Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

"İnsanlar gerçekleri incelemeye nasıl girişeceklerini bilmedikleri sürece daima, öncel, genel teoriler icat etmişlerdir." (Lenin, Halkın Dostları)
Tarihsel evrimin tarihsel olarak, yaşayan kuşaklara bıraktığı mirasın etkileri, emekçilerin günlük yaşamlarının idame ettirilmesindeki bilinçleri ile sınırlıdır. Buna geçmişteki tüm toplumsal çatışmaların izlerinden tutun da, genel ideolojik motiflerin kendisine kadar bir dizi etkenler demetini ekleyebiliriz.
Yaşanılan toplumda yabancılaşma kaçınılmaz olarak toplumu değiştirme tasarıları ile hareket edenleri de sarmaktadır.

Meta Fetişizmi ve Yabancılaşma!
İnsani öz kavramının tartışılmasında ve açığa çıkarılmasında yabancılaşma, Hegel ve Feuerbach'ta açıklayıcı bir kavram olarak ortaya çıkar. Hegel'in "Benim gerçek varoluşum felsefi varoluşumdur"da, Feuerbach'ın dinsel yabancılaşmada gördüğü bu sorunsalı Marks emek sürecine bağlayıp çözdü. Feuerbach üzerine altıncı tezde, insani öz, "insanın içinde bulunduğu toplumsal ilişkilerin bütünüdür" olarak tanımlanır.
Marksist yabancılaşma kuramı "1844 El Yazmaları"ndan Kapital'e giden süreçte değişik biçimlerden geçmiş ve Kapital de en berrak haline ulaşmıştır; meta fetişizmi ve yabancılaşma... İnsan, emek sürecinde kafa ve kol emeğini tüketerek, bunları ürün olarak nesneleştirir. Kendini tüketirken kendini yeniden üreten nesneleri yaratır. Fakat özel mülkiyet ve meta üretimi insanın kendi öz etkinliğinin sonucu olan ürünle bağlarını üreticiden dıştalamıştır. Dolaşım sürecine giren ürünler metalaşır ve emekçilerle emekleri arasındaki ilişki toplumsal süreçte metaların kendi arasındaki ilişkisi olarak gözükür, meta fetişleşerek gizli güçlerle yüklü bir nesneye dönüşür. "Metanın fetiş karakteri."
Sürecin üç temel kavramı var, nesneleşme, dışsallaşma, fetişleşme. Bunlar da emek süreci, özel mülkiyet ve toplumsal ilişkilerle birbirlerine bağlanır ve yabancılaşma sürecine uzanır. Emekçide, "yabancılaşma etkinliği" olarak ortaya çıkan olgu diğer alanlarda yabancılaşma-durumu olarak gözükür. Bu da emeğin, emekçinin yabancılaşmasının fonksiyonu olarak belirir. Artı-değer ekseninde; devlet, çekirdek ataerkil aile, din, okul, hukuk, tımarhane, hapishane, ıslahevi, genelev hepsini kesen yabancılaşma etkinliği ve durumu, yani DÜZEN.
Geçim araçlarını sağlama, insanların bedensel, zihinsel alandaki gelişiminin aracı olmaktan çıkıp amacı haline dönüştüğü meta ekonomisinde üretim ilişkilerindeki bu olgu kendini ideolojik, politik, ahlaki, kültürel, vs. tüm toplumsal süreçlerde gösterir. Toplumsal bilincin belirlenmesi, etkilenmesi ve değiştirilmesi mücadelesinde sınıflara bölünmüş bir toplumda değiştirilmesi mücadelenin belirleyiciliği bu alandaki yabancılaşmanın irdelenmesinin önemini arttırmaktadır. Çünkü ideolojik alandan geçiş politik ve toplumsal alana olacaktır.
