Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

1937 GUERNİCA-1992 ŞIRNAK


"GEL DE GÖR
CADDELER KAN REVAN
GEL DE GÖR
CADDELER KAN REVAN"

Kana doymuyorlar...
Newroz'da doyamadılar kana. Şimdi ise Şırnak'ı yakıp yıktılar halkın başına...
Üstelik yine yalan söylüyorlar her zamanki gibi. Her zamanki gibi önce yapacaklarını yapıyorlar, sonra işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar.
Barikat'ın baskıya girdiği güne kadar yapılan resmi açıklamalar bile kendi kendisiyle çelişiyor. Bir gün önce bir yetkili 4 ölü diye açıklama yaparken bir gün sonra bir başkası 14 ölüden sözediyor, sivil-bağımsız kaynaklar ise yüzlerce ölü olduğunu belirtiyorlar. Kente"saldıran" PKK'lı sayısı konusunda da rivayet muhtelif... Tam da şu palavracı fıkralarına benzer bir durum var ortada. Önce 1000 kişi deniliyor; sonra 600-700'e iniliyor ve nihayet 500 de karar kılınıyor...
Bölge Valilerini vs. geçip ifaiyeci, ambulans şöförü gibi işin temelinde yer alan insanların anlatımlarına baktığımızda ise karşımıza ürkütücü rakamlar çıkıyor. Özgür Gündem muhabirine "Girdiğimiz her evde 8-10 ölü görüyoruz" diye anlatıyor bunlardan biri. ERNK açıklamasında ise "yurtsever mahallelerin özellikle hedef seçildiği ve tanklarla, havan toplarıyla tümüyle yıkıldığı" ifade ediliyor. Bu arada "hazır başlamışken" yurtsever insanların evlerinin özel hedef seçilerek "nokta" baskınlarıyla toplu kurşuna dizmelerin gerçekleştirildiği anlaşılıyor.
Özellikle sözü geçen mahallelerde eğer halkın tümü ölmediyse bu kesinlikle devlet güçlerinin dikkatinden kaynaklanmıyor. "Teröristlerin ateşine halka zarar vermemek için karşı koyamadık" türünden resmi açıklamalar artık çocukları bile kandırmıyor. Gerçekte tam bir katliam hazırlanmıştır. Ölü sayısını çok daha fazlalaştırma işini "elde olmayan sebeplerle" gerçekleştiremedikleri için onların da "üzgün" olmaları muhtemeldir. "Şırnak'ı yerle bir edeceğim" diye birkaç ay önce açıklamış olan Tugay Komutanı'nın böyle bir "hassasiyet" göstermiş olmasına kim inanabilir? Eğer ölü sayısı artmadıysa, bunun nedeni halkın devlet terörü konusunda kendi acı deneyimlerinden çıkardığı dersler ve aldığı önlemlerdir. "Dehliz" diye çarpıtılan olayın da aslının bu olduğu anlaşılıyor. Halk artık sığınaklar kazma noktasındadır ve buna da mecbur olmuştur. İnsanlar bebelerini ne zaman azgınlaşacağı belli olmayan devlet saldırılarından ancak böyle koruyabilmektedirler.
Üstelik, ölü sayısının kaç olduğu kimin umurunda? Kürdistanda uzun bir süredir ölüler artık birer birer sayılmaz olmuştur. Acısını kınında bıçak gibi saklı tutan bir halktır Kürt halkı. Ölülerini artık saklamayı, düşmanın hakaretlerinden korumayı seçmektedir.
Sonuçta Şırnak bir harabeye döndürülmüştür. Hatta vahşet öyle bir noktaya ulaştırılmıştr ki, bugün ortada Şırnak diye bir ilin kalıp kalmadığı kuşkulu hale gelmiştir.

