Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Bir süredir Türkiye devrimci hareketi içinde siyasi kaynaşmalar ve bölünmeler yaşandığı biliniyor. Doğal olarak, solun bütün kesimleri olayları izliyorlar, kendilerince anlamaya ve belki de kendileri açısından dersler çıkarmaya çalışıyorlar.
Ve tabii bu süreçler öyle pek kansız kavgasız geçmediğinden, gerçekten samimiyetle gelişmeleri izleyen devrimci insanlar ülkenin ve devrimin geleceği açısından kaygı da duyuyorlar. Devrimci ivmenin zaten istenilen düzeyde olmadığı koşullar yaşanırken, dipten gelen yeni sempatizan kuşaklarını canından bezdiren, devrimci olma isteklerini törpüleyen bu türden olaylar, devrimci cephede onulması güç yaralar açıyor. Bugünkü kaosun genç insanlar üzerinde yaptığı tahribatı gidermek oldukça zorlaşmıştır.
Ama bütün bunların ötesinde, çoğu kez gözden kaçırdığımız, üzerinden atladığımız bir başka tahribat var ki, gerçekten önemlidir. Onca toz duman içinde asıl yara alan örgüt fikri ve kutsallığıdır.
Nedense, özellikle son yıllardaki bölünme ve çatışma süreçlerinde solda birdenbire bir "açıklık" modası almış yürümüştür. Örgütsel bölünme ve çatışmanın tarafları (aslında düpedüz faydacı bir mantıkla) tek tek ulaşılması güç olan taraftar ve sempatizan kitlesine kendi konumlarını ve haklılıklarını anlatabilmek, dolayısıyla da onları kazanabilmek için örgütsel sorun ve olayları en ince ayrıntılarına kadar legal basında "açmayı" artık bir alışkanlık edinmişlerdir. Artık legal basında "bir gün ben X ile randevudayken...." diye başlayan yazılar okumak çok mümkün hale gelmiştir.
Bunun gerçekten bir açıklık anlamına gelip gelmediği elbette çok tartışılır. "Bizim veremeyeceğimiz hesabımız yok!" ya da "herşeyi halkın önünde tartışırız" türünden boş edebiyata sarıp sarmalanan bu garip anlayış, gerçekte bir "açıklık" biçimine de denk düşmemektedir. Çünkü, devrimci örgütlerde ilkesel olan politik açıklıktır, politikanın, devrimci mücadelenin ideolojik sorunlarının açıkça tartışılmasıdır. Oysa, örneklerin hemen tümünde gözlenen ortak olgu, artık herşey iyiden iyiye ayyuka çıktıktan sonra "mecburen" girilen bir kör tartışmadır. Yani artık gizlenemez hale gelen bir durum, sürecin bir noktasından sonra insanlara "mecburen" açılmaktadır ki, burada bir samimiyetten sözetmek oldukça zordur. "Herşeyi halkın ve kadroların gözü önünde tartışma" edebiyatıyla ilan edilen tutum, aslında düpedüz artık olan bitenin gizlenemiyor olması noktasında ortaya çıkmaktadır. Gerçek şudur ki, Türkiye solunda, siyasi süreçlerin her noktasında teorik-politik sorunları tartışma geleneği ve bu tartışmanın mekanizmaları, kanalları hep zayıf olmuştur. Ve zaten, soldaki ayrışmaların çoğu da politik olmayan çelişmelerin ürünü olarak gelişmiştir. Ortaya çıkan yoğun şiddetin bir nedeni de aslında bu durumdur, işin başından beri kollektif biçimde politik sorunları tartışma geleneğinin zayıf oluşu uzunca süre yoğun bir sübjektivizmi biriktirmekte ve bu birikim patladığında da hemen kendini dayatan "daha çok insan kazanma" içgüdüsü, şu "açıklık" denilen şeye neden olmaktadır. Öyle ki, nihai sonuç olarak örgütün insan unsuru, birileri tarafından "kazanılan-kaybedilen" şekilsiz bir yığın halinde kendini ortaya koymaktadır.
Bütün bunlar bir yana, "açıklık" diye lanse edilen bu durumun nasıl sonuçlar yarattığı da çok önemlidir.
