Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

 

Yeni dünya düzenidir, dengelerin değişmesidir, zaferdir, yenilgidir, savaştır, barıştır derken dünya genelinde büyük bir ekonomik kriz yaşanmakta. Aslında yaşanan bu kriz bugün yeni ortaya çıkmış bir kriz olmaktan çok emperyalizmin üçüncü bunalım dönemine özgü olan sürekli krizin şiddetli olarak görülmeye başlamasından başka birşey değildir. Otomobil sektöründen tekstil sektörüne kadar tüm dünyada bütün iş sektörleri bu krizden nasibini almaktadır. İtalya'da FIAT üretimi düşürmüş hatta durduracak noktaya çekmiş, işçilerini yarıyarıya azaltırken çalışan işçilerin de ücretlerini düşürme yoluna başvurmuştur. Almanya'da, Fransa'da ve daha birçok ülkede de durum pek farklı deglidir. Yani emperyalist ilişkilerin karekterine uygun olarak kriz tüm dünya ülkelerine yayılmış, tüm dünya ülkelerinde kendisini hissettirmiştir.
Türkiye ise bugün bu krizi en derin şekilde, en şiddetli boyutlarıyla yaşayan ülkelerdendir. Çünkü bugün Türkiye'nin çeşitli öznel sorunları onu daha bunalımlı bir dönem yaşamaya itmiştir. Bir yanda Kürdistan'da sürdürülen kirli savaş ülke ekonomisini allak bullak ederken "aha bu bahara bitireceğiz aha yarinki bahara bunların kökünü kazıyacağız" sözleri TC'nin en yetkili kişileri için bile kendi kendilerini teselli etmenin, aldatmanın bir yolu olmaktan öteye bir anlam ifade etmemektedir. Zaten yapılacak bütün işlerin savaşa endekslenmesi, savaşın ulaşmış olduğu boyut itibariyle dünya kamuoyunda bir noktaya ulaşması, TC'ye dünya çapında prestij kaybettirmesi ve dünya devletlerinden TC'nin tepki alıyor olması kendileri açısından farklı bir zorluk oluşturmuştur. Öte yandan enflasyon canavarı tek bir canavar olmaktan çıkmış canavarlar topluluğuna dönüşmüştür. İç ve dış borç yükü olabildiğince çoğalmış, devletle birlikte özel sermaye grupları da sıkışmış, bir çıkmazın içerisine girmişlerdir. İşsizlik ve hayat pahalılığı ise artık oldukça alışılmış birsorun haline gelmiştir. fakat buna yeni pahalılıkların eklenmesi, yeni işsizliklerin eklenmesi halkın memnuniyetsizliğini artırmıştır.
Bir yandan halkın memnuniyetsizliğine yanıt veremeyen, onun hoşnutsuzluğunu engelleyemeyen sermaye sahipleri ve devlet yöneticileri kendi içlerinde de bir kördöğüşü içerisine girmişlerdir. Eğer kurgulamayla ifade edecek olursak kaptan gemisini idare edemez hale gelmiştir. Tayfaların kaptanlarını dinlememeleri gibi hükümetin çeşitli kademelerinde de bozukluk ve birbirlerinden kopukluklar meydana gelmiştir. Vitrinin yenilenmesi çabası da bir sonuç vermemiş ters tepmiştir. Yani halkın artık görüntüde bile olsa bir refah düzeyi kalmamıştır.
İşte Türkiye'deki tablo tam bu şekildeyken "demokraside çare tükenmez" diyen sözden hareket eden hükümet tüm çareleri bir paket içerisinde toplamıştır. Yani hepimizin yakından tanıdığı, ekonomik paket adı verilen, acı ilaç adı verilen paket; içerisinden %200'e varan zamlar, KİT'lerin özelleştirilmesi ve kapatılması çıkan paket. Tabir yerindeyse "hastayı iyileştirmek yerine hastaya daha fazla mikrobun şırınga edildiği" çözüm.
Aslında bizim yazımızın asıl konusu da pakette açıklanan özelleştirme ve kapatma kararları oluşturmaktadır. Buraya kadar anlatılmaya çalışılanlar ise bu kararların açıklandığı sıradaki panaromayı biraz olsun göstermeye çalışma, aktarmaya çalışma çabasından başka bir şey değildir.
Eğer asıl konumuzu anlatmaya başlayacak olursak olaya KİT'lerin tarihiyle başlamak daha yararlı olacaktır.
