Hep bir yerinden açık bulmaya çalıştılar.Hep
cezaevlerinden başlatmak istediler susturmayı
ve sindirmeyi. Ve bunu gelenekselleştirmek istediler.
Tutsakları ailelerinden ve kamuoyundan soyutlamak
istediler. Özellikle 12 Eylül faşist cuntasının
işbaşına gelmesinin ardından devlet terörünün
en azgın biçimde sürdürüldüğü alanlardan biri,
hiç kuşkusuz siyasi tutsakların bulunduğu cezaevleri
oldu. Pentagon kaynaklı kendi hukukunu da yaratan
Cunta onbinlerce insanı cezaevlerine, cezaevlerinin
yetmediği yerde okullara, kışlalara doldurmakla
kalmadı, buraları Nazi toplama kamplarına çevirdi.
Siyasi tutsakları kimliksizleştirmek, düzen unsurları
haline getirebilmek için her türlü "yasal"(!)
düzenleme yapılarak yıllar boyu süren baskı ve
yoketme mekanizmaları kuruldu. Bunun karşısında
siyasi tutsaklar hiç bir dönemde sessiz kalmadılar
ve 10 yıl boyunca dişleriyle, tırnaklarıyla can
bedeli direnerek onurlu bir gelenek yarattılar.
Öyle ki, bu mücadele, gün geldi teslimiyet ile
inancın, varolma ile yokolmanın kalın hatlarını
çizdi.
Sonuçta, direnenler kazandılar. Saldırılar püskürtüldü
ve devrimciler siyasi kimliklerini koruyarak,
insanca yaşam koşullarının yaratılmasına çaba
gösterdiler. Dönem dönem hak gasplarının gerçekleştiği
yerlerde de devrimcilerin tavrı direniş bayrağını
yükseltmek oldu. Bedeli ağır olsa da her zaman
direnişin zafere, teslimiyetin ihanete götürdüğü
bu süreçlerde kanıtlandı.
Egemen güçler tutsaklara uyguladıkları insanlık
dışı uygulamalar karşısında tüm kamuoyunun suskun
ve seyirci kalacağını sanıyorlardı.Fakat her seferinde
yanıldılar.Gelenekselleşen yılgınlık değil direniş
oldu. Ne zaman tutsaklara karşı baskı uygulamaya
kalktılarsa karşılarında"Çocuklarımızı biz
doğurduk,sizlere öldürtmeyeceğiz" diyen anaları
buldular.
Aradan 12 yıl geçmesine rağmen egemenlerin cezaevleri
üzerindeki baskı politikalarında kendiliğinden
gelişen en ufak bir iyileştirme yaşanmadı. "Bunları
asmayalım da besleyelim mi" sözlerinde ifadesini
bulan 12 Eylül hukuku her zaman varlığını sürdürdü.
Aksine (her ne kadar hükümetler in vaatleri arasında
ilk sırayı almış olsada)en karanlık günlerde kan
ve can pahasına kazanılmış hakların gaspına yönelik
saldırılar sürekli uygulanmaya çalışılıyor. Her
baskı dalgasından nasibini alan Buca Cezaevi tutsakları
her seferinde eli kanlı işkencecilerin hevesini
kursağında bırakarak onurlu bir şekilde bu baskılara
karşı koyarak, direniş geleneğini sürdürdü.
BUCA'DA YAŞANANLAR VE DİRENİŞ
14 Eylül akşamı başlayıp daha sonraki günlerde
devam eden baskı ve işkencelere karşı insanlık
onurlarını korumak ve siyasi tutsaklık onuruna
yaraşır koşulların yaratılması amacıyla başlatılan
açlık grevi ve gelişen olayların kısa özeti şöyle.