Her türden yanlış anlama riskini baştan kabul ederek çok net şekilde altını çizmek gerekiyor: Örgüt, bir "mabed"tir... Örgüt, devrimci ilişkilerin en yoğunlaşmış ifadesi olarak, bu ilişkilerin mabedidir... O, ulaşılması hem çok kolay hem de çok zor olan bir kutsallıktır. Bütün bu sözleri hiç de metafizik saçmalıklar olsun diye söylemiyoruz. Devrimci örgüt, ona sempati duyan insanların gıpta ile baktığı, içindeki doğru insan ilişkilerine imrendiği bir alternatif yaşam tarzının ifadesidir. Ve burada çok sağlıklı bir romantizm de vardır. İnsanlar, devrimci yaşantıya adım attıklarında kendilerini örgütlü olmaya motive ederler, örgüt onlar için yepyeni ilişkiler, yeni bir yaşam ve tam deyimiyle söylersek bir tür efsanedir. Orada müthiş şeyler vardır, güzel şeyler vardır, orası düzenin çirkefinin ortasında sosyalist ilişkilerin adasıdır. Bir genç sempatizanın duyguları çoğu kez böyledir, hepimiz biliriz bunları.
Bunlar önemlidir. Bunları kaybedersek herşeyimizi kaybederiz. Kimse bu kadarının idealist bir "mükemmeliyetçilik" olduğunu, dolayısıyla hayalciliğe denk düştüğünü söyleyip kendini avutamaz. Özellikle 80 sonrasında yaşanan büyük erezyonun sonucunda örgüt fikri insanların kafasında bunca zayıflamışken, devrimci örgüt kendisini mutlak bir kalite gibi yaşatmak, her zamankinden bin kat fazlalaştırılmış bir özenle yüksek bir form halinde rafine etmek zorundadır. Devrimci örgütün görevi ve sorumluluğu budur.
Oysa şimdilerde "açıklık" diye lanse edilen kördöğüşü, işte tam da bu çok önemli noktayı törpülemektedir. Artık her şey "açık"tır!... Artık her sol sempatizan, hatta cebinde dergi alacak 20-25 bin lirası olan herkes her konuda bilgi sahibi olma (ve tabii fikir yürütme) hakkına sahiptir!.. Ahmet Mehmet'le filan tarihte ne konuşmuş, Veli Ali'ye nasıl küfür etmiş, vb.. Otuziki kısım tekmili birden!...
Hiç abartmıyoruz, isteyen legal basını açıp okusun, manzara aynen böyledir...
***
Tabii ki birileri çıkıp, "bunun ne zararı var, insanlar herşeyi bilsin..." diyebilir. Ama bu düpedüz edebiyattır ve çok önemli iki noktayı gözardı etmektir:
Birincisi; devrimci örgütlerdeki açıklık, politik açıklıktır. Politikanın üretilmesindeki açıklıktır. Yoksa, devrimci örgütler, randevulardan, filan bölge komitesinde filan tarihte konuşulmuş şeylere dek herşeyi ayağa düşürmek, bütün ilişkilerini (pekala sempatizanların bile çözdüğü sözde kod isimlerle) çarşaf çarşaf yayınlamak zorunda değillerdir. Güvenlik sorununu, bu yayınlar sayesinde düşmana ciddi bilgiler verilmesinin sakıncalarını bir kalem geçiyoruz, ama çok daha önemli olan sorun, böylece bütün örgütsel kategorilerin altüst edilmesi, cebinde 20 bin lirası olan herkesin "fahri MK üyesi" haline getirilmesidir. Bugün, sözkonusu hareketlerin herhangi bir sempatizanı o hareketler hakkında hemen hemen bütün bilgiye sahiptir. "Halkın önünde tartışmak" adı altında bütün normal kanalları terkedip doğrudan okura açılan bir kapı işi böyle bir noktaya getirmiştir. "N’olmuş yani, elbette insanlar bilecek!..” derseniz, açıkçası bu tam tamına genç insanların duygularının okşanmasıdır, faydacı mantıkla onların zaaflı yanının kışkırtılmasıdır. Sorun, insanların olguları bilip bilmemesi değildir, sorun örgüt fikrinin zedelenmemesidir. Örgütsel bilgiye sahip olmak, örgütlü olmayı ve onun kanallarını kullanmayı zorunlu kılar. Yok, eğer tersi bir mantığa sahipsen, örgüt kurmana da gerek yoktur, bir legal basın kurumu inşa etmen tümüyle yeterlidir.