GERİLLA'NIN PÜSKÜRTÜLMESİ Mİ, KATLİAM MI?
PKK'nın Şırnak'a saldırıp saldırmadığı da bir muammadır. Resmi kaynaklar önce 1000, sonra 700, ve daha sonra 500 gerillanın kente saldırdığını iddia ederken, PKK'nın Haftanin Kampı Komutanlığı'ndan ve Avrupa'da ERNK kanalından yaptığı açıklamalarda ise "olayın bir provakasyon olduğu, gerillaların kente hiç girmediği, devletin katliama bahane yaratmak için bu yalana sığındığı" belirtiliyordu. Resmi binalarda kayda değer bir hasar olmaması da bu açıklamayı destekleyen bir kanıttı. Üstelik, yaptığı her harekatı üstlenen, üstlenmekten çekinmeyen PKK'nın bu harekatı yaptığı halde üstlenmemesi hiç mantıklı görünmüyor. Zaten sonradan İsmet Sezgin'in sözünü ettiği "üç çember" içinde doğru dürüst PKK'lı yakalanmamış olmaması da ayrı bir ilginç noktadır.
Bugünkü sınırlı bilgilere karşın öyle anlaşılıyor ki yaşanan olay bir "hınç çıkarma" olayıdır. Başlangıçta şöyle ya da böyle küçük çaplı bir saldırı olsa bile-ki böyle bir saldırı olup olmadığı da son derece kuşkuludur- daha sonra devlet güçleri tam bir katliam projesine girişmişlerdir. Tanklarla, kariyerlerle, havan toplarıyla, roketlerle Şırnak yerle bir edilmiştir. Yine öyle anlaşılıyor ki, bu kez "ayrıntılara" girmek tercih edilmemiş, Tugaydan yapılan ağır silah atışlarıyla saldırılmıştır.
PKK böyle açıklamalar yaparken, Burjuva basın ve devlet kurumlarının bütün derdi "nasıl böyle bir gaflete düştük" cümlesiyle özetleniyordu. Şırnak'ta bebesi ölmüş analar, evleri yıkılmış insanlar onları hiç ilgilendirmiyor. "Devlet nasıl böyle bir gaflete düşer?.." Bütün sorunları budur işte...
Özellikle Genel Kurmay ve Sezgin, ağızlarının ucuyla MİT'i suçlarken böylece bir sorumlu da bulmuş oluyorlardı.
Oysa, -bir PKK saldırısının gerçekten olduğunu varsaysak bile- "nasıl farkedemedik?" sorusunun bir anlamı yoktur. Halkı nasıl farkedebilirsiniz ki?.. Halk her yerdedir ve hiç bir yerdedir. Bir gerilla hareketi bizzat Ünal Erkan'ın itiraf ettiği gibi "maalesef halktan destek görüyor"sa, halkın organik bir parçası olmuşsa, onun bir yerden bir yere hareketini nasıl izleyebilirsiniz ki? Görülen o ki, devletin bazı kesimleri "kendilerine neyin çarptığını" hala zor kavrıyorlar ya da her şeyi gayet iyi bildikleri halde açıklamayı uygun bulmuyorlar. Sözkonusu olan yabancı bir grup ya da radardan kaçması imkansız olan bir hava filosu değildir ki... Sözkonusu olan halktır, savaşan bir halk...

"AYYILDIZLI KAŞKOL" VE MİLLİ BASIN
Basın ise tamamen ayrı bir konudur. Bu cephede bütün ahlak ve dürüstlük kuralları ayaklar altındadır.
Boyalı basın patronlarını Şırnak halkının acısı hiç mi hiç ilgilendirmez... Onların bütün sorunları devleti aklamak ve ona taktisyenlik etmek biçiminde özetlenebilir. Hepsi milli takımdan yanadır. Ve üstelik doğrudan "oyuncu" da değildirler; sahada başkaları vardır, onlar ise "ayyıldızlı kaşkolları"yla tribünde otururlar ve oyuncuları "gaflet"e karşı uyarırlar, çokbilmiş taktikler verirler.
Kuşkusuz bölgeye hemen muhabir gönderirler. Ama, ilettikleri haberleri basmamak koşuluyla!.. Bölgedeki yerel muhabirlerin gönderdiği haberler ise bütünüyle hasıraltı edilir. Gazete patronları devlete toz kondurmamaya yeminlidirler.
Zaten özellikle Şırnak gibi olaylarda garip bir gazetecilik biçimi yaşanır. Örneğin gazeteciler bir arabaya bindirilir, yanlarında polislerle "şehir turu" attırılır!.. Tam anlamıyla turistik bir şehir turudur bu. Hatta tam olarak "turistik" bile denilemez. Çünkü daha çıkmadan önce kendilerine şöyle söylenir: "Yalnızca bizim gösterdiğimiz yerlerin fotoğraflarını çekeceksiniz ve kimseyle konuşmayacaksınız. Aksi halde geziyi yarıda kesmek zorunda kalırız!" Öyle ki, Şırnak'ın ANAP'lı belediye başkanıyla konuşmaları bile engellenir. Soru sormak yok... Fotoğraf çekmek yok... Götürülen yerlerden başka yere gitmek yok... Kısacası gazetecilerin bir tek kelepçeleri eksiktir...
Bir çoğunun da canına minnettir. Şehir turu'ndan sonra otellerine gidip bir güzel haberler yazarlar. Bu arada gezi sırasında yanlarına yaklaşıp "gerçeği yazın" diye gizlice fısıldayan insanları ise çok geçmeden unuturlar.
Böyle güzel bir basınımız vardır. Ama yine de nedense beğenilmez. Generaller, polis şefleri içlerinden hep "keşke basın diye birşey hiç olmasa" diye geçirirler. Hepsi de Dersim günlerini, Şeyh Sait günlerini özlemle anarlar. "Komünist"leri bile içine çekebilen o milli ruhu canları çeker. "Ağız tadıyla bir katliam bile yapamamak"tan gizli gizli yakınırlar...


