Anadolu
Hareketinin
Anlamı-Niteliği Ve "Kemalizm"
|
D- SAVAŞ DÖNEMİNDE SİYASAL GELİŞME VE İLİŞKİLER
1) Kongreler ve Meclis: Mondoros Müterakesinin
imzalanmasından sonra İstanbul'da, Ege'de, Güney'de
ve Doğu'da yerel eşrafın, aydınların, bürokrat ve askeri
kadroların içinde yer aldığı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri,
Reddi İlhak Cemiyetleri kurulmuştur. Askeri, mülki ve
siyasi işlevleri olan ve içinde eşrafın ağırlıkta olduğu
bu cemiyetler bölgesel özellikler taşımaktadır. Ve bibirinden
bağımsızdır. Bulundukları bölgelerde, hatta kent ve
kasabalar çapında örgütlenmiş olan bu cemiyetlerin bir
kısmının halk üzerinde etkinliği ve örgütlülüğü yoktu.
Bu cemiyetlerin başlangıçtaki amaçları Paris Konferansında,
yazışma ve görüşmelere baskı gücü oluşturarak bölgenin
Türk bölgesi olduğunu emperyalist ülkelere kabul ettirmek
yoluyla ulusal sınırların çizilmesidir.
Bu kapsamda bölgesel kongreler toplayarak izleyecekleri
yolu ve politikaları tartışmışlardı. 1919 İzmir Konferansı,
Balıkesir Kongreleri, Alaşehir Kongresi, Gümülcüne Kongresi,
Lüleburgaz Kongresi, Erzurum ve Sivas Kongreleri önemlilerdir.
Bu örgütlenmelerin Anadoluda olanları, özellikle de
işgal karşısında Kuvayı Milliye diye bilinen askeri
örgütlenmelere giderler.
Anadolu hareketinin ilkelerinin derli toplu bölgelendiği
ilk kongre Erzurum Kongresidir.Erzurum Kongresine Trabzon,
Van, Bitlis, Sivas ve Erzurum delegeleri katılmıştır.
Kongreye 18 çiftçi ve tüccar, 5 emekli subay, 4 emekli
memur, 5 Öğretmen, 4 gazeteci, 5 hukukçu, 2 mühendis,
1 doktor, 6 din adamı, 3 eski mebus, 1 kumandan, 1 eski
nazır katılmıştır. İşçi ve köylü ise yoktu. Katılan
memur, öğretmen gibi kesimlerinde büyük çoğunluğu eşraf
çocuğudur. Kongreye Mustafa Kemal ve arkadaşlarının
katılımını, daha önceden bölgenin eşrafıyla sıkı ilişkileri
olan ve onlar adına hareket eden Kazım Karabekir sağlamıştır.
Erzurum kongresinin önemli özelliklerinden biri de savaşa
önderlik edecek kadroların birleşmelerinde önemli bir
adım oluşudur. 14 gün süren bu kongrede Misak-ı Milli
sınırları belirlenmiştir. İstanbul hükümetinin Milli
iradeye dayanmadığını milli meclisin hemen toplanması
gerektiğini belirleyerek hükümetin baskı sonucu Doğu
Anadolu'yu feda edebileceği düşüncesiyle de şunu tesbit
etmiştir: "... Terk ve ihmal olduğu tahakkuk eylediği
halde mukaddes Hilafet Osmanlı saltanatına olan bağlılığımızın
Muhafaza Ve temin ve vatanın Rum ve Ermeni ayakları
altında çiğnetmemek üzere derhal Doğu Anadolu'da geçici
bir irade teşekkül edilecektir." Ülkenin çözülüp
dağılması halinde ise diğer vilayetlerle işbirliği içinde
vatanı kurtarmak, bu yapılmazsa Doğu Anadolu'yu tek
başına da olsa savunmaya devam etmek kararına varılıyordu.
Kongre teşkilat amacını ve yönetim biçimini belirleyen
bir 'tüzük' hazırlamış ve bir 'heyet-i temsiliye' oluşturmuştur.
Emperyalist devletlerle ilişkiler konusunda ise, Türk
milletinin iyi niyeti ifade edilerek Misak-ı Milli sınırlarının
kabul edilmesi bu sınırlar içinde bağımsız bir devlet
istemi dile getirilerek, bu koşulları kabul eden emperyalistlerin
ekonomik, teknik vb. yardımlarının memnuniyetle kabul
edileceği ilan ediliyordu.
