1
Mayıs 94 İçin Sorular ve Bir Kaç Not
|
1886'lardan yaklaşık bir yüzyıl sonra, 1994 yılında
tutup "1 Mayıs nedir?" diye bir soru sormak
insana garip gelebiliyor. Gerçekten de ilk bakışta öyle
görünüyor.
Çünkü sorunun yanıtı da aslında çok orjinal değil, "1
Mayıs İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik ve Mücadele
Günüdür."
Bu kaba bir tanım olarak doğrudur.
Ancak eklemek lazım, 1 Mayıs üretim araçlarının ve üretici
güçlerin toplumsallaştığı-özel mülkiyetin son bulduğu
toplumlarda barış günüdür. Çoşkulu kutlamalarla bayramlaştırılabilir.
Bu koşulları sağlayamayan üretim ilişkilerinde 1 Mayıs
hak arama, hak alma, mücadele ve savaş günüdür.
Savaş sözcüğü burada salt askeri bir anlam ifade etmez.
Nihayetinde sözcüğün politik anlamı, işçi sınıfının,
düzen karşısında, düzenin baskıcı ve ideolojik aygıtı
karşısında olduğu duruş şeklidir.
Yani 1 Mayıs'ın doğasında sınıf mücadelesinin doğası
vardır ve 1 Mayıs, sistemin dışında, onun tarafından
uysallaştırılması mümkün olmayan bir sosyal olgudur.
Bütün bunlar çok doğru belirlenmelidir ve her zaman
yazılabilir, söylenebilir.
Ama sorun şurada; tanımlar yetmiyor!
Tanımlar yetmiyor; çünkü tanımın içine sığdırdığınız
durumun bir istek olmaktan çıkıp bir gerçeklik olması
için irade ve güç gerekiyor. "Şöyledir" dediğimizde
o olgunun gerçekten söylediğiniz biçimde gerçekleşmesi
için yapılması gerekenleride ortaya koymak bir zorunluluk
oluyor.
Bu durum, 1 Mayıs için de böyledir. 1 Mayıs'ın devlet
törenine dönüştürülmemesinden sözedildiğinde devrimci
irade ve güç olayından sözediliyor demektir.
Sorulara bu noktadan başlanabilir ve ilk soru yeterince
net olarak ortaya konabilir.
Devrimci Hareketin gücü bugün bunu gerçekleştirmek için
yeterli midir?
Nitelikle-örgütlülükle ilgili sorunları bir an için
bir yana koyup salt bu 1 Mayıs'ı ve salt Çağlayan'da
toplanan insanları düşünelim. Olguya salt sayısal bir
hesapla yaklaştığımızda bile görünen manzara oldukça
nettir!
Şu yada bu şekilde sosyalist ve yurtsever zeminlerde
duran siyasal hareketlerin alanda oluşturdukları kütle
hiç de küçümsenecek, hafife alınacak bir kütle değildir.
Hatta Çağlayan özgülünde bu gücün hatırı sayılır bir
noktada olduğu çok rahatça söylenebilir.
Yani değişik türden komplekslere ve şu malüm "marjinalite"
gevezeliklerine hiç yer yoktur. Durum parlak değildir
ama öte yandan da sol basitçe "teferruat"
diye nitelenebilecek bir nokta da değildir.
Öyleyse ikinci bir soru sorulabilir! Ortada böyle hiç
küçümsenmeyecek bir güç varken ve bu gücün önceden organize
edilmesi halinde alana ve alan öncesi sürece daha ciddi
ağırlık konulması mümkün iken, solun durduğu geri nokta,
sırf dağınıklık ve dar görüşlülüğün bir sonucu değil
midir?
Mevcut dağınıklığına rağmen yine de 1 Mayıs'ın devlet
törenine dönüştürülmesini belirli bir ölçüde engelleyebilen
sol güçlerin birazcık organize olmaları halinde neleri
başarabilecekleri konusunda düşgücümüzü zorlamamak bir
tembellik biçimi değil midir?
