"Sosyal-Demokrasi..."
Figüran Değil, Suç Ortağı
|
1994 Martındayız...
Kan kaybından ötürü yorgun düşmüş, yıllardır dipten
doruğa soyulup soğana çevirilmiş Türkiye, sokulduğu
çıkmaz sokaklarda gitgide daha çok karanlığa gömülürken,
ülkenin egemen sınıfları sistemi şurasından burasından
onarmaya çalışıyorlar.
Artık her şey tel tel dökülüyor ve onarmak da günden
güne daha zorlaşıyor.
Türkiye, Bugün Bir Vurgunlar Soygunlar Ülkesidir.
Ülke tarihinde ilk kez "temizlik" ve "dürüstlük"
bu ölçüde önemli bir seçim malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Düzenin bütün kurumları ve elbetteki en çok da partileri,
gırtlaklarına dek öyle bir pisliğe bulanmışlardır ki,
artık "temizlik"ten çok "en az kirlilik"
yarışması yapılmaktadır.
Herşeyin ölçüsü kaçmış, her yandan çürük kokuları gelmektedir.
Ülke tarihinin hiç bir döneminde halkın sırtından kazanılmış
bu kadar çok para, bu kadar hızla el değiştirmemiş en
küçük bir değer üretmeyen dalaverelerle halkın alınteri
bu ölçüde açıkça gaspedilmemiştir.
Bizzat Hükümet, halkın iliğini sömüren finans kurumlarıyla
danışıklı döğüş halinde para piyasalarıyla oynamakta,
milyarlarca liralık vurgunların önünü açmaktadır. Böylece
esas olarak emekçilerin sırtına binen dış borç yükü
birkaç saatte milyarlarca dolar artarken öte yandan
kan emiciler kasalarını doldurmaktadırlar.
Belediyelerden askeri ihalelere, her köşede rüşvet,
soygun gırtlağa kadar gelmiş ve artık günlük yaşamın
bir parçası olmuştur.
Bütün ülkede eli pisliğe bulanmamış bir kamu yöneticisine
rastlamak artık çok zordur. Kürt mültecilerin yardım
paralarını keyfince harcayan valilerden, ihalelerden
milyarları götüren müdürlere dek çok renkli bir yelpaze
vardır. Beş paralık hırsızlıkların suç sayıldığı ülkede,
halkın emeğinden milyarlar çalanlar "saygın işadamları"
olarak devlet davetlerinde yerlerini almışlardır.
Üstelik büyük bir sahtekarlıkla bunlar renkli basında
yazılıp çizilmekte ama bütün bunların arkasında duran
dünyanın en kirli işine artı değer'e kimse dokunmamaktadır.
Patronlar arasında "hırsızlar" ve "saygın
işadamları" biçiminde sahte ayrımlar yapılırken,
bir yandan da bütün bu pisliği üreten düzen aklanmaktadır.
Türkiye, Aynı Zamanda Bugün Bir Yalanlar Ülkesidir.
Yine ülke tarihinde hiçbir zaman medya bu ölçüde toplumun
gözeneklerini sıvamamış, halkın bilincine yönelik bombardıman
hiçbir zaman bu ölçüye ulaşmamıştır. Kulaklarımız, gözlerimiz,
bütün duyu organlarımız ve beynimiz artık burjuva iletişim
araçlarının ideolojik işgali altındadır. Tek yanlı bir
propaganda sürecinde bütün gerçekler çarpıtılmakta,
her sosyal olgu olduğundan farklı gösterilmekte, "çok
seslilik" makyajı altında tek bir hoparlörden aynı
yalanlar ortalığa yayılmaktadır.
Böylece bir yandan insanların nasıl düşünüp davranacakları
saptanmaya çalışılırken, öte yandan "milli takım"
ruhuyla özellikle kirli savaş çarpıtılmakta, bir şovenizm
dalgası adım adım geliştirilmektedir.
Türkiye, Bir Katliamlar Ülkesidir.
Yanıbaşımızda bir ülke, Kürdistan ateşler içindedir.
Bütün politik yetkilerini MGK'na devredip kendini ekonomik
müsteşarlık düzeyine indirmiş olan hükümet bir kan banyosunun
önünü açmıştır. Bugün ülkede karanlık bir çete yönetimi
vardır ve bu çete Kürt hareketini ne pahasına olursa
olsun ezme kararı almıştır.
Devlet bunun için herşeyi göze almıştır. Artık Şırnak
için, Cizre için ve başka yerler için, güpegündüz kurşuna
dizmeler, köyleri yakıp boşalttırmalar, bir gece içinde
koca kentlerin harabeye döndürülmesi sıradan olaylar
olmuştur. Gerilla karşısındaki başarısızlığını en yetkili
ağızlardan ifade eden devlet, bu kez artık kesin olarak
sivil halka yönelmiştir.