Ülkedeki tüm örgütlenmeleri merkezileştirme amacı taşıyan
Sivas Kongresi'ne ise ülkenin tamamını temsil niteliğinde
olmayan Sivas Kongresi'nde gündemde temel iki konu vardı.
Erzurum Kongresi'nde belirlenen ilkelerin genişletilerek
kabulü ve 'Amerikan Mandası' , Erzurum Kongresi'nde
toparlanan ilkeler tüm Anadolu'yu ve Trakya'yı da içerecek
biçimde genişletilerek kabul edilmiştir. Yine kongre
bütün Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri'ni, Anadolu ve Rumeli
Müdafa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirmiş; ayrıca
'heyeti temsiliye vatanın heyeti umumiyesini temsil
eder' kararına varmıştır.
Sivas Kongresi'nde tartışılan diğer en önemli konu ise
'Amerikan Mandası' olmuştur.Kurtuluş savaşına askeri-siyasi
önderlik eden kadroların bir çoğu manda savunucusuydu.
Bu kadrolar arasında mandaya karşı çıkanlar Mustafa
Kemal ve o sıra kongreye katılmayan Kâzım Karabekir
idi. Ayrıca alt rütbedeki subaylar da bu görüşe katılmıyordu.
'Mandacılar' ülkenin ekonomik-politik durumunun kötü
olduğunu tek başına bağımsızlığı elde etmenin mümkün
olmadığını büyük bir devletin himayesinin gerektiğini
ileri sürüyorlardı. Kongre bu konuyu uzun boylu tartışarak
bir sonuca varamayınca Amerika'dan bir heyetin gelip
ülkeyi incelemesini isteyen bir telgrafın Amerikan meclisine
çekilmesi kararına varılmış, ne var ki, bu isteği ciddiye
bile alınmamıştır.
Erzurum Kongresi'nde yalnız Rum ve Ermeni işgaline karşı
çıkılırken, Sivas Kongresi'nde "her türlü işgal
ve müdahaleye", "bilhassa Rumluk ve Ermenilik
teşkili gayesine" karşı çıkılmaktadır. Görüldüğü
gibi, emperyalizme karşı net ve tutarlı bir tavır alış
söz konusu değildir. Bir taraftan Amerika davet edilirken
diğer taraftan 'her türlü işgal ve müdahale reddedilir.
Ve kongrelerde esas olarak 'Rumluk ve Ermenilik gayesine'
karşı çıkılması konunun anlamı açısından diğer önemli
noktadır.
Sivas Kongresi sonrası Heyet-i Temsiliye, Anadolu'da
denetim kurmaya ve Damat Ferit Paşa hükümetinin Sivas
Kongresini etkisiz kılmak amacıyla aldığı Meclis-i Mebusan
seçimlerinin yapılması kararını savsaklaması üzerine,
seçimlerin hızla yapılmasına çalışılmıştır. Damat Ferit
hükümetinin düşürülmesinden sonra iş başına gelen Ali
Rıza Paşa hükümetiyle anlaşarak yapılan ve azınlıkların
katılmadığı seçimde, Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk
Cemiyeti büyük başarı göstermiştir. Seçimlerden sonra
Mustafa Kemal Meclis-i Mebusan'ın Anadolu'da toplanmasını
istiyor, ancak Heyet-i Temsiliye'nin yüksek komutanlar
ve mülki amirlerle yaptığı toplantı sonrası, meclisin
İstanbul'da toplanmasına karar veriliyordu.
Meclis-i Mebusan 17 Şubat 1920'de Misak-ı Milliye kabul
etmiş ve barışın ancak Erzurum ve Sivas kongrelerinde
benimsenen ilkeler çerçevesinde yapılabileceğini duyurmuştur.
Bir ay sonra, 16 Mart 1920'de ise İstanbul'un emperyalistlerce
resmen işgal edilmesi üzerine Meclis-i Mebusan basılarak
Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ileri gelenleri
tutuklanmıştır. Bundan iki gün sonra Meclis-i Mebusan'ın
kendini fesh ettiğini görüyoruz. Heyeti Temsiliyenin
Meclisin Ankara'da toplanmasını ve yeni seçimlerin yapılmasını
ilan etmesiyle Ankara'da kurulacak Me-clis'e İstanbul'dan
gelen milletvekilleriyle birlikte sancaklardan seçilecek
beşer milletvekilinin katılması kararlaştırılmıştı.
