Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Gazi'den başlayıp başta Ümraniye olmak üzere İstanbul kentinin bütününü sarsan ve hatta tüm ülke kamuoyunu canlandıran olaylar dizisi bugün artık bir ölçüde soğumuş bulunuyor. Devrimci güçlerin son bir kaç yıldır süren karamsarlığına da bir anlamda karşılık teşkil eden kitlesel gösteriler süreç içersinde yavaş yavaş durulmuş ve bir değerlendirme yapabilmenin koşulları daha fazla belirginleşmiştir. Gerçekten de Gazi'den başlayan ve kenti/ülkeyi etkileyen direniş, kendi içinde çok önemli ve geleceğe taşınabilir sonuçları barındırmaktadır.
Bugün, olayların bütününe bakıldığında bu derslerin en azından bir bölümünü kaba başlıklarla özetlemek mümkündür.
***
Yıllardır dinleyip durduğumuz şu "modası geçmiş ideolojiler" şarkısı, bugün, Gazi'den sonra, artık ne kadar da yavan geliyor hepimize... Bıkmıştık onca yıldır hep aynı şarkıyı dinlemekten... Sokak barikatları Tariş'ten sonra unutuldu sanılıyordu, öyle söyleniyordu genç kuşaklara; aradan geçen onbeş yılın herşeyi öğüttüğü, toplumun atomize edilmesi işleminin başarıyla tamamlandığı ve "sol" denilen şeyin bir avuç "dinozor" tarafından sürdürülen bir nostaljik saplantı olduğu her gün kafamıza kafamıza vuruluyordu. Sosyalist örgütlerin adı "yeniden toparlanmaya çalışan çete artıkları"ydı ve "sağduyu" sahibi halk kitleleri de artık onların "oyunlarına" düşmüyorlardı... Daha doğrusu, halkımız, artık toplumsal çıkar ve duyguları değil, salt bireysel kaygılarını düşünme biçimindeki yeni düzen felsefesini tümüyle benimsemişti!...
Yüzeyden bir değerlendirmeyle bakıldığında gerçekten de çok haksız değildi bu saptamalar. Görünen buydu çünkü. Ama öte yandan aynı saptamalar, görünenin altında, daha derinde olan bir şeyleri ihmal ediyordu. Gazi'yle başlayan olayların kanıtladığı en önemli gerçeklik işte buydu. O derindeki şey, yani insanımızın toplumsal dava için harekete geçebilme yetisi, hiç de sanıldığı ya da gösterildiği gibi tümden ölmemişti. Bir devrimci potansiyel, orada, sokakta ve evlerde birikip duruyordu.
Bütün yaşananlardan sonra, geriye dönüp baktığımızda gördüğümüz en önemli olgulardan biri şüphesiz özellikle İstanbul kentinin süreç içinde ortaya koyduğu bu enerjidir. Adeta gizli bir enerjidir bu, her zaman çok açıklıkla görünmeyen ama patlamalarla kendi varlığını kanıtlayan bir enerjidir.
İzinli mitingler yapılır örneğin İstanbul'da... Kural olarak bu mitingler daha güvenli mitinglerdir ve bu çerçeveden bakıldığında böylesi mitinglere katılımın çok yüksek olması beklenir. Bu beklenti haklıdır kuşkusuz. Devlet terörünün altında iki büklüm olmuş kaygılı insanların izinli mitinglere rağbet etmesi çok doğaldır, doğal sayılmalıdır. Ama nedense durum pek böyle değildir. Belki bu sonucun oluşmasında mitingleri düzenleyen DKÖ'lerin hataları da rol oynamaktadır, belki başka faktörler de vardır ama kesin olan şey, bu türden mitinglerin çoğu kez çok canlı ve kalabalık olmadığıdır.