Bilindiği gibi KİT'lerin kuruluşları, yani Kamu İktisadi Teşebbüsü dediğimiz kurumların kuruluşları Cumhuriyetin kuruluş yıllarına dayanır. Ülkede sanayileşmeyi hedef alan devlet o yıllarda bir yandan özel sektöre sanayi kuruluşları açması için büyük teşvik primleri verirken öte yandan kendisi de işte bugün KİT'ler dediğimiz sanayi kuruluşlarını meydana getirmiştir. İşte demir çelik fabrikalarının, maden ocaklarının, şeker fabrikalarının, çimento fabrikalarının vs. birçok kuruluşun kurulması böyle bir mantığın sonucu olmuştur. İşte böyle bir süreçte kurulan, burjuvaziye ucuz girdiler sağlayan bu şirketler bugün özelleştirmenin, özel sermayenin hedefi haline gelmişlerdir.
Bugün KİT'lerin kapatılmasına dayanak olarak gösterilen kanıtlar ise kendi içerisinde fazla bir tutarlılığı olmayan, altı boş görüşlerdir. Yani bu kararın emir komuta zincirinin maskelenme çabasından başka fazla bir anlam ifade etmeyen sözlerdir. KİT'lerin kapatılmasına dayanak olarak sunulan gerekçeler bu kuruluşlardan kimilerinin çevreyi kirlettiğinde fazla işçi istihdam edildiğine, zarar edildiğine kadar bir yelpazeye yayılmıştır.
İşte bu gerekçelerden en ilginci Alaybey Tersanesi için sunulanıdır. Yani Alaybey Tersanesi'nin çevreyi kirlettiği bu nedenle de kapatılması gerektiği yolundaki iddiadır. Oysa bu iddia TMMOB'a bağlı odalar tarafından hazırlanan bir raporla çürütülmüştür. Raporda "Bakanlar Kurulunun Resmi Gazete'de yayınlanan çevre kirliliğine neden olan işletmelerin faaliyet kolları itibarı ile gruplandırılması hakkındaki kararında tersaneler 3. grupta, onarım tersaneleri 12. sırada, gemi inşa tersaneleri 29. sırada yer almaktadır. Alaybey 29. sıra kapsamına giriyor.
Verilere göre kuru havzaların bulunduğu onarım tersanelerinin deniz kirliliğine etkisi %0.7'nin %12'sidir. Yani yüzbinde 84 düzeyindedir. Aynı durum Alaybey Tersanesi için de geçerlidir. Ayrıca Alaybey Tersanesi limana gelen gemilerden kaynaklanabilecek deniz kirliliğinin önlenmesine de yardımcı olmaktadır." görüşlerine yer verilmiştir.
Dok Gemi-İş'in hazırladığı raporda tersanenin kapatılmasına karşı çıkılarak hemen hemen aynı görüşlere yer verilmiş;
" *Yeni bir tersane kurmak çok büyük bir maliyet ve zaman gerektirir.
*Tersane İzmir limanına çok yakındır. Bu avantajdır. Çünkü dünyadaki tersaneler ya limanlara yakın yerde ya da gemilerin geçiş yolları üzerinde kurulmuştur.
*Alaybey'in yanında Deniz Kuvvetleri'ne ait askeri tersane de bulunmaktadır. Her iki tersane de stratejik önem taşımaktadır.
*Tersane körfez içinde olduğundan hava şartlarına karşı korunmuştur. Böyle yerler ise çok azdır.
*Tersane yan sanayi ile birlikte çalıştığından İzmir'in ticaret hayatına katkı sağlamaktadır." şeklinde bir açıklama yapılmıştır.
Konuyla ilgili ikinci örneğimiz ise Karabük Demir Çelik İşletmeleri. Gerekçesi, artık bu işletmenin görevini tamamladığı üretimini sürdürebilir ve rekabet edebilir durumda olmadığı yolundaki görüştür. Yine bu konuyla ilgili olarak hazırlanan bir rapor kapatılmaya gerekçe yapılan görüşü çürütüyor.
Raporda "Karabük'te 1972-88 yılları arasında yapılan yaklaşık 300 milyon dolarlık yatırımla teknolojisini yenilemiştir. Yatırımın yaklaşık 250 milyon dolarlık bölümü ise son on yıl içinde, 1982-88 yılları arasında gerçekleştirilmiştir. Bu yatırımlarla entegre tesisin kok fabrikası, yüksek fırınlar, çelikhane ve haddahane'den oluşan üretim zincirinin %80-85'i yenilenmiş durumdadır ve teorik olarak en az 15-20 yıllık ekonomik teknoloji ömürleri vardır" deniliyor.
Üçüncü örneğimizi ise Zonguldak Kömür Havzası oluşturuyor. Ama Zonguldak kapatılacak ya da özelleştirilecek birçok işletmeye göre biraz daha orjinallik arzediyor. Bu havzadaki işletmeleri kapatacağız, özelleştireceğiz söylemleri yeni duyulmuyor. Uzun yıllardır yinelenen söylemler . Buna karşın buranın kapatılma gerekçeleri de diğer yerlerin gerekçelerinden pek farklı degil. Yani gerekçe buranın üretim sürecinin dolduğu, artık zarar etmeye başladığı, işçi fazlalığı olduğu yolundaki düşünceler.
