Bir
Kaç Uyarı...
"Açıklık" mı?
Seviye Kaybı mı?
|
Bir süredir Türkiye devrimci hareketi içinde siyasi
kaynaşmalar ve bölünmeler yaşandığı biliniyor. Doğal
olarak, solun bütün kesimleri olayları izliyorlar, kendilerince
anlamaya ve belki de kendileri açısından dersler çıkarmaya
çalışıyorlar.
Ve tabii bu süreçler öyle pek kansız kavgasız geçmediğinden,
gerçekten samimiyetle gelişmeleri izleyen devrimci insanlar
ülkenin ve devrimin geleceği açısından kaygı da duyuyorlar.
Devrimci ivmenin zaten istenilen düzeyde olmadığı koşullar
yaşanırken, dipten gelen yeni sempatizan kuşaklarını
canından bezdiren, devrimci olma isteklerini törpüleyen
bu türden olaylar, devrimci cephede onulması güç yaralar
açıyor. Bugünkü kaosun genç insanlar üzerinde yaptığı
tahribatı gidermek oldukça zorlaşmıştır.
Ama bütün bunların ötesinde, çoğu kez gözden kaçırdığımız,
üzerinden atladığımız bir başka tahribat var ki, gerçekten
önemlidir. Onca toz duman içinde asıl yara alan örgüt
fikri ve kutsallığıdır.
Nedense, özellikle son yıllardaki bölünme ve çatışma
süreçlerinde solda birdenbire bir "açıklık"
modası almış yürümüştür. Örgütsel bölünme ve çatışmanın
tarafları (aslında düpedüz faydacı bir mantıkla) tek
tek ulaşılması güç olan taraftar ve sempatizan kitlesine
kendi konumlarını ve haklılıklarını anlatabilmek, dolayısıyla
da onları kazanabilmek için örgütsel sorun ve olayları
en ince ayrıntılarına kadar legal basında "açmayı"
artık bir alışkanlık edinmişlerdir. Artık legal basında
"bir gün ben X ile randevudayken...." diye
başlayan yazılar okumak çok mümkün hale gelmiştir.
Bunun gerçekten bir açıklık anlamına gelip gelmediği
elbette çok tartışılır. "Bizim veremeyeceğimiz
hesabımız yok!" ya da "herşeyi halkın
önünde tartışırız" türünden boş edebiyata sarıp
sarmalanan bu garip anlayış, gerçekte bir "açıklık"
biçimine de denk düşmemektedir. Çünkü, devrimci örgütlerde
ilkesel olan politik açıklıktır, politikanın, devrimci
mücadelenin ideolojik sorunlarının açıkça tartışılmasıdır.
Oysa, örneklerin hemen tümünde gözlenen ortak olgu,
artık herşey iyiden iyiye ayyuka çıktıktan sonra "mecburen"
girilen bir kör tartışmadır. Yani artık gizlenemez hale
gelen bir durum, sürecin bir noktasından sonra insanlara
"mecburen" açılmaktadır ki, burada bir samimiyetten
sözetmek oldukça zordur. "Herşeyi halkın ve
kadroların gözü önünde tartışma" edebiyatıyla
ilan edilen tutum, aslında düpedüz artık olan bitenin
gizlenemiyor olması noktasında ortaya çıkmaktadır. Gerçek
şudur ki, Türkiye solunda, siyasi süreçlerin her noktasında
teorik-politik sorunları tartışma geleneği ve bu tartışmanın
mekanizmaları, kanalları hep zayıf olmuştur. Ve zaten,
soldaki ayrışmaların çoğu da politik olmayan çelişmelerin
ürünü olarak gelişmiştir. Ortaya çıkan yoğun şiddetin
bir nedeni de aslında bu durumdur, işin başından beri
kollektif biçimde politik sorunları tartışma geleneğinin
zayıf oluşu uzunca süre yoğun bir sübjektivizmi biriktirmekte
ve bu birikim patladığında da hemen kendini dayatan
"daha çok insan kazanma" içgüdüsü, şu "açıklık"
denilen şeye neden olmaktadır. Öyle ki, nihai sonuç
olarak örgütün insan unsuru, birileri tarafından "kazanılan-kaybedilen"
şekilsiz bir yığın halinde kendini ortaya koymaktadır.