İşte yabancılaşma da, toplumsal ve bireysel çözülmeyi, parçalanmayı ve bunun sonucu olarak çaresiz, mutsuz, bıkkın, yorgun, yalnız, umutsuz duygular yumağını ifade eder. Hüzün, zihin işinden, kendinden ve siyasal toplumsal yaşamdan yabancılaşması. Görünmez duvarlar içinde yalnızlık. Kimliksizleşme, kişiliksizleşme.
Aristo insanın geçimini sağlama biçimleri arasında doğaya en yabancı biçimin paradan para kazanmak olduğunu söylerken oldukça haklıydı. Marks kapitalizm altında faiz getiren sermayenin de "sermayenin en yabancılaşmış biçimi" olduğunu söyler. P-P Döngüsü ile üretimden kopan birikmiş değer, üretime dolaylı olarak başkaları aracılığıyla girerek üretken sermaye olmaktan çıkar ve yabancılaşmış sermayeyi oluşturur. Bugün gerek dünya ölçüsünde gerek yerel düzeyde baktığımızda bu sermayenin genel egemenliğini görüyoruz. Spekülatif sermaye hakim biçime dönüşüyor. Rantiye gelirlerindeki artış yabancılaşmanın dayanacağı sınırları da göstermektedir. Alman ideolojisinde Marks ve Engels "Yabancılaşmanın 'katlanılmaz' bir güç, yani kendisine karşı bir güç haline gelmesi için, onun insanlık yığınını tamamen "mülkiyetten yoksun" ve aynı zamanda gerçekten mevcut olan zenginlik ve kültür dünyası ile çelişki halinde bulunan bir yığın hâline getirmesi gereklidir. Öyle şeyler ki, her ikisi de üretici güçlerin büyük ölçüde artmasını, yani üretici güçlerin gelişiminin yüksek bir evresini varsayarlar." (Alman ideolojisi Marx, Engels 63)
Bankalar ve borsalar inanılmaz bir güce erişti. Bütün mali piyasaları denetleyen ve istedikleri gibi oynayıp, değer akışını istediği yönde sağlayan bir güç artık. Yabancılaşma dünyasal ve katlanılmaz bir olgu düzeyine geldi. Bu da üretici güçlerin gelişiminin yüksek bir evresinde ortaya çıktı.

Kapitalizm Altında Yaşayıp Kapitalizmi Aşmayı Tasarlayanlar ve Yabancılaşma!
Yabancılaşma kapitalist ilişkilerin sonucu olarak toplumsal, bireysel yaşamda giderek artan bir eğilim gösterir.
Teorik olarak sosyalist ilişkilerin inşasında giderek azalan bir eğilim gösterecektir. Devletin sönmesi süreci aslında bunu anlatır.
Peki yabancılaşma kuramlarında bugün çözümlenirken mevcut toplumsal ilişkileri aşmayı tasarlayan ve bunun için mücadele edip örgütlenenler hangi kategori içinde değerlendirilecektir veya yabancılaşma kuramı açısından devrimci insan, muhalif insan ne ifade ediyor? Gene kuramın açıkladığı sosyalist dönüşümlü insan teorisinin içine girmediklerine göre kuramın açıkladığı insan tipine benzemiyorlar.

Tarihsal Olarak Kimliğine Yabancılaşma!
Yaşanılan ana gelirken geçilen geçmişten bugüne yabancılaşma bağlamında ne kaldı. Osmanlı devletinin kula çevirdiği bir halk, hep dört bir yana akınları ve fetihleri ile övünmüş bir millet, bunun üzerine yükselen ve geçmişle bağını koparan bir cumhuriyet. Geçmişimizi bilmeli, öğrenmeliyiz. Bizim geçmişimizde tarihimizde bize ait olan gerçek değerleri ve gene bize ait olan fakat bizim adımıza yapılmış olan lekeleri de artık kabullenmeliyiz. Gerçeğimiz bizim bugünkü kimliğimizin de bir parçası olacak. Yaşanılan anın yabancılaşması ile tarihsel yabancılaşmayı birlikte ele almak, birlikte arınmak. Bugün kolektif birey olabilmenin yolu tüm etnik kökenlerle birlikte yaşamaksa buna zorunluyuz. Başka ulusların kam üzerine kurulmuş bir ulusçuluk. Bir yanda Ermeni ve Rumlar diğer yanda halen can alıcı bir olgu olan Kürtler.