Böylece Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk tüzüğünün 4.
maddesi doğrultusunda ülke yönetimine alternatif olduğunu
somutlaştırmış bulunmaktadır.
Sivas Kongresi'nden sonra başlayan ve Meclis-i Mebusanın
dağılmasıyla devam eden ayaklanmaların bir çoğunun İstanbul
hükümetinin kışkırtmasıyla başlaması ve yeni Ankara
Hükümeti'nin özellikle işgal alanları dışındaki bölgelerde
bu ayaklanmaları bastıramadığı taktirde otorite kurmasının
mümkün olmadığı olguları önemlidir. 1920 'nin en önemli
sorunlarından olan ayaklanmalar 1920 Eylül başına kadar
tam olarak bastırılamamış, sorunu çözümlemedeki en önemli
güç ise Kuvay-i Milliye olmuştur.
2) Anadolu'nun Askeri Açıdan Durumu
Örgütlenmeler, Gelişmeler: Savaş başlangıcında temel
askeri gücün Kuvay-i Milliye olduğu bir gerçektir. Kuvay-i
Milliye, Rus işgaline ve Ermeni hareketlerine karşı
oluşan yöresel askeri örgütlenmelerden Homojen ve düzenli
bir yapısı olmayan Kuvay-i Milliye, ağırlıklı olarak
bölge eşrafının desteğiyle asker-bürokrat kadrolar tarafından
oluşturulmuştur. Ve köylüler, gönüllüler efeler, hapishanelerden
çıkarılan mahkumlar vb. katılmışlardır. Köylülük başlangıçta
eşrafın zoruyla seferber edilmesine rağmen, kazanılan
başarılara bağlı olarak, kendi güçleriyle hükümete ve
düzenli güçlere karşı konulabileceği gerçeği somutlaştıkça
gönüllü katılmaya başlamıştır. Kuvay-i Milliye, gerek
iç ayaklanmadaki başarısıyla, gerekse Yunan ordularına
karşı cephelerde ve cephe gerisinde kazandığı başarılarla
Anadolu Hareketini dünyaya kanıtlayan güç olmuştur.
Fakat düzenli bir güç olmayışı, heterojen yapısı ve
bileşiminin elverişsizliği çerçevesinde zaman zaman
ve yer yer bizzat halka yönelik soygunculuk benzeri
olumsuz tavırları halkın tedirginlik ve güvensizlik
duygusunu kısa sürede atamamasının etkenlerinden biri
olmuştur.
Bu arada dağınık Kuvay-i Milliye güçlerini Çerkez Ethem
ve kardeşleri bir arada toparlayarak 'Kuvay-i Seyyare'
adı altında seyyar çete birliğini oluşturmuşlardır.
Bu birliğin elde ettiği bir takım başarılar ve aynı
dönemde ordunun başarısızlıkları, Kuvay-i Seyyare'nin
hem ülkede hem de Meclis'te önemli bir prestij elde
etmesini doğurmuştu. Düzenli ordu asker toplamakla zorluk
çekerken, askerleri maddi olanaksızlıklar içinde çırpınırken,
askerleri firar ederken, Ethem'in kuvvetleri daha bakımlı
ve disiplinli bir tablo çiziyorlardı ve kaçak Kuvay-i
Milliye askerlerinin bir kısmının bunlara katıldığı
görülüyordu. Bütün bunlar Anadolu Hareketi'nin önder
kadrolarının durumunu tehdit edici faktörlerdi.
Kuvay-i Seyyare de başlangıçta eşrafın etkisi ve ön
ayak olması ile oluşmuşsa da çıkarların çelişir duruma
gelmesi ile bu ilişki kısa zamanda çelişki haline gelmiştir.
Çetelerin bakımı ve gereksinmeleri için eşrafın vergi
toplamasının 'mülkiyetin kutsallığına' saldırı olarak
değerlendirilmesinin yanısıra Kuvay-i Seyyare'nin son
derece yüzeysel ve göreceli olarak da olsa Bolşevizm'in
etkileri altında bazı prensip ve tavırlar sergilemesi,
bu çelişkinin belli başlı nedenlerinden biridir.