Bütün bunlar bir yana, "açıklık" diye lanse
edilen bu durumun nasıl sonuçlar yarattığı da çok önemlidir.
Her türden yanlış anlama riskini baştan kabul ederek
çok net şekilde altını çizmek gerekiyor: Örgüt, bir
"mabed"tir... Örgüt, devrimci ilişkilerin
en yoğunlaşmış ifadesi olarak, bu ilişkilerin mabedidir...
O, ulaşılması hem çok kolay hem de çok zor olan bir
kutsallıktır. Bütün bu sözleri hiç de metafizik saçmalıklar
olsun diye söylemiyoruz. Devrimci örgüt, ona sempati
duyan insanların gıpta ile baktığı, içindeki doğru insan
ilişkilerine imrendiği bir alternatif yaşam tarzının
ifadesidir. Ve burada çok sağlıklı bir romantizm de
vardır. İnsanlar, devrimci yaşantıya adım attıklarında
kendilerini örgütlü olmaya motive ederler, örgüt onlar
için yepyeni ilişkiler, yeni bir yaşam ve tam deyimiyle
söylersek bir tür efsanedir. Orada müthiş şeyler vardır,
güzel şeyler vardır, orası düzenin çirkefinin ortasında
sosyalist ilişkilerin adasıdır. Bir genç sempatizanın
duyguları çoğu kez böyledir, hepimiz biliriz bunları.
Bunlar önemlidir. Bunları kaybedersek herşeyimizi kaybederiz.
Kimse bu kadarının idealist bir "mükemmeliyetçilik"
olduğunu, dolayısıyla hayalciliğe denk düştüğünü söyleyip
kendini avutamaz. Özellikle 80 sonrasında yaşanan büyük
erezyonun sonucunda örgüt fikri insanların kafasında
bunca zayıflamışken, devrimci örgüt kendisini mutlak
bir kalite gibi yaşatmak, her zamankinden bin kat fazlalaştırılmış
bir özenle yüksek bir form halinde rafine etmek zorundadır.
Devrimci örgütün görevi ve sorumluluğu budur.
Oysa şimdilerde "açıklık" diye lanse edilen
kördöğüşü, işte tam da bu çok önemli noktayı törpülemektedir.
Artık her şey "açık"tır!... Artık her sol
sempatizan, hatta cebinde dergi alacak 20-25 bin lirası
olan herkes her konuda bilgi sahibi olma (ve tabii fikir
yürütme) hakkına sahiptir!.. Ahmet Mehmet'le filan tarihte
ne konuşmuş, Veli Ali'ye nasıl küfür etmiş, vb.. Otuziki
kısım tekmili birden!...
Hiç abartmıyoruz, isteyen legal basını açıp okusun,
manzara aynen böyledir...
***
Tabii ki birileri çıkıp, "bunun ne zararı var,
insanlar herşeyi bilsin..." diyebilir. Ama bu düpedüz
edebiyattır ve çok önemli iki noktayı gözardı etmektir:
Birincisi; devrimci örgütlerdeki açıklık,
politik açıklıktır. Politikanın üretilmesindeki
açıklıktır. Yoksa, devrimci örgütler, randevulardan,
filan bölge komitesinde filan tarihte konuşulmuş şeylere
dek herşeyi ayağa düşürmek, bütün ilişkilerini (pekala
sempatizanların bile çözdüğü sözde kod isimlerle) çarşaf
çarşaf yayınlamak zorunda değillerdir. Güvenlik sorununu,
bu yayınlar sayesinde düşmana ciddi bilgiler verilmesinin
sakıncalarını bir kalem geçiyoruz, ama çok daha önemli
olan sorun, böylece bütün örgütsel kategorilerin altüst
edilmesi, cebinde 20 bin lirası olan herkesin "fahri
MK üyesi" haline getirilmesidir. Bugün, sözkonusu
hareketlerin herhangi bir sempatizanı o hareketler hakkında
hemen hemen bütün bilgiye sahiptir. "Halkın önünde
tartışmak" adı altında bütün normal kanalları terkedip
doğrudan okura açılan bir kapı işi böyle bir noktaya
getirmiştir. "N’olmuş yani, elbette insanlar bilecek!..”