Geçmişe yeniden bakalım. Babailer, Şeyh Bedrettin Hareketi ve Celali isyanları dönemindeki alevi kökenli isyanlar, Anadolu ve Rumeli'de etnik köken ayrımı tanımadan her zaman her yerde hep beraber demiştir. "Dostluklarımızın kökeni de oldukça sağlam.

Sol İçi Çatışma Ve Yabancılaşma!
Devrimciler bu koşulların içinden çıkıp bu koşullara etki ederken yabancılaşmış toplumsal ilişkilerden payına düşeni istemese de almıştır. Hem en coşkulu devrimci dalganın yükseldiği Eylül öncesi günlerde, hem de yenilgiyle sonuçlanan Eylül sonrası günlerde.
En azından kendi yakın tarihimiz bize gerekli ipuçlarını verecektir.
Kapitalist toplumsal yapının temel dürtülerinden biri bireyler arası rekabettir. Rekabet bu yapının temel taşıdır ve eşitsiz gelişimin kendisidir. Varolmanın başkalarının üzerinde kurulduğu ve kendi varlığının ancak başkalarının varlığını yadsıdığın noktada gerçekleşebileceğinin düşüncesi bu yapı içinde hayat bulur.
Rekabet meta ekonomisinde toplumsal bir hastalık olarak tüm toplumsal bünyeyi sarar. Sermayenin kendi içinde rekabeti, işçilerin kendi içinde rekabeti, işsizlerin işçilerle rekabeti, bireylerin diğer bireylerle rekabeti.
Rekabet her yerde, günlük yaşantının derinliklerinde sürekli bizlerle birliktedir. Arkadaşlar arasında sahip olunan metalar ve eşyalar referanslı rekabet. İşinde yükselmek için başkalarıyla, diğer iş arkadaşları ile rekabet.
Solun kendisi bu toplumsal yapının izlerini taşımaktadır. Hatta geçmiş toplumsal yapının bıraktığı parçalı muhalefet ya da tarikat tarzı muhalefet anlayışı yeni toplumsal yapıdaki rekabet ağırlıklı muhalefet anlayışı ile tamamlanınca bugün yaşamakta olduğumuz binbir parçalı bir toplumsal muhalefet ile karşı karşıya kalmaktayız,
Düzenle mücadele kendisini muhalefet grupları arasında mücadeleye kadar indirgemiştir. Hatırlayalım, sosyal faşist-maocu bozkurt ayrımlarını, hatırlayalım düzene karşı silah kullanmayan örgütlerin devrimcilere silah kullanmasını, hatırlayalım bir kambur gibi üzerimizde duran sol içi çatışmaları, hatırlayalım devrimcileri düzene ihbar edenleri, hatırlayalım yakın geçmişten ayrılıktan dolayı yılların devrimci mücadele birlikteliğindeki insanların öldürülmesini.
Hatırlayalım yüzlerce evin basılmasını. Hatırlayalım birbirinden hep uzak durulmasını. Hatırlayalım dergi sayfalarında yalan bir, yalan iki diye giden yazıları. Hatırlayalım Lenin'in öncü olduğunu iddia etmek yetmez önde gittiğini göstermen gerekir deyişine rağmen illa da önde gidiyorum saplantılarını. Hatırlayalım örgütlerin yenilgisini çiğ ve ilkel bir rekabet dürtüsüyle dört gözle bekleyenleri.
Hatırlayacak çok şey var. Bu bizim geçmişimiz ve bugünümüz. Komünistler toplumsal sürecin hafızalarıdır, bu aynı zamanda kendilerinin de hafızaları olduğunu göstermektedir. Muhalif olmayı unutmaya kadar genişletmeliyiz. Unutarak muhalif
olunmuyor. Geçmişin ağırlığını çok daha yoğun hissediyoruz. Süreci anlama ve değiştirme ve değişme çabası olanlarda bu ağırlıkların atılması gerekiyor.