Bütün bunlar, başlangıçta gücünün elvermemesi sebebiyle
aktif bir görünüm arzetmese de Anadolu Hareketi'nin
önderlerinden Kuvay-i Seyyare'ye karşı bir tutum içine
girmesini gerektirmiştir. Batı'da Ethem güçlerinin karşısına
dikebilecekleri bir askeri varlıklarının olmamasının
yanısıra, Doğu'da süren Ermeni çatışması nedeniyle oradan
da güç aktarımında bulunamamaları, ayrıca Kuvay-i Seyyare'nin
halk içindeki prestijinden ötürü o aşamada aktif bir
tavra, yoketme hareketine girişmelerinin siyasal açıdan
elverişsizliği 1920 sonbaharına kadar bu konuda statik
davranmalarını doğurmuştur. Bir müddet sonra ise bu
güçleri dağıtmak amacıyla varlığı ve yokluğu şaibeli
bir 'Yeşil Ordu' çıkarılır. Bir taraftan bu yeşil ordu
ile Kuvay-i Seyyare denetim altına alınmaya çalışılırken
diğer taraftan onun prestijini sarsma uğraşına girerler.
Öte yandan 1920 yılında Ankara'da bir grup Sovyet Devrimi
hayranı, gizli Türkiye Komünist Fırkası'nı kurar. 3.Enternasyonal'in
emperyalizme ve emperyalist işgale karşı tavır alan
her türlü hareketi desteklediği bu dönemde, emperyalizmin
açık işgali atındaki Türkiye'de Sovyet Devrimi'ni yüzeysel
bir soyutlama ile ele alıp genel çizgilerini aynı şekilde
izlemeyi amaçlayan bu örgüt, herhangi bir etkinlik kuramaz
ve giderek sağa kayarak burjuvazinin denetimine girer.
1920 sonunda yasallaşarak Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası
adıyla ortaya çıkarsa da ilk programından da sapan bu
parti, halkla buluşabilmekten bütünüyle uzak düşmüş
ve ancak çok sınırlı bir aydın kesimine hitap edebilmiştir.
Yurt dışında ise Osmanlı toplumundaki ilk sosyalist
nitelikli örgüt olan Osmanlı Sosyalist Fırkasının saflarında
mücadele veren, Rusya'ya sürgüne gönderilen, 1918'de
Moskova'da Türk Sosyalistleri 1.Kongresinin toplanmasına
ve Moskova, Kazak, Şamara, Saratov, Rezan, Asurahan
gibi merkezlerde Türk Komünist Teşkilatları kurulmasına
giden ve burada Stalin'in başkan olduğu "Milliyetler
Halk Komiserliği"ne bağlı olarak kurulan Doğu Halklarının
Merkez Bürosunun Türk Seksiyonu Başkanı olan, 1918 Aralık
ayında Petrograd’daki Uluslararası Devrimciler Toplantısı’na
ve 1919 Martı’nda yine Moskova’da toplanan 3. Enternasyonal’in
ilk kongresine Türk delegesi olarak katılan Mustafa
Suphi, 1920'de Bakü'de Türkiye Komünist Partisi'ni ittihatçılardan
temizleyip yeniden kurdu. Bu partinin yapısı dört ana
bölümden oluşmaktadır. Örgütlenme: TKP Bakü'den başka
İstanbul, Zonguldak, Trabzon, Rize, Nahcıvan, Kuzey
Kafkasya ve Anadolu'nun Karadeniz kıyılarında şubeler
açmış ve örgütlenmelere gitmiştir. Propaganda: TKP,
kitap, gazete, duvar gazetesi vb. yayınlamış ve ayrıca
parti okulunu inşaa etmiştir. Haber alma (istihbarat)
konusunda ise TKP Doğu ülkeleriyle ilişki içinde olup
Türkiye'den 34 İstihbarat Görevlisiyle haber toplamaktaydı.
Askeri örgütlenme: I. Paylaşım savaşının Türk savaş
esirleri Bakü'de Türk Kızıl Ordu Birliği olarak örgütlendirilir.
Bunlar Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesinden
sonra Türkiye'ye getirilir, ancak savaşa sokulup sokulmadıkları
bilinmemektedir.
TKP 3.Enternasyonal'in politik çizgisine bağlı olarak
örgütlenmesini oluşturmuştur. Bakü'de 10 Eylül 1920'de
Türkiye ve Sovyet ülkelerinden 15 teşkilattan gelen
74 delegeyle Birinci ve Umumi Türk Komünistleri kongresini
örgütleyerek, Mustafa Suphi'nin başkanlığını ve mücadele
merkezinin Anadolu'ya alınmasını karar altına alır,
TKP çizgisi, emperyalist işgal altındaki bir ülkede
Sovyet Devrimi (şehirden kırlara doğru bir rota izleyen
ve genel ayaklanmayla zafere ulaşan) şabloncusu 'sol'
akım ile burjuva önderliğine destek olan sağ akımın
dışındadır.