derseniz, açıkçası bu tam tamına genç insanların duygularının
okşanmasıdır, faydacı mantıkla onların zaaflı yanının
kışkırtılmasıdır. Sorun, insanların olguları bilip bilmemesi
değildir, sorun örgüt fikrinin zedelenmemesidir. Örgütsel
bilgiye sahip olmak, örgütlü olmayı ve onun kanallarını
kullanmayı zorunlu kılar. Yok, eğer tersi bir mantığa
sahipsen, örgüt kurmana da gerek yoktur, bir legal basın
kurumu inşa etmen tümüyle yeterlidir.
Yanlış anlamaya yer vermemek için, net olarak söylemek
gerekiyor: devrimci örgüt bünyesinde tek bir politik
tartışma bile gizli kalmamalıdır. Son tahlilde politikaya
tekabül eden bütün tartışmalar elbette bilinmelidir.
Devrimci örgüt, bunun kanallarını, mekanizmalarını bulup
işletmekle mükelleftir. Ama legal yayın yoluyla herkesi
ve herşeyi eşitleyen bir yöntem, pratikte tek bir sonuca
yol açacaktır: Gevezelik ve örgütlü davranış normlarının
zayıflaması...
Ciddi politik konularda karar alırken aynı bilgilendirme
hassasiyetini göstermeyen yapının, yalnızca bölünme
durumlarında birdenbire "halka açılması” tam da
bu sonuca yol açmaktadır. Çünkü, bu davranışın arkasında
doğrudan doğruya faydacılık vardır.
İkincisi; yine legal basından izlenebilir
"açıklık" edebiyatı altına sığdırılan bu furyanın
en belirgin yanı akıllara durgunluk verecek seviyesizliğidir.
Yeni bir devrimci kuşak bu yayınlarla yetişmekte, siyasi
terbiyesini bu yazılardan almaktadır. Üstelik (bu konuda
herhangi bir araştırma yapılmamış olmasına rağmen) özellikle
bu tür "heyecanlı"(!) yazıların okunma oranının
çok yüksek olduğu da söylenebilir. Dergilerdeki normal
politik yazıları okuma zahmetine pek katlanmayan insanlar,
"yukarıdaki abilerin" heyecanlı tartışma ve
küfürleşmelerini içeren yazıları çok daha büyük bir
merakla okumaktadırlar. Hatta farklı siyasi hareketlerden
insanlar da "bakalım bugünlerde ortalıkta neler
oluyor...” gibi doğal bir etkiyle bu yazılara belli
bir ilgi göstermektedirler.
O zaman, sormak gerekiyor; bu objektif durum, sözkonusu
yazıları kaleme alanlara, çok ciddi sorumluluklar yüklemiyor
mu?
Nasıl bir ahlak aktarıyoruz insanlara? Nasıl bir gelenek
yaratıyoruz onların gelecekleri için? Tartışmaların
heyecanı ve çıkar hesaplarının fırtınası içinde kim
düşünüyor bu çok önemli sorunun yanıtını?