Yanlış anlamaya yer vermemek için, net olarak söylemek gerekiyor: devrimci örgüt bünyesinde tek bir politik tartışma bile gizli kalmamalıdır. Son tahlilde politikaya tekabül eden bütün tartışmalar elbette bilinmelidir. Devrimci örgüt, bunun kanallarını, mekanizmalarını bulup işletmekle mükelleftir. Ama legal yayın yoluyla herkesi ve herşeyi eşitleyen bir yöntem, pratikte tek bir sonuca yol açacaktır: Gevezelik ve örgütlü davranış normlarının zayıflaması...
Ciddi politik konularda karar alırken aynı bilgilendirme hassasiyetini göstermeyen yapının, yalnızca bölünme durumlarında birdenbire "halka açılması” tam da bu sonuca yol açmaktadır. Çünkü, bu davranışın arkasında doğrudan doğruya faydacılık vardır.
İkincisi; yine legal basından izlenebilir "açıklık" edebiyatı altına sığdırılan bu furyanın en belirgin yanı akıllara durgunluk verecek seviyesizliğidir. Yeni bir devrimci kuşak bu yayınlarla yetişmekte, siyasi terbiyesini bu yazılardan almaktadır. Üstelik (bu konuda herhangi bir araştırma yapılmamış olmasına rağmen) özellikle bu tür "heyecanlı"(!) yazıların okunma oranının çok yüksek olduğu da söylenebilir. Dergilerdeki normal politik yazıları okuma zahmetine pek katlanmayan insanlar, "yukarıdaki abilerin" heyecanlı tartışma ve küfürleşmelerini içeren yazıları çok daha büyük bir merakla okumaktadırlar. Hatta farklı siyasi hareketlerden insanlar da "bakalım bugünlerde ortalıkta neler oluyor...” gibi doğal bir etkiyle bu yazılara belli bir ilgi göstermektedirler.
O zaman, sormak gerekiyor; bu objektif durum, sözkonusu yazıları kaleme alanlara, çok ciddi sorumluluklar yüklemiyor mu?
Nasıl bir ahlak aktarıyoruz insanlara? Nasıl bir gelenek yaratıyoruz onların gelecekleri için? Tartışmaların heyecanı ve çıkar hesaplarının fırtınası içinde kim düşünüyor bu çok önemli sorunun yanıtını?
Örnekleri izleniyor: Sözgelimi yazısında bölünmenin karşı tarafındaki bir insana "kancık it!" diye hitabeden bir yazar böylece ne yapmış oluyor? O devrimci hareketin hatırı sayılır isimlerinden biri olarak sempatizan kuşaklarına nasıl bir örnek teşkil etmiş oluyor? Daha da öteye geçelim, böyle bir sıfatı kullanabilen bir dergide, daha önce yayınlanmış olan "kadınların devrimdeki yeri" üzerine tumturaklı yazıları ne yapacağız? Sözkonusu sıfatın kullanımından sonra bu yazıların yeri artık çöp tenekesi değil midir?
Ahlakla ilgili örnekler de çok... Çoğunlukla politik değil ahlaki zeminlerde yürüyen tartışmalarda böyle olması çok doğal...
En çok rastlanan da "geriye dönük projeksiyon" diye isimlendirebileceğimiz durumdur. Örneğin, bakıyorsunuz, bölünmenin taraflarından birinin "aslında geçmişte de kötü bir insan olduğu, ahlaksız olduğu" keşfediliyor!.. Ya filan şahsın ahlaki düşkünlüğü birden anımsanıyor, ya da falan kişinin aslında eski sorgu-cezaevi sürecinde ağır yanlışlar yaptığı ortaya çıkarılıyor... Ve ilginçtir, bütün bunlar bir kaç ay öncesinde kimsenin aklına bile gelmiyor; ya da daha doğrusu aslında biliniyor ama uygun bir zamana dek kurcalanmıyor... Hatta biraz daha ileriye gidip, gerçekte böylesi zaaf ve düşkünlüklerin varolup olmadığı, yani tamamen sıfırdan icadedilip edilmediği bile sorulabilir...
Peki bu nasıl bir ahlaktır? Nasıl bir ahlakı aktarıyoruz dergileri okuyan sempatizan insanlara? Böylece insanlara "yoldaşlarınız hakkındaki bilgileri hafızanızda tutun ve sizden olduğu sürece bunları açığa çıkarmayın" biçiminde bir mesaj verilmiş olmuyor mu?