CAN SIKICI BİR GEZİ...
Ve nihayet, sıra "teftiş gezisi"ne gelir... İstanbul'daki, Ankara'daki "mühim" işlerini yarıda kesmekten çok hoşnutsuz olan devletlu efendiler Şırnak'a şöyle bir uğrarlar.
"Demokratikleşme(!)"nin mimarı İnönü, "lirik şairlerimizden(!)" İsmet Sezgin ve infazlarda "tribün seyircisi olarak" bulunmayı artık alışkanlık edinmiş olan "İnsan Hakları Bakanı" Mehmet Kahraman, önce adet olduğu üzere Vilayet makamına uğrarlar. Kahveler içilirken Ünal Erkan'dan brifing alınır ve "eşkiyanın nasıl püskürtüldüğü" konusunda tamamen ikna olunur.Tabii, bu "püskürtme" işi kolaydeğildir ve arada "bir miktar vatandaşımız" ölmüş ve "bir kaç bina" da yıkılmıştır. Her savaşta zaten bu kadar zayiat olur!..
Daha sonra şehir turu atılır. İnönü, "devletin elbette güç kullanacağı" fetvasıyla herkesin içini rahatlatır. Tur sırasında halkla görüşülmez. Halkla görüşmek, halka güvenmek onların geleneklerinde yoktur. Evleri yıkılmış olan insanların gözyaşları onları ilgilendirmez. Zaten tur sırasında etraflarında, "katliamda bizzat hazır bulunmuş" Özel Tim görevlileri vardır.
Sonuç bellidir. İnönü "demokratikleşme" açısından bu katliamın bir mahzuru olmadığına hükmeder; Sezgin, "devlet görevlilerinin kahramanlığı karşısında" gözyaşlarını tutamaz ve hepsini kutlar; ve nihayet Mehmet Kahraman "işbu katliam insan hakları kurallarına uygun olarak yapılmıştır" diye bombalanmış kentin üzerine TSE mührünü vurur. Artık iş bitmiştir. Akşam kahveleri içildikten sonra uçağa binilir ve şekerleme yapılarak geriye dönülür.
Kısacası bu ülkede katliam yapabilmek için her şey vardır. Cellatlar, papazlar ve tribündeki alkışçılar...


NEREYE KADAR?
İşte temel soru budur: Nereye kadar?
Bu katliam-teftiş-alkış süreci ne kadar sürer?
Bu hikayenin de bir sonu var elbette. Ve ünlü fıkrada olduğu gibi bu sorunda da iki ihtimal vardır:
Ya günün birinde gittiklerinde konuşacak halk bulamazlar...
Ya da günün birinde "brifing alacak" yönetici bulamazlar...
Bu olasılıklardan hangisinin gerçekleşeceğini yalnızca bir tek güç belirleyecektir: Kürt halkı...
O da şimdiden tavrını belirlemiş gibi görünüyor. "Maalesef" gerillaları destekliyor...

Evet, 1937 Guernica'dan 1992'nin Şırnak'ına... Kentler yıkılmaya devam ediliyor. Ama halklar her zaman "yeniden doğuyor ölümlerde..."

 


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92