Muhbir
Yazarlar, Kemalizm Ve Ulusal Kurtuluş Mücadelesi
|
ZEYNEP BARAN İHD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu
Üyesi
BARiKAT: Bir süredir bazı köşe yazarlarının
ve özellikle Uğur Mumcu'nun İHD'yi hedef alan, hedef
gösteren yazılarını okuyoruz. Bir yoğunlaşma ve iHD'yi
açmazlara düşürme çabası gözleniyor. Bu konuda neler
söyleyebilirsiniz?
ZEYNEP BARAN: Mumcu ve benzeri Kemalist yazarlar
her dönem devletin temel politikalarına uyarlı bir çizgi
izlemişlerdir. TC'nin Kürdistan'daki ırkçı-katliamcı
politikalarına çanak tutmuşlar ve hükümetlere akıl hocalığı
yapmışlardır.
Mumcu'nun son tavırları da "Milli Birlik Hükümeti"nin
uyguladığı politikalarla ve son MGK (Milli Güvenlik
Kurulu) bildirileriyle paralellik içindedir.
TC, Newroz'dan bu yana Kürdistan'da açık kitle katliamlarına
girişmiştir. Şırnak katliamı ile bu saldırılar yeni
boyutlar kazanmıştır. M.Kemal'in lanetli ruhu hortlamış,
Kürdistan'a karşı her yönden topyekün bir seferberlik
ilan edilmiştir. 1920-1938 döneminin sürgün ve imha
uygulamaları yeniden devletin temel politikaları haline
gelmiştir. "Milli Birlik Hükümeti"nin demokratikleştirme
pakedinin içinden Kürtlere jenosid ve sürgün; Türk demokrat
ve Sosyalist hareketine ise baskı ve zulüm çıkmıştır.
TC, anti-sömürgeci ulusal demokratik mücadeleyi boğmak
için topyekün savaş nizamına girerken, tüm Türk toplumunu
da bu savaş nizamına uyarlı hale getirebilmek için yoğun
bir ideolojik kampanya yürütmektedir.
Öte yandan Kürdistan tam bir "yasak bölge"
haline getirilmeye çalışılmakta, resmi informasyon dışındaki
tüm bilgi kaynaklan da susturulmak istenmektedir. Bu
amaçla demokratik kuruluşlar, de-mokrat-devrimci gazeteci
ve aydınlar saldırı hedefi haline getirilmiştir. Musa
Anter'in özellikle Kürdistan'da vurulması ise, bir yanıyla
aydınların, demokratik kuruluşlann Kürdistan'a ilgi
ve bağlantılannın kesilmesine yöneliktir.
MGK'nın son bildirilerinde açıkça ifade edildiği gibi,
savaşın bir cephesinde de Türkiye'deki devrimci muhalefetin
sindirillmesi ve susturulması durmaktadır. Metropollerde
Dev-Sol militanlarına yönelen infazlar, devrimci-demokrat
basın üzerindeki baskılann olabildiğince genişletilmesi
bunun somut göstergesidir. TC, bununla aynı zamanda
KUKM ile Türk devrimci hareketi arasındaki bağı da kesmeye
çalışmaktadır. Kürdistan’a bütün şiddetiyle vururken,
bu uygulamaları sessizce izleyen bir “sol” istemektedir.
Mumcu, bu topyekün savaşın ideolojik cephesinde yerini
almış ırkçı-Kemalist kalemlerden biridir. Bu tür yazarların
"solculuğu" ise 1923-1946 döneminin Kemalist
iktidar dönemine duydukları özlemde ifadesini bulmaktadır:
Tek Parti yönetiminin ırkçı-katliamcı uygulamalarında
"solculuk-devrimcilik" arayanlann ürettiği
sakat bir anlayıştır bu. Ne yazık ki bu anlayış Marksizm
adına uzun yıllar savunulmuş, pek çok yanlış politikaya
da kaynaklık etmiştir.
KUKM'nin misak-ı milli'yi temellerinden sarsmaya başladığı
bu dönemde, Mumcu gibi Kemalist yazarların canhıraş
feryatlarının yükselmesinde anlaşılmayacak bir yan yoktur.