Örnekleri izleniyor: Sözgelimi yazısında bölünmenin
karşı tarafındaki bir insana "kancık it!"
diye hitabeden bir yazar böylece ne yapmış oluyor? O
devrimci hareketin hatırı sayılır isimlerinden biri
olarak sempatizan kuşaklarına nasıl bir örnek teşkil
etmiş oluyor? Daha da öteye geçelim, böyle bir sıfatı
kullanabilen bir dergide, daha önce yayınlanmış olan
"kadınların devrimdeki yeri" üzerine tumturaklı
yazıları ne yapacağız? Sözkonusu sıfatın kullanımından
sonra bu yazıların yeri artık çöp tenekesi değil midir?
Ahlakla ilgili örnekler de çok... Çoğunlukla politik
değil ahlaki zeminlerde yürüyen tartışmalarda böyle
olması çok doğal...
En çok rastlanan da "geriye dönük projeksiyon"
diye isimlendirebileceğimiz durumdur. Örneğin, bakıyorsunuz,
bölünmenin taraflarından birinin "aslında geçmişte
de kötü bir insan olduğu, ahlaksız olduğu" keşfediliyor!..
Ya filan şahsın ahlaki düşkünlüğü birden anımsanıyor,
ya da falan kişinin aslında eski sorgu-cezaevi sürecinde
ağır yanlışlar yaptığı ortaya çıkarılıyor... Ve ilginçtir,
bütün bunlar bir kaç ay öncesinde kimsenin aklına bile
gelmiyor; ya da daha doğrusu aslında biliniyor ama uygun
bir zamana dek kurcalanmıyor... Hatta biraz daha ileriye
gidip, gerçekte böylesi zaaf ve düşkünlüklerin varolup
olmadığı, yani tamamen sıfırdan icadedilip edilmediği
bile sorulabilir...
Peki bu nasıl bir ahlaktır? Nasıl bir ahlakı aktarıyoruz
dergileri okuyan sempatizan insanlara? Böylece insanlara
"yoldaşlarınız hakkındaki bilgileri hafızanızda
tutun ve sizden olduğu sürece bunları açığa çıkarmayın"
biçiminde bir mesaj verilmiş olmuyor mu?
Bütün bunlar çok ciddi sorunlardır. Sonuçta her zaman,
sel gider kum kalır. Kum ise bu ülke toprağının her
gün yetiştirip devrimci cepheye doğru ittiği genç insan
kitleleridir. Bu insanların alması gereken devrimci
kültür ve ahlakı bugünden sakatlamaya, onların yetişme
ortamına kötü tohumlar saçmaya kimsenin hakkı yoktur.
Ayrıca, hiç kimse, bu insanların kafalarında "örgüt"
konusunda varolan güzel-düzeyli imajı yıkma hakkına
da sahip değildir. Örgütü, kafalarında sosyalist ilişkilerin
adası olarak tasarlayan insanlar, oradaki tartışma ve
ilişkilerin de sonuçta kendi mahalle kahvelerinde kullanılan
üslupla yürütüldüğünü gördüklerinde, okuduklarından
bu sonucu çıkardıklarında, artık durum vahimdir!.. Bu,
örgütün, artık imrenilecek-gıpta ile bakılacak bir temizlik
odağı olmaktan çıkmasıdır ve maalesef böylesi bir sonucun
acısını yalnızca sözkonusu yanlışları yapanlar çekmemekte,
bütün devrimci örgütler olumsuz havadan nasibini almaktadır.
Örgüt, bir imaj olarak insanların kafasında "dün
yoldaş olanın bugün şerefsiz-namussuz-pezevenk, vb..
olabildiği" güvensiz, kaygan bir zemine denk düşmekte,
içinde entrikaların mümkün olduğu bir yapı olarak görünmektedir.