TKP Merkez Komitesi raporunda şöyle denilmektedir: "
Devrim başarıya ancak devrim ordusu olan geniş köylü
yığınlarını bu devrim savaşına çekmek yoluyla, ancak
böyle bir savaşın sonunda ulaşabilir." Köylü komitelerini
kurmak, böylece köylülerin politik haklarını doğrudan
doğruya savunabilmelerini sağlamak, çiftlik ağalarının,
derebeylerinin, tarım araçlarına, iş araçlarına, tohum
ambarlarına hemen el koymak, bu malları köylü komiteleri
eliyle dağıtmak" "Anadolu'da yürütülen Milli
Kurtuluş Hareketi, emperyalizme karşı bir savaştır.
Bu savaşa bütün yeryüzü proleterlerinin dayanışma göstereceklerine
inanıyoruz... Memlekette bu milli hareketin gelişmesi
ve derinleşmesi için en elverişli bir zemin hazırlanacaktır."
Açıkça görüldüğü gibi emperyalist işgal altındaki ülkelerin
devrim perspektifleri olan, kırların temel savaş alanı
olarak benimsenmesi ve halk ordusu gerçeği, tarım devrimi
karakteri saptanmıştır.
TKP Türkiye'yi dört bir yandan işgal eden emperyalist
kuvvetlere karşı yürütülen silahlı savaşı, emekçilerin,bütün
halkın bir ölüm kalım mücadelesi olarak ele alarak bu
savaşı emperyalist sömürgeciliğe karşı topyekün yürütülen
bir halk savaşına çevirme kararını vermekle ulusal bir
parti olarak politik alana çıktı. Amaçladığı, bağımsız,
örgütsel yapısını koruyarak emperyalizmin açık işgaline
karşı mücadele eden esasta burjuva karakterli önder
kadroların savaşla birlikte yürümeyi, bu esnada da işçi
ve özellikle de köylüler arasında örgütlenmeyi gerçekleştirerek
Milli Demokratik Devrime yönelmekti.
Ne var ki, anti-emperyalist mücadeleyi Milli Demokratik
Devrim'e dönüştürme olayında temel öneme haiz olan önderlik
sorununa yanlış yaklaşımı dolayısıyla, savaşı işçi ve
emekçi kitlelerin kurtuluş mücadelesine dönüştüremediği
gibi kendisi burjuva ideolojisinin tavrına yedeklenmek
durumunda kalmıştır. Aynı biçimde, kitlelerle gereken
bağları kurabilmesine hem olanak tanınmamış, sürekli
bir saldırı odağı olmuş, hem de kitlelerde savaşın doldurduğu
boşluklar nedeniyle onunla çakışacak bir arayışın potansiyeli
oluşamamıştır. Sonuç olarak, sağ pratiğin başat sorunlarından
birisi, sürecin de özelliğinden ötürü önderlik konusundaki
yaklaşımı ve bu yaklaşımın öngördüğü çizgiyle çatışması
temelinde, savaşa insiyatif koyamamıştır.
Partilerin önderlik olgusuna bakış ve perspektifelerini
hayata geçirişleri her zaman önemlidir, fakat buna benzer
dönemlerde çok daha fazla önem taşır. Giderek TKP'ye
hakim olan bu konudaki sakat bakış açısı, özellikle
III.Enternasyonalin "anti-emperyalist tüm hareketler
desteklenmeli" doğru önermesinin ülke koşullarıyla
özdeş bir yoruma oturtulamamasından kaynaklanmış ve
önderliğin burjuva karakterli kadroların etkinliklerine
terkedilmesi pratiğini doğurmuştur. Burada bir noktaya
daha işaret ederek diyalektiğin olgunlaşan sosyal ve
siyasal nesnellikleri çerçevesinde, bunların ifadesi
olarak teori ve pratikleri gündeme gelir" evrensel
mücadele mantığının halkalarını tamamlamak gerekiyor.TKP
bu nesnel durumuna uygun hatalı saptamalarının yanısıra,
eğer o süreçte doğru bir çıkarımda bulunsaydı bile öznel
verileri, doğru sapatamalarını o zaman diliminde yaşama
geçirebilmesine elverişli değildi.