İdari kadrosunda faşistlerin bulunduğu Buca Bölge
Cezaevinde 14 Eylül akşamı koğuşlara girilmediği
bahanesiyle tutsaklara kalas ve joplarla saldırıda
bulunuldu. Eski bir M.H.P.li faşist olan cezaevi
birinci müdürü Mehmet Akıncı denetiminde koğuşlara
dalan ve kendilerine K.A.P. (Kemalist Asker Polis
Birliği) adını veren eli kanlı işkenceci grubu
koğuşları talan ederek tüm tutsakları vahşi bir
şekilde dövdükten sonra koğuşta tutsakların işine
yarayabilecek her şeyi kırıp kullanılmaz hale
getirdiler. Çok ilginçtir Kontr-gerilla uzun zamandır
hazırladığı taşeron K.A.P. piyonlarını ilk defa
devreye sokuyordu.
Savcının ifadesine bakılırsa solaylar ufak çaplı
bir havalandırmadan kaynaklanıp çok kısa sürmüştür
ve yaralı filan da yoktur, Oysa yeni tahliye olanların
anlatımları oldukça farklı. Yeni tahliye olan
Halime Şık'ın aradan bir ay geçmesine rağmen yaşadığı
vahşetin etkisiyle anlatıkları gerçekten insanı
dehşete düşürecek türden ."Biz kadınlar koğuşu
olarak havalandırmadaydık.Erkek arkadaşlara operasyon
çekildiğini ve durumlarının çok ağır olduğunu
duymuştuk. 15 Eylül akşamı yani diğer koğuşlara
saldırıldığının ertesi günü tam koğuşlara girecektik
ki, bir anda gardiyan ve eli sopalı siviller avluya
doldu.Biz gideceklerini sanıyorduk. Ama onlar
bize "Öldür, öldür "nidalarıyla ve yine
hayvanca... saldırdılar. Arkadaşlarımızı duvarlara
vurup, her taraflarına, özellikle de kafalarına
acımasızca vurdular. Ben bir ara bir gardiyanın
bir arkadaşımızın göğsünden parça kopartıncaya
kadar sıktığını görünce şok oldum. Bize saldırdıklarında
bir hayvan gibiydiler. O gün yaşadıklarımı asla
unutmayacağım.
Tutsakların durumlarının ağır olmasına rağmen
tedavi yerine koğuşlara ikinci kez baskın yapılıyor
yine "öldür, öldür" nidalarıyla ve yine
hayvanca..
Tüm bu saldırı ve keyfi uygulamalar karşısında
kamuoyunun dikkatlerini Buca cezaevine çekmek
, yapılan insanlık dışı saldırıları protesto etmek,talan
edilen mallarının iade edilmesi, saldırıya katılanlar
ve birinci müdür hakkında soruşturma açılması,
ziyaret haklarının iade edilmesi, yaralıların
tedavi edilmesi, ve tutsaklık onuruna yaraşır
koşulların yaratılması amacıyla açlık grevi kararı
alınıyor.Ve uygulamaya konuluyordu.
Açlık grevinin başlamasıyla tekrar sahneye çıkan
Başsavcı Melih Tarı tutsakları suçlayıp eli kanlı
faşist müdür Mehmet Akıncı'yı koruyarak saldırılardan
kendisinin de sorumlu olduğunu kanıtlıyordu. .
Açlık grevinin başlamasıyla birlikte tutuklu aileleri
ve duyarlı kuruluşlar süresiz açlık grevinde bir
ölüm olmadan koşulların kabul edilmesi amacıyla
çeşitli etkinlikler yaptılar.22 Eylül günü Tutsaklara
yapılan baskıları kınamak amacıyla Cezaevinin
önünde basın açıklaması yapan,İnsan Hakları Derneği
İzmir Şubesi yöneticileri ve tutuklu yakınlarına
saldıran polis çok sayıda kişiyi yaraladıktan
sonra 33 kişiyi gözaltına aldı.Aralarında İ.H.D.yöneticisi
Naile Eroğluer'inde bulunduğu dört kişi tutuklandı.Baskılarını
tutsaklarla sınırlı tutmayan egemenler tutsaklara
destek veren ailelere ve duyarlı kuruluşlara da
baskı ve şiddet uyguladı.
