Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Yeni bir Güney Kürdistan seferi daha başladı geçenlerde. Ne kadar süreceği konusunda ortalık biraz karışık ama her halükârda bu seferki harekatın daha uzun süreceği ve dolayısıyla daha büyük insan ve para kaynaklarına malolacağı, malolduğu şimdiden belli gibidir.
Böylece Newroz'un (ya da son biçimiyle Nevruz'un!) kutlanmasının yeni bir biçimi de keşfedilmiş bulunuyor. Önce Ankara sokaklarında; Türk Dünyası, resmi geçitleri ve türlü türlü şaklabanlıkları, sonra da Güneyde kan ve askeri harekat...
Bu kez, TC'nin strateji uzmanları medyayı da unutmuş değil. Çatlak ses çıkaran bazı gazetelerin bombalar ve kapatmalarla "halledilmesi"nden sonra artık iyice tek ses tek nefes olan medya dünyası için özel gösteriler ve enformasyon numaraları düzenleniyor, böylece sol dahil bütün insanların olayları aynı hoparlörden dinlemesi sağlanmış oluyor. Şu ana kadar "Sahibinin Sesi" marka bu hoparlörden duyulan ise yalnızca zafer çığlıklarıdır.
Ama bu seferki zafer havası biraz farklıdır. Daha doğrusu, bu kez yapılan, işin amacının da daha öncekilerden bir ölçüde farklı olduğu söylenebilir.
Bu kez, sorunun basit olarak bir harekât düzenleyip PKK'ye şu kadar kayıp verdirmek olmadığı yeterince net olarak görülmektedir. Aslında; ordu, böylesi bir harekâtla PKK'yi bütün bütüne hazırlıksız yakalamanın neredeyse olanaksız olduğunu artık kendi tecrübeleriyle öğrenmiştir.
Nihayetinde, büyük ve düzenli bir kütle oluşturan ordu gücünün, belirli bir yığılma sağlamadan ve gözle görülebilir hazırlıklar yapmadan bu çapta bir harekât düzenleyemeyeceği açıktır. Böyle bir hazırlık evresi, özellikle 35 bin askerle büyük bir operasyon düzenleniyorsa, mutlaka gereklidir ve dolayısıyla gerilla tarafından dolaylı olarak bir biçimde gözlenebilir bir durumdur.
Hatta bu gerçek bir yana, önceden bilgi almasa bile, bir gerilla hareketinin, düzenli bir ordu gibi baskına uğratılmasının ve imhasının çok mümkün olmadığı artık TC planlamacılarının bildiği bir olgudur. Çünkü, boyalı basının verdiği yanlış bilgilerin tersine "kamp" denilen yerler de öyle vazgeçilmez-terkedilmez yerler değildir gerilla için. Zaten Lübnan süreçlerinden yoğun deneyim sağlamış gerilla güçlerinin bu konuda kendi önlemlerini aldığı kesindir. Yani, tamamen bilgisiz olunan bir durumda bile gerillanın salt kendi günlük önlemleri kampların az bir kayıpla boşaltılması için yeterlidir.
Yine salt resmi bilgilerden edinilen somut izlenim, gerillanın çok klasik ve çok mantıklı olan yolu seçtiği, yani çok ağır çatışmalara girmeksizin ordu birliklerinin hantal ilerleyişini izlediğidir. Böylesi büyük bir düzenli ordu harekatı karşısında dünyanın bütün gerilla güçlerinin yaptığı da bundan farklı bir şey değildir zaten. Küçük çatışmalarla çekilmek ve ordunun bataklığa doğru girişini izlemek...
Bütün bunlar, ordu tarafından da bilinmeyen gerçekler değildir. Zaten operasyon sonrasında verilen resmi bilgiler de bunu doğrulamaktadır. PKK'nin kayıpları olarak açıklanan resmi ölü sayılarının bu çapta bir operasyon için "önemsiz" olduğu burjuva yorumcularının da ortak düşüncesidir. Verilen bu kayıp sayıları, "bitireceğiz" edebiyatına hiç de denk düşmemektedir. Öyle ki, bu ölü sayısı PKK'nin silahlı gerilla sayısıyla oranlandığında ortaya garip bir durum çıkmaktadır.