Anadolu'ya gelmek konusunda doğru bir karar alan Mustafa
Suphi'lerin bu girişimlerini de sanki ulusal mücadele
burjuva önderliğin tekelindeymişcesine onların bilgisi
çerçevesinde gerçekleştirmeleriyle katledilmelerinin
ortamına bu noktada katkıda bulundular, olanak tanıdılar.
Bir başka önemli yanılgılarını da 'ulusal sorun' konusunda
sergilediler ve gerçek bir şövenist tutum içine girdiler.
Kürt Ulusu üzerindeki baskı ve katliamları "feodalizm
tasfiye ediliyor" , " önderlik gericidir"
biçimindeki demagojilerle yorumlamak olağanüstü bir
sosyal şovenizmin çizgilerini taşıyordu.
Mustafa Suphi dönemindeki bütün önemli kavrayışlara
karşın, sürecin pratiğinin önündeki en kritik sorunlarda
yanılmaları, kaçınılmaz olarak daha o dönemden, Mustafa
Suphi'den sonraki 'Aydınlar Kulübü TKP'nin zeminini
hazırlayan koşullan olmuştur. Nitekim giderek örgütün
kadrolarının bizzat "Kemalistlerin ideologları
haline geldiklerini. 1930'lu yıllarda da kendilerini
feshederek uzun yıllar tamamen kimliksizleştiklerini
görüyoruz.
Gelişmeler doğal olarak Anadolu Hareketi’nin önderliğini
tedirgin etmekteydi. Durum arasıra gerçekten korku duymalarını
gerektirecek boyutlar kazanıyordu. Söz gelimi, 4 Eylül
1920'de Halk İştirakiyun liderlerinden Nazım Bey'in,
Mustafa Kemal'in desteklediği adaya karşın İçişleri
Bakanı seçilmesi olayı, bu nitelikteki gelişmelere bir
örnektir. Ve elbette Nazım Bey, Çerkez Ethem de kullanılarak
zaman geçirilmeksizin bakanlıktan alınır.
Ankara Hükümeti bu konuda giderek daha ciddi önlemler
almak zorunda olduğunu görmektedir. 2 Eylül 1920'de
Sovyet Rusya'ya gönderilen heyete yazılan mektupta,
Sovyetler Birliği hakkında bilgiler sıralandıktan sonra,
ülkemizdeki sol hareketler konusunda da şunlar eklenir:
"Evvela şark hudutlarımızdan ve muhtelif mıntıkalardan
teşkilata hafiyeler ile husule çalışan komünist tarikatine
mukavemet ve cereyan-ı ve mutedil olarak hükümetin debd-i
idaresinde bulunmak bilhassa ordu içinde Bolşevizmin
teşkilatı hafiyesinin girmesine mani olmak mutesidir."
Bu biçimde önderliğin sol gelişmeleri bir bütün olarak
denetim altına almak yöneliminde olduğu açıkça görülüyor.
Ankara'daki Türkiye Halk İştirakiyun . Fırkası, Nazım
Bey püskürtüldükten sonra yurt dışındaki TKP'ye yönelik
adım atılıyor. 15 Haziran 1920'de Mustafa Suphi, Mustafa
Kemal'e 'açık örgütlenme yapıp yapamayacaklarını ' sormak
üzere temsilci gönderdiği halde Mustafa Kemal, o dönem
iç isyanlarla uğraşmak durumunda olduğundan bu soruyu
yanıtsız bırakır.Fakat sözkonusu sorunu hallettiğine
kanaat getirdikten, bu isyanları esas olarak bastırdıktan
sonra, 13 Eylül 1920'de Mustafa Suphi'ye şunlarıyazar:
"Amaç ve ilke yönünden bizimle tamamen birlik olan
Türkiye İştirakiyun Teşkilatı ile tamamen işbirliği
edebilmek için TBMM'ine tam yetkiye sahip bir temsilci
göndermenizi rica eder ve bu vesileyle samimi hürmet
ve selamlarımı sunarım" Mustafa Kemal 13 Eylül'deki
bu davetkar ve samimi mektubundan sonra 16 Eylül'de
Ali Fuat Pâşa'ya yazdığı mektupta ise şunları söylemektedir:
" Açıklamamdan anlaşılmaktadır ki, kayıtsız şartsız
Rus tabiyeti demek olan dahildeki komünist teşkilatı
amaç olarak bizim aleyhimizdedir. Gizli komünist teşkilatını
