Kapitalizmden
Beter Ne Olabilir
Bundan Sonraki Hitler
Kim Olacak?
|
LİVİNG MARXISM'den çevrilen "KAPİTALİZMDEN
BETER NE OLABİLİR" dizisinden bölümler yayınlamayı
sürdürüyoruz. Bu kez yayınlanan bölüm, Joan Philips'in
eski sosyalist ülkelerde canlanan faşist hayranlığı
inceliyor.
Sosyalizm sonrası süreçlerin pek bilinmeyen bir yanına
ışık tutması açısından okurumuza yararlı olacağına inanıyoruz.
Geçenlerde Macaristan'da, Kenderes'te bir cenaze töreni
yapıldı. Ama bu alışılagelmiş bir cenaze töreni değildi.
Bir kere, toprağa verilen kişi yarım yüzyıldan fazla
zaman önce ölmüştü. Daha da garibi, tören tıpkı İngiltere'deki
kraliyet düğünlerindeki gibi, hükümetin kontrolü altındaki
televizyonda canlı olarak yayınlanıyordu. Macar darphanesinde,
o günün anısına gümüş ve bronz madalyalar hazırlanıyordu.
Gömülen kişi, bir milliyetçi, yahudi düşmanı ve Hitler'in
müttefiki olan Amiral Miklos Horthy idi.
Horthy, iki dünya savaşı arasındaki yıllarda, Macaristan'ı
demir yumruğu altında ezerek yönetmişti. 1918'de, Macaristan'da
bir işçi sınıfı devriminin ardından, Macar tarihinin
en demokratik hükümeti kuruldu. Horthy, 1920'deki kanlı
ceza harekatında, yeni hükümeti dağıtan karşı-devrimci
güçlere önderlik etti. Devrimci harekete katılan hemen
hemen herkesi astırdı, komünist rejimin getirdiği tüm
demokratik ilerlemeleri yok etti. Toprak reformundan
yüz çevirip eski feodal düzeni korumayı yeğledi. Macaristan
devlet başkanı olarak, mutlak iktidarı elinde bulunduruyor
ve bir diktatör gibi egemenliğini sürdürüyordu.
Mihver İttifakı
Bağnaz bir anti-komünist olmanın yanısıra, Horthy ateşli
bir milliyetçiydi de. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan
Trianon Antlaşmasıyla kaybedilen toprakları geri alabilmek
için, Macaristan'ı Hitler'in askeri güçlerinin müttefiki
yaptı. Macar milliyetçiliği geleneğine uygun olarak,
Horthy yahudi düşmanıydı. Yahudi düşmanı bir yasayı
kabul ettiren, yahudilerin üniversitelerde öğrenim yapmasını
yasaklayan ilk Avrupalı liderlerden biriydi ve daha
sonraları yahudilerin topluca katledilme operasyonlarını
yönetmişti.
1941'de, Macaristan'ın kontrolü altındaki topraklarda
800.000 yahudi yaşıyordu (Transilvanya, Kuzey Yugoslavya
ve Rutenya'nın Güney Karpatya bölgeleri dahil). Bunların
600.000'i savaş sırasında yokedildi. Horthy hükümeti,
yüz binlerce yahudiyi Hitler'in toplama kamplarında
ölüme gönderdi. Diğerleri, faşist çetelerin elinde,
ağır işlerde çalıştırılırken öldüler. Kızıl Ordu Budapeşte'ye
girip sağ kalanları gettolardan kurtarmasaydı, daha
pek çok yahudi öldürülecekti.
Hayattayken, diktatörce yönetimi yüzünden milyonlarca
Macarın nefret ettiği bu adam, ölümünün üzerinden yarım
yüzyıl geçtikten sonra kahramanlaştırılıp göklere çıkarılıyor.
Horthy, 1944'te Macaristan'dan kaçmıştı, 50 yıl sonra
küllerinin Cebelitarık'taki İngiliz sömürgesinden getirtilmesi,
Macaristan'ın bugünkü siyaseti hakkında bize açık bir
fikir veriyor.
Horthy'nin Cüppesi
Önceleri, Eylül ayında, yalnızca ölenin ailesinin katılacağı,
özel bir cenaze töreni yapılması düşünülmüştü. Ama,
Horthy'nin milliyetçi cüppesine bürünmeye can atan Macar
politikacıları, olayı kitlesel bir aşırılığa vardırdılar.
