
açıklama bile yapmadan kapatılmış ve öğrencilerden başlarının
çaresine bakmaları istenmiştir.
Feriköy Lisesi kapatılınca sorun Feriköy'le de bitmemiş,
başka liselere öğrenci gönderilince oralarda yığılma
meydana gelmiştir. Örneğin Şişli ve Kurtuluş liselerinde
şu anda durum böyledir. Ve tabii bu da ayrı bir sorun
olmuş, ayakta öğrenim gören öğrenciler kalabalıktan
ötürü anlatılan dersleri bile dinleyemez olmuşlardır.
Böylesi koşullarda öğrencinin nasıl başarı göstereceği
ise tam bir bilmece haline gelmiştir.
Hele Olağanüstü Hal bölgesi'nde durum iyice rezalettir.
Bakan Köksal Toptan'a göre bölgede kapalı okul sayısı
670'tir...
15 Ekim 1992 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki bir habere
göre ise son üç yılda toplam olarak tam 3500 okul kapatılmıştır.
Ve bunlara, her gün yenileri eklenmektedir. Örneğin
Erzurum, Erzincan, Bingöl ve Tunceli'de 71 ilkokul daha
geçenlerde kapatılmıştır. Gerekçe; öğrenci sayısının
azalmasıdır. Ama bu azalmanın nedeni de herhalde öğrenciler
değil, her köşeye yayılıp milleti göçe zorlayan devlet
terörüdür.
Ve üstelik daha öğrenim yılının başındayız...
Kalabalık Sınıflar
Kapatılmayan okullarda da doğru dürüst eğitim yapılabildiği
pek söylenemez. Sınıf mevcutları artık katlanılamaz
sayılara varmıştır ve ders yapmak imkansızlaşmıştır.
Zaten mevcut okulların yetersizliği biliniyor. Bunun
üstüne bir de belli liselerde okul idarelerinin biraz
daha fazla para koparmak için okul mevcudunu suni olarak
şişirmesi ekleniyor. Böylece sorun büyüdükçe büyüyor.
Normalde örneğin 500 olması gereken okul mevcudu 800-900,
hatta 1000 kişiye çıkıyor, buna paralel olarak sınıflardaki
öğrenci sayısı da 70'lere, 80'lere fırlıyor. Örneğin
Esenler ibrahim Turan Lisesi'nde sınıf mevcutlan 60,
70, 80 arasındadır. Haydarpaşa da böyledir, istanbul'daki
bir avuç ayrıcalıklı Lise dışında çoğu okul aynı sıkıntıyı
yaşamaktadır.
Doğal olarak iktidar sahipleri Güneydoğu için Kobra
helikopterleri alıp, Karakol yapıp dururlarken okul
yapmaya pek fırsat bulamıyorlar!..
Ama sonuçta bu durum bir başka olumsuzluğu da beraberinde
getiriyor: Dersler boş geçiyor!
Okullar açılıyor, sınıflar kuruluyor, öğrenciler sıkış
sıkış da olsa kendilerine bir eğitim olanağı .yakaladıklarını
sanıyorlar... Ama, ortada hocalar görünmüyor. Hatta
bazı okullarda sorun öyle büyüyor ki, veliler para,
toplayıp özel öğretmen tutmak zorunda kalıyorlar.
Sonuçta işin faturasını yine öğrenciler ödüyorlar; çünkü
o dersler okunmuş sayılıyor ve sonraki yıl bocalamalar
başlıyor...
Eğitimin Kalitesi
Dolu derslerde ne oluyor?
Kitaplar her yıl olduğu gibi yine bilimden ve çağın
özelliklerinden uzak. Basmakalıp bilgiler yine hap gibi
tıkıştırılmış ve bize yutturulmak isteniyor.
Kitapların her yanından yine islamcı-şeriatçı inciler
fışkırıyor, ırkçı-şovenist safsatalar beynimize dolduruluyor.