Toplumsal muhalefette düşmanımız olmamalı, muhalefet ilişkileri sosyalist demokrasinin izdüşümü olarak ele alınmalı. Sorunlar ideolojik mücadele esas alınarak, açık bir biçimde konuşulmalı, tartışılmalı ve öyle çözülmelidir. Ben tarihsel özneyim, bilimsel doğruyum ben haklıyım tarzı karikatür yaklaşımların bugün artık komik olmaktan öteye hiçbir pratik yararı kalmamıştır. Rekabet terkedilmeli, dayanışma, tartışma, birbirini anlama ve yanlışları bırakma ilkesel olmalıdır.

Yaşanılan Koşullarda Yabancılaşma!
Yaşadığımız gerçeklikte yabancılaşma ise sorunun bir başka boyutu. Bunun tarihselliği var ve bu yabancılaşmanın kırılmasında THKP-C'nin önemli bir işlevi var. Toprağı anlama, onun en önemli çabası oluyor. Anlama ve değiştirme... Yarattığı toplumsal muhalefet siyaseti gündelik yaşamın her yerine sokmakla pratik bir yanıt buldu. Coğrafyanın gerçeği, insanı ile ilişki kurdu. Onun ruh halini davranış biçimlerini ve bunun nedenlerini çözdü. Neden-sonuç ilişkisi ile nedenlerin üzerine yürüdü ve anın sonuçlarını parçalayarak sınıflar mücadelesini yeni bir aşamaya taşıdı.
Genel olarak Marksist felsefeye ve teoriye yabancılaşmanın en çıplak örneğini oluşturan Türkiye'nin yarı-sömürge, yarı-feodal olduğu analizleri, ya da 30'ların politik bir açılımını 70'lere taşıyan Ulusal Demokratik Cephe önerileri, ülkede bilimsel sosyalistlerin müdahale edebileceği kadar koşulların olgunlaşmadığı analizleri hep ülke gerçeğine yabancılaşmanın değişik görünümleriydi. Bu, sosyalist solun çıktığından beri yakasını bırakmayan bir görüngüdür. Tüzük ve programların inceleneceği ayrı bir çalışmanın konusudur.
İkinci bir anlama ve değiştirme çabası THKP-C'nin açtığı yoldan Kürdistan'da yürüyen PKK'den geldi. Kendi coğrafyasının, Kürt insanın gerçeği üzerinden yürüdü. Geçmişin hatalarını tekrarlamadı ve bugün bu sayede yabancılaşmayı kırmış ve özgürleşme yolunda önemli adımlar atmış bir halk var.

Mücadele Edilen Düzene Benzeme Ve Yabancılaşma!
Devlet ve toplum birbirlerine karşıttır. Devlet toplumsal ilişkilerin evriminin belirli bir aşamasında ortaya çıkmış ve giderek içinden çıktığı topluma yabancılaşmış ve onun üstünde bir güce dönüşmüştür. Devletin kendisi yabancılaşmanın siyasal boyutunun en yalın örneğidir.
Peki devrimciler, muhalifler düzene ve onun düzenleyicisi devlete karşı mücadele ederken, devlete benzemiyorlar mı?
Merkezi bir yapıya karşı mücadele etmek merkezi organizasyonları gerektirir. Parti örgütlenmesi ve işleyiş mekanizması olarak demokratik merkeziyetçilik, mücadele edilen düzenin özelliklerinden ortaya çıkmıştır. Bu işleyiş devrimci bir örgütün, muhalefetin bir ayağının bu düzende bir ayağının gelecek düzende olduğunun göstergesidir.