Oysa, Gazi olayları sırasında düzenlenen bütün gösteriler tamamen yasaları zorlayan ve riskli gösteriler olduğu halde toplanan kalabalıklar çok şaşırtıcıdır. Süreç boyunca, hiç küçümsenmeyecek insan toplulukları sokağa taşmış ve yasal bütün çerçeveleri takmadan yürümüştür. Büyük şatafatla ilan edilen sokağa çıkma yasağının Gazi'de bir dakika bile uygulanamamış olması, halk tarafından adeta "sokağa çıkmama yasağı" gibi algılanması çok çarpıcı olmuştur. (Tabii ki buna Ankara'daki çok önemli çatışma da mutlaka eklenmelidir) Böylece, yıllardır sindirilmek için binbir yönden kuşatılmış olan kitle hareketinin aslında çok da zayıflamamış olduğu gözler önüne çıkmıştır.
Ayrıca daha önce defalarca kanıtlanmış bir gerçeği de bir kez daha vurgulamak gereklidir; bu ülkenin yasaları, daha doğrusu yasaların uygulanışı, kesinlikle sokağa çıkan insan sayısına, bu insanların kararlılıklarına ve yaşanan konjonktürel duruma bağlıdır. Bir hafta boyunca süren gösterilerin bir teki bile yasal prosedüre uygun olmadığı halde tamamen siyasal duruma ve kitlenin durumuna bağlı olarak fiili bir durum yaşanmıştır ve bu yine son sürecin önemli derslerinden biridir.
Şüphesiz sözkonusu olaylarda Alevilik gibi faktörlerin de etkisi vardır. Ayrıca, bir katliamın arkasından insanların duyduğu büyük öfke ile normal zamanda düzenlenmiş bir mitingin ruh hali de elbette kıyaslanamaz.
Ama herşeye karşın yine de sanırız bir saptama olarak İstanbul'un içinde barındırdığı bu potansiyeli bir kenara not düşmek gerekiyor. İstanbul'da uyanabilir, uyandırılabilir bir sol enerji vardır, bu enerji özellikle can yakıcı bir gündem sözkonusu olduğunda açığa çıkabilmektedir. Bu notu düşmek ve tabii hemen eklemek gerekiyor; gerçekten ciddi bir politik iradenin varlığı koşullarında bu enerjinin bir kaç kat daha yükselmesi mümkün olacaktır.
Yani, açıklıkla söylenebilir; devrimci kesimlerde son beş yıldır etkisini sürdüren, (ve tabii ki bir ölçüde haklı sayılabilecek sebepleri olan) karamsar ruh hali, hiç de gerçek bir somut duruma dayanmamaktadır. Proletaryanın kenti, yeni bir devrimci dalga için yeterli zemine sahiptir ve bu zemin, özellikle gücüyle-politikasıyla güven veren bir devrimci irade tarafından işlenebilirse bütün konjonktürel olumsuzluklara karşın dünyanın bu köşesinde aykırı bir çıkışın ilk adımlarını oluşturabilir.
***
Ama öte yandan, bugünün Türkiye'sinde güç ile güçsüzlüğün, yükseliş ile zaafın birarada bulunduğu da son olaylarda -görmek isteyenler ve kendini ajitasyonun havasına kaptırmamış olanlar için- yeterince net olarak açığa çıkmıştır.