En basitinden bir edebiyat kitaplarında hala 1950 sonrası
yok sayılıyor. Günümüzde yaşayan bir dizi uluslararası
ödül kazanmış sanatçılarımız yalnızca siyasi iktidar
tarafından sevilmediği için dışlanırken hala "aruz"
döneminde kalan bir programla yetiniliyor. Üstüne üstlük
bir de kitabın sonuna Muharrem Ergin gibi ünlü faşistlerin
edebiyatla hiç ilgisiz yazıları ekleniyor.
Derslerde ise zaten bu kitapların dışına çıkılmıyor.
Herkesin itiraf ettiği gibi son yıllarda öğretmen kalitesinde
de gözle görünür bir düşüş vardır, öğrencilerine bir
şeyler öğretmek, ileri görüşlü çocuklar yetiştirmek
için çırpınan eski öğretmen tipi çoktandır tarihe karışmıştır.
Artık gerçekten aydın düşünceli ve bunu öğrencilerine
aktarmak için çabalayan öğretmen sayısı oldukça azalmıştır
ve kalanlar da ağır baskı altındadır.
Sonuçta, öğretmenler ya basmakalıp kitapları tekrarlamakla
yetinen figüranlar haline dönüşmüştür ve kendilerinin
de itiraf ettiği gibi öğrenciyi hayata hazırlamaktan
uzaktırlar. Ki, bu eğitim tarzının esas amacı öğrenciyi
ÖSS-ÖSY denilen alyanslarına hazırlamaktır. Bu durumda
öğrenci hayat karşısında eksik bir konumda kalırken,
öğretmenler de "salla başı al maaşı' duyarsızlığına
iyice gömülmektedirler.
Ya, da öğretmenlerin bir bölümü düpedüz ırkçı-şeriatçı
propaganda çabası içindedir ki, böylesi bir bombardıman
altında yetişen öğrencilerin nasıl insanlar olacağı
çok karanlık bir konudur.
Her iki durumda da sonuç aynıdır...
Her iki durumda da tam düzenin istediği kafa yapısına
sahip, içinde yaşadığı koşulları sorgulamayan, kendi
kendisinin bilincine varamamış, kişilik ve yaratıcılık
eksikleri ile sakatlanmış bir kuşak yaratılıyor. Düzen,
kendisini her okulda, her sınıfta her an yeniden üretiyor...
Ve böylece eğitim sisteminin esas amacı da gerçekleşmiş
oluyor: Uysal kuzular yetiştirmek!..
Biliniyor ki bu çağlar insanın en önemli çağlarıdır,
kişilik ve kimliğin oluştuğu çağlardır. Bu iyi biliniyor
ve "ağaç yaşken eğilir" diye anılan şu uğursuz
deyimden hareketle tam da bu çağda insanların beyni
kısırlaştırılıyor.
Ya Dersaneler?
Milli Eğitim Bakanlığı'na sorarsanız Türkiye'deki eğitim
sistemi yeterli ve sağlıklıdır.
Oysa daha geçenlerde Bakanlık tarafından PİAR Araştırma
Şirketi'ne yaptırılan ve öğrenci veli-
lerinin eğitim sisteminden niye memnun olmadıklarını
soruşturan kamuoyu araştırmasının sonuçları çok ilginçtir:
Araştırmaya göre öğrenci velilerinin %31.5'u "okullarda
verilen eğitimin öğrencileri yaratıcılıktan ve eleştiriden
uzak bir şekilde yetiştirdiğini" düşünmektedir.
Velilerin %24.7'si "okullarda verilen eğitimin
öğrencileri gerçek yaşama hazırlamadığına'' inanırken,
%15.9'u ise bugünkü eğitimin "öğrencilere meslek
kazandırmaktan" çok uzak olduğu görüşündedir. Ve
daha sonra da %8.8 oranında veli öğretmenlerin yetersiz
olduğunu savunmakta, %6.4 oranında bir grup ise sınıflardaki
öğrenci sayısının fazlalığını esas önemli sebep saymaktadır.
Üstelik araştırma bizzat bakanlık tarafından yaptırıldığı
için artniyetli solcuları suçlamak da mümkün değildir.
Ama Bakanlık yine de bir yolunu buluyor savunmanın.