Ve memurlara, işçilere "para yok" diyen aynı
devlet, bütün bu ölüm makinaları için, beslenen katiller
için trilyonlarca liralık kaynaklar ayırmaktadır.
Bütün bu yatırımlar karşısında da tek bir şey; ÖLÜM
satın alınmaktadır. Kürt insanı her gün katledilirken,
bu savaştan hiçbir çıkarı olmayan gencecik insanlar
da askere alınarak kırdırılmaktadır.
Türkiye, Bir Baskılar Ülkesidir.
Her şey bu soygun ve sömürünün sürmesi içindir.
Karanlık düzenin sürmesi için en küçük bir kıpırdanış
bile devletin yoğun terörüyle bastırılmaktadır.
Meclisin kuşatılıp milletvekili avlandığı, güpegündüz
gazetelerin basıldığı, soluk almayı bile suç haline
getiren yasaların çıkarıldığı günlerde yaşıyoruz.
Farklı-aykırı seslerin çıkmasının engellenmesi için
artık her şey mübahtır.
Artık sosyalist-demokrat yayınların kapatılması bir
alışkanlıktır.
Artık kentlerin orta yerinde silahsız insanların "operasyon"
adı altında sorgusuz-sualsiz kurşuna dizilmeleri bir
devlet geleneğidir.
Türkiye, artık içinden yalnızca devrimle çıkılabilecek
bir kaosun ortasında her gün yeni çıkmaz sokakları,
yeni siyasi kadroları denemekte ve hiçbir yol bulamamaktadır.
Bu Manzara Içinde "Sosyal Demokrasi" Nerede
Duruyor?
l994 Martında durum bu noktadayken düzen partileri kendilerini
allayıp pullayıp halkın önüne çıkıyorlar ve oy dileniyorlar.
Yıllardır adeta nöbetleşe iktidar olan ve her seferinde
hayatı daha çekilmez hale getirip başkasına devreden
bu partiler, yüzleri kızarmadan halkın desteğini istiyorlar.
İçlerinde en arsızları ise SHP'dir.
l2 Eylül'ün izlerini silme vaadiyle halktan oy isteyen
SHP'nin bugüne kadarki icraati biliniyor.
Figüranlık ettikleri koalisyon hükümeti bütün TC tarihinin
en kanlı hükümetidir. Yine bu hükümet TC tarihinde kendini
MGK'nin ve askerin eline en çok teslim etmiş, en silik
hükümettir.
Bu hükümet ve onun destekçileri, Türkiye'nin en kanlı
dönemecinin sorumlularıdır.
Ve bu noktada aslında SHP için "figüran" tanımlaması
da doğru değildir. Böylece SHP'yi aklamak siyasal bir
körlüktür. Yıllardır "zaten tam hükümet değiliz"
savunmasının arkasına sığınan SHP kurmayları, bu söylemlerinde
de samimi değillerdir. SHP, düpedüz ve sürecin mantığı
itibarıyla da bütün işlenen cinayetlerin ve baskıların
suç ortağıdır.
Sivas katliamından, yakılan köylere dek bütün "icraatlar"
SHP'nin de sorumluluğu altındadır.
Her köyün yakılmasında, her kasabanın bombalanmasında
SHP'nin de imzası ve onayı vardır.
Halkın susturulması için çıkarılan her yasa SHP'nin
de onayından geçmiştir.
Sorgusuz-sualsiz infazların da yalnızca "seyirci"si
değil, aynı zamanda sorumlusudurlar.
DEP'e karşı başlatılan kampanya sırasında meclise gelmemeleri
de aslında hiç de söylendiği gibi karşı olma anlamı
taşımamaktadır. Tersine böylece dokunulmazlıkların kaldırılmasını
daha da kolaylaştırmışlar, kendi üyelerini polise teslim
eden bir meclisin utancından kurtulamamışlardır.
Ve üstelik, "sosyal demokrasi" o her zaman
çok öğündüğü "dürüstlük" maskesini de artık
her düzeyde yitirmiştir. SHP, bütün diğer düzen partileri
gibi yolsuzlukların içine boylu boyunca gömülmüştür.
Bugün, "sosyal demokrasi"nin halktan bir tek
oy istemeye, bunun için kendisinin diğerlerinden "farklı"
olduğunu söylemeye hakkı yoktur.
O, nihayet diğer bütün burjuva partilerinin arasındaki
gerçek yerine oturmuştur ve oradan kalkmaması bütün
solun ve halkın yararınadır.
Bu bakımdan Taksim'deki "Devlet müsameresi"nde
izlediğimiz manzara göz yaşartıcıdır:
Çiller, Karayalçın ve Türkeş...
Herkes yerini buluyor...
|