Yeni dünya düzenidir, dengelerin değişmesidir, zaferdir,
yenilgidir, savaştır, barıştır derken dünya genelinde
büyük bir ekonomik kriz yaşanmakta. Aslında yaşanan
bu kriz bugün yeni ortaya çıkmış bir kriz olmaktan çok
emperyalizmin üçüncü bunalım dönemine özgü olan sürekli
krizin şiddetli olarak görülmeye başlamasından başka
birşey değildir. Otomobil sektöründen tekstil sektörüne
kadar tüm dünyada bütün iş sektörleri bu krizden nasibini
almaktadır. İtalya'da FIAT üretimi düşürmüş hatta durduracak
noktaya çekmiş, işçilerini yarıyarıya azaltırken çalışan
işçilerin de ücretlerini düşürme yoluna başvurmuştur.
Almanya'da, Fransa'da ve daha birçok ülkede de durum
pek farklı deglidir. Yani emperyalist ilişkilerin karekterine
uygun olarak kriz tüm dünya ülkelerine yayılmış, tüm
dünya ülkelerinde kendisini hissettirmiştir.
Türkiye ise bugün bu krizi en derin şekilde, en şiddetli
boyutlarıyla yaşayan ülkelerdendir. Çünkü bugün Türkiye'nin
çeşitli öznel sorunları onu daha bunalımlı bir dönem
yaşamaya itmiştir. Bir yanda Kürdistan'da sürdürülen
kirli savaş ülke ekonomisini allak bullak ederken "aha
bu bahara bitireceğiz aha yarinki bahara bunların kökünü
kazıyacağız" sözleri TC'nin en yetkili kişileri
için bile kendi kendilerini teselli etmenin, aldatmanın
bir yolu olmaktan öteye bir anlam ifade etmemektedir.
Zaten yapılacak bütün işlerin savaşa endekslenmesi,
savaşın ulaşmış olduğu boyut itibariyle dünya kamuoyunda
bir noktaya ulaşması, TC'ye dünya çapında prestij kaybettirmesi
ve dünya devletlerinden TC'nin tepki alıyor olması kendileri
açısından farklı bir zorluk oluşturmuştur. Öte yandan
enflasyon canavarı tek bir canavar olmaktan çıkmış canavarlar
topluluğuna dönüşmüştür. İç ve dış borç yükü olabildiğince
çoğalmış, devletle birlikte özel sermaye grupları da
sıkışmış, bir çıkmazın içerisine girmişlerdir. İşsizlik
ve hayat pahalılığı ise artık oldukça alışılmış birsorun
haline gelmiştir. fakat buna yeni pahalılıkların eklenmesi,
yeni işsizliklerin eklenmesi halkın memnuniyetsizliğini
artırmıştır.
Bir yandan halkın memnuniyetsizliğine yanıt veremeyen,
onun hoşnutsuzluğunu engelleyemeyen sermaye sahipleri
ve devlet yöneticileri kendi içlerinde de bir kördöğüşü
içerisine girmişlerdir. Eğer kurgulamayla ifade edecek
olursak kaptan gemisini idare edemez hale gelmiştir.
Tayfaların kaptanlarını dinlememeleri gibi hükümetin
çeşitli kademelerinde de bozukluk ve birbirlerinden
kopukluklar meydana gelmiştir. Vitrinin yenilenmesi
çabası da bir sonuç vermemiş ters tepmiştir. Yani halkın
artık görüntüde bile olsa bir refah düzeyi kalmamıştır.
İşte Türkiye'deki tablo tam bu şekildeyken "demokraside
çare tükenmez" diyen sözden hareket eden hükümet
tüm çareleri bir paket içerisinde toplamıştır. Yani
hepimizin yakından tanıdığı, ekonomik paket adı verilen,
acı ilaç adı verilen paket; içerisinden %200'e varan
zamlar, KİT'lerin özelleştirilmesi ve kapatılması çıkan
paket. Tabir yerindeyse "hastayı iyileştirmek yerine
hastaya daha fazla mikrobun şırınga edildiği" çözüm.
Aslında bizim yazımızın asıl konusu da pakette açıklanan
özelleştirme ve kapatma kararları oluşturmaktadır. Buraya
kadar anlatılmaya çalışılanlar ise bu kararların açıklandığı
sıradaki panaromayı biraz olsun göstermeye çalışma,
aktarmaya çalışma çabasından başka bir şey değildir.
Eğer asıl konumuzu anlatmaya başlayacak olursak olaya
KİT'lerin tarihiyle başlamak daha yararlı olacaktır.