Anti-Kürt ve Anti-sosyalist tavır ile misak-ı milli'nin
savunusu, tam da üstüste düşen, birbirini tamamlayan,
kendi içinde tutarlı taleplerdir. Tersine, yıllardır
yapıldığı gibi, sosyalizm adına misak-ı milli'nin savunulması
tarihsel bir hataydı. Lozan paylaşım anlaşmasının ürünü
olan misak-ı milli'nin savunusu yapılarak demokratlık,
devrimcilik yapılamayacağı bu gün artık çok daha iyi
anlaşılmaktadır. Mumcu'nun ÎHD'ye yönelik saldınlannı
da bu genel durum içinde ele almak gerekiyor.
Bugün İHD'ye yönelik saldınlann artması, TC'nin genelde
bütün siyasal ve toplumsal muhalefete yönelik saldınlanndan
bağımsız değil, onun bir parçasıdır. Kürdistan'da örgütlü
devlet terörünün son sınırlarına kadar genişletildiği
, Türkiye'de bütün demokratik hakların ambargo altına
alınmaya çalışıldığı bir dönemde; varlık nedenini "insan
haklan ihlallerine karşı olmak" şeklinde tanımlamış
bir kuruluşun da saldırı hedefi haline gelmemesi düşünülemezdi.
İHD gibi meşruluğu uluslararası düzeyde kabul görmüş
bir kurumdan çıkan her "çatlak" ses, diplomatik
alanda büyük başarılar elde etmiş bulunan TC'nin bu
prestijine gölge düşürebilirdi.
Aynca TC, daha başından beri iHD'ni düzen sınırları
içine çekmeye gayret etmiştir. Gelinen noktada İHD'nin
etkisizleştirilmesi ya da Milli Mutabakat Cephesi içine
çekilmesinin de amaçlandığı görülüyor. Nitekim Mumcu'nun
son dönem yazılarında iHD'nin PKK eylemleri karşısında
açık tavır almaya çağırması, bunun göstergelerinden
biridir.
Öte yandan TC, dünya kamuoyunu yanlış informe ederek
, kendisine demokratik bir görünüm vermek ve böylece
içerdeki uygulamaları gizleyebilmek için "demokrasi"
ve "insan haklan kavramlannı" insiyatifi altında
tutmak; kendi kontrolü dışında duran demokratik oluşumlann
ise alanlarını daraltmak ve giderek ortadan kaldırmak
istiyor. Ayrıca radikal devrimci hareketin ezilmesi
için, demokratik kuruluşların ehlileştirilerek düzenin
yedek lastiği haline getirilmesi ve insan hakları kavramlarının
ipotek altına alınmasının büyük önemi var. Bu, aynı
zamanda emperyalizmin “yeni” dünya düzenine de uyarlı
bir politikadır. Düzen-dışı radikal muhalifetlerin kamu
vicdanlarında “terörist” olarak mahkum edilerek ezilebilmesi
için “insan hakları, barış, demokrasi” kavramlarına
vitrinlerin süsü olarak sahip çıkmaları gerekiyor. Bunun
için yapmalrı gereken şeylerin başında, kendi insiyatifleri
altında olmayan, hükümetlerin borazanlığını yapmayan
insan haklan kuruluşlarını etkisiz hale getirmek gelmektedir,
işte, tam da bu noktada Mumcu gibi muhbir yazarlara,
vatanseverlik adına büyük görevler düşüyor. TC'nin programlarını
rahatlıkla uygulayabilmek için ihtiyaç duyduğu "yasal"
malzemeleri sağlamada oldukça mahir bir yazar olan Mumcu,
bu kez de "görevi"ni, İHD'ni saldırı hedefi
haline getirmekle yerine getiriyor.
Genel Kurmay'ın Kürdistan'da geniş çaplı bir askeri
harekat başlattığı, her gün onlarca insanın sorgusuz-yargısız
kurşuna dizildiği, devlet terörünün, işkencenin yaşamın
bir parçası haline geldiği bir dönemde IHD'nin, Mumcu
gibi muhbir yazarlann ideolojik ve siyasal saldırılarına
hedef olması, polis marifetiyle etkinliğinin sınırlanmak
istenmesi, yukarda açıklamayla çalıştığım olgulara bağlı
olarak düşünülmelidir.
BARiKAT: Bu konu ile son aylarda burjuva basında
ve devlet kademelerinde yoğunlaşan II. Cumhuriyet tartışmalan
arasında kuşkusuz bir bağlantı var. Körfez savaşı günlerinden
beri pişirilen politik açılımlar var. Bütün bunlar nasıl
yorumlanmalı?
