( Biz sözü O'na bıraktık...
Söz, O'nun hakkıydı... Bazen, bildiğimiz röportaj
kurallarını uygulayamazsınız. Bazen karşınıza
büyük, insanı sarsan, sersemleten bir acı çıkar
ve siz susarsınız, acı konuşur... Böyle bir durumdu...
Karşımızda yavrusu çalınmış bir ana vardı, ışığı
çalınmış bir ev vardı... Biz susmak zorundaydık...
Söz O'nun hakkıydı...
Bu, Nurettin Yedigöl'ün hikayesidir. Cuntanın
katilleri aramızdan aldılar O'nu. Yüzlerce insanımız
gibi mezarı bile bilinmiyor...
Bu, Nurettin Yedigöl'ün hikayesidir... Yaralı
bir ananın ağzından... )
"Biz köyde rençberlik yaptık oğlum, köyde
bir kaç parça malımız vardı.Çocuğumuz okusun da
kendisini kurtarsın diyorduk, bir gün Allah'tan
bize faydası olur.Verdik İlkokula, beş sene bizim
köyde okudu. İlkokulu hep teşekkürle geçti. Ortaokula
gitmesi için Erzincan'a gönderdik. Ortaokulu okuduğu
okulda çok sevilen bir öğrenci idi, ortaokulu
da hep teşekkürle geçti. Nurettin'imizi Liseye
yollamak istedik, ancak kuvvetimiz kafi değildi.
İstanbul'a yolladık,ardından gelemedik,bir ev
tutup da yanına gidemedik. Arkadaşlarıyla kalıyordu.
Ondan sonra ne yaptı, nerde kaldı, ne yedi, ne
içti, haberimiz olmadı. Ondan sonra altı sene
de Üniversitede okudu. Yoksullukla okuttuk onu,
varlıkla okutmadık yani..
Ondan sonra l2 eylül geldi. Duyduğuma göre Nurettin'im
l2 eylül harekatından bir ay önce kaybolmuş. Nurettin'imin
kaybolmasından 20 gün sonra bir arkadaşı geldi
bana. Nurettin'in kayıp olduğunu söyledi.Başımızı
yerden yere vurduk, babası kendisini attı İstanbul'a...Ben
memlekette hasta oldum, yataklara düştüm, başıma
neler gelmedi ki... Babası geldi aramadık, taramadık
yer kalmadı.... Hangi cezaevine gittiyse hep aynı
cevabı verdiler babasına: "Bizde böyle biri
yok..."
Tam tamına altı sene aradık, dilekçeler yazdık,
uluslararası kurumlardan,Başbakanlığa kadar dilekçe
vermedik yer bırakmadık. Babası kayıp Nuretin'imin
bulunması amacıyla yüzlerce dilekçe yazdı sağa
sola. Ne yaptık, ağladık, sızladık sonunda bulamadık...
Ha şimdi nereye gitti Nurettin'im, ölüyse ölüsünü
versinler, diriyse dirisini versinler !.. Ne ölüsünü
verdiler, ne de dirisini Nurettin'imin... Bildiğimiz
bir şey yok, bildiğimiz şeyler bunlar. Yoksullukla
büyüttük onu, varlıkla değil... Varlıklı olsaydık,
alırdık yanımızda okuturduk, aç mı kaldı, susuz
mu kaldı, haberimiz olurdu...
Babası gitti soruşturma açtırdı.Bir avukatla oğlumun
arkadaşlarının duruşmasına gitmiş. Savcı ifade
verin demiş, onlar da " Nurettin'i işkenceyle
öldürdüler, kanlı elbiselerini getirip bize verdiler,
alın Nurettin'in elbiseleri sizde kalsın, O öldürüldü,
bizim bu elbiselere ihtiyacımız yok, götürüp kendiniz
giyin" demişler... Daha arkadaşları Nurettin'imin
ağır işkenceler sonucu öldürülüp kaybedildiğini,
işkence sırasında Nurettin'in çığlıklarını duyduklarını
söylemişler. Babasına "amca biz de senin
bildiğin şeyleri biliyoruz, öldürüldüğünden eminiz
ama cesedinin nereye gömüldüğünü biz de bilmiyoruz",demişler.