Burada bir başka düzeye atlanarak; "1 Mayıs sendikaların
işidir ve sendikacılar organize eder" şeklindeki
yaygın düşünceyi 94 pratiğinde yaşadıklarımız boyutunda
tekrar tekrar yargılamamız lazımdır.
Evet sürecin en başından beri sınıf birliği temelinde
durduk ve önceki yılın 1 Mayıs örneğinde de görüldüğü
gibi her türlü aynlığın meşrulaştırılmasının da karşısında
olduk.
Bu bağlamda da tüm çağrılarımızı tek alan tek miting
şiarıyla yaptık. Bunu yaparkende taşıdığımız tek kaygı
vardı. Özüne uygun 1 Mayıs.
Buradan anladığımız DEMOKRASİ PLATFORMU'nu oluşturan
TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK ve 17 Demokratik Kitle Örgütünün
kendi politik savruluşları değildi.
Buradan anladığımız uzun erimli,-şehitlerin kanıyla
hak edilmiş, sınıf disiplinini, bilincini ve geleneğini
yansıtan 1 Mayıs tavrıydı.
Evet, işci sınıfı yığınların buluştuğu kitle örgütleri
olarak önemlidirler ve 1 Mayıs gibi geniş çaplı gösterilerin
azami kitleselliğe ulaşmasını sağlayabilirler. Ama bu
durum, sosyalist güçlerin her 1 Mayıs organizasyonuna
sonradan eklemlenen bir güç olmalarının, böyle geri
bir konum tutmalarının gerekçesi değildir.
Gerçekten aynaya bakıp sormak gerekiyor: Sol güçlerin
sırf dağınıklıklarından ve birlik geleneklerinin zayıflığından
ötürü, özünde küçümsenemeyecek noktada olan güçlerini
kullanamamaları ve böylece yanlış bir geleneği yıldan
yıla meşrulaştırmaları doğru bir davranış mıdır?
Daha işin en başında olayı sendikacılara devredip kendini
katılımcı olarak kabullenen sol için, her 1 Mayıs'ta
sendikaların o yıl ki karşılıklı konumlanışlarını izlemek,
ne yapacaklarını kollayıp sıkıntılar yaşamak hep rutin
mi olacaktır?
Mevcut durumlarıylada devrimciler buna layık mıdır?
Ancak devrimci dalganın yükselişiyle genişleme ve örgütlenme
şansına sahip olan sendikaların bu basit gerçeği unutmalarına
izin vermek devrimcilerin kendi yanlışı değil midir?
Bütün mevcut sendikaların tabanlarında şu ya da bu ölçüde
bulunan örgütlü ve yandaş güçlerini gerçekten bir etki
yaratacak düzeyde harekete geçirmekte midir?
Ve nihayet devrimci güçler eğer gerekirse, eğer başka
türlüsü mümkün olmazsa, bağımsız bir 1 Mayıs gösterisi
düzenlemeyi ve sınıf içindeki kendi güçlerini, ama yalnızca
o kadar değil, müsamere tarzı törenlerden sıkılmış işçi
kesimlerinide bu gösteriye çekmeyi göze almadıkça, kendilerine
bu ölçüde güvenmedikçe, yanlış bir geleneğin önünü kesebilirler
mi?
Yaratılmak istenen, özünden farklı 1 Mayıs bir sonucu
doğru gitmektedir. Bu sonuç yıllardır yapılmak istenen
devlet töreni şeklinde kutlamalar, her şekilde çercevesi
çizilmiş, kendince yasal bir düzlemde tutulmaya çalışılan
bir işci sınıfı yaratma çabasıdır.
Çok değil 93 öncesi 1 Mayıs'ı gerek tarih, gerekse gelenek
olarak red eden ve bu konuda burjuvazinin önerileri
doğrultusunda tavır sergileyen HAK-İŞ ve TÜRK-İŞ bu
zamana kadar becerilemeyeni Demokrasi Platformu çatısı
adı altında başarmaya çalışmaktadır.
"Her ne pahasına olursa olsun" birlik sağlanmaz,
Birliği oluşturan siyasallaşma'dır.