Direnişin 30 lu günlere dayanması ve direnişçilerin
bir bölümünün hastaneye kaldırılması üzerine çalışmalarını
hızlandıran duyarlı kuruluş ve ailelerden bir
grup I6 Ekim günü Sultanahmet Postanesinden yetkililere
protesto,tutsaklara dayanışma mektupları postaladılar.
16 Ekim günü inceleme ve açlık grevinin sonuçlandırılması
için yetkililerle görüşmek üzere İnsan Hakları
Derneği İstanbul Şubesi,İstanbul Özgür- Der,Yen
Demokratik Kadın Derneği,Halkın Hukuk Bürosu,
Barikat ve Partizan dergileri temsilcileri ile
tutuklu yakınlarından oluşan heyet İzmir'e gitti.
İlk olarak cezaevi müdürüyle görüşmek isteyen
heyet müdürün görüşmekten kaçması yüzünden bunu
yapamadı Cezaevi savcısı Yaşar Aslan'la görüşen
heyet,cezaevindeki sorunları anlattıktan çözümü
konusunda istekte bulundu, ancak Savcı çözüme
yardımcı olmak yerine,tüm gelişmelerin kendisinin
izinde olduğu bir dönemde meydana geldiğini her
şeyden haberi olduğunu,ancak talep edilen 23 maddenin
kabulüne kendisinin yetkili olmadığı söyledi.Bunun
üzerine heyette bulunanlar her hangi bir ölümden
bizzat kendisinin sorumlu olacağı uyarısında bulunduktan
sonra cezaevinden ayrıldı.İzmir Cumhuriyet Başsavcısı
Melih Tarı ile görüşmek isteyen heyeti Melih Tarı
"Benim demokratik kurum ve kuruluşlarla görüşeceğim
bir şey yok diyerek redetti.
Sorunun çözümünün İzmir,de mümkün olmadığının
anlaşması üzerine ve başta Cumhuriyet Başsavcısı
Melih Tarı ve diğer sorumluların gayri ciddi tutumları
karşısında İzmir'de bulunan Demokratik Kitle Örgütleri
ve partilerle görüşen heyet,kurumlardan Ankara'ya
gönderilmek üzere bir temsilci talebinde bulundu.Bu
talebe İnsan Hakları Derneği,Halkın Emek Partisi,Çağdaş
Hukukçular Derneği,Emekçi Kadınlar Derneği olumlu
cevap verdi.
I8 Ekim gecesi Ankara gitmek üzere hazırlanan
heyet tutuklu ailelerininde katılımıyla 35 kişiyi
buldu.Heyet içerisinde analık onurunun en güzel
örneğini veren ve tutsak evlatları için hiç çekinmeden
açlık grevine başlayan ve 27.günü dolduran Ayşe
Aksu ile 13.günü dolduran Nuriye Sarı isimli analar
da yeraldı.
19 Ekim günü önceden alınan randevular için seçilen
ve Çağdaş Hukukçular Derneği adına Hülya Üçpınar,İ.H.D.İzmir
Şubesi adına Naile Eroğluer,İ.H.D.İstanbul şubesi
adına Semih Mutlu,Halkın Hukuk Bürosu adına Fuat
Erdoğan,tutuklu aileler adına Nuriye Sarı,Milletvekili
Salman Kaya,İstanbul Özgür-Der adına Gülay Tan'dan
oluşan heyet Adalet Bakanı Seyfi Oktay'la görüştüler.Ancak
demokrat olduğunu söyleyen bakan'ın çözüme yardımcı
olmak yerine görüşmeye gelen heyeti suçlayarak
hakaretlerde bulunması bardağı taşırdı Bunun üzerine
heyette bulunan herkes süresiz açlık grevine başlama
kararı aldı .Ve açlık grevinin S.H.P.Genel Merkezinde
devam edilmesi kararlaştırıldı.