Bunun tehlikeleri yok mu? Var. Gramsci parti örgütlenmesinin başlı başına amaç olamayacağı ve önemli olan görevinin toplumsal işlev olduğunu söylediği zaman oldukça haklıydı. Parti "ilerlemeci" olduğunda demokratik olarak işler, gerici olduğunda ise "bürokratik" olarak işler. İkinci durumda teknik olarak partinin polis organına dönüştüğünü ve adının parti olmasının aldatmacadan ibaret olduğunu söyler.
Düzenle mücadele eden örgütlerin düzene benzeme olasılıkları da gözardı edilemez. Mücadele tarihi örnekleri ile doludur. Fetişleşen "Yaşasın Partimiz ..." ve "Parti ile ... " gibi sloganlar tam da Gramsci'nin vurgu yaptığı noktalara oturur. Biçimseldirler ve öze, ilişkilere ilişkin hiçbir şey ifade etmemektedirler. Aslında bu açıkça telaffuz etmeye çekindiğimiz bir toplumsal ilişkilere tekabül etmektedir: Eşitlikler Hiyerarşisi.
Devrimci muhalefet çevrelerinde yer alan kesimlerin kendi içinde ve birbirleriyle ilişkileri bunu açıkça göstermektedir. Bir devrimci örgütün kendi iç ilişkilerini düzenleyen, insanların birbirlerine ve kolektife karşı hukukunu belirleyen tüzüktür. Haklar ve görevler tüzükte yer alır. Aynı tüzüksel ilişki biçimi diğer devrimci örgütlerde de vardır. Keza tüm örgütlerin esinlendiği tüzük de Bolşevik Parti'nin tüzüğüdür.
Peki bu örgütlerin birbirleriyle ilişkisini belirleyen nedir? Devrimci bireyler arasındaki eşitlik bir anda eşitsizliğe doğru evrilir. Farklı siyasi gruplar arasındaki bireyler arasında çıkan sorunlarda haksız dahi olsa kendi üyesini savunma olayına oldukça sık rastlanır. Özellikle örgütsel geçiş sağlayan bireylerin örgütler arasında neden olduğu sürtüşmeler nasıl açıklanacak.
Bu eşitlikler hiyerarşisi diğer toplumsal örgütleri de kapsayacak biçimde genişler. Bu eşitsizliklerin bilincinde olduğumuz ve ahlaki olarak yadsıdığımız sürece değer taşırlar. Yoksa solun genel siyasi kültürel mirasımızda olduğu gibi değersizleşir ve bayağılaşarak kendileri otoriteye dönüşür. Giderek bu eşitsizliklerden dolayı öne çıkan düzenle mücadele edenlerin diğer insanlar üzerinde zulüm ve baskı
görmelerinden dolayı ayrıcalıklı ve hiçbir dayanağı olmayan öncü bir yer talep etmelerine kadar uzanırız.
İşkence görmenin, öldürülmenin, hapis yatmanın hepsini önceden görerek devrimci olduk. Bunları yaşamanın devrimcilere ek bir itibar getirdiği sanısı bugün devrimciler ile diğer insanlar arasında uçurumun açılmasını da getirdi. Kendi içsel birikim sonucu seçimini yapan insanlar daha sonra sanki başkaları için devrimci mücadeleye katılmış gibi hak talep etmeye başladılar.
Burada önemli olan yaşananların değersizleşmemesidir.
Kapitalist toplumsal ilişkilerin ürettiği eşitsiz koşullar altında gelişen bireyler kültürel değerlerden aldıkları pay oranında gelişirler. Bu da eşitsizlikler ve aynı zamanda eşitlikler zincirini oluşturur.
Devrimci örgütlerle "sıradan" yığınlar arasında eşitsizlikten dolayı hiyerarşi oluşur. Bu sürecin hep böyle işleyeceği anlamına gelmiyor. Bir eğilimdir ve bugün ağırlıkla bu yönde gelişme göstermektedir. Toplumsal muhalefete öncülük edemediği halde, halen ben öncüyüm diye tutturan örgüt ve parti sayısı hayli kabarıktır. Bu gruplar tam da eşitsizliğin hiyerarşi ve otoriteye dönüştüğü bir durumu anlatmaktadırlar.