Bu asgari müştereklerden başlayan-azami müştereklere
doğru yayılan bir ivmedir.
En azından böyle olmalıdır. Üç konfederasyonun bir araya
gelmesi sınıfın birlikteliğinin başlangıcı sayılamaz.
Hele devrimciler için ilkelerinden ödün vererek ve bu
ilkeleri masaya yatıranlarla ortaklaşmak, hep birlikte
savrulmalara neden olacaktır.
Bütün bu sorulara eklenmeli: Her 1 Mayıs'ta devrimciler
ve sosyalistler kendi pankart ve sloganlarını "tartışmak"
isteyen "tertip heyeti" üyesi sendikacılarla
uzun ve sıkıcı toplantılara katlanmak zorunda mıdırlar?
Korkunç hantallıkları ve dağınıklıkları sonucu, sonradan
eklendikleri süreçlerde anlamsız tartışmalara geri noktalardan
girmek zorunda mıdırlar?
Sosyalistler için sözgelimi belediyelerde insanları
zor yoluyla sendikasına kaydetmeye çalışan bir HAK-İŞ'in
temsilcisiyle (platform üyesi olduğu için) oturup devrimci
1 Mayıs üzerine tartışmak gereğinden ağır bir yük değil
midir?
Düne kadar 1 Mayıs'ı, komünist bayramı olarak lanetleyen
bir konfederasyonun temsilcisiyle kan pahasına savunup
geldiğimiz sloganlarımızı tartışıyor olmak (biz tartışmasak
bile tartışılmak istenmesi) ağır bir yük değil midir?
Platformun bekâsı adına kendi belleklerini zayıflatıp
durumu idare etmeye çalışan "devrimci sendikacı"ları
doğruda tutmak ancak organize ve eşgüdümlü bir davranışla
mümkün değil midir?
Geçerken DY için söylenmesi gereken şeyler var...
Kendini politik bir örgüt ya da grup olarak ifade kaygısı
taşımadığı için bütün ilkeleri deforme ederek içine
girdiği her platformda herkesle tam bir rahatlıkla birlikte
olabilen DY'nin (ya da DY'lilerin) ne zamana kadar bu
sürüklenmeyi devam ettireceği gerçekten merak konusudur.
"Adil Düzen"ci sendikacılarla birliği bozmama
kaygısıyla oturup devrimcilerle, sloganların sertliği,
yumuşaklığı tartışmaları yapmak, Kürtçe sloganların
doğuracağı tepkilerden dem vurmak, normal bir davranış
biçimi midir?
Sözgelimi 93 1 Mayıs'dan önce süreci bilenler anımsayacaktır.
TÜRK-İŞ'liler STP'ne "siz partisiniz gelin ama
sol grupları sokmayacağız" dediğinde STP bunu reddetmiş
ve bizce doğru bir tavır koymuştur.
94 yılında birkaç sloganı "garantili" listeye
dahil olunca, bütün sol ve yurtsever güçlerle ilişkisini
unutmaya hazır bir görüntü çizen DY, kendini hangi gemide
görmektedir?
Devrimci güçlerin mümkün olan en geniş bir birlik sürecine
girmeleri halinde bu ve benzeri sorular da daha netleşmeyecek
midir?
92 ve 93 kıyaslanırsa, sol güçlerin durumu İstanbul
için, sözcüğün tam anlamıyla bir skandal halindedir.
Sosyalist ve yurtsever güçler bu yıl kendi aralarında
en basit bir eşgüdüm ve organizasyon bile gerçekleştirememişler,
bunu yapamamış değil yapmamışlardır.
Ne miting öncesinde, ne de alanda, ne de dağılırken
bir eşgüdümden söz edilemez.Bu konuda eskiden sorunlar
yaşandığı, kurulan platformların çok işlevli olmadığı,
hantal davrandığı ve süreçleri kaçırdığı bir gerçektir.