20 Ekim günü seçilen bir heyet Mecliste S.H.P.grup
Başkanı Aydın Güven Gürkan,la görüşürken diğer
heyet üyeleri küçük gruplar halinde S.H.P.Genel
Merkezi'ne gitti.Genel Merkezede yapılan basın
açıklamasıyla tutsaklar üzerinde oynanan yoketme
ve kişiliksizleştirme politikalarına son verilmesi
ve açlık grevinin sona ermesi için tutsatların
talebinin kabul edilmesi gerektiği vurgulandıktan
sonra,talepler kabul edilinceye kadar Genel Merkez'in
terkedilmeyeceği açıklandı.
İşgal eylemi başlayıncaya kadar duyarsız olan
S.H.P.nin kurmayları biranda büyük bir duyarlılık
timsali kesildiler.Tutuklu aileleri ve heyettekilerle
görüşmek için genel merkeze gelen S.H.P.Genel
sekreteri Cevdet Selvi tam ikiyüzlü bir tavır
demokrat tavrı içinde ailelerin binayı terketmesi
halinde sorunun çözümüne yardımcı olacağını söyledi.Ancak
söylediklerine kendisininde inanmadığı her halinden
belli olan Selvi,ye Analar bu sorun çözülmeden
burdan çıkmayız,diyerek son sözü söylediler.
Günün ilerleyen saatlerinde parti binasına tekrar
gelen Cevdet Selvi bu ikiyüzlülü ğüne külhanbeylikde
katarak ailelere demokrasi nutukları çekip,"Eğer
burdan çıkmazsanız,ben çıkarmasını bilirim,benim
prestijimle oynuyorsunuz."(Sanki bir prestiji
varmış gibi)diyerek, elini beline atıp salonu
terketti.Saat 20.00 civarında Cevdet Selvi'nin
çıkartırım,sözüyle neyi kastettiğini gördük.Parti
binasını Çevik kuvvet ve sivil polislerden oluşan
bir topluluk giriş ve çıkışları tuttu.Ancak ailelerin
her türlü baskıya rağmen binayı terketmeyecekleri
açıklandı.
Saat 22-00 civarında Akın Birdal'ın gönderdiği
21 maddenin kabul edildiği yönündeki haberle birlikte
her hangi bir gözaltı ve saldırı olmaması koşuluyla
binanın boşaltılacağı Milletvekili Salman Kaya'ya
iletildi.Salman Kaya'nın güvence vermesi üzerine
bina boşaltıldı.Bu arada tutuklu anası Ayşe Aksu
Yaptığı açlık grevi nedeniyle fenalaşınca hastaneye
kaldırıldı.
22 Ekim günü açlık grevine İnsan Hakları Derneği
Ankara şubesinde sürdüren ailelere zafer haberi,
zaferin türküsü söyleyen Grup Ekin'in ziyareti
ve mini konseri sırasında geldi.Evet 37 günlük
ölüm direnişi,onur savaşını yine haklı olanlar
kazandı.İnsanlık onuru bir kez daha kendini çiğnemek
isteyenlere karşı galip geldi. Günlerdir beklenen
müjdeyi aldı analar.Buca'dan gelen habere göre
tutsaklar isteklerinin çoğunun kabul edilmesi
üzerine direnişlerini son erdirmişlerdi.Tam 31
gündür açlık grevinde olan Ayşe Ana bile bu sevinç
karşısında halaya katılmak için can atıyordu.Herkeste
bir sevinç,herkeste bir gurur vardı. .Herkes haklıydı
sevinmek herkesin hakkıydı.İnsanlık onurunun büyük
bir pervasızlıkla çiğnendiği bu günlerde onlar
susmak yerine haykırmayı tercih etmişlerdi.
İNSANLIK ONURU İŞKENCEYİ YENECEK.
|