Araştırma üzerine görüş açıklayan MEB yetkilileri "öğrencilerin
hayattan kopuk yetiştirildiklerinin doğru olmadığını,
ders kitaplarının dünya standartlarında olduğunu” papağan
gibi tekrarlıyorlar.
Ama yine de bir soru yanıtlanmadan kalıyor. Eğitim bu
kadar iyi ve özellikle üniversiteiçin yeterliyse, Dersane
gereksinmesi nereden çıkıyor?
Bu MEB açısından bir çelişkidir.
Bir yandan "bizim eğitimimiz harikadır" diye
palavralar savuran MEB, öte yandan sayıları her gün
artan dersaneleri teşvik ediyor ve milyonlarca liranın
buralara akmasını sağlıyor. Her yıl aileler dişten tırnaktan
artırdıkları mil yonları sırf oğulları-kızları bir üniversiteye
girebilsin diye özel dersanelere yatırıyorlar. Kuşkusuz
bu da bir ekonomik güç sorunu; yani bunu yapamayan binlerce
aile de var ve bu durum ortaya korkunç bir eşitsizlik
çıkarıyor. Bir yığın öğrenci üniversite sınavlarına
kendi olanaklarıyla hazırlanmakta ve sonuçta eşit olmayan
bu yarışta yenik düşmektedirler. Arada sırada "dersaneye
gitmeden ÖSS kazanan" bir kaç öğrencinin reklam
edilmesi ise tam bir sahtekarlık örneğidir. Çünkü herkes
bilmektedir ki okullardaki bugünkü eğitim yetersizdir
ve böyle bir yetersizliğin olduğu yerde özel kurslar
zorunludur.
Yalnızca dersaneler mi? Bir de özel öğretmenler var.
Sadece çok ayrıcalıklı kesimlerin yararlanabildiği bir
durumdur özel öğretmenler. Maaşını ucu ucuna ev kirasına,
körboğazına yetirebilen çalışan kesimler ise böyle bir
olanaktan tümüyle yoksundur.
Sonuç olarak, özel dersane ve öğretmenler gerçeği bugünkü
eğitim sisteminin kanayan yarası durumundadır. Ve çok
somut bir göstergedir. Eğer bir ülkede özel dersane
gereksinmesi bu kadar fazla ise, bu durum eğitim kurumlarının
rezalet bir durumda olduğunu gösterir.
Kredili Sistem
Kredili sistem de gerçekten öğrenimin sorunlarını çözmek
için gelmiyor. Bugün MEB'nm esas sorunu eğitim sisteminin
kalitesini yükseltmek değil, düzeysiz olan eğitimin
açık yanlarını gizlemektir. Kredi sistemi ancak çok
düzeyli kitaplar, düzeyli eğitim programıyla birlikte
başarılı olabilecek bir sistemdir. Böyle oturmuş bir
sistemde öğrenciyi not kaygısından kısmen uzaklaştırıp
daha iyi yetiştirmeksistemin amacıdır. Ama Türkiye'deki
durum o kadar berbattır ki, bu berbat eğitim manzarası
içinde "kredi" olayı bir yama gibi durmakta,
öğrenciyi daha iyi eğitime değil, en kolay yola yöneltmektedir.
Yani bugünkü haliyle kredi sistemi daha çok sınıftakalma
konusundaki feryatları birazcık susturmayı denemekte
ama sonuçta kaliteyi de düşürmektedir.
Toplanan Haraçlar
Her yıl yaşanan utanç verici sorunlardan biri de kayıtlarda
toplanan paralardır.
Artik bu konuda ipin ucu iyice kaçmıştır.
Örneğin her yıl MEB'nın göstermelik açıklamalarına rağmen
olan şey yine oluyor. Resmen haraç toplanıyor öğrencilerden...
Öyle ki adeta haraç "tarife"si oluşmuş! Örneğin
Bayrampaşa Rıfat Canayakın Lisesi'nde ya da Vefa Poyraz
Lisesi'nde okumak istiyorsanız bunun "bağış tarifesi"
500 bin ile l milyon arasında değişiyor. Ataköy 60.