Peki bu noktaya sürüklenmemek için ilişkileri nasıl algılamak ve yaşamak gerekiyor.
Öncelikle "yabancılaşma etkinliği" içinde olan emekçilerle, "yabancılaşma durumu" içinde olan insanların organik ilişkisi. Aydınlar farkına varıp ondan kopma eğilimi taşıdıklarında yoksunluklarını devleti karşılarında bularak hissederler, içlerinden bazıları kendi çıkmaz ve açmazlarının nedenlerine yönelip, yabancılaşma durumunu yabancılaşma etkinliği içinde olan emekçilerle birlikte aşma eğilimi içine girerler.
Yürümek artık yalnız şimdiye kadar algıladığımız siyasi pratikle değil, siyasi pratikle toplumsal pratiği birleştiren bir devrimci hareketle mümkün görünüyor. Tek başına siyasi alan artık toplumsal gerçekliklerin üzerini örtmekten başka bir şeye yaramıyor. Çünkü artık bireyler olarak bizimde değişmemiz, değişme ve değiştirme etkinliğinin beraber olması gerekiyor.
Hem siyasi etkinlik, hem gündelik yaşam. Düzene tam karşıdan duruşu tüm yönleriyle gerçekleştirmek. Mümkün olan her yerde kolektif yaşama alışkanlıkları kazanmak, bunları yeşertmek yabancılaşmaya karşı örgütlü panzehiri üretmek. Diğer yandan siyasal etkinlikler zincirini uzatmak. Yani düzene karşı kolektif bir alternatif yaratmak. Hiç bir şeyi küçümsemeden, her alanda yaşamı yeniden üretmek. Gerçek anlamda teorisizmden sıyrılmış pratik varlık haline dönüştürülmüş siyasi toplumsal varoluş.
Bugün yabancılaşmanın kuşatılmışlığı içinde özgürleşme çözüm olarak atılıyor. Özgürlük kavramsal varoluşunu esaret, tutsaklık ve köleliliğin varlığına borçludur. Yabancılaşma tutsaklığın en dolaylı, göze batması ve görünmesi zor olan kısmıdır.
Artık özgürlük kavramı çeşitli toplumsal muhalefet kesimlerinin kendilerini tanımlamada önemli bir eksen oldu.
Özgürlük mücadelesi yürüten toplumsal kesimlerin, kavrama kendi yaşadıkları ilişkiler üzerinden anlam yükledikleri bu toplumsal muhalefet kesimlerin isteklerini dışavurumlarında belirginleşmektedir.
Mevcut toplumsal yapı sınıfsaldır ve bu salt ekonomik alanla değil diğer tüm alanların etkileyiciliğinde oluşan bir toplumsal yapıdır. Özellikle bilginin üretilmesi ve edinilmesinde alınan mesafe, bilginin ideolojik yüklemlerle kullanımının da önünü açmıştır, İnsanlar içinde yaşadıkları toplumsal ilişkilerden hareketle kendilerini tanımlarlar. Özgürlük ve özgürleşme kavramına çeşitli anlamların yüklenmesinde burada ortaya çıkmaktadır.
Kamu emekçileri özgürlük mücadelesini grevli toplu sözleşmeli sendikalaşma ve çalışma yasalarının değiştirilmesi üzerine odaklamıştır. Kürt muhalefeti için özgürlük yurtseverlik olarak somut görüngüye dönüşmüştür. Yoksul kesimler için ise yoksulluğun aşılması olarak görünürken, düzenin eğitim kurumlarından geçen ve düzenle çelişir hale düşenler için yani yoksullar için özgürlük etik bir tavır olarak gözükür. Kendi varoluşunu gerçekleyen maddi koşullar toplamı, koşulların eşitsiz olduğundan dolayı farklı bireysel varoluşlara ulaşır. Eşitsiz gelişmiş bireyler toplamının olduğu bir toplumsal muhalefet.