Bilindiği gibi KİT'lerin kuruluşları, yani Kamu İktisadi
Teşebbüsü dediğimiz kurumların kuruluşları Cumhuriyetin
kuruluş yıllarına dayanır. Ülkede sanayileşmeyi hedef
alan devlet o yıllarda bir yandan özel sektöre sanayi
kuruluşları açması için büyük teşvik primleri verirken
öte yandan kendisi de işte bugün KİT'ler dediğimiz sanayi
kuruluşlarını meydana getirmiştir. İşte demir çelik
fabrikalarının, maden ocaklarının, şeker fabrikalarının,
çimento fabrikalarının vs. birçok kuruluşun kurulması
böyle bir mantığın sonucu olmuştur. İşte böyle bir süreçte
kurulan, burjuvaziye ucuz girdiler sağlayan bu şirketler
bugün özelleştirmenin, özel sermayenin hedefi haline
gelmişlerdir.
Bugün KİT'lerin kapatılmasına dayanak olarak gösterilen
kanıtlar ise kendi içerisinde fazla bir tutarlılığı
olmayan, altı boş görüşlerdir. Yani bu kararın emir
komuta zincirinin maskelenme çabasından başka fazla
bir anlam ifade etmeyen sözlerdir. KİT'lerin kapatılmasına
dayanak olarak sunulan gerekçeler bu kuruluşlardan kimilerinin
çevreyi kirlettiğinde fazla işçi istihdam edildiğine,
zarar edildiğine kadar bir yelpazeye yayılmıştır.
İşte bu gerekçelerden en ilginci Alaybey Tersanesi için
sunulanıdır. Yani Alaybey Tersanesi'nin çevreyi kirlettiği
bu nedenle de kapatılması gerektiği yolundaki iddiadır.
Oysa bu iddia TMMOB'a bağlı odalar tarafından hazırlanan
bir raporla çürütülmüştür. Raporda "Bakanlar Kurulunun
Resmi Gazete'de yayınlanan çevre kirliliğine neden olan
işletmelerin faaliyet kolları itibarı ile gruplandırılması
hakkındaki kararında tersaneler 3. grupta, onarım tersaneleri
12. sırada, gemi inşa tersaneleri 29. sırada yer almaktadır.
Alaybey 29. sıra kapsamına giriyor.
Verilere göre kuru havzaların bulunduğu onarım tersanelerinin
deniz kirliliğine etkisi %0.7'nin %12'sidir. Yani yüzbinde
84 düzeyindedir. Aynı durum Alaybey Tersanesi için de
geçerlidir. Ayrıca Alaybey Tersanesi limana gelen gemilerden
kaynaklanabilecek deniz kirliliğinin önlenmesine de
yardımcı olmaktadır." görüşlerine yer verilmiştir.
Dok Gemi-İş'in hazırladığı raporda tersanenin kapatılmasına
karşı çıkılarak hemen hemen aynı görüşlere yer verilmiş;
" *Yeni bir tersane kurmak çok büyük bir maliyet
ve zaman gerektirir.
*Tersane İzmir limanına çok yakındır. Bu avantajdır.
Çünkü dünyadaki tersaneler ya limanlara yakın yerde
ya da gemilerin geçiş yolları üzerinde kurulmuştur.
*Alaybey'in yanında Deniz Kuvvetleri'ne ait askeri tersane
de bulunmaktadır. Her iki tersane de stratejik önem
taşımaktadır.
*Tersane körfez içinde olduğundan hava şartlarına karşı
korunmuştur. Böyle yerler ise çok azdır.
*Tersane yan sanayi ile birlikte çalıştığından İzmir'in
ticaret hayatına katkı sağlamaktadır." şeklinde
bir açıklama yapılmıştır.
Konuyla ilgili ikinci örneğimiz ise Karabük Demir Çelik
İşletmeleri. Gerekçesi, artık bu işletmenin görevini
tamamladığı üretimini sürdürebilir ve rekabet edebilir
durumda olmadığı yolundaki görüştür. Yine bu konuyla
ilgili olarak hazırlanan bir rapor kapatılmaya gerekçe
yapılan görüşü çürütüyor.
Raporda "Karabük'te 1972-88 yılları arasında yapılan
yaklaşık 300 milyon dolarlık yatırımla teknolojisini
yenilemiştir. Yatırımın yaklaşık 250 milyon dolarlık
bölümü ise son on yıl içinde, 1982-88 yılları arasında
gerçekleştirilmiştir. Bu yatırımlarla entegre tesisin
kok fabrikası, yüksek fırınlar, çelikhane ve haddahane'den
oluşan üretim zincirinin %80-85'i yenilenmiş durumdadır
ve teorik olarak en az 15-20 yıllık ekonomik teknoloji
ömürleri vardır" deniliyor.
Üçüncü örneğimizi ise Zonguldak Kömür Havzası oluşturuyor.
Ama Zonguldak kapatılacak ya da özelleştirilecek birçok
işletmeye göre biraz daha orjinallik arzediyor. Bu havzadaki
işletmeleri kapatacağız, özelleştireceğiz söylemleri
yeni duyulmuyor. Uzun yıllardır yinelenen söylemler
. Buna karşın buranın kapatılma gerekçeleri de diğer
yerlerin gerekçelerinden pek farklı degil. Yani gerekçe
buranın üretim sürecinin dolduğu, artık zarar etmeye
başladığı, işçi fazlalığı olduğu yolundaki düşünceler.