Gerçekten de bir arka plan eksikliği doğrusu hiç bir zaman kendisini böylesine acı biçimde hissettirmemiştir. Duruma derhal müdahale edip hızlı bir çözümlemeyle olayı kentin ve ülkenin bütününe gündemleştiren bir politik alternatifin yokluğu sanırız günler boyunca sokaklarda yürüyen binlerce insanın en büyük yarası olmuştur. Yalnızca sokaktaki kitlelerin somut hedeflere yöneltilmesi ve organize edilmesi anlamında değil, doğru seçilmiş kadro eylemleriyle de sürece müdahale edecek bir güç insanların en çok özlemini duyduğu unsur olmuştur. Binlerce insanın hep bir ağızdan haykırdığı "adalet" isteminin karşılanamamış olması, daha doğrusu devrimci hareketin bu istemi karşılayacak bir kapasiteden uzak olması hazin bir eksikliktir. İnsanlar, sokaklarda yürüyen, cenazelerini omuzlayıp taşıyan insanlar, hangi siyasi görüşü benimsiyor olurlarsa olsunlar, bunu içtenlikle istemişler, tam içlerinde hissetmişlerdir. Bu, bir öç isteği de değildir, müdahale eden bir gücü, karşılarındaki gaddarlıkla boy ölçüşebilecek bir maddi gücü istemişlerdir. Bu anlamdadır ki, Keçeciler'in meclis kürsüsünden hükümete yönelttiği "bu İşler hazırlanıp olurken devletin istihbaratı neredeydi?" eleştirisi (ki kuşkusuz burjuva politikasının demagojik bir eleştirisidir bu) belli bir oranda ve belli bir açıdan devrimci hareket için de geçerlidir.
Gerçekten de bugün dönüp bütün sürece bakıldığında, böyle bir iradi müdahale gücünün önemi tüm çıplaklığıyla hemen anlaşılabiliyor. Örneğin devlet teröründen de ötede önem taşıyan medyatik çarpıtma kaosunun aşılabilmesi ancak böyle bir genel politizasyon ile mümkündü. Özgün ve güncel dalavereler her ne olursa olsun, provokasyonun genel amacının devrimci muhalefeti boğmak olduğu doğruysa eğer, kuşkusuz buna verilebilecek en doğru karşılık da bu muhalefeti örgütlü kılıp doğru hedeflere yöneltmekti. Oysa işte tam da bu açıdan devrimci hareket son olaylarda bütün zayıflığını sergilemiştir.
Aklı başında hiç kimse bu gerçeği salt ajitasyonla örtemez, örtmemelidir. Olayların seyri sırasındaki yerel örgütleme biçimlerinden sözetmiyoruz, o konuda insanların deneyimler ölçüsünde bir şeyler yapmaya çalıştığı biliniyor. Oysa, gerçekte kanayan yara daha genel ve kapsamlıdır, görülmesi gereken de budur zaten. Gazi olaylarına ister "ayaklanma" diyelim, isterse "ihtilal" bu gerçek değişmemektedir. Düşmanın ezici terör gücü karşısına halkın iradesini kendisinde toparlamış bir maddi gücün dikilmesi ve böylece bir devrimci güven ortamının yaratılması hâlâ önümüzde duran en önemli görevdir. Bu, kitleler adına savaşmak değildir, ama bütün devrimci kitle hareketinin güvenli arka planını oluşturmaktır.
***
Bu, güç demektir, Güç ise rahatlık ve esnekliktir. Kendine güvenen, organize bir iradi gücün hiç kuşkusuz böyle bir esnekliği de varolacaktır.
Son olaylar sırasında ortaya çıkan bir başka eksiklik de bu konudaydı. Bütün kitle hareketlerinin en önemli unsuru olan "hedefin somutlaştırılması" konusunda gerçekten de ciddi eksiklik yaşanmıştır. Devrimci güçler, bu türden olaylarda çoğu kez tahammül edilmez ölçülere varan bir "genel" söylemden vazgeçmemektedirler. Yaşanan olayın bütün somutluğuna karşın devrimcilerin hedef sloganları ya da eylem talepleri yine de çok genel bir çerçeveden aşağıya inmemekte ve bütün kitlelerin tepkisinin, somut bir talep halinde tek bir zincir halkasına yöneltilmesi, tüm güçlerle yüklenerek o halkanın koparılması ya da en azından yıpratılması gündeme alınmamaktadır. Öyle ki devrimciler bu tür olaylarda bazen her tarafa birden yumruk atan bir boksör görünümü çizmektedirler.