Kaldı ki, gerilla kaynaklarının verdiği bilgiler, bu resmi rakamlardan çok farklıdır. Gerilla kaynaklarının bilgileri, durumu aşağı yukarı tam tersine çevirmektedir. Bu kaynaklara göre, ordunun kayıpları büyük miktarlardadır, buna karşılık ise harekâtı önceden haber almış olan gerillanın kaybı son derece önemsizdir...
Ama her ne olursa olsun, gerilla kaynakları ile ordunun resmi bilgilerini harmanladığımızda; hatta salt resmi bilgileri dikkate aldığımızda bile, operasyonun "PKK'yi bitirmek" açısından pek parlak bir sonucunun olmadığı görülmektedir.
Operasyonu düzenleyen siyasi iradenin bu durumu bilmemesi ve baştan kestirmemiş olması, önceki deneyimler düşünülürse, doğrusu hiç mantıklı değildir.
Öyleyse, bu kez yapılan işin daha farklı amaçları olduğu, en azından bu açıdan, söylenebilir ve bu hiç de kehanet olmaz. 35 bin askerlik bir güçle Irak içlerine dek girmenin başka mantıklı bir açıklaması da yoktur zaten.
Bu kez TC için, PKK'ye verdirilen kayıpların gerçekten de çok fazla önemi yoktur. Bu kez amaçlanan, daha derinlikli ve kalıcı bir durumdur.
Kalıcı bir güvenlik!... TC'nin bu seferki Güney operasyonuna yüklediği genel misyon budur.
Bunun nasıl ve hangi araçlarla yapılacağından da önemli olan, amacın kendisidir. TC, bu kez nispeten daha köklü ve dengeleri hesaplayan bir çıkış yapmış ve yine kendi açısından ciddi bir "fiili durum" yaratma hedefine yönelmiştir. Burada, resmi demeçlerde ya da basına sızdırılan söylentilerde olduğu gibi, bu "güvenli bölge"yi Türkiye'nin bizzat oluşturması önemli değildir. Hatta bunun çeşitli riskleri de devlet tarafından bilinmekte, sezilmektedir. Türkiye, bu durumda tek başına bir "tampon" kurmanın tehlikelerine katlanmaktan çok, emperyalist dünyayı çözüme zorlayan bir dayatma tarzında olaya yaklaşmaktadır. Bir tür şantaj sözkonusudur bu kez. Şantajın kendi içinde çeşitli alternatifler vardır. Örneğin, Saddam'ın bir biçimde zincirlerinin çözülmesi ve bölgeye inmesinin sağlanması da bir alternatif olarak satır aralarında ifade edilmektedir. Saddam'ın, Kürtlerin ezilmesi sürecinde eşi bulunmaz bir müttefik olduğunu tabii ki Türkiye bilmektedir. Zaten aslında Körfez Savaşı sonrasında bölgede oluşan otorite boşlukları da Türkiye için rahatsız edicidir.
Ya da, belli başlı emperyalist güçler tarafından bölgede güvenli bir "tampon" yaratılması... Bir başka alternatif de budur.
Ve işgal... Yani doğrudan Türkiye'nin kendisinin bu bölgeyi denetimine alması, bölgede derinlikli bir tampon kuşak oluşturması...
Sonuç olarak Türkiye'nin derdi bellidir. Türkiye, Güney Kürdistan'ın hangi biçimde olursa olsun denetime alınmasını istemektedir. Ve bugün yaptığı, ortaya fiili bir durum koyarak, şu ya da bu biçimde bir çözümü zorlamaktır. Türkiye, bunu tipik bir İsrail tavrıyla yapmaktadır. Önce saldırganca bir tutumla fiili durum yaratmak, sonra da politik çözümler talep etmek bu yöntemin başlıca çizgisidir. Bölgede oluşmuş olan garip güçler boşluğu ve saldırgan eğilime yıllardır yakılan yeşil ışık böylesi bir saldırganlığa uygun ortam yaratmıştır. Böylesi koşullarda Türkiye, yalnızca sömürgeci bir güç olmaktan çıkmış, giderek bölge haydutu rolünü de benimsemeye başlamıştır. TC, artık çok pervasızca kendi sınırlarının ötesine burnunu sokabilmekte ve bunu yaparken sırtı sıvazlanmaktadır.
Bugün yaratılan fiili durum da hem böylesi bir yeni rolün eseridir hem de bu rolün bir şantaj aracı olarak kullanılmasıdır.