Ama yine de 92'de 20 civarında dergi ve çevre düzenli
toplantılar yapabilmiştir. 93'te ise sonradan TÜRK-İŞ,
DİSK ayrımında ikiye çatlayan bir platform deneyi yaşanmış,
Pendik hattına gidenler çeşitli disiplinsizliklerle
sakatlanmış da olsa belirli bir zemini yine de yakalayabilmişlerdir.
94 Nisan'ında ise gerçekten bir başıbozukluk yaşanmıştır.
Daha işin başında birçok çevre herhangi bir birlikteliği
gerekli görmemiş, kendi hazırlıklarını kendi sürdürmeyi
yeğlemiştir. Dergiler platformu bu noktada etkisiz bir
konuma kaymış, daha geniş bir bileşim yakalama yönündeki
çabalar da zayıf ve etkisiz kalmıştır.
Sonuçta, ancak dergiler platformundan 6-7 çevre bir
ölçüde bir arada olabilmiş ve genel olarak bir dağınıklık
yaşanmıştır.
Geçmiş olumsuz deneyimleri ve hantallıkları hepimiz
biliyoruz, yine de tartışılabilir bunlar, ama herşeye
karşın sormadan edemiyoruz: Bu kadar mı zordu? Önüne
kocaman hedefler koymayan, alçakgönüllü bir şekilde
en azından alanı ve sonrasını organize edebilen bir
birliktelik bu kadar zor muydu?
En başından sürece saptanmış tavırlarla giren ve önüne
her kim çıkarsa çıksın zorlayabilen, ağırlık koyabilen
bir devrimci birlik bir çok şeyi de değiştirmez miydi?
Aritmetik hesap çok açıktır: Çağlayan'da devrimci ve
yurtsever güçler ciddi bir kütle oluşturmuşlardır.
Gerçekten böyle bir güç var olmasa, gam çekmezdik.
Ama güç vardı, olduğu da görülmüştür.
Olmayan şey, çok basit ve mütevazi bir eşgüdümdür.
Kuşkusuz 1 Mayıs her çevre için örgütsel ve moral bir
önem taşır. Herkes kendi varlığıyla organize olup gelir.
Ama bu kadar bağlantısız ve duyarsız olabilmesi anlaşılabilir
bir durum değildir.
Salt örnek olsun diye açmak istiyoruz.
Alana son giren kortejlerle polis arasındaki tartışmalar
belli bir boyut kazansa ya da polis iradi olarak karar
alıp saldırsa, diğer çevre ve grupların bundan haberlerinin
bile olmayacağını söylemek hiç abartı değildir. Gerçekten
de durum böyledir; salt örnek olarak manzarayı betimlemek
için söylüyoruz, nitekim SİP olayı örnektir.
Yani çok basit bir işbirliği bile yoktur.
Oysa mevcut toplam güç, olacak gönüllü ve basit bir
diyalog-işbirliği ile bir dizi şeyi gerçekleştirmeye
uygun durumdadır.
Bunlar çok karışık olmayan, yapılabilir şeylerdir:
A) Sözgelimi; bu güç alana derli toplu bir kortej olarak,
polisin müdahalelerine toplu tavır koyan bir bütünlük
olarak girebilir. Böylece alanda yaratılmak istenen
atmosfer dağıtımda ve yasal çerçevesi belirlenmesi dahi
olsa alanda toplanan kitleye 1 Mayıs'ın özünü vurgulamada
bir kat daha başarılı olunabilirdi.
B) Sözgelimi; bu güç yine çok basit bir diyalogla ve
megafonların yardımıyla belirli ortak sloganları çok
gür bir haykırışla alana hakim kılabilir en azından
daha geniş bir etkinlik alanı sağlayabilirdi.
C) Yine aynı güç sendikaları sağa çekme derdinde olanlara
karşı işçilerin kendiliğinden oluşan tepkisini daha
iyi değerlendirebilir, önceden alınmış iradi kararlarla
bazı konuşmacılara karşı belirgin bir tepkiyi (tekil
ya da belirli çevrelerle sınırlı kalarak değil) iradi
olarak örgütleyebilirdi.