Mutlaka esas sorumluyu vurgulamak! Genellikle kaygı budur ve daha alt bir talep ya da vurgu insanlara adeta "reformizm" gibi görünmektedir. Örneğin, somut, bilinen bir sorumlunun (Bakan, Vali, Em. Müdürü, vb..) görevden alınması ve yargılanması talebi daha çok bu bakımdan rağbet görmemektedir. Çünkü, böyle bir vurgu, insanlara bütünsel hedefin (devlet, sermaye,vb..) bulanıklaşması gibi görünmektedir.
Oysa, reformizm, bir savaşmama halidir. Kitlelerin istemlerini geçici avuntulara mahkum etme halidir. Kitleleri bir güncel talebin gerçekleşmesi halinde durumun düzeleceği yalanıyla kandırma durumudur. Ve bu durum, devrimci hareketin kitle eylemi sırasında kendisine somut hedefler seçip taktik olarak onlara yüklenmesinden farklıdır. Devrimci hareket yine bütün olayların arkasındaki esas unsuru açığa çıkarır, onu vurgulayıp siyasi gerçekleri açıklar ama bunun yanında çok elle tutulur hedefleri de öne sürüp kitleleri yönlendirebilir. Bu mümkündür.
Tabii ki böyle bir canlı hedef seçildiğinde "katliamın sorumlusu yalnızca örneğin A kişisi midir?" gibi bir soru sorulabilir. İlk bakışta haklıdır da bu soru. Ama bir başka açıdan bakıldığında da katliamın sorumluluğu aslında Clinton'a ve hatta kapitalist sisteme dek gider ve sonuçta öyle bir noktaya ulaşırız ki, elimizde "Kahrolsun Kapitalizm-Yaşasın Sosyalizmden" başka slogan ve vurgulama biçimi kalmaz ve biz fazlasıyla genel konuşan insanlar oluruz.
Oysa sorun, tek bir ağızdan bütün kenti sarsacak ölçüde güçlü olarak haykırılan bir baş talep sorunudur. Sorun, kitlelerin tepkisinin bütün gücüyle vurabilmesi için hedefi daraltmak ve sözkonusu hedef bu vuruşla yıkılmasa bile önemli bir yıpranmaya yol açmak sorunudur ve bu taktik eğer insanları boş umutlara yöneltmiyorsa, işin genel yanına özen gösteriliyorsa, hiç de yanlış değildir.
Ama bütün sorun nedir? Bütün sorun yalnızca, devrimci güçlerin olaylara dar bakması filan değildir. İşin kökeninde yine yukarıda açmaya çalıştığımız müdahil irade sorunu vardır, dolayısıyla güç sorunu vardır. Devrimci güçleri "genel" söyleme daha çok iten esas faktör onların örgütlü yapılarının mevcut halinin eksikliği ve zayıflığıdır. Böyle bir zayıflık hali, sağa ya da sola kayma endişesini daha boyutlandırmakta, ancak güç sahiplerine has olabilen bir iç-güvenden yoksun olma durumunda da genel slogan ve vurgular herkese daha garantili bir yol gibi görünmektedir.
***
Süreçteki belki en önemli eksiklik, yine yukarıda anlatılmaya çalışılan temel zafiyete bağlı olarak bütün tepkiyi bir potaya toparlayabilecek merkezi gösterilerin organize edilememesiydi. Eğer, provokasyonun/saldırının asli ve genel amacı devrimci güçlerin sindirilip dağıtılmasıysa, buna verilebilecek en anlamlı yanıtın İstanbul'daki bütün devrimci güçleri biraraya getirecek dev bir gösteri, örneğin merkezi bir cenaze töreni olduğu konusunda öyle sanıyoruz ki kimsenin ciddi bir itirazı yoktur. Ama buna karşın, böylesi bir organizasyon başarılamamıştır. Cenazelerin Gazi Mahallesi ya da Alibeyköy gibi nispeten tecrit edilmiş bölgelerde kaldırılması gerçekten de onbinlerce duyarlı insanı bir anlamda boşa düşürmüş, yörelerde gelişen (tabii ki hiç küçümsenmeyecek kalabalıkları biraraya getiren) gösteriler ise böyle bir genel gösterinin işlevlerini yerine getirememiştir.