Yıl Ilkokulu'nda ise "bağış" miktarı 3 milyondan
aşağıya inmiyor. Rami Ortaokulu haraçları 800 bin ile
2 milyon arasında değişirken daha mütevazı olan Merter
Ilkokulu'nda 300 bin yeterli oluyor...
Utanç vericidir, bunlar gazetelerde yazılıyor çiziliyor...
Ama kimse utanmıyor...
Hatta çok daha ilginçtir, istanbul Milli Eğitim Müdürü
de manzaranın berbatlığını itiraf ediyor. Bir toplantı
açılışında konuşan müdür Nurdoğan İlgün "İstanbul'da
kayıt parası rezilliği yaşıyoruz. kayıtta para alınmayacak'
diyoruz olmuyor. Okullara paranın, rakamın sokulmaması,
öğretmenlerin müdürlerin bu işle ilgilenmemeleri gerekir..."
diyor ve ekliyor; öğretmene, müdüre güven bitti!.."
Öğretmene, müdüre güven bitiyor ama haraç toplama faaliyeti
bitmiyor.
Bir yandan MEB açıklama üstüne açıklama yapıyor, diğer
yanda okullarda yöneticiler "bize de para toplamayı
MEB emrediyor' diyorlar.
Ortada garip bir .oyun oynanıyor. MEB bunu yapanları
şöyle asar keseriz" diye palavra atıyor ama görünürde
bu yüzden görevden alınmış tek bir müdür ile yoktur.
Sonuç ise, yığınla insanın mutsuzluğudur, insanlar sırf
çocukları okuyabilsin diye akıl almaz özverilere zorlanıyorlar.
Zaten bu ülkede çocuk okutmak bir büyük sıkıntı iken
üstüne bir de asalaklar biniyor.
Çok acı örnekler yaşanıyor bu konuda ve kimse utanmıyor.
Avcılar inşa Lisesi'nde kayıt için gelen velilerden
1.5 milyon gibi bir bağış istenmesi ve itiraz eden veliye
'kolunuzdaki bilezikler ne güne duruyor" diye "öğüt(!)"
verilmesi böylesi örneklerdendir. Sonuçta tabii, bilezikler
ve zincir gerçekten satılmış, okul kasasına "bağış"
(ya da haraç!) olarak girmiştir...
Durumun rezilliği karşısında söylenecek söz kalmıyor.
Dayak, tehdit ve ötesi....
Milli Eğitim sistemimiz bu sezonu da intihar girişimleriyle
başlamak becerisini göstermiştir!
Daha okullar açılır açılmaz Avcılar İnsa Lisesi Müdürü
Ahmet Tekiz ilk icraatını sergileme fırsatını buldu.
"Sınıfta kalanların durumu”nun görüşüleceği bir
toplantının ardıkndan Ahmet bey'in hakaretleri ortalığı
öyle karıştırmıştır ki, veliler tepki gösterirler ve
Müdürün talebiyle gelen polis bazı veli ve öğrencileri
tartaklayarak karakola götürür.
Bu arada hakaretlerin boyutunu kaldıramayan 2. sınıf
öğrencisi ise sinirlenip intihara teşebbüs eder. Kimi
gazetelere göre Ayşe Balta kendini pencereden atmak
istemiş ve bu arada bilekleri camla kesilmiştir; kimilerine
göre ise kendisi camla bileklerini kesmiştir. Aslında
bu çok önemli' de değil... Sonuçta sözkonusu olan şey
bir intihar girişimidir ve çok ciddidir.
Tabii daha öğretim dönemi yeni başladı. Dayakçıbaşılann
marifetlerini sergileyebilecekleri daha uzun bir süre
var. Ve görünen o ki, bu yıl herzamanki yıllardan hareketli
geçecektir. Çünkü herşeyden önce dayak Türkiye'de eğitim
sisteminin bir parçası olarak yerleşmiştir. Üstelik
daha kötüsü, bu durum artık öğrenciler tarafından bile
kanıksanmıştır, doğal bir olay sayılmaktadır. Bir çok
durumda, birçok öğrenci onur kırıcı bu uygulamaya Karşı
çıkmamakta, dayak olayı ancak "BARIŞ" olayı
gibi bir faciaya yol açtığında toplumun gündemine girmektedir.