Fakat hepsinde olduğu gibi burada da bu gerekçeler gerçeği yansıtmıyor. Zarar edildiği iddiasına karşılık şu anda burada 10 yıl ila 50 yıl arasındaki yeterlilikte kömür olduğu söyleniyor. Merkez atölye denilen "maden makinelerı fabrikası"(madende kullanılan her türlü araç gereci üreten fabrika) atıl hale getirilerek bu malzemelerin ihale yoluyla özel sektörden alımına gidiyor.
Yeraltında üretim yapan işçi sayısına oranla yerüstü kadrosu oldukça şişirilmiş hale getiriliyor. Yeraltında çalışan her üç işçiye karşılık yerüstünde 1 işçi çalışması gerekirken bu oran 1/1.5'a ulaşılıyor. Ama bu sorunlar halledilemeyecek sorunlar niteliğinde de bulunmuyor. Zaten işletmenin bu hale gelmesini de yönetimdeki tavırlarıyla kendileri hazırlıyor. Yani önce kendileri gerekçelerin şartlarını hazırlıyor daha sonrada bu gerekçelere dayanarak işletmeyi kapatma yoluna gidiyor.
Buna karşın Zonguldak'a devletin bakış açısını biraz daha açmak gerekiyor. Kimi soruları cevaplamak, buranın kimi orjinalliklerini ve genelle olan bağlantısını ortaya koymak gerekiyor.
Devletin Zonguldak'ta ortaya koyduğu tavır genel olarak onun Türkiye işçi sınıfına bakış açısını yansıtıyor. İşçiye hiçbir iş güvencesi olmayan, canı ve emeği ucuz yaratıklar olarak düşünen bakış açısını. Yani yapacağı çok az bir harcamayla grizu facialarını önleyebileceği halde buna gereksinim duymama buna karşın keyfince buraları kapatma kararı almasındaki mantığı. Bu arada akılları kurcalayan bir başka soru ise madem uzun zamandır Zonguldak'ı kapatma niyeti vardı devletin o halde niye kapatmadı sorusu oluyor.
Bunun nedenini artık madencinin kendini devlete tanıtmış olmasından kaynaklanıyor. Yani devlet madenciyle oyun oynanmayacağını, onun kazmasını küreğinin aldığı gibi Ankara yolunu tutabileceğini biliyor. Çünkü yıllardır madene katık olan madencinin artık canından başka kaybedecek birşeyinin olmadığını farktemiş bulunuyor. İşte Zonguldak'ın, madencinin orjinalliğide burda yatıyor.
Eğer bu örneklerin bileşenini oluşturacak olursak ortaya kapatma ve özelleştirmelerin ne kadar dayanaksız olduğu çıkıyor. Dikkat çeken yön ise özelleştirme isteminin sermayeden geldiği, emrin de IMF'den geldiği oluyor. Bunu açıklamak için Rahmi Koç'un önceden yapmış olduğu özelleştirmede kararlı olunması gerektiği yolundaki açıklamalar bile yetiyor. Yani burjuvazi artık işin kaymağını komple yemek niyetini açıklıyor. Bilinen bir gerçekde hükümetin amacını kamu açıklarını kapamak olarak açıklamasına rağmen aslında varolan açığın kamu açığı değil ekonominin açığı olduğu, özel sektörün açığının kamuya aktarılarak kamu açığı gibi gösterilmeye çalışıldığı.
İşin gülünç olan bir diğer yanını ise KİT'lerin işçiler tarafından satın alınabileceği tezi oluşturuyor. Bunun ne kadar saçma olduğu bundan önceki sayılarda da özelleştirme konusunu işlerken aktardığımız DİSK'in hazırladığı rapordaki şu bilgilerde gözüküyor. "1990-92 sürecinde özelleştirmelerde satılan hisselerin %31.4"ü genel satışa arzedilmiş, %68.6'sı ise blok halinde satılmıştır. Sözgelimi en karlı alanlardan biri olan çimento sanayiinde 18 fabrikadan 5'ini RCF şirketi, 5'ini Rumeli Holding, 2'sini de Oyak-Sabancı ortaklığı almıştır".
Aslında tablo çok basittir. Birçok üretken alan ekonominin önünü tıkıyor, zarar ediyor demogojisiyle yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmektedir. Yani devletin bugünkü parolası işçiler işsizliğe, bütün işletmeler yerli ve yabancı sermayeyedir.

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92