Gazi'de direnen güçler, bu doğrultuda bir politika izleyemezler miydi? Kimseye haksızlık etmek istemiyoruz bu soruyu sorarken. Kuşkusuz bunun sayısız güçlükleri vardı. Öncelikle -Gazi'deki süreci izleyenlerin bildiği gibi- yorgunluk vardı. Üç gün boyunca sokaklarda, barikatlarda bekleyen insanlar "cenazelerin verilmesi" gibi bir meşru talebe dayanmışlardı ve cenazelerin verilmesinin kabulünden sonra da yeni bir politika saptamak pek kolay değildi. Tabii ki örneğin ailelerin merkezi törene iknası gibi ciddi bir sorun da vardı ve ayrıca devletle pazarlıklar yürüten başka güçlerin de ekarte edilmesi bir başka önemli problemdi. İşin başından beri bu güçler kitlenin nabzını düşürmeye, ortaya yaydıkları panikçi havayla insanları etkilemeye çalıştılar. Üstelik, devletin "alevi cemaatının temsilcileri" olarak başından beri bu güçleri muhatap alması ve iki tarafın elbirliğiyle devrimci güçleri tasfiye etmeye uğraşması bir başka somut gerçekti. Bütün bu karmaşa içersinde cenazelerin bekletilmesi ve merkezi bir noktadan kaldırılması bir dizi güçlüğün aşılmasını gerektiriyordu.
Bütün bunlar, şüphesiz anlaşılabilir nedenlerdi. Ama, bütün bunlara eğer Gazi'de direnen güçlerin bir tür dar görüşlülüğü eklenmişse, işte tam orada gerçekten ciddi bir sorgulama gereklidir. Kuşkusuz onca zamandır direnen insanların cenazeleri de kaldırma hakları tartışılmazdır ama burada bir bakış sorunu da vardır. Yaşayan herkesin bildiği gibi, bu süreçte İstanbul'da çok rahatça yüzbin kişilik bir cenaze töreni yapabilmenin koşulları mevcuttur ve böylesi dev bir yanıt imkânının yitirilmesinde bu türden bir dargörüşlülüğün birazcık da olsa etkisi varsa gerçekten çok düşünülmelidir.
***
Aynı süreç, medya denilen şu kocaman yalan mekanizmasının nasıl büyük bir etkiye sahip olduğunu ve solun bu konuda ne kadar zayıf bir konumda olduğunu da bir kez daha gözler önüne serdi. Bırakalım başka kentleri, başlı başına dev bir metropol olan İstanbul'da bile insanların çok büyük bir bölümü olayları yine medyanın çarpıtma mekanizmalarından öğrenmek durumunda kaldılar. "Provokatörler" edebiyatından, "tahrik olan polisler"(!) üzerine hikayelere dek bütün iğrenç yalanlar sıradan insanların evlerine ekranlardan yayıldı ve egemen güçler bu denli net bir durumda bile herşeyi çorbaya çevirmeyi yine de başarabildiler. Sözgelimi, İsmetpaşa Caddesi'nde beşbine yakın insan toplanmış dururken TV haberlerinde "...şu anda Cemevi önünde 100 kişilik bir grup bekliyor" gibi şeyler söylenebildi. Ya da Gazi'de çoluk çocuk herkes sokaktayken TV'lerde "sokağa çıkma yasağının uygulandığı"ndan sözedilebildi. Birkaç yüzü atkılı fotoğraftan "provokatör" masalları üretildi.