Yoksa, hergün , heryerde yaşanan bir olaydır dayak.
Öyle ki, ilkokul öğrencileri üzerinde yapılan anketlerde
bile öğretmeninden dayak yememiş çocuğa rastlamak maalesef
mümkün olmuyor!
Artık sistemin ruhuna işlemiş bir olgudur dayak. Öğretmen
sınıfa girerken belki kitabını unutmakta ama sopasını
kesinlikle unutmamaktadır.
Baskı yalnızca okul içinde de kalmamakta, okuliçi teröre
bir de okul kapısında bekleyen,polis otoları eklenmektedir.
"Öğrencinin olduğu yerde mutlaka olay olur"
mantığıyla kapı ağzına çekilen polis arabaları daha
genç yaşta insanlara polis korkusunu aşılamak için bir
araç olmaktadır.
Dayak ya da doğrudan baskı yanında bir de "not
defteri" silahı vardır ki, en yaralayıcı silah
budur. Direkt olarak öğrencinin geleceğini etkileyen
bir noktadan vuruyor ve belki sonuçta insanın bir yeri
morarmıyor ama hayatı kararıyor. Not defteri bir iktidar
aracı gibi işlev görüyor ve öğrenciyi bu "iktidarı
elinde tutan" güç karşısında zayıf ve edilgen bir
konumda bırakıyor.
Böylece sonuçta öğrenci okulda uysal, edilgen oir yaşam
sürdürürken, okul dışında tam bir felaket haline geliyor,
sorunlu bir yaşantı içine gömülüyor.
Ve Kılık Kıyafet
Devlet Okullarındaki genel kıyafet geleneği artık neredeyse
tarihe karışmıştır.
Artık okulların çoğu kendi özel giysilerini saptamaktadır.
Ve tabii özel olan bu giysiler yalnızca okulda satılmakta
ve fiyatları da okul belirlemektedir.
Bu durum zaten ayrı bir sıkıntıdır. Ama daha da önemlisi
bu kıyafetlerin tam bir sıkıyönetim kafasıyla mutlak
bir zorunluluk olarak dayatılmasıdır. Öyle ki, giydiğiniz
ayakkabının rengi birazcık farklı ise, pantolonunuzun
örneğin gri olan rengi grinin bir başka bir tonu ise
o gün okula girememe riskiniz çok yüksektir. Gömlek
rengi, ceket rengi, vs... yüzünden ya da arma yokluğu
nedeniyle okullara alınmamanın yüzlerce örneği vardır.
Ve tabii saçlar, da var... Özellikle bu konudaki yasaklar
listesi uzadıkça uzuyor...
Bütün dert ne yapıp edip tek tip insan yetiştirmektir.
Ve zaten eğitim sisteminin özünde varolan bu amacı bir
de biçimsel alanda pekiştirmiş oluyorlar.
Sağlıksız Kantinler, Yetersiz Temizlik
Türkiye'de devlet ötedenberi eğitime mümkün olan en
az bütçeyi ayırmayı bir gelenek edinmiştir. Okullar
açılır... Ve hepsi bu kadar!.. Ondan, sonrası allaha
emanet!.. Kimsegelip koşullar nedir merak etmez. Her
yıl, her fırsatta okul masrafları için öğrencilerden
toplanan paranın da nereye gittiği belirsizdir. Bir
dönem içinde o kadar çok şey için (cam, tebeşir, kimlik,
resim,vs...) para toplanır ki herkesin başı döner.
Ama belirli olan tek şey vardır, kaderine terkedilmiş
temizlik...
Bu konuda bir okul ile diğeri arasında uçurum denebilecek
farklar vardır. Özellikle yoksul semtlerin okullarında
ipin ucu iyice kaçmıştır.
Kantinlerin kalitesi ve fiyatları arasında da büyük
uçurumlar vardır. Bir çok yerde çok sağlıksız ürünler
rastgele satılmakta, niç bir denetim olmaksızın öğrenci
sağlığı tamamen kantincinin insafına terkedilmekte,
buna karşın fiyatlar da öğrenci bütçesine göre aşın
boyutlara varmaktadır.