Fakat hepsinde olduğu gibi burada da bu gerekçeler gerçeği
yansıtmıyor. Zarar edildiği iddiasına karşılık şu anda
burada 10 yıl ila 50 yıl arasındaki yeterlilikte kömür
olduğu söyleniyor. Merkez atölye denilen "maden
makinelerı fabrikası"(madende kullanılan her türlü
araç gereci üreten fabrika) atıl hale getirilerek bu
malzemelerin ihale yoluyla özel sektörden alımına gidiyor.
Yeraltında üretim yapan işçi sayısına oranla yerüstü
kadrosu oldukça şişirilmiş hale getiriliyor. Yeraltında
çalışan her üç işçiye karşılık yerüstünde 1 işçi çalışması
gerekirken bu oran 1/1.5'a ulaşılıyor. Ama bu sorunlar
halledilemeyecek sorunlar niteliğinde de bulunmuyor.
Zaten işletmenin bu hale gelmesini de yönetimdeki tavırlarıyla
kendileri hazırlıyor. Yani önce kendileri gerekçelerin
şartlarını hazırlıyor daha sonrada bu gerekçelere dayanarak
işletmeyi kapatma yoluna gidiyor.
Buna karşın Zonguldak'a devletin bakış açısını biraz
daha açmak gerekiyor. Kimi soruları cevaplamak, buranın
kimi orjinalliklerini ve genelle olan bağlantısını ortaya
koymak gerekiyor.
Devletin Zonguldak'ta ortaya koyduğu tavır genel olarak
onun Türkiye işçi sınıfına bakış açısını yansıtıyor.
İşçiye hiçbir iş güvencesi olmayan, canı ve emeği ucuz
yaratıklar olarak düşünen bakış açısını. Yani yapacağı
çok az bir harcamayla grizu facialarını önleyebileceği
halde buna gereksinim duymama buna karşın keyfince buraları
kapatma kararı almasındaki mantığı. Bu arada akılları
kurcalayan bir başka soru ise madem uzun zamandır Zonguldak'ı
kapatma niyeti vardı devletin o halde niye kapatmadı
sorusu oluyor.
Bunun nedenini artık madencinin kendini devlete tanıtmış
olmasından kaynaklanıyor. Yani devlet madenciyle oyun
oynanmayacağını, onun kazmasını küreğinin aldığı gibi
Ankara yolunu tutabileceğini biliyor. Çünkü yıllardır
madene katık olan madencinin artık canından başka kaybedecek
birşeyinin olmadığını farktemiş bulunuyor. İşte Zonguldak'ın,
madencinin orjinalliğide burda yatıyor.
Eğer bu örneklerin bileşenini oluşturacak olursak ortaya
kapatma ve özelleştirmelerin ne kadar dayanaksız olduğu
çıkıyor. Dikkat çeken yön ise özelleştirme isteminin
sermayeden geldiği, emrin de IMF'den geldiği oluyor.
Bunu açıklamak için Rahmi Koç'un önceden yapmış olduğu
özelleştirmede kararlı olunması gerektiği yolundaki
açıklamalar bile yetiyor. Yani burjuvazi artık işin
kaymağını komple yemek niyetini açıklıyor. Bilinen bir
gerçekde hükümetin amacını kamu açıklarını kapamak olarak
açıklamasına rağmen aslında varolan açığın kamu açığı
değil ekonominin açığı olduğu, özel sektörün açığının
kamuya aktarılarak kamu açığı gibi gösterilmeye çalışıldığı.
İşin gülünç olan bir diğer yanını ise KİT'lerin işçiler
tarafından satın alınabileceği tezi oluşturuyor. Bunun
ne kadar saçma olduğu bundan önceki sayılarda da özelleştirme
konusunu işlerken aktardığımız DİSK'in hazırladığı rapordaki
şu bilgilerde gözüküyor. "1990-92 sürecinde özelleştirmelerde
satılan hisselerin %31.4"ü genel satışa arzedilmiş,
%68.6'sı ise blok halinde satılmıştır. Sözgelimi en
karlı alanlardan biri olan çimento sanayiinde 18 fabrikadan
5'ini RCF şirketi, 5'ini Rumeli Holding, 2'sini de Oyak-Sabancı
ortaklığı almıştır".
Aslında tablo çok basittir. Birçok üretken alan ekonominin
önünü tıkıyor, zarar ediyor demogojisiyle yerli ve yabancı
sermayeye peşkeş çekilmektedir. Yani devletin bugünkü
parolası işçiler işsizliğe, bütün işletmeler yerli ve
yabancı sermayeyedir.
|