Şüphesiz devrimci hareket bütün bu yaşananları da değerlendirmeli ve belleğindeki çözümlenmesi gereken sorunlar hanesine kaydetmelidir. Ve tabii ki, devrimci hareket buradan esas sorunun güç sorunu olduğu sonucunu da çıkarmalıdır. Ancak çok net hedeflere yönelindiğinde ve güçlü potansiyeller sokağa taşındığında medyanın zehirli etkisinin bir ölçüde kırılabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır.
***
Tabii ki aynı güç eksikliği durumu, kavramların abartılması ve zorlanması eğiliminin de temelini oluşturmaktadır. Sözgelimi Marksist terminolojide belirgin ve tanımlanmış bir yeri olan "ayaklanma" kavramının böylece zorlanarak Gazi olayları sürecine denk düşürülmek istenmesini başka türlü açıklamak pek mümkün değildir. Gazi olaylarının önemi ve kitle hareketinin tarihinde şimdiden tutmuş olduğu yer biliniyor. Şüphesiz, verilen şehitlerin sayısından, direnişin sertliğinden ve vahşetin boyutundan öte bir şeyle karşı karşıyayız bu olaylarda. Uzun süredir bastırılmış olan, 87-89 sürecinden beri devletle çok doğrudan karşı karşıya gelmeyen kitle hareketinin umut verici bir canlanışından sözetmek gerçekten de çok mümkündür. İşin içinde alevi boyutu da olsa, bu olgu yine de çok önemli, çok umutlandırıcı bir gelişmedir. En azından bu kez daha fazla riske girmeye hazır bir kitle vardır ve bu çok önemlidir. Ama, bütün bunlara karşın "ayaklanma"dan sözetmek, yine de hem olayları, hem de kavramın kendisini zorlamak demektir. Hele böyle bir kavramın ardından, "devrimin de işte böyle gelişeceği" gibi bir sonuca, yani "böylesi ayaklanmaların arkası arkasına eklenmesiyle" devrime ulaşılacağı sonucuna varırsanız, bu çözümleme, gerçekliğin bir çok unsurunun ihmal edilmesine yol açmaktan başka bir işe yaramaz. Politik tırmanışa denk düşen, onun önünü açan ve onunla karşılıklı uyum içinde gelişen bir maddi-askeri gücü büyütmediğiniz koşullarda, sert çatışmalar da içerse kent direnişleri ve gösterilerinin ucuca eklenmesi politik iktidar deviren bir "ayaklanma" noktasına hiç bir zaman ulaşmayacaktır. İşin doğrusu, bir yan askeri aparat olarak değil de halk ordusunun bir nüvesi olarak gerillayı çalışmasının merkezine koymayan bir devrimci hareketin böylesi bir kesintisiz ayaklanmalar noktasına ulaşması da mümkün değildir.
***
Son olarak, Gazi'deki direnişin yönlendirilmesi sırasında bölgedeki örgütlü güçlerin durumu ve hataları sevapları üzerine çok kolayca konuşmanın doğru olmadığına inanıyoruz. Şu malum provokasyon edebiyatının etkisiyle katliamın büyümesinin sorumluluğunu hemen sol güçlere yıkanlar olacaktır tabii. Ama doğrusu bütün bu lafebeliklerini çok ciddiye almamak gerekir. Çünkü bu türden gevezelikleri yapanlar aslında Gazi Mahallesi denilen olguyu da tanımamaktâdırlar. Semtin nasıl bir öfkeyle yüklü olduğunu ve nasıl patlamaya hazır bir zemin olduğunu da bilmemektedir soldaki provokasyon tellalları.
Özellikle asıl ölümlerin olduğu ikinci günkü olaylar sırasında mahalledeki örgütlü güçlerin organizasyon ve malzeme açısından çok hazırlıklı oldukları elbette söylenemez. Bu, zaten yeterince net olarak herkes tarafından görülmüştür. Sözgelimi üçüncü gün belki yeni bir çatışma için bazı şeyler daha hazırdır, kitlenin yönlendirilmesinde daha fazla merkezi davranılmıştır. Ama ilk günlerde gerçekten de korkunç bir öfke patlamasıyla sürüklenen olaylar vardır ve devrimci güçler herşeyi de netleyememişlerdir.