Bütün bunlar çok ciddi sorunlardır. Sonuçta her zaman, sel gider kum kalır. Kum ise bu ülke toprağının her gün yetiştirip devrimci cepheye doğru ittiği genç insan kitleleridir. Bu insanların alması gereken devrimci kültür ve ahlakı bugünden sakatlamaya, onların yetişme ortamına kötü tohumlar saçmaya kimsenin hakkı yoktur. Ayrıca, hiç kimse, bu insanların kafalarında "örgüt" konusunda varolan güzel-düzeyli imajı yıkma hakkına da sahip değildir. Örgütü, kafalarında sosyalist ilişkilerin adası olarak tasarlayan insanlar, oradaki tartışma ve ilişkilerin de sonuçta kendi mahalle kahvelerinde kullanılan üslupla yürütüldüğünü gördüklerinde, okuduklarından bu sonucu çıkardıklarında, artık durum vahimdir!.. Bu, örgütün, artık imrenilecek-gıpta ile bakılacak bir temizlik odağı olmaktan çıkmasıdır ve maalesef böylesi bir sonucun acısını yalnızca sözkonusu yanlışları yapanlar çekmemekte, bütün devrimci örgütler olumsuz havadan nasibini almaktadır. Örgüt, bir imaj olarak insanların kafasında "dün yoldaş olanın bugün şerefsiz-namussuz-pezevenk, vb.. olabildiği" güvensiz, kaygan bir zemine denk düşmekte, içinde entrikaların mümkün olduğu bir yapı olarak görünmektedir. Böylece 80 sonrasında zaten baskı ve demagoji ile kuşatmaya alınıp tukaka edilmiş olan örgüt fikri bir de bu yönden, içerden zayıflatılmaktadır. İnsanlar, örgütü, içinde dönüşüm geçirilen bir odaktan çok, "kaymamak için bir yerlere tutunulması zorunlu olan" bir eğik düzlem olarak algılamaktadırlar. Böylece, fikirlerini masayı yumruklayarak savunan Marksist-Leninist kadronun yerini, konuşurken kendi konumunu da kollayan reel-politikacı tipi almaktadır. Ve zaten bütün bu kültürün kökeninde de düpedüz o bildiğimiz reel-sosyalist gelenek vardır. Kafalarında kırk tilki dolaşan yaşlı bürokratların politbüro kapıları ardında tartışıp birilerini "sağlık nedenleriyle"(!) "emekliye ayırdığı"(!) şu malum gelenek uğursuz bir şekilde bugünkü sosyalist örgüt kültürünün üzerine abanmıştır, onu soluksuz bırakmaktadır. Sosyalist hareketin en büyük ihtiyacının, bir yandan düşmanın suratını, diğer yandan da dostlarının önündeki masayı yumruklayan, düşünceleri için kavga eden ve bunu yaparken kendi çıkarını hesaplamayan bir insan tipi olduğu bilinirken, böyle bir tipin yetişeceği zemini insafsızca törpülemek, doğrusu geleceğimize yapılmış büyük bir haksızlıktır.
Daha da vahim olan ise şudur: İnsanlar, böyle bir duruma ve düzeysizliğe alışabilmektedirler. En kötüsü işte budur. İnsanlar, devrimci politikayı böylesi örneklerden öğrenerek yürümekte, bu politikanın biraz kirli-bulaşık yanları olduğu fikrine alışmaktadırlar. "Evet, böyle olmamalı ama... maalesef bazen..." denilebilmekte ve artık neyin mubah olduğu konusu sisler ardına saklanmaktadır.
Hayır! Bin kere hayır!.. Bu, ruhumuzun öldürülmesi, teslim alınmasıdır. Devrimci örgüt temizdir, temiz olmak zorundadır!.. 1990'ların çirkefi içinde devrimci örgüt bu özelliğinden vazgeçtiğinde, reel duruma teslim olduğunda ve saf temizliği bir tür "mükemmeliyetçilik" olarak hor gördüğünde artık şansı yoktur. Devrimci örgüt, yalnızca devrim denilen "işlemi" yürüten bir aygıt değildir. O, düzen tarafından kirletilip çamura bulanan insan ruhunun, kendine, özüne dönmesinin bir arayışıdır, insanın, benliğinde varolan insanca yanı çöplerin altından çıkarıp geliştirmesi, bunu yüce bir amacın motivasyonuyla ve bu amaca uygun araçlarla yapmasıdır. Örgüt, böyle bir değişimin aracı olarak anlamlıdır ve eğer o, insanoğlunun bu arınma ihtiyacını karşılayabilecek noktadan uzaklaşmışsa, kendini düzenin normlarından ayıran çizgileri inceltip bulanıklaştırmışsa ve üstüne üstlük bütün bunlar 1990'ların leş gibi kirli havasında yaşanıyorsa, bunun adı düpedüz intihardır.