ZEYNEP BARAN: Özal'ın ipuçlarını (!) verdiği
"açılım" politikaları ile II. Cumhuriyet tartışmalannı,
dünyada, Orta-Doğu'da ve Türkiye'de son yıllarda yaşanan
değişimlerle birlikte düşünmek gerekir.
Dünya, çok hızlı bir, değişim içinde... Değişimin yönünü
tartışmak ayrı bir yazı konusu... Ancak değişim öylesine
hızlı, öylesine kapsamlı ki, bütün ülkelerin siyasal
ve toplumsal güçlerinin durumlannda, devlet yapılanmalan
üzerinde sarsıcı etkiler yaratmakta. Emperyalist merkezlerin
çevresinde kümelenen bütün sömürge, yarı-sömürge ve
bağımlı ilkeler, "yeni" dünya düzenine uyarlanabilmek
için, kendi iç yapılarında bazı değişikliklere gitmektedirler.
Egemen güçler, bu noktada önemli ekonomik ve siyasal
tıkanıklıklar yaşıyorlar. Eski idari ve siyasi mekanizma
ile, resmi ideolojinin dar olan yapısı ile artık pek
çok şeye cevap veremediğini görüyorlar.
Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin boyutları, Kemalizmin
70 yıllık red ve inkar politikalarını daha şimdiden
geçersiz kılmış durumda, işte TÜSİAD gibi tekelci burjuvazinin
temsili kurum ve örgütlerinin, ideologlarının Kemalizm
ile ilgili tartışmalarını bu bağlamda ele almak gerekiyor.
II. Cumhuriyet ve benzeri tartışmaların daha iyi anlaşılabilmesi
için 1. Cumhuriyet kavramının yerli yerine oturtulması
gerekmektedir. Bilindiği gibi TC.(ya da bugünlerde revaçta
olan tabiriyle I.Cumhuriyet) 1. Paylaşım savaşının uzantısı
olarak, emperyalizmin bölgede askıda kalan sorunlarının
çözümü için çıkartılan Türk-Yunan savaşının içinde biçimlendi
ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntıları üzerinde kuruldu...
Son derece istisnai bir politik konjonktürde (1. Paylaşım
savaşı'nın emperyalist merkezlerde beslediği toplumsal
hoşnutsuzluklar, Büyük Ekim Devrimi'nin oluşturduğu
yeni dengeler, savaşı kazanan devletlerin kendi aralarındaki
paylaşım anlaşmazlıkları ve bütün bunları ustaca hesaplayan
M. Kemal'in politik şantajları, vb.) kurulan yeni devlet,
asker-sivil bürokrasinin iktidar olarak Kemalizmde somut
ifadesini buldu.
Kemalizm, burjuvazinin toplumsal yaşamda henüz etkin
olamadığı bir tarihi momentte kapitalizmi yukardan aşağıya
devlet eliyle geliştirme misyonunu üstlenmiş özgün bir
devlet biçimidir. Temel karekteri yürütmenin sınıfa
karşı özerk durumudur. Burjuvazinin siyasal iktidarı
tek başına ele alamayacak kadar cılız olduğu bir süreçte,
onun adına burjuvazinin vesayetini üstlenmiştir. Bonapartizmle
ortak özellikler göstermesine karşın onunla özdeş değildir.
Çünkü; bonapartizmin iktidara geldiği tarihsel süreçte
burjuvazi toplumun egemen maddi gücü durumundaydı. Ancak,
toplumsal bir devrim karşısında ekonomik ve siyasal
gücüne kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyaydı ve ekonomik
iktidarını koruyabilmek için geçici olarak siyasal tacını
terk etmişti. Ama özel mülkiyet üzerine kurulu toplumsal
düzeni koruyacak bir sınıfa, gerici küçük burjuvaziye...
Kemalizmin tarihsel misyonu burjuvaziyi geliştirmekti.
Bonapartizmin ise korumak...
Kemalizm doğduğundan beri anti-Kürt ve anti-komünist
bir muhtevaya sahip olmuştur. Daha Türk-Yunan savaşı
sürecinde,1921'de M. Suphi ve yoldaşlarını Karadeniz'de
boğdurmuş, Koçgiri'de ise Kürt ulusunu acımasızca imha
etmiştir, işbaşında bulunduğu tek parti yönetimi boyunca
Türkiye'de en "küçük" bir demokratik istemi
dahi zorla ezmiş, Kürdistan'ı ise kana, ateşe boğmuştur.
1925-38 döneminde Kuzey Kürdistan ihtilalinin bütün
cephaneliklerini tek tek infilak ettirmiştir...