Tabii ki bunda olayların alacağı biçimin ve genişleme derecesinin önceden kestirilememiş olmasının da payı vardır. Ama doğrusu bunun bir kusur olduğu da söylenemez. Çok genel anlamda bölgedeki devrimci güçlerin böyle bir hazırlık ve çözümlemesinin olmaması belki bir eleştiri konusudur ama bir kez olaylar başladıktan sonra Gazi'deki örgütlü güçlerin o sıcaklık içersinde mükemmel bir hazırlık ve organizasyon yapması çok da kolay bir iş değildi, bunu görmek gereklidir.
Öte yandan, durumu az çok kestirmek de aslında sorunu tümüyle çözemezdi. Türkiye devrimci hareketinin şehir çalışmalarındaki deneyiminin ne ölçüde eksik olduğu bilinmektedir. Daha doğrusu bu deneyim henüz yeni yeni oluşmaktadır ve 80 öncesiyle de ciddi bir bellek kopukluğu sözkonusudur. Yani, Türkiye, uzunca bir süredir bu tür şeyleri yaşamamıştır, sokaklarında her gün barikat kurulan bir ülke değildir yaşadığımız topraklar. Bütün bu açılardan düşünüldüğünde olayların süreci içinde birşeyleri organize etmeye çalışan insanları, örgütleri, kolayca eleştirmek doğru değildir, üstelik böyle bir eleştiri ahlâki de değildir. Bir çatışmanın içine girmiş insanlar, örgütler, ellerinden geldiğince durumu kotarmaya çalışmışlardır, yani bir anlamda olaylar onlar için de sokak çatışmalarının öğrenildiği bir süreç olmuştur. Kaldı ki aynı süreç bir taraftan da devrimci güçlerin direnişi içerden dağıtmaya çalışan Alevi kalantorlarına karşı resmen sinir savaşı yürüttükleri bir süreç olmuştur ve insanlar o kargaşanın içinde eğri/doğru bir şeyler yapmaya çalışmışlardır. Hatta bu süreçte, bölgedeki devrimci güçlerin, olayı salt alevilik çerçevesinden çekmek ve faşizm/devlet eksenine yöneltmek için hiç küçümsenmeyecek çabalar gösterdikleri de teslim edilmelidir.
Kuşkusuz ajitasyon olsun diye abartılacak bir mükemmellik de yoktur ortada. Yapılarak öğrenilen, öğrenerek yapılan bir iş vardır ve aslında bütün mesele de bundan ibarettir... Sonuçta 30'un üzerinde şehidiyle, hesaba gelmez yaralılarıyla ve hâlâ bulunamayan "kayıp"larıyla çok ciddi bir kent direnişi yaşanmıştır. Doğru sorulardan üretilecek doğru derslerle bu deneyimden geleceğe taşınacak çok şey vardır. Ama dersler çıkarmanın ve yeni direnişlere taşımanın önkoşulu da "mükemmel"lik üzerine daha az konuşmak ve eksikleri-zaafları daha çok görmektir. Bu anlamda sorun basit olarak devrimci güçlerin olayların şu ya da bu noktasında ne yaptıklarından da ötede, genel olarak bütün direnişin geriye ne bıraktığı, bize kendi aynasında ne gösterdiğidir. Yoksa, direnişin içinde gece gündüz didinen insanların özverisiyle ilgili bir tartışma zaten anlamsızdır.
Sorun, çok açıktır... Dersler çıkarmak ve geleceğe taşımak...
Belki de yaşanan bir dönüm noktasıdır. Bu noktaya gelecekte de sık sık bakma gereksinmesi duyacağımız şimdiden kesin gibidir.


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92