***
Bütün bunları söylemek, "mükemmeliyetçilik" değildir, "idealizm" değildir, işin doğrusu, son dönemlerde kavramlar da iyiden iyiye karışmıştır. Gerçekte bilimsel bir kavram olan materyalizm, yeni konjonktürde burjuvazi tarafından çıkarcılık-maddiyatçılık biçiminde deforme edilerek devralınmış, onların iğrenç çıkar hesapları için paravan gibi kullanılmaktadır. Aynı burjuvazi, idealizmin dinselliğe denk düşen içeriğini de aynı iğrençlikle kendi toplumsal düzeninin bekası için kullanmaktadır. Ama bu arada, burjuvazi, Fourier'den Marks'a ve ondan da Kışlık Saray'ın kapısında nöbet bekleyen bolşevik gönüllüye dek uzanan o yüce insanlık idealini de bitirdiğini, "hesabını gördüğünü", onu bir tür "umutsuz enayilik vakası" haline soktuğunu düşünmektedir. Burjuvazi, toplumsal düşünen, insanlığın çıkarları için kendini feda eden, hiç göremeyeceği bir dünya biçimi için acılara katlanan o temiz-namuslu insan tipini lağım çukurlarının içine gömdüğüne inanmaktadır. Bu, öyle bir noktadır ki, artık süreç felsefi-dinsel anlamında değil ama günlük kullanımdaki namuslu-temiz yaşama ve yüce değerler için savaşma anlamlarındaki bir idealizmi devrimcilerin bayrağı haline getirmiştir. Bugünkü çirkef yığınının içinde devrimciler ve devrimci örgütler gerçekten de "yükselen değerler"e karşı insanlığın asıl yüce değerlerinin temsilcileri olarak konum tutmaktadırlar.
Bundan birazcık olsun vazgeçmek, reel olana şu kadarcık olsun teslim olmak düşünülemez!.. Eğer bundan vazgeçersek, devrim davasındaki bütün şansımızı yitiririz.
İşte bütün mesele budur... İşte bunun o için devrimci örgüt bir Mabed'tir ve kutsallıktır. Bunun için onun ısrarla korunması gereken bir romantizmi vardır. Bolivya'ya giden Che'nin "yeniden Rosinante'nin sağrılarını hissediyorum" demesi hiç de garip değildir, bu sözleri onun sıradan bir serüvenci olduğunu göstermez bize. O tepeden tırnağa bir insanlık idealinin adamıdır ve böyle bir büyük amaç için yola çıkmak bir yeni ruhsal biçimleniştir, reel olana teslim olmamış yeni insan tipinin harcıdır.
Devrim, çoğu kez temiz bir iş değildir doğru!.. Lenin'in de dediği gibi bir devrime çeşitli amaçları olan yüzbinlerce insan katılır, sözgelimi Madrid barikatlarının arkasında direnen insanların da hepsinin çok iyi insanlar olduğunu kim iddia edebilir? Aynı şekilde devrimci örgüt de bugünkü çirkefin içinden gelip arınmaya çalışan insanlardan oluşur. Ama kimse bunu bir gerekçe yapamaz, yapma hakkı yoktur.
Ayrıca, yine altı çizilmeli, burada söylenen, devrimci örgütlerde olan biten şeylerin gizlenmesi, legal basına yansıtılmaması değildir. Kötü şeyler yapılsın ama bunu insanlar bilmesin demiyoruz. Basın konusundaki itirazımız, bu tarzın örgüt mantığını zayıflatmasıyla ilgilidir. Ama, işin kökenine inildiğinde temel sorun, devrimci örgütün "içinde kötü şeylerin yapılmadığı" bir sağlıklılığa kavuşturulmasıdır.
Bunu yapmak, devrimci hareketin son süreçlerde fena halde yıpratılmış olan itibarını yeniden yükseltmek, örgüt fikrini ayağa kaldırıp bir çekim merkezi haline getirmek bugünün en yakıcı görevidir. Devrimcilerin kendi gırtlaklarını kendi elleriyle kesmeye hakları yoktur! Çünkü, zarara uğratılan gerçekte bu ülkenin devrimci hareketinin geleceğidir.
Artık atasözü gibi oldu, herkes biliyor ama bu yazının sönsözü olarak bir kez daha söylemekte yarar var: Sınıfın başka bir silahı yok!
Örgüt onun tek silahıdır ve sonuna kadar korunmalıdır.

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19