D) 77' katliamı şehitleri için, o geleneğin sahibi olmayanlar
tarafından saygı duruşuna çağrılmak kimin içine siniyor
bilemiyoruz? Ama yine devrimci ve yurtsever güçler önceden
alınmış iradi bir kararla pekala bağımsız devrimci bir
anma yapabilirlerdi. Bu mümkündü. En azından birlikteliğin
olduğu zeminde alan için faaliyet olarak tartışma şansı
bulurdu.
Birazcık düşündüğümüzde, bugünden geriye baktığımızda
bütün bunların yapılabilecek şeyler olduğunu çok rahatça
söyleyebiliriz.
Ve nihayet alandan dağılma sürecine gelelim.
Artık mitinglerin keyfi olarak erken bitirilmesi ve
provakasyon korkusuyla kortejlerin alelacele, rastgele
dağıtılması nerdeyse sendikal bir gelenek olmuştur.
Böylece devrimci çevreleri alanda sona bırakmak her
seferinde sonuç olmaya başlamıştır.
Bütün bunlara önceden bileşimlerde bulunarak nitel bir
ağırlık koymak yoluyla çözüm bulunabilir.
Ama en azından böylesi bir durumda bile devrimci ve
yurtsever güçler kendi organizasyonlarını sağlayıp durumu
kontrol altına alabilirler ve provakasyonları bir ölçüde
önleyebilirler.
Bugün artık çok net olarak görünen bir gerçek var. Görmemek
için kör ya da safdil olmak gerekiyor. Polis her mitingde
son derece iradi olarak belirli bir korteji ya da bir
iki korteji seçiyor ve saldırıyor. Bunu ya iradi olarak
"miting bitince şunları bir dövelim" diye
yapıyor, ya da dağılma sırasında pozisyonu uygun bulduğu
bir yerde bir gruba saldırıyor. Artık bunu anlamamak
mümkün değil.
Bu engellenemez mi? Sorun budur!
Bu engellenebilir. Bütün devrimci ve yurtsever güçler
basit bir eşgüdümle dağılmayı belirli bir kontrol altında
ve hep birlikte yapabilirler.
Kendi gruplarının güvenliği yanında devrimci ailenin
diğer parçalarını da gözetebilirler, bunun koordinasyonunu
sağlayabilirler.
Belki bu durumda daha geniş bir çaplı saldırı olabilir
ama saldırı da daha iyi bir şekilde karşılanabilir.
Devrimcilerin yaralılar hatta kayıplar vermesi her zaman
moral düşüşü yaratmaz. Eğer gerçekten derli toplu bir
direniş varsa, bunun tam tersi de gerçekleşebilir. Örnek
olsun diye söylüyoruz. Mehmet Akif Dalcı olayı bir moral
düşüş değil, yükseliş yaratmıştır.
Çok net olarak şu soru sorulabilir; SİP'in uğradığı
saldırıdan yalnızca mitingi alelacele dağıtan tertip
komitesi mi sorumludur?
Kendi güçlerini organize etmeyen, aralarında basit bir
diyaloğu bile canlı tutmayan, güçlerini kimseyi gözetmeden
rastgele dağıtan devrimci ve yurtseverlerin bu işte
toptan bir sorumluluğu yokmudur?
Bu işten, SİP'de dahil herkes biraz sorumlu değil midir?
Sonuç olarak: 1 Mayıs 94 geçip gitmiştir. Ama geriye
dersler ve sonuçlar kalmıştır. Gerçekten herkes açısından
bir düşünme ve tartışma ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç
duyulmalıdır.
Çok büyük düşler kurulamaz belki, nihayetinde geleneklerimiz
ve alışkanlıklarımız bellidir. Ama düşünülebilir ve
tartışılabilir.
En önemlisi de, yeni bir bakışın zorunluluğudur. Herhangi
bir abartmaya gerek yok. Ama mevcut olan gücü de tanımak
ve değerlendirmek kendini dayatan kesin bir gerekliliktir.
95'e uzanan süreçte bütün bunların daha iyi kavranacağına
olan inancımızı sürdürüyor, sürdürmek istiyoruz.
|