Yaşadığımız günlerin önemli olaylarından biri
de faşist MÇP içindeki gürültülü çatlamaydı. Sanki
birden başlayan bir fırtınaymış gibi faşist örgüt
içinde karşılıklı suçlamalar ortalığı kapladı,
zehir dolu sözcüklerle birbirlerine saldırdılar.
Hatta bildiğimiz-klasik unsur, şiddet de işin
içine girdi, dergi büroları basıldı, eski ülküdaşlar
birbirlerini fena halde patakladılar... Eskiden
de faşist kampta çatlaklar olduğu bilinir ve arasıra
cinayete varan kapışmalar "kol kırılır yen
içinde" mantığıyla sürer giderdi. Ama bu
kez durum ayrı bir siyasal oluşuma yol açacak
kadar ciddi görünmektedir.
Önceleri "hepsi benim evladımdır" diye
durumu kurtarmaya çalışan Türkeş, ipin ucu iyice
kaçınca bu kez ağzını açıp gözünü yumdu: "fitne,
fesat, ihanet...."
Yine bu ilk yumuşaklığın ardından Türkeş, bizzat
şöförünün de içinde bulunduğu bir gruba Dergah
dergisinin bastırtmış, yaralanmaya varan kavgalar
yaşanmıştır.
Öte yandaki Muhsin Yazıcıoğlu ekibinde ise suçlamanın
bini bir paradır. Türkeş'i DYP'ye koltuk değneği
olmakla suçlamaktan tut, "işkenceci generalleri
partiye alma" suçlamasına kadar her şey söyleniyor
Gariptir, en çok da "parti içi demokrasi"
den, "lider sultası"ndan sözediliyor!..
Yeni ekibin yayın organı "Yeni Hafta"
da çok komik şeyler okumak mümkün. Sanki aşağı
yukarı 30 yıldır bu Türkeş hepsini koyun gibi
gütmemiş... Ve sanki bütün hayatları boyunca bir
tek gün "demokrasi" denen şeye şu kadarcık
yakınlıkları olmuş gibi... Onca yıldır "albay"larının
her dediğini kanun kabul eden bu katil sürüsü
şimdi birden "demokrasi" şampiyonu kesiliverdi.
Bir demogoji yarışması sürüyor bugün. Ve kaldırılan
toz duman arasında eski ülküdaşların neyi paylaşamadıkları
da pek anlaşılamıyor.
Ancak yine de belli ipuçları yakalamak mümkündür.
Örneğin en azından bu çatışmanın birden ortaya
çıkmadığı, özellikle '80 sonrasında faşist yayın
organlarında yoğun tartışmaların yaşandığı biliniyor.
Daha çok islama kayan kesimlerin özellikle cezaevlerinde
ayrıştıkları, hatta aralarında çatıştıkları da
anımsanabilir. Bir limon gibi sıkılıp kullanıldıktan
sonra 12 Eylül cezaevlerine tıkılan ayakçı takımı
açısından yaşadıkları yoğun yalnızlık zaten bir
tepki kaynağıydı. '80 Öncesi süreçte sırtı sıvazlanıp
icraat yaptırılan ve kendilerini çok güvencede
hisseden bu kesim birdenbire boşluğa düştüğünde
ağır bir bunalım yaşamıştı.
Daha sonra ise egemen güçlerin sivil çeteye somut
bir ihtiyaç duymadığı, daha çok resmi devlet güçleri
ya da Kontr-gerilla gibi organizasyonlarla devrimcilere
saldırdığı bir dönem geldi. Doğası gereği ancak
"hareket" ve "cinayet" yoluyla
ayakta tutulabilen faşist örgüt durgunluğa pek
dayanıklı değildi. Kanla beslenen coşku olmayınca
mırıldanmalar da çoğaldı tabii. Bu arada Türkeş'in
yapıştırıcı özellikleri de azalmaya başlamıştı.
Gerçi son günlerde özellikle Bosna-Hersek, Azerbaycan
ve Kıbrıs gibi dış faktörleri kullanarak bazı
şeyler canlı tutulmaya ve bu hareketlilikten bir
militarizasyon üretilmeye çalışılıyor, bizzat
Azerbaycan'a el uzatmak gibi yöntemler deneniyor
ama yine de bütün bunlar "devrimci kanı içmek"
kadar etkili olamıyor. Kanla yaşadı her zaman
faşist hareket ve ancak kanla ayakta durabiliyor.
Kuşkusuz bu eski "silah arkadaşları"
son yıllarda ticari açıdan da hiç boş durmadılar...
Devlet katındaki eski ilişkilerinin rantını toplamayı
iyi becerdiler. aslında kopan fırtınaların bir
sebebini de bu çıkar çelişkileri oluşturmaktadır.
Özellikle yeni açılan "Turan" alanlarındaki
avantalar ciddi bir kapışma kaynağı olarak belirmektedir.
Süreç henüz netleşmemiştir. Tekelci burjuvazi
içinde, artık eskisi gibi bir çeteye ihtiyaç olduğunu
düşünen kesimlerin çoğalması ve çeteye yeni bir
soluk kazandırma gayretlerini artırmaları da mümkündür.
Ama son tahlilde, ortada herhangi bir yapı değişikliği
olmadığı çok açıktır.
İki tarafta da sürdürülen iğrenç "Yunusvari"
havalar, "gönül birliği" gibi soytarılıklar
kimseyi kandıracak değildir. Sözkonusu olan bir
katiller sürüsüdür. Maraş katliamının başlatıcısı
Ökkeş Kenger ve Esat Bütün, Yaşar Yıldırım, Muhsin
Yazıcıoğlu gibileri neyse, öte yandakiler de aynıdır.
Binlerce devrimcinin, yurtseverin katili olan
bu güruhun demogojileri de doğrusu çok kalitesiz
olmaktadır. Gencecik insanlarımızı telle boğup
çuvallar içinde sokağa atanlar, Maraş'ta çocukları
baltayla parçalayanlar, işçi kahvelerini geceyarıları
kana bulayanlar bunlardan başkası değildir.
Ve şimdi bütün bu vahşetin sorumluları kendilerini
"ciddi teorik meselelerin adamı" pozlarında
pazarlamaya çalışıyorlar.
Oysa tarih o kadar da "unutmayla sakatlanmış"
değildir. Bir çok şey daha capcanlıdır anılarda
ve bu soytarılık aklıbaşında kimseyi aldatmayacaktır.
Bazı güçler, çok deşifre olmuş Türkeş yerine daha
temiz yüzlü birini öne sürmeleri de pek fazla
işe yaramayacaktır.
Faşist hareketteki toz-duman henüz sürüyor. Bir
yığın ipe sapa gelmez tartışmalar arasında yuvarlanıp
gidiyorlar.
Bunca laf kalabalığı arasında doğru sözler de
edlmiyor değil Örneğin Türkeş' in bir sözü var
ki, kimsenin itiraz etmesi mümkün değil: "Ülkücülerin
kanıyla, fedakarlıklarıyla buraya geldiler"
diyor Türkeş... Buna kim itiraz edebilir?..
Gerçekten bugünün uyanıkları, dünün salakça kullanılan
insan posaları sayesinde köşeleri dönmüşlerdir...
Hafızanızı bir zorlayın bakalım, 12 Eylül'de hiç
idam edilen faşist şef var mıydı?..
|