Yabancılaşma, kendimizi ve toplumsal ilişkilerimizi anlamada özellikle Eylül sonrası karşılaştığımız olguları açıklayıcı kavramlardan biri oldu. Kapitalist ilişkiler sadece toplumsal ilişkileri değil bireyleri de parçaladı, kişiliksizleştirdi.
Toplumsal örgütlülüğün dağılması bireyin yalnızlaşma sürecini doğurdu. Yabancılaşma, günlük dile tercüme edersek tutsaklık tüm toplumu kapladı. Tutsaklığın yabancılaşma biçimi ise göze görülmediği için en tehlikeli biçim olarak varlığını sürdürür oldu.
Buradan özgürlüğe sıçramak nasıl olacak. Düşsel zenginliğin gerçek yaşamla ilişkisi nasıl olacak, ne biçimler alacak, ilk elde toplumsal ve bireysel parçalanmaya karşı toplumsal dayanışma, yardımlaşma ve beraber varoluşu içeren örgütlenmeyi koymalıyız. Toplumsal bir hastalık olan yabancılaşmanın panzehiri örgütlenmektir. Bunca yaşananlardan sonra genel bir örgütlenme fikri kimseye ikna edici gelmeyebilir, keza ikna edeceğini kimse beklemiyor.
Örgütlenme ile devrim arasında bir ilişki kurup kendimizi ikna edecek bir tartışma içine doğru adım atalım.
Devrim Örgütlenmektir!
Yani örgütlenmeyi başı ve sonu olmayan, gelişen, tarihsel sürece bağlı olarak içerik ve biçim değiştiren, yaşadığımız süreç açısından en yoğun noktasına devrimle ulaşılacak olan, doğayla uyum içinde sonsuzluğu olan süreç olarak görmek!
Devrim burada amaç olmaktan çıkıp örgütlenme sürecinin bir anını oluşturacaktır. Devrim her çelişki ve sorunu çözen sihirli bir anahtar olmaktan çıkıp, çelişki ve sorunların çözümlerinin başlangıcını oluşturacaktır.
Genel soyutlama düzeyinde yabancılaşma-özgürlük-örgütlenme-devrim arasında ilişki kurduk. Yabancılaşma bugünkü toplumu, özgürlük gelecek toplumu yani düşsel varlığımızı, devrim ve örgütlenme, ise bu ikisinin sentezini oluşturmaktadır. Bu sentez yaşanılan zamana ve mekana bağlı olarak değişik biçimler almıştır ve alacaktır.
Yabancılaşmadan devrimci olunmuyor. Kendi insani yönlerimiz ve değerlerimize yabancılaşmak. Bu bizi korkutmamak, çünkü burada bilinçli bir yabancılaşma var ve "farkında olunmadan yabancılaşma"dan farklı. Kendi yaşam süreçlerimizde bir eğilimdir ve kendimizi ve ilişkilerimizi ne kadar etkileyeceğini belirleme şansına sahibiz. Şiddet kullanıyoruz, hiyerarşiler oluşturuyoruz. Şiddeti ve hiyerarşiye zorunlulukların sonucu kullanmak zorunda kalıyoruz. Arınmayı düşündüğümüz ve tasarladığımız şeyleri bugün yapıyoruz. Bunun farkında ve bilincinde olup yürümek gerekiyor. Düşlerimizin insanı ile bugünün insanı arasında gidip geliyoruz. Bizimki tam bir talihsizlik ve bir anlamda mutsuzluk. Düşlerini ve isteklerini bugün yaşayamamak. Ama dayatılan yaşamı reddetmek, zorunluluğu görmek, kavramak ve kopmak bizleri özgürleştiriyor. Bu da muhalif, devrimci olmanın mutlulukla olan ilişkisi. Yaşam işte tam da burada anlam kazanıyor. Ruhlarımız kirlenmeyi reddediyor. Ruhlarımızı isyan yaşatıyor.
Teslim olmak mı, asla!


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92