her surette durdurmak ve uzaklaştırmak zorundayız"....kendi
arzularım kolaylıkla desteklemek isteyen bir takım kimseler
hileli bir tarzda Komünizm ve benzeri teşkilatına taraftar
olduğum daima yayılıyor fakat yarthştır. Durum arzettiği
gibi doğu ve batı ile belirli bir sonuca varmadan ve
bu münasebeüe Mustafa Suphi yoldaşa yazdığım gibi ve
yapılacaksa hükümet vasıtasıyla yapmaktır. Tabiatıyla
Komünizm ile Bolşevizme açık olarak aleyhtarlığını uygun
görmem"
Aynı günlerde bir taraftan ortak hedefler konusundaki
birlik üzerine yazılanların, diğer taraftan TKP'ye ülkeye
girmesi için davet çıkaran fakat bu hareketin bastırılması
ve iç mantığını açıklamak için Mustafa Kemal'in mektuplarında
ifade ettiklerine fazlaca birşey eklemek gerekmiyor,
Aynı mantık 1920 Sonbaharında tehlikeli Kuvay-i Seyyare
için suni olarak yeşil ordu kurdururken, şimdide sol
gelişmeleri denetlemek amacıyla Resmi komünist partisi
kurduruyordu. Celal Bayar, Yunus Nadi gibi Komünizm
düşmanlarının yönetimini, oluşturduğu bu partinin amacı,
batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa'ya, Resmi Komünist
Partisi Genel Sekreteri Hakkı Behiç ve Mustafa Kemal
imzalarıyla çekilen şu telgrafta da ifadesini bulmaktadır;
"Parti resmen kurulmuş olup faaliyetlerini tanzim
ettiğinden ve eskiden kurulmuş olan gizli Yeşil Ordu
dahil partiye dönüştüğünden dolayı, artık Bolşevizm,
Kemalizm fikri ve esasları üzerine hiçbir cemiyet veya
heyetin fotoğrafı, belge ve yetkinamesi olmaksızın kim
olursa olsun bir kişinin faaliyette bulunmasına bırakılmayacaktır.
Keyfiyet iç işlerine bildirilmiştir." Keza resmi
Komünist partisinin organı Yeni Gün gazetesinin başyazarı
Yunus Nadi'de kendi dışlanndaki Komünizmi "tahripkar
olarak niteleyerek, hükümet dışında yapılacak her türlü
propogandaya karşı mücadele edeceklerini ve bolşevizmin
ancak yukarıdan geleceğini, Türklerin getireceğini söyleyerek
Resmi Komünist Partisinin işlevini sergilemekledir.
Ancak Resmi Komünist Partisinin amacı Rusya'daki TKP
tarafından anlaşılmamış, hatta Resmi Komünist Partisinin
yönetiminin eski ittihaçılardan oluşmasından ötürü,
partiyi ittihatçıların kurduğu yanılgısına kapılınmıştır.
Gerek bu nedenle, gerekse de Mustafa Suphi'ye Kazım
Karabekir Paşa kanalıyla yapılan ülkeye davetin niteliği
anlaşılmadığından, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Türkiye'ye
dönerler. Kars'ta coşkuyla Karşılanan TKP'liler, 28
Ocak 1921 tarihinde boğdurularak katledildiler. Aynı
tarihte Halk İştirakiyun Fırkası mensupları tutuklanır.
Yine aynı günlerde, (23-1-1921) Yeşil Ordu dosyası mecliste
onaylanır ve İstiklal Mahkemesine verilir.
Bu gelişmelerin yaşandığı tarihsel kesitte bütün bunların
ülkenin siyasal eksenine yerleşmemesi ve önderliğin
alternatif tavrını somutlaması için başarılara gereksinimi
vardır. Bunun da en belirgin çözümü, sınırlı da olsa
askeri planda bir gösteridir. Söz konusu gösteri; İnönü
Cephesinde, esasta ciddi bir çarpışmanın olmadığı, olan
çarpışmada ise bırakalım başarıyı, dağınık bir şekilde
geri çekilirken, Yunanlıların geri çekildiğinin öğrenilmesi
üzerine bundan vazgeçildiği'Birinci İnönü Zaferi' ile
gerçekleştirilir.