İktidardaki Macar Demokratik Forumu, Küçük Mülk Sahipleri
Partisi ve öteki politik örgütlerin temsilcileriyle
birlikte, halktan 50 000 kadar kişi cenazeye katıldı.
Savunma Bakanı Lajos Fur, İçişleri Bakanı Peter Boross,
Dış Ticaret Bakanı Bela Kadar ve hükümetin daha başka
ileri gelen bakanları cenaze töreninde yer aldı.
Başbakan Joszef Antall bile, törene temsilci olarak
akrabalarını göndermişti. Kendisi de televizyondaki
canlı yayın sırasında iki kere ekranda görünmüş, Horthy'nin
mirasına sahip çıktığını, onun bir faşist ya da yahudi
düşmanı olmayıp "kendini adamış bir yurtsever"
olduğunu açıklamıştı.
Macaristan'ın bugünkü yöneticileri tarafından, Hitler'in
müttefiki Horthy'nin itibarı iade edildi. Tarihsel olaylar
yeniden yorumlanıp Horthy uygun bir ışık altında kaide
üzerine oturtuldu ve çağdaş Macaristan'ın hükümet yönetimi
için örnek insan olarak gösterildi.
Horthy'nin en yeni yaşam öyküsünü yazan Peter Sipos'a
göre, tarihin böyle yeniden yorumlanması "gerçek
Macarların, iki dünya savaşı arasında devlet ideolojisi
olan hiristiyan milliyetçiliğinden asla vazgeçmediği,
Macaristan'ın tüm yönleriyle Horthy'nin politikasını
izleyeceği, Horthy'nin tarihte oynadığı rolün önemini
vurgulayan Antall'la aynı anda, Boross'un da (içişleri
bakanı) Macaristan'ın güçlü bir merkezi iktidara gereksinimi
olduğunu söylemesinin rastlantı eseri olmadığı"
anlamına gelir. (Budapeste Week, 28 Eylül 1993)
Horthy, 1993'ün tek gözde Macar faşisti değildir. Birkaç
ay önce, iktidardaki partinin parlamenterlerinden Gyula
Zacsek, savaş zamanı Macaristan Gamalı Haç Partisinin
lideri olan, yanında Horthy'nin zararsız bir yurtsever
gibi kaldığı, İmre Szalasi'nin itibarının iade edilmesi
olanağını tartışmıştı. Kuşkusuz, Macar başbakanı yakında
TV'de görünüp Szalasi'nin iyi çocuk olduğundan, Macaristan'a
büyük hizmetleri dokunduğundan dem vurur.
Yurtseverler ve Bolşevikler
Horthy olayındaki gibi, Doğu Avrupa'da eski diktatörleri,
ulusu bolşevik felaketine karşı savunmak için gerekeni
yapmakla yetinmiş yurtsever anti-komünistler olarak
tanıtarak, onları bağışlamak politikacılar arasında
giderek moda oluyor.
Horthy olayı, Doğu Avrupa'da iki dünya savaşı arasındaki
milliyetçi geleneklerin yeniden canlandığını gösteriyor.
Tüm bölgede, birinci ve ikinci dünya savaşları arasında
iktidara gelmiş despotlar, doksanlı yılların simgesi
olarak hortlatıldı. Mezarlardan çıkarmalar, yeniden
gömmeler son derece moda oldu.
Örneğin, bu yaz, Bulgaristan'da garip bir tören yapıldı.
Kral III. Boris'e ait olduğu öne sürülen bir yürek,
Güney Bulgaristan'da, Rila manastırı yakınlarında toprağa
gömüldü. Olay, kralın sürgündeki oğlu Simeon'un tahta
çıkmasını isteyen kralcı bir grup tarafından düzenlenmişti.
Simeon, bir zorba olarak saltanat süren babasının ölümünden
sonra, 1943'te kral olmuştu.
Başka yerlerde de, Kral III. Boris'in despot çağdaşları
yeniden gündeme geldi. Romanya'da, savaş zamanının faşist
lideri Mareşal Ion Antonescu'ya itibarının iade edilmesi,
halkın geniş ölçüde onayını kazandı. Romanya'da hemen
hemen tüm siyasi partiler, eski diktatörün mirasına
sahip çıkmak için birbiriyle yarışıyor. 1940-1944 yılları
arasında, faşist Demir Muhafız Örgütü ve nazi Almanya'sı
ile ittifak halinde Antonescu 400 000 yahudi, on binlerce
çingene ve Macar asıllı insanı katlettirdi. Bugünse,
her nasılsa, Romen ulusunun kurtarıcısı olarak göklere
çıkartılıyor.