BASINA VE KAMUOYUNA

Devlet, 20 Mart 1995 günü 35 bin kişilik askeriyle havadan ve karadan Irak Kürdistanını işgal etti. Türkiye Kürdistan'ında yaptığı katliamlar, köy yakmalar ve göç ettirmelerden sonra Irak Kürdistanı'nda Kürt Ulusu'na yönelik yeni bir katliama girişmesi uzun zamandan beri hazırlığı yapılan bir planın sonucudur.
Kürt Ulusu, önce gerici Saddam'ın, şimdi de faşist TC'nin bombalarıyla yok edilmek isteniyor. Ve bunda emperyalistlerin, esas olarak da ABD'nin onayı var, Ortadoğu üzerinde çıkar dalaşına giren emperyalistler, Kürt Ulusu'nun kaderiyle oynuyorlar. Bunda da işbirlikçilerini kullanarak emellerine varmak istiyorlar. Bu anlamda özellikle ABD, TC'yi ikinci bir İsrail olarak Ortadoğu'da konumlandırmak çabasındadır.
Tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde boğazlanmak istenen bir ulus var. Boyalı burjuva basın, katliamı özenle gizlemeye çalışmaktadır, O anlamda devrimci- demokratik kamuoyu ve sosyalist basın buna karşı sessiz kalmamalı ve emperyalistlerin desteğiyle Irak Kürdistanı'nı işgal eden katliamcı faşist TC'yi teşhir etmeli, ordusunu derhal çekmesi yönünde harekete geçmelidir.
Biz aşağıda imzası olan dergiler tüm emekçi kamuoyunu, Kürt Ulusu'na karşı yürütülen haksız savaş içerisinde sınıf savaşımına dönüştürmeye çağırıyoruz.
Alınteri, Atılım, Barikat, Devrim, Devrimci Mücadele, Devrimci Yaşam, Direniş, Jiyana Nü, Kaldıraç, Kızıl Bayrak, Medya Güneşi, Newroz, Odak, Özgür Gelecek, Sosyalist Alternatif, Sterka Rızgari.

Bütün politik demeçler incelendiğinde, birbirini çelen açıklamaların tümünden çıkan sonuç, Türkiye'nin aslında çok belirgin bir alternatifinin olmadığı, tek derdinin Güney Kürdistan'da "güvenlik" olduğudur.
Kuşkusuz, şantajın sonuncu ayağı, Türkiye'nin bölgede kendi askeri gücüyle bir tampon bölge oluşturmasıdır. Ama bu olasılık, doğrusu böyle bir formülü savunanlar tarafından da pek sevimli bulunmamaktadır. Çünkü, bu açıkça bir bataklıktır. Bataklığın bugünden görülmemesi de imkansız gibidir. Türkiye'nin, tampon bölge konusunda kendisine örnek aldığı İsrail tarzı da Güney Kürdistan sözkonusu olduğunda çok geçerli değildir. İsrail'in Lübnan'daki devrimci güçlere karşı yarattığı "tampon bölge" örneği, herşeyden önce, arazi yapısı bakımından Güney'deki durumdan farklıdır. Güney Kürdistan'daki müthiş engebeli yapı, bölgenin tümden denetime alınmasını neredeyse imkansız kılmaktadır. Ama bundan da önemlisi, Filistin hareketi ile Kürt direnişi arasındaki farktır. Sınır bölgesinde "güvenlik şeridi" oluşturan İsrail'in asıl işgal bölgesinde ciddi bir gerilla hareketi yoktur. Gerçi, Gazze'de ve diğer yerlerde kitlesel kaynaşma hep vardır ama yine de savaşan bir gerilla gücünden sözedilemez. Oysa, Güney'de bir "güvenlik şeridi"nden sözeden Türkiye'nin, kendi sınırları içinde çok ciddi bir gerilla gücü dağlarda konumlanmış, savaşmaktadır. Aklı başında herkes PKK'nin "sınır ötesinden gelip eylem yapan bir vurkaç çetesi" olmadığını, artık bütün sömürge parçalarındaki Kürt halkının içinde ciddi bir politik güç olduğunu bilmektedir. Yani, Kuzey Irak sınırının tam istendiği gibi kapatılıp denetime alınması halinde bile bu sınırın iç tarafı, TC açısından güllük gülistanlık değildir.
Kaldı ki, tampon bölgenin gerçekte mümkün olup olamayacağı da çok tartışılır bir konudur. Bölgede karakollar kurulması, haberleşme ağının oluşturulması sonuçta teknik unsurlardır ama politik açıdan olayın kendisi bir bataklıktan ibarettir. Sonu karanlıktır... Sonu, bitmez tükenmez gerilla saldırıları sonucunda gitgide daha fazla sayıda gücün bölgeye yığılması ve bunun bir kısır döngü halinde devamıdır. Üstelik, bu kez artık TC'nin içinde bulunduğu konum, sözcüğün uluslararası hukuk anlamında da, tam bir "işgalci" konumudur. Kendi sömürgeci sınırlarını da aşarak, bu kez düpedüz bir başka sömürgeci devletin resmi sınırlarına giren ve orada güçlerini kalıcılaştıran bir Türkiye, böylece sonu gelmez yeni bir kaosun içine atılmış olacaktır. Ki, böylece bir anlamda birleşik bir Kürdistan davasına da uzun vadeli bir katkı yapılacaktır.