Babası savcı Faik Tarımcıoğlu'na gitmiş,Tarımcıoğlu
da"Elimde oğlun hakkında bir tutuklama emri
var ama oğlun bizde tutuklu değil,"cevabı
vermiş. Beş-altı sene durmadan aradık, davarımızı
sattık , tarlamızı sattık, masrafları karşılamak
için. Elimizdeki son paramızı da harcayınca mecburen
aramaktan vazgeçtik. Şimdi de oğlumu Asker kaçağı
diye arıyorlar. Madem asker kaçağı diye arıyorlar,
niye Nurettin'imin kayıp olduğundan haberleri
yok mu da arıyorlar?.. Hükümetin kayıp oğlumdan
haberi yoksa , benim haberim nerden olacak?..
Nazlı büyüttük O'nu oğlum, her köye gelişinde
kurban kesiyorduk. Kurban eti dağıtıyorduk her
gelişinde. Nurettin'im kötü biri değildi... Dört
amcasının en sevdiği kişiydi... Herkes tarafından
sevilen, sayılan bir kişiydi. Herkese yardım etmekten
hoşlanan bir insandı oğlum. Köye geldiği zaman
herkes Nurettin'in konuşmasını beklerdi... Tüm
köylülerimiz Nurettin'i can kulağı ile dinlerdi...
Nurettin'in hasreti ile yana,yana kül olduk biz.
Bazen arkadaşları ile Erzincan'a gelip haftalarca
bizimle kalırlardı.Biz kurban kesip dağıtırdık
sevinçten. Nurettin bir taneydi benim için. Çocukluğu
koyun,kuzu peşinde koşarak, çiftçiliğimize yardım
ederek geçti.Yaşı geldiğinde heves etti, beni
okula gönderin diye tutturdu.Verdik okula işte
hayrını göremedik. Köye geldiğinde bütün köylüler
köyün girişinde karşılarlardı Nurettin'imi...
Bir evladımızdı, gözümüzün ışığıydı. Daha önce
çocuğum olmuyordu, sağa başvurduk, sola başvurduk
sonunda Allah yüzümüze güldü,Nurettin doğdu. Arkadaşları
tarafından çok seviliyordu, bazen arkadaşlarıyla
gelip, harman yerinde çalışırlardı. Eski elbiseleri
giyip, hep beraber harman makinasında, tarlada
çalışırlardı. Çalıştıktan sonra arkadaşlarıyla
yiyip içiyorlardı. Sonra da banyo yapıp üstlerini
değiştiriyorlardı. On-onbeş gün kalıp evlerine
dönüyorlardı, ama ahrette böyle evlatlarım olsun,
çok iyi çocuklardı. Nurettin kaybolduktan sonra
görüşemedik.
İstanbul'a gidişinden İki sene sonra köye geldiğinde,
"Anne -dedi- ben yerimi değiştireceğim."
O zaman okulu bitirmişti, Hereke'deydi. "Oğlum
niye yerini değiştiriyorsun ?" dedim. "Bir
sebebi var ki yerimi değiştiriyorum Anne -dedi-
İki tane sivil polis simitçi kılığına girmiş durmadan
beni takip ediyorlar. Ben hangi sokağa girsem
onlarda o sokağa giriyorlar. Beni arıyorlar".
Ben "Oğlum bir suçunuz var ki sizi takip
ediyorlar" deyince,Nurettin bana "vallahi
ana bir suçumuz yok, biz işimizin başındayız,bizi
niye arıyorlar bilmiyoruz" dedi. "Bir
gün başka bir yere gittik, biz çıktıktan sonra
orayı polis basmış, sonra da kaldığımız yeri basmışlar,
akşam eve gittiğimizde komşular söyledi."
