Tek Yol Devrim Ya Da
"No Way Out!"
DENİZ SU
|
Ülkenin genel yapısına dair çözümlemelerde ya da kehanetlerde
bulunmak değil amacım. Sadece bazı vurgularla unutmamayı,
hafızanın sürekliliğini sağlamak istiyorum. İstanbul'da
yaşamak ülkenin bütün sorunlarını kapsamayı sağlamaz
tabii ki, ama kozmopolit yapısıyla ve uzlaşmazlıklarıyla
o sokaklarda dolaşmak ve o havayı solumak yine de başka
bir bölgeden ve şehirden daha yoğun olarak bazı şeyleri
hissetmeyi sağlayabilir.
Hemen her gece Boğaz yolunda yaşanan yoğun tarfik, eğlenmek
için gezen insanların dışında, yüzlerini sokaklarda
değil, renkli basında ve TV programlarında gördüğümüz
burjuvazinin ve bürokrasinin "düğünleri"nin
sonucudur. Milyarlarca liranın ve doların akıtıldığı
ve genellikle sanayi-bürokrasi arasındaki bu evlilikler
sayfa sayfa gazetelerde seyrettirilirken, düğün geceleri
Boğaz yolunda yaşanan manzaralar da bütün çarpıcılığıyla
insanı rahatsız etmektedir; lüks ve savurganlık, aslında
nereden ve nasıl elde edildiği çok belli olan paraların
harcanması ve bunların bekçiliğini yapan, bunları koruyan
polisler, polisler ve polisler... İnsandaki en kaba
şiddet dugularını uyandıran sahneler!
Sokaklarda yatan, sabahlayan, yaşayan insanlar: Yaşlı
kadınlar, ihtiyar adamlar, hırpani kılıklı gençler,
tiner içen çocuklar... Boş ve anlamsız gözlerle -belki
de çok anlamlı gözlerle- bakan ve dolaşan insan kalabalıkları.
"Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri"
gerçekten "olmayan" yığınlar. Şu an sesiz,
ya da mırıldanan, dilenen.. ama yarın, "her an
patlamaya hazır bir volkan"... ya da yarın, tıpkı
Brezilya'da olduğu gibi "infaz mangaları"nın
yeni hedefi olacaklar; "çevreci" iktidarların
şehirleri temizleme beş yıllık programı kapsamına alınacaklar...
Galata Köprüsünün üzerinden günün her saatinde denize
boş ve anlamsız gözlerle- ve belki de çok anlamlı gözlerle-
bakan orada öylece duran, işsiz güçsüz insanlar nereye
bakıyor ve hep aynı gemilerin ve teknelerin geçtiği
o kalabalıkta ne arayıp ne bekliyorlar.
Giderek arttırılan polis teşkilatı, sokaklarda her yerde
karşımıza çıkan motorize ve yaya polisler, şehrin onca
kargaşasını arttırırken "yargısız infazlar"
dışında, başka ne için dolaşıyorlar?
Şehirdeki tedirginliğin ve bekleyişin daha ne kadar
artması gerekecek?
Kürdistan'daki Türk köylerini silahlandırıp Kürt köylerini
ve öncülerini silahsızlandıran devletin o bölgede "karanlık
bir zaman dilimi" içinde iç savaş tezgahladığı
çok açıkken, ve bu gelişim adım adım seyrettirilirken,
bu şehirde her gün uyandığımız ve yeniden yaşadığımız
tezgahı da fark etmiyoruz.
Medyanın haber "yaratan", haberin içerdiğini
değil, kendisini, haber için haberi önemseyen "karşı-kahramanları"
çirkinliklerini, karşılarındaki insanları küçümseyip
aşağılayışlarını meşru görecek ve aşağılanmak isteyecek
bir haber alımlayıcısı kitle yarattılar. Haberin öznesi
ve nesnesi iç içe girdi ve böylece her şey olabilen
insanlara yine her şeyin olabileceği bir dünyanın mümkün
olduğu kabul ettirildiğinden artık hiçbir şeyi 'fark
etmek' mümkün değil, aydınlanmak ve bilinçlenmek gibi
kavramlar çoktan unutuldu; bilen, ama bildiğinin ve
gördüğünün ne olduğunu anlamayan, aptalca seyreden insan
toplulukları yaratıldı. Böyle bir dünyada, cinayete
ortak olmayan kimse yoktu!
Devrim! Hiç olmadığı kadar aciliyetle kendini hissettiriyor,
medyatik dile inat olsun diye DEVRİM kelimesini daha
fazla telaffuz etmenin zamanı çoktan geldi. Ama şunun
unutmayalım: "... Vermediğiniz şeyi alamazsınız,
kendinizi vermeniz gerekir. Devrim'i satın alamazsınız.
Devrim'i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim
ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir." (Mülksüzler,
Ursula K. Le Guin).
|