TC GÜNEY KÜRDİSTAN'DAN ELİNİ ÇEK!
TC, sömürgeci militarizmi, Newroz'la birlikte Güney Kürdistan'da büyük bir işgal hareketine girişti.
Resmi rakamlara göre; 35 bin asker, 14 savaş uçağı, helikopterler, tanklar, panzerler ve diğer gelişmiş savaş gücüyle Güney Kürdistan'da gerçekleştirdiği işgal eylemini Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonu olarak sunuyor.
İşgal, her ne kadar "sınır ötesi" güvenliğin sağlanması olarak sunuluyorsa da asıl amaçlanan; Kuzey Kürdistan'da, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesine önemli ölçüde ivme kazandıran gerillaları üslerinde imha etmek ve yüzbinlerin kanı pahasına oluşturulan "Kürt Federe Devleti"ni yıkarak, Güney Kürdistan'ı Irak yönetimine bağlamaktır.
Gümrük Birliği vizesinin üstünden birkaç gün geçmeden TC'nin sivil faşist güçleri Türkiye metropollerini karıştırdı. Kürtlerin çoğunlukta oturduğu Gazi Mahallesi'nde 35 insanın ölümüyle sonuçlanan provokasyon hareketinin ardından Güney Kürdistan operasyonlarının başlaması dikkat çekicidir.
Kürdistan'a yönelik bu saldırılar, Kürdistan Özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini durduramaz. Halkların kardeşliğine ve Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesine yönelik, TOPYEKÜN SALDIRILARA KARŞI, TOPYEKÜN DİRENİŞ'le karşılık verilmelidir.
Bizler, ulusal ve toplumsal mücadelenin Kültür ve Sanat Cephesi çalışanları olarak gerçekleştirilen bu işgal harekatını protesto ediyor, kamuoyunu bu saldırı karşısında direniş mevzilerine çağırıyoruz.

TC'NİN İŞGALCİ, SÖMÜRGECİ MİLİTARİST POLİTİKALARINA KARŞI MÜCADELE BAYRAĞINI YÜKSELTELİM!
YAŞASIN HALKLARIN MÜCADELE BİRLİĞİ!
KÜRDİSTAN'DA ASKERİ İŞGALE SON! YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!

ARYA KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ -İstanbul Grubu-
GENÇ EKİN SANAT MERKEZİ
ESENLER KÜLTÜR MERKEZİ
MEZOPOTAMYA KÜLTÜR MERKEZİ
EMEKÇİ KADINLAR BİRLİĞİ KÜLTÜR SANAT MERKEZİ

Sonuç olarak, neresinden bakılırsa bakılsın, işin sonu TC açısından karanlıktır, çıkmaz bir sokaktır.
Ama çıkmaz sokaklar TC'nin kaderidir artık. Önlerinde başka yol yoktur. Egemen güçler, tercihlerini artık alternatiflerin çeşitliliği ortamında değil verili koşullarda yapmaktadırlar ki, bu aslında farklı çıkmaz sokaklar arasında tercihler yapılması anlamına gelmektedir.
Bizim açımızdan, burada asıl olan önemli nokta, Türkiye egemen güçlerinin bu saldırganlığına zemin teşkil eden gücü ve zamanı nereden bulduğudur. Türkiye cephesi açısından canalıcı nokta tam burasıdır. Bu ölçüde büyük maliyetleri olan bir savaşı sürdürdüğü halde yine de iktidarda kalmayı becerebilmek mevcut hükümetin bir marifeti filan değildir. Aksine, bugünkü politik kadroların, TC tarihinde en az prestije sahip olan kadrolar oldukları ve aynı ölçüde yeteneksiz oldukları çok nettir. Ama buna karşın, böylesi bir politik kadro, ekonomisini savaşa endekslemiş bir ülkede, milyonların her gün daha fazla yoksullaştığı bir ülkede iktidarda kalabilmektedirler.
Açıktır ki, onlar bunu büyük ölçüde bize, devrimci harekete borçludurlar. Bu, artık o kadar nettir ki, görmemek körlüktür. Devrimci hareketin tıkanmışlığı ve iradesini örgütleyip sürece sokmaktaki açık beceriksizliği, mevcut iktidar güçlerinin rahat davranışlarının esas temelidir. Dünyada hiç bir politik iktidar bir başka ülkenin toprağına saldırdığında kendi metropollerinin sokaklarında bu ölçüde rahat olmamıştır. Bu rahatlık onlara büyük bir pervasızlık vermektedir.
Bu tıkanıklık artık herkesin canına yetmiştir. Türkiye cephesindeki irade eksikliği artık bütün tahammül sınırlarını zorlamaktadır.
Ve ancak bu boşluk giderildiğinde, ancak bu tıkalı kanallar açıldığında, bazılarının ortalıkta başkomutan edasıyla dolanması önlenebilecek; egemen güçler koalisyonu, bir adım atarken kırk kez düşünmek zorunda kalacaktır.
Üzerinde durulması gereken esas nokta, kavranması gereken esas halka budur bugün. Ortadoğu'nun yeniden biçimlenişinin anahtarı da bu eşiğin aşılması noktasında yatmaktadır.





 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92