Meslek Liseleri... Ayrı Bir Dünya...
Bu kesimdeki en önemli sorun herhalde şu staj komedisidir.
Bölümleri gereği gittikleri işyerlerinde çoğu kez öğrencilere
dersleri dışında her ne ayak işi varsa yaptırılmakta,
çalışması gereken yerle hiç alakasız işlere koşturulmaktadırlar.
Üstelik zaten son derece düşük olan ücretlerin de bir
bölümüne elkonulmakta ve adeta ucuz işçi olarak görülmektedirler.
Hele işyerinde grev varsa iş iyice karışmaktadır. Çoğu
işyerinde bu gibi durumlarda patronlar staj gören öğrenciyi
yasa boşluklarına sığınarak "grev kırıcı"
olarak çalıştırmaktadırlar.
Böylece Meslek Liseleri daha katmerlenmiş bir sorunlar
yumağı ile karşı karşıyadırlar.
Örgütlenme...Tüyleri Hemen Diken Diken Oluyor!..
Türkiye'de en tahammül edilmeyen şey ortaöğrenimlilerin
örgütlenmesidir.
Daha adını duyduklarında beyinleri sarsılır... Sayın
devlet büyüklerine göre Liseliler henüz zararlı cereyanlardan
korunması gereken masum kuzucuklardır. Kendilerini pek
akıllı, öğrencileri de akılsız saydıkları için onların
sağlıklı düşünemeyeceklerini, "kötü emellere"
alet edilebileceklerini varsayıp, koruyuculuk rolünü
üstlenirler.
Ve tabii bu "koruyuculuk" rolünün en önemli
unsuru yine dayak, baskı ve okuldan atma tehdididir.
Sayın okul müdürleri "Son Türk Devleti"ni
kurtarmak için her türden baskıyı, bu arada polise muhbirliği
olağan görürler. Okuldaki en küçük bir kıpırdanmada
hemen ayaklanıp polisi aramak, öğrencilerini polis işkencesine
teslim etmek artık alışkanlıkları olmuştur.
Bütün istedikleri kendileri gibi insanlar yetiştirmektir.
Az düşünen, az konuşan, hayatı sorgulamaktan uzak koyun
gibi yaratıklar...
Ve "örgütlenme" kavramının kendisi bile onlar
için büyük tehlikedir!..
Neler Yapılabilir?
Neler yapılabileceği konusunda biz kimseye akıl vermek
durumunda değiliz. Öykü, hepimizin, bütün ortaöğrenimlilerin
öyküsüyse eğer çözümü de birlikte bulacağız demektir.
Ve gerçekten çözüm ellerimizin içindedir. Eğer bir anahtar
gerekirse, onların en korktukları şeyden başlayabiliriz:
ÖRGÜTLENME'den.
Anahtar budur: BiRLiK ve ÖRGÜTLENME...
Haksızlıklara, olumsuzluklara, ilkelliklere, baskılara
karşı mücadele edeceksek eğer bunun yolu birlikte hareket
etmekten, her durumda biraraya gelip sesimizi böylece
yükseltmekten geçiyor.
Öğrenci Birlikleri bu konuda doğru ve olumlu bir yaklaşımdır.
Eğer bugünkü belirsiz ve şekilsiz halinden kurtarılabilirse
ve gerçekten işleyen, öğrenci kitlesinin çoğunluğunu
kucaklayan yapılar haline getirilebilirse çok büyük
yararlar sağlaması mümkündür. Öğrenci Birlikleri Üç-beş
kişinin "derin tartışmalar" yaptıkları yapılar
olmaktan bütün öğrencileri çeken bir odak olmaya doğru
hızla adımlar atmalıdır.
Ancak böyle esnek, kapsayıcı, kitleyi itmeyen yapılara
sahip olursak yaşadığımız olumsuzlukların üzerine gerçekten
ciddi bir güçle gidebilir, karanlıklar dünyasını geri
adım attırabiliriz.
Ancak böylece 1992-1993 öğretim döneminde birlikte ve
gür sesle "iZiN VERMEYECEĞİZ!" diye
haykırabiliriz...
|