Böylece 80 sonrasında zaten baskı ve demagoji ile kuşatmaya
alınıp tukaka edilmiş olan örgüt fikri bir de
bu yönden, içerden zayıflatılmaktadır. İnsanlar, örgütü,
içinde dönüşüm geçirilen bir odaktan çok, "kaymamak
için bir yerlere tutunulması zorunlu olan" bir
eğik düzlem olarak algılamaktadırlar. Böylece, fikirlerini
masayı yumruklayarak savunan Marksist-Leninist kadronun
yerini, konuşurken kendi konumunu da kollayan reel-politikacı
tipi almaktadır. Ve zaten bütün bu kültürün kökeninde
de düpedüz o bildiğimiz reel-sosyalist gelenek vardır.
Kafalarında kırk tilki dolaşan yaşlı bürokratların politbüro
kapıları ardında tartışıp birilerini "sağlık nedenleriyle"(!)
"emekliye ayırdığı"(!) şu malum gelenek uğursuz
bir şekilde bugünkü sosyalist örgüt kültürünün üzerine
abanmıştır, onu soluksuz bırakmaktadır. Sosyalist hareketin
en büyük ihtiyacının, bir yandan düşmanın suratını,
diğer yandan da dostlarının önündeki masayı yumruklayan,
düşünceleri için kavga eden ve bunu yaparken kendi çıkarını
hesaplamayan bir insan tipi olduğu bilinirken, böyle
bir tipin yetişeceği zemini insafsızca törpülemek, doğrusu
geleceğimize yapılmış büyük bir haksızlıktır.
Daha da vahim olan ise şudur: İnsanlar, böyle bir duruma
ve düzeysizliğe alışabilmektedirler. En kötüsü işte
budur. İnsanlar, devrimci politikayı böylesi örneklerden
öğrenerek yürümekte, bu politikanın biraz kirli-bulaşık
yanları olduğu fikrine alışmaktadırlar. "Evet,
böyle olmamalı ama... maalesef bazen..." denilebilmekte
ve artık neyin mubah olduğu konusu sisler ardına saklanmaktadır.
Hayır! Bin kere hayır!.. Bu, ruhumuzun öldürülmesi,
teslim alınmasıdır. Devrimci örgüt temizdir, temiz olmak
zorundadır!.. 1990'ların çirkefi içinde devrimci örgüt
bu özelliğinden vazgeçtiğinde, reel duruma teslim olduğunda
ve saf temizliği bir tür "mükemmeliyetçilik"
olarak hor gördüğünde artık şansı yoktur. Devrimci örgüt,
yalnızca devrim denilen "işlemi" yürüten bir
aygıt değildir. O, düzen tarafından kirletilip çamura
bulanan insan ruhunun, kendine, özüne dönmesinin bir
arayışıdır, insanın, benliğinde varolan insanca yanı
çöplerin altından çıkarıp geliştirmesi, bunu yüce bir
amacın motivasyonuyla ve bu amaca uygun araçlarla yapmasıdır.
Örgüt, böyle bir değişimin aracı olarak anlamlıdır ve
eğer o, insanoğlunun bu arınma ihtiyacını karşılayabilecek
noktadan uzaklaşmışsa, kendini düzenin normlarından
ayıran çizgileri inceltip bulanıklaştırmışsa ve üstüne
üstlük bütün bunlar 1990'ların leş gibi kirli havasında
yaşanıyorsa, bunun adı düpedüz intihardır.
***
Bütün bunları söylemek, "mükemmeliyetçilik"
değildir, "idealizm" değildir, işin doğrusu,
son dönemlerde kavramlar da iyiden iyiye karışmıştır.
Gerçekte bilimsel bir kavram olan materyalizm, yeni
konjonktürde burjuvazi tarafından çıkarcılık-maddiyatçılık
biçiminde deforme edilerek devralınmış, onların iğrenç
çıkar hesapları için paravan gibi kullanılmaktadır.