Toparlarsak, 1921 sonbaharında iç isyanlar bastırıldıktan
ve işgal alanı dışındaki bölgelerde denetim kurulduktan
sonra, önderlik, durumunu sınıfsal niteliğini zorlayabilecek,
sarsacak güçlerle, Kuvay-i Seyyare ve komünistlerle
hesaplaşmaya girer. Ancak, askeri ve siyasi olarak gücünün
yetersizliğinden ötürü ilk etapta aktif bir tavra yönelmez
ve önce dolaylı yollardan, kendi platformu içinde eritme
yöntemleriyle bunları etkisizleştirme yolunu tutar.
3 Aralık'ta Ermenilerlerle imzalanan anlaşmadan sonra
doğunun birinci dereceden zorlayıcı bir faktör olmaktan
çıkması üzerine askeri ve siyasi gücünü daha rahat kullanabilme
olanağına kavuşan önderlik 'sol tehlikenin' üzerinde
yoğunlaşmıştır.
Ne varki, Ankara hükümetinin katliamları, sindirme hareketleri
ve siyasi dolandırıcılıkları ülke solundaki gelişmeleri
tamamen durduramamıtır. 1922 yılında tekrar sahneye
çıkan Türkiye Halk İştirakiyun Partisi'nin insiyatifi
ile Mersin'de, Adana ve Tarsus proleteryasının temsilcilerinin
katıldığı 'Klikyalı İşçiler Konferansı' toplanır. Konferansın
aldığı kararlann bir bölümü şu şekildedir. "Batı
emperyalizmine karşı mücadelesinde hükümetin iç ve dış
politikasını destekleyen, bu mücadelede oğullarını veren
Türkiye işçi sınıfı, hükümet emekçilerini çıkarına ters
hareket ettiği, iç reformları yavaşlatmaya devam ettiği
zaman, kendisine diğer sınıflarla eşit haklar tanınmasında
kararlılıkla ısrar eder.
Fakat öte yandan Ankara Hükümeti, askeri kazanımlanna
paralel olarak emperyalizme, şirin görünme çabalarını
da hızlandırmıştır. Daha Büyük Taarruz'dan kısa bir
süre önce (15 Ağustos 1921) Türkiye Halk İştirakiyun
Fırkasının Kongre yapmasına izin verilirken, Yunan işgalinin
kınlmasının akabinde (1922 Eylül) Fırka'nın eylemlerinin
yasaklandığını açıklar. Bir kaç ay içinde de Anadolu'da
700 kadar sosyalist ve sendika yöneticisi tutuklanır.
Sonuçta bir bütün olarak sürecin ve ülkenin gerçeklerine
ve gereklerine tekabül edebilecek çapta sistemli bir
ideolojik-politik çizgi yaratarak bunu uygulayamamış
olan sol hareket, Anadolu Harekatına sınıfsal bir içerik
kazandıramamıştır. Bu durum kaçınılmaz olarak burjuva
ideolojisinin kuyruğuna takılınmayı doğurmuş, ulusal
sorundaki şöyenist tutumla da mücadelenin merkezileştirilmesi
olanağı yitirilmiştir. Özellikle küçük burjuva aydın
kadrolarıyla şekillenen sosyalist düşüncenin eklektik
Sınıfsal kıstaslarına oturmayan, o nedenlerle de her
türlü kaymaya açık durumu oluşturan etmenler; başta
öz deneyim ve birikim yoksunluğu olmak üzere, uluslararası
hareketten alınan yanlış ekollerle biçimlenmiştir. Dolayısıyla,
kitlelerle gerekli bağlar oluşturulamamış, Sovyet Devrimi'nin
prestijinin yarattığı potansiyel toparlanamamış, Anadolu
halkında öteden beri var olan Moskof düşmanlığı ve komünizm
antipatisine karşı önemli ve gelişen olgu haline gelen
sol düşünce ve hareketin Ekim Devrimi'nin büyük başarısıyla
çakışması dolayısıyla ortaya çıkan büyük avantaj kullanılamamıştır.
Yeterince bilinmeyen sol düşünce adını sol arenada boy
gösteren çeşitli eğilimlere sahip yarı-aydınlann tutarsız,
bilinçsiz tavırları da ülke sosyalizm sürecini büyük
ölçüde zaafa uğratmış, böylelikle, 60 ların sonlarına
kadar Türkiye solunda reformizmin, revizyonizmin, cuntacılığın
egemen olmasının harcı daha o günlerle atılmıştır.
|