Böyle anlattı bana Nurettin... Polisler Nurettin'imin
evine gidip evi sıkı şekilde aramışlar. "Durum
tehlikeli olmaya başladığından gitmek zorundayım",
deyince, bende Nurettin'e "Oğlum nereye gideceksin,
ortalık zaten karışık sana bir şeyler olur "dedim
ama dinletemedim. "Ben size mektup yazarım,o
zaman size adresimi bildiririm." dedi. Mektupları
düzenli olarak geliyordu, ama içinde ne adres
ne de başka bir şey vardı. Bize ne ihtiyacınız
var, para mı istiyorsunuz size göndereyim demesine
rağmen bize adresini göndermiyordu.
İşte o sene yaza doğru Nurettin'im kayboldu. Gidiyorlar
bir düğün salonuna. Düğün de görümcemin düğünüydü.
Kız yetim olduğu için Nurettin ve küçük kardeşi
ile birlikte o düğüne gitmiş. Kardeşi Zafer ve
ablası ile birlikte salondan çıkıyorlar. Kardeşi
çok ısrar ediyor abi gel eve, Nurettin de ablasına
"Abla senin eltin doğum yapmış,sizin ev zaten
dar, size gelemem ama pazartesi sizi arayacağım
" diyor."İstersen Zafer de benimle gelsin",
diyor ablasına .O zaman Zafer'de onbeş,onaltı
yaşındaydı. Aradan yirmi gün geçmesine rağmen
ablasını aramamış. Bir gün aynı evi paylaştığı
........ adındaki arkadaşı kızımın evine gitmiş,
"ben Nurettin'le aynı evde kalıyorum ama
yirmi gündür Nurettin eve gelmiyor, başına bir
şey gelmesin",deyince ablası deliler gibi
tüm akrabaları dolaşıp sormuş, fakat Nurettin'in
izine rastlayamamış. Bir gün köylülerimizden biri
bize "Sizin çocuklar İstanbul'da abilerini
arıyorlar, tüm cezaevlerini, hastaneleri, hatta
morgları arıyorlar" deyince sanki dünya üstümüze
yıkıldı. O anda bayılıp kalmışım...
Neyse, babası kalkıp İstanbul'dan kızımı yanıma
getirdikten sonra ,kendisi tekrar Nurettin'i aramak
üzere İstanbul'a döndü. Aradan üç ay geçti, çayların
biçilme zamanı geldi, babası gelmedi. Bizim çayları
komşular biçmeye başladı. Babası Nurettin'i bulamayınca
köylüler bir tane türkü çıkarmışlar babasının
üstüne. Türkünün sözlerini tam olarak hatırlamıyorum,
ama bazı bölümleri şöyleydi "Nurettin yiğitti,
kaybettiler onu, babası şimdi ne yapsın."
Türküyü köyün Nurettin'i çok seven gençleri yazmış.
Bu arada bir kaç parça arazimize de hazine elkoydu
istimlak adı altında. Nurettin'i aramaktan babası
topraklarımızın hazineye geçmesinin üstüne pek
düşmedi. Biz köyde yaşamımızı komşular sayesinde
sürdürürken, babası da durmadan Nurettin'i sağ
veya ölü olarak bulmaya çalışıyordu. Ara ki bulasın...
Gündüzümüz gece oldu sabah neymiş gece neymiş
artık vakitlerden haberimiz olmaz oldu...
Oğlum biliyorum sizlerin de en az bizim kadar
yüreğiniz yanıyor, çünkü sizler arkadaşlarısınız,
O'na en az bizim yakınsınız... Sizin de yüreğiniz
yanmasa burada olur muydunuz?.. O kadar yıldan
sonra onu aramaya devam eder miydiniz?.. "
Evet, bir Ana , yavrusunun ölüsüne bile hasret
bir ana...
Söz onundu... Biz yalnızca dinledik...
|