Aynı burjuvazi, idealizmin dinselliğe denk düşen içeriğini
de aynı iğrençlikle kendi toplumsal düzeninin bekası
için kullanmaktadır. Ama bu arada, burjuvazi, Fourier'den
Marks'a ve ondan da Kışlık Saray'ın kapısında nöbet
bekleyen bolşevik gönüllüye dek uzanan o yüce insanlık
idealini de bitirdiğini, "hesabını gördüğünü",
onu bir tür "umutsuz enayilik vakası" haline
soktuğunu düşünmektedir. Burjuvazi, toplumsal düşünen,
insanlığın çıkarları için kendini feda eden, hiç göremeyeceği
bir dünya biçimi için acılara katlanan o temiz-namuslu
insan tipini lağım çukurlarının içine gömdüğüne inanmaktadır.
Bu, öyle bir noktadır ki, artık süreç felsefi-dinsel
anlamında değil ama günlük kullanımdaki namuslu-temiz
yaşama ve yüce değerler için savaşma anlamlarındaki
bir idealizmi devrimcilerin bayrağı haline getirmiştir.
Bugünkü çirkef yığınının içinde devrimciler ve devrimci
örgütler gerçekten de "yükselen değerler"e
karşı insanlığın asıl yüce değerlerinin temsilcileri
olarak konum tutmaktadırlar.
Bundan birazcık olsun vazgeçmek, reel olana şu kadarcık
olsun teslim olmak düşünülemez!.. Eğer bundan vazgeçersek,
devrim davasındaki bütün şansımızı yitiririz.
İşte bütün mesele budur... İşte bunun o için devrimci
örgüt bir Mabed'tir ve kutsallıktır. Bunun için onun
ısrarla korunması gereken bir romantizmi vardır. Bolivya'ya
giden Che'nin "yeniden Rosinante'nin sağrılarını
hissediyorum" demesi hiç de garip değildir, bu
sözleri onun sıradan bir serüvenci olduğunu göstermez
bize. O tepeden tırnağa bir insanlık idealinin adamıdır
ve böyle bir büyük amaç için yola çıkmak bir yeni ruhsal
biçimleniştir, reel olana teslim olmamış yeni insan
tipinin harcıdır.
Devrim, çoğu kez temiz bir iş değildir doğru!.. Lenin'in
de dediği gibi bir devrime çeşitli amaçları olan yüzbinlerce
insan katılır, sözgelimi Madrid barikatlarının arkasında
direnen insanların da hepsinin çok iyi insanlar olduğunu
kim iddia edebilir? Aynı şekilde devrimci örgüt de bugünkü
çirkefin içinden gelip arınmaya çalışan insanlardan
oluşur. Ama kimse bunu bir gerekçe yapamaz, yapma hakkı
yoktur.
Ayrıca, yine altı çizilmeli, burada söylenen, devrimci
örgütlerde olan biten şeylerin gizlenmesi, legal basına
yansıtılmaması değildir. Kötü şeyler yapılsın ama bunu
insanlar bilmesin demiyoruz. Basın konusundaki itirazımız,
bu tarzın örgüt mantığını zayıflatmasıyla ilgilidir.
Ama, işin kökenine inildiğinde temel sorun, devrimci
örgütün "içinde kötü şeylerin yapılmadığı"
bir sağlıklılığa kavuşturulmasıdır.
Bunu yapmak, devrimci hareketin son süreçlerde fena
halde yıpratılmış olan itibarını yeniden yükseltmek,
örgüt fikrini ayağa kaldırıp bir çekim merkezi haline
getirmek bugünün en yakıcı görevidir. Devrimcilerin
kendi gırtlaklarını kendi elleriyle kesmeye hakları
yoktur! Çünkü, zarara uğratılan gerçekte bu ülkenin
devrimci hareketinin geleceğidir.
Artık atasözü gibi oldu, herkes biliyor ama bu yazının
sönsözü olarak bir kez daha söylemekte yarar var: Sınıfın
başka bir silahı yok!
Örgüt onun tek silahıdır ve sonuna kadar korunmalıdır.
|