500 Reich Markı
Polonya'daysa, şimdiki cumhurbaşkanı Lech Walesa, Birinci
ve İkinci dünya savaşları arasındaki ikinci cumhuriyet
döneminin güçlü lideri Mareşal Joszef Pilsudski'ye öykünüyor.
Pilsudski, 1926'da kanlı bir darbeyle iktidarı ele geçirmiş
ve bugün Polonyalı siyaset liderlerinin büyük bir hevesle
sürdürdüğü otoriteye dayalı rejimin temellerini atmıştı.
Slovakya'da, 1939-1945 yılları arasında, Slovak Cumhuriyeti'nin
cumhurbaşkanı ve başbakanı olan Papaz Josef Tiso putlaştırıldı.
Savaş sırasında, Slovak Cumhuriyeti Üçüncü Reich'ın
uydusuydu ve Nuremberg'de yahudi düşmanı yasaların çıkarılmasının
ardından Almanya'yı izlemişti. Bugün, Slovakyalı yahudi
ve çingeneleri kitle halinde öldürten eski katolik papazının
azizlik mertebesine yükseltilmesinden sözediliyor. Tiso,
60 000 yahudiyi, Almanların işgali altındaki Polonya'ya
sürmüş, Auschwitz ve Treblinka cehennemlerinin fırınlarında
yakılan her bir yahudi için Almanlara 500'er Reich markı
ödemişti.
Hırvatistan'da, faşist Ustashe rejiminin temize çıkarılması
ve lideri Ante Pavelic'e itibarının geri verilmesi endişe
verici bir hızla gerçekleştirildi. Hırvatistan para
biriminin adının, nazi yanlısı savaş zamanı rejimindeki
gibi Kuna olarak değiştirilme kararı, Zagreb hükümetinin
eski sembol ve gelenekleri dirilterek bu rejimi yasallığa
kavuşturmaya çabaşlamasının son örneğidir.
Zagreb'in önde gelen yahudi temsilcisi Slavko Goldstein,
Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman'a yazdığı bir
mektupta, tarihi olayların Hırvatistan'ın bugünkü siyasetini
sürekli bulandırdığından yakınıyordu: "Çağdaş dünyada,
başka hiçbir yerde, siyasetçiler Hırvatistan'daki kadar
ülkelerinin geçmişiyle uğraşmıyor. Durmadan eskileri
karıştırmak, siyasi programların hem bugün hem de gelecek
için zayıf ve yetersiz olduğunun kanıtıdır." (Slobodna
Dalmacija, 12 Kasım 1992)
Çorak Araziler
Goldstein, Hırvatistan'ın bugünün sorunlarının çözümünde
tarih saplantısına kapılmasının kaynağını belirlerken
yerden göğe kadar haklıydı. Ama bu, yalnızca Hırvatistan'a
özgü bir durum değildir. Doğu Avrupa'daki tüm ülkeler,
benzeri nedenlerden dolayı, kendi tarihlerini kurcalayıp
duruyor.
Doğu Avrupa'da geçmişe tapınma, bir tür psikolojik hastalığın
belirtisi değildir. Bu tutum, pazar ekonomisi yüzünden,
Doğu Avrupa toplumlarındaki dağılmanın sonucudur. Kapitalizmin
bu toplumlara yaşanacak bir gelecek sunmaktan aciz kalışı,
geçmişin Doğu Avrupa siyasi kültürü üzerinde aşırı derecede
büyük bir etki yaratmasına yol açmıştır.
Kapitalizmin, Doğu Avrupa'da dinamik bir pazar ekonomisi
kurmaktaki yetersizliği yüzünden, bu bölgedeki ülkelerin
çoğu ekonomik bakımdan çorak arazilere dönüşmüştür.
Toplumu ileriye yöneltecek hiçbir gücün bulunmayışı,
ancak geriye doğru işleyebilecek bir politik sistem
yaratmıştır. Toplumlarının dinamizmden yoksunluğunun
çok iyi farkında olan Doğu Avrupalı yöneticiler, ayakta
kalabilmek için destek arayıp durmadan tarihsel olayları
deşmektedirler.