19401ı yıllar, ekonomik olarak palazlanmış ve belli
bir toplumsal güce ulaşmış bulunan burjuvazinin iktidar
olma çabalarının yoğunlaştığı dönemdir. Avnca 2. dünya
savaşında Hitler’in yenilgisiyle oluşan politik atmosfer
de, siyasal ve toplumsal yapıda bazı değişimleri zorunlu
kılıyordu. Gerek yeni uluslararası dengeler, gerek gelişen
burjuvazinin siyasal tacını giyme isteği, değişimin
dinamosunu oluşturuyordu.
Böylece, tarihsel misyonunu tamamlayıp, bir iktidar
gücü olarak ömrünü dolduran Kemalizm, devletin resmi
ideolojisi olarak egemenliğini bugüne kadar sürdürmüştür.
Türk burjuvazisi, her kriz döneminde sihirli bir değnek
olarak Kemalist ideolojiye sarılmış, özellikle bu ideolojinin
temel iki sopası olan anti-komünizm ve anti-kürdizmi,
Türk emekçilerinin ve Kürt ulusunun sırtından eksik
etmemiştir. Bununla beraber Türk burjuvazisi, bugüne
kadar Kemalizmi hep sağından solundan kırpmış, yeni
koşullara uyarlı hale getirmiş ama bu ideolojiden asla
vazgeçmemiştir.
Ancak, gelinen noktada bu betonlaşmış ideolojinin bir
çok yanıdan çatırdamaya başladığını görüyoruz. Siyasal
ve toplumsal yaşamın bütün hücrelerine nüfuz etmiş olan
Kemalist ideolojinin en başta solun beyninden sökülüp
atılması gerekiyor. Çürkü değişik gerekçelerle bu ideolojinin
taşıyıcılığını yıllarca "sol" yapmıştır. Kemalizm
ile köklü bir kopuş sağlanmadan ve cepheden savaşa girilmeden
tek bir doğru tahlil yapılamayacağını hayat defalarca
kanıtlamıştır.
Burjuvazi için ise zaten kârdan başka bir ölçü yoktur.
TÜSlAD'ın körüklediği söylenen "anti-Kemalizm"de
de şaşılacak bir yan yoktur. Unutulmamalıdır ki, sermaye
hiçkimseye karşı minnet beslemez. Onu hareket ettiren
temel dürtü kar hırsıdır. Eğer siyasal ve toplumsal
gelişmeler Kemalizmi burjuvazinin yeni ihtiyaçlarını
karşılayamaz bir duruma getirirse, bu ideoloji şu ya
da bu ölçüde terkedilecektir. Ya da yeni duruma uydurulacaktır...
Türk burjuvazisi bugün ciddi bir açmaz içindedir. Bir
yandan "yeniaçılımlar"a kapıyı aralarken,
öte yandan da ulusal ve toplumsal muhalefetin ezilmesinde
ağababaları M.Kemal'in yöntemlerinesarılmaktadırlar.
Bugünkü Bölge Valiliği, 19301u yılların Umum Müfettişliği'nin
901ı yıllara uyarlanmasından başka bir şey değildir.
En son inönü'nün, bölge illerindeki her valinin yetkisinin
Bölge valisi ile eşitlenmesi ve böylece hareket kabiliyetinin
artırılmasını içeren bir yasa tasarısı hazırladığı belirtilmektedir.
Umum Müfettişliğin mucitlerinden birinin oğlu, 90'lı
yıllarda adeta larihi tekrarlatmaktadır.
Bir yandan dünyaya uyarlanmak, ekonomik ve siyasal yapıyı
liberalize etmek söylemleri ve bu yönde geliştirilen
tartışmalar, diğer yandan Kemalist ideolojinin ürünü
yöntemlerin en katı bir biçimiyle uygulanışı... Bunlar,
siyasi açmazda olan egemen sınıfların çelişkilerini
sergiliyor ve diğer yandan da bir zorunluluğu yansıtıyor.
Tarihsel dönemeçlerde, eski ile yeni bir süre için yan
yana yaşar, yaşatılır. Kimi zaman da birbirini tamamlayan
öğeler olurlar.
İşte, Mumcu-Selçuk tipi yazarların çırpınışları ile
TUSİAD'ın sistemin devamı için gerekli gördüğü değişimlerin
şartlarını oluşturma girişimlerini bu çerçeve içinde
saptamak gerekir.
BARİKAT: Teşekkürler.
|