Mafia Dolar Milyonerleri
Siyasi yöneticilerin karşı karşıya bulundukları sorun,
yasallıktan yoksunluktur. Pazarın bir avuç mafia patronu
ve milyonlarca yoksul yarattığı toplumlarda birleşik
bir siyasi kültür oluşturma şansı pek yoktur. Pazar
ekonomisi bu ülkeleri üçüncü dünya düzenine teslim ettiğinde,
halk kitlelerine olumlu bir gelecek umudu aşılamak olanaksızlaşır.
Macaristan örneğini ele alalım. 1989'da eski düzenin
sona ermesinden beri, yöneticiler halka yeni bir Macaristan
vadediyor. Aradan beş yıl geçti, ama halk hâlâ bekliyor.
Yöneticiler, tüm eski kurulu düzeni yerle bir ettiler;
hatta eski sistemle tüm bağların koparılışının sembolü
olarak sokak adlarını bile değiştirdiler. Ama eski kurulu
düzenin yerini hiçbir şey almadı ve yeni Macaristan
ne olacak, nasıl olacak konusunda da kimse akıllıca
bir düşünce öne süremiyor. Halk kitlelerinin tüm bildiği,
işlerini kaybettikleri ve karınlarını güçlükle doyurabildiklerinden
öteye gitmiyor.
Gelecek Yok
Halkın yiyecek bile bulamadığı böyle toplumlarda siyasi
düşünce birliğinden sözetmek güç. Herhangi bir politik
programa zemin oluşturacak ekonomik temel bulunmadığına
göre, Macaristan'ın geleceğiyle ilgili görüşler öne
sürmek boş bir çabadan başka birşey değil. Tarih de
hiçbir işe yaramıyor. Tarih, halka gelecek şöyle dursun,
bugün için bile hiçbir şey sunamayan politikacıların
yararlandığı bir kaynak yalnızca. Politikacılar, geçmişin
bugün yoksunluğunu çektikleri yasallığı onlara kazandıracağını
umuyorlar.
Doğu Avrupa'da, gelecekle ilgili düşünce birliğinin
olmayışı, siyasetçileri geçmişin siyasetini yapmaya
zorluyor. Ama geçmiş, yeni yöneticilerin karşı karşıya
bulunduğu yasallıktan yoksunluk sorununa sihirli bir
çözüm getirmiyor bir türlü.
Horthy bugün bir kahraman olabilir. Ama gerçekte, tarihin
çekiciliği ne kadar ki? Sorun, savaş öncesi Doğu Avrupa
ülkelerinin, bugünkü kuşaklar için esin kaynağı olabilecek
bir örnek oluşturamamasından kaynaklanıyor. 1945 öncesi
rejimlerin kendilerinin de hiçbir yasallığı yok aslında.
Otoriteye dayalı yönetim biçimlerinin halk kitlelerince
sevilmesi biraz zor.
Pis Hikayeler
Geçmiş bir başka yönden daha sorun yaratıyor. Doğu Avrupa
ülkelerinin çoğunda savaş öncesinden kalma siyasi miras,
gerici Nazilere ve Yahudi katliamlarının verdiği dehşete
sıkıca bağlı aşırı ideolojilere dayanır.
Bu nedenle, Doğu Avrupa'da yakın tarih alelacele yeniden
yazılıyor. Bugün, tarihin siyasi bir kaynak olarak kullanılabilmesi
için, geçmişte yer alan kirli dönemlerin temizlenmesi,
yada alternatif olarak normal bir görünüme büründürülmesi
gerekir. Böylece, Horthy iyi bir Macar yurtseveri olarak
tanıtılır, Pavelic'in bir radikal Hırvat milliyetçisinden
başka birşey olmadığı öne sürülür, Pilsudski allanıp
pullanıp demokrat bir kişilik olarak yutturulur.
Bütün bunlar nereye varır acaba? Eğer Macaristan'da
Horthy'ye itibarı iade ediliyorsa, Hırvatistan'da tarih
böylesine kolayca sil baştan yazılıyorsa, Polonya'da
geçmişin çirkinlikleri temizlenip paklanıyorsa, Almanya'nın
da Hitler ve Nazileri aklamasına kim engel olabilir?
|