Ölüm
nereden ve nasıl gelirse gelsin
savaş sloganlarımız
kulaktan kulağa yayılacaksa
ve cenazelerimize
mitralyöz sesleriyle
ağıtlar yakılacaksa
ölüm
hoş geldi sefa geldi
Aradan yirmi yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, hele
ki bu yirmiyi aşkın yıl çetin mücadelelerle ve yükseliş-inişlerle
doluysa, bir yanılsama yaşanabiliyor. 1971 ve o günlerin
olayları-unsurları birçok insana sanki çok uzakta duran
şeylermiş gibi gelebiliyor.
Hatta belki çok düz bir bakışla, sonuçta 71'in de Türkiye'nin
mücadele süreçleri içinde bir halka olduğu, daha tam
bir deyişle "halkalardan biri" olduğu söylenebilir.
Dönemin insanlarının da, olayların da, daha sonra yaşayanlardan
ve yaşananlardan nitel bir farkının olmadığı düşünülebilir.
Şüphesiz kıyaslamalar iyi değildir, doğru değildir.
Ama şunu söylemek gerekiyor:
Orası, 1971, bir başlangıçtır, gerçekten iktidar perspektifine
sahip bir devrimci sürecin miladıdır. Her ülkenin tarihinde
böyle başlangıçlar vardır; orada hep zengin deneyler,
dönüp alınacak dersler durur.
Önceden olmuşlarla sonradan olanlar bir yerdedir. O
miladın olguları, insanları farklı bir yerde...
Kesin ve belirleyici olan ayrım noktası budur.
Çünkü, o gün yapılan şey, salt bir politik çizginin
ortaya konuluşu, ilk pratik adımın atılışı da değildir.
71, aynı zamanda bir tavrın, yeni bir ekolün, yeni devrimci
kişilik formlarının ortaya konuluşudur.
Ve zaten hem genel olarak 68-72 süreci, hem de o sürecin
odak noktası olan THKP-C yalnızca bir politik çizgi
değildir. O süreç ve THKP-C, yeni bir insan ve ilişki
biçimlenişidir.
Bugün, oraya dönüşlerin yararlı olduğu kesindir.
Çünkü oraya dönüş gerçekte bir "geriye dönüş"
değildir; 71, aşılamamışlığı anlamında hâlâ bizim ilerimizdedir
ve tam orada duran olgu, geçmişimiz olduğu kadar, çıkarılacak
dersler anlamında geleceğimizdir de...
Orada, süreç içerisinde zaman zaman yitirilen bir kalite
vardır her şeyden önce... Yalnızca insan kalitesi değil,
insan ilişkileri ve bir bütün olarak devrime karşı tutum
anlamında ciddi bir nitel düzey vardır. İlkeleriyle
yaşayan, ilkelerini yaşayan insanlar ve onların tanımlara
sığmaz pratik örgüt bilinçleri vardır.
Orada, sağlıklı bir eylem çizgisinin, rastgeleliğe prim
vermeyen ilkeli bir hedef seçiciliğinin ipuçları vardır.
Halka saygı duyan, halk düşmanlarından başka kimseye
en küçük bir zarar vermemeyi ilke edinen bir anlayışın
kökleri vardır.
Ve orada, sağlıklı bir önderlik anlayışının, önderliği
hakedilmiş bir manevi otorite, bir sevgi olarak algılayan
doğru bir bakışın temelleri bulunabilir. Onlarca insanı
uzak diyarlardan "yönettikten" sonra, siyasi
serüvenini Yeşilköy havaalanında noktalayan o karanlık
tipolojinin çok dışında, ona çok yabancı bir anlayıştır
bu.
71'e dönülebilinir...
Bu konuda bir şanssızlığımız olduğu doğrudur. Aynı kuşaktan
gelen insanların hemen hemen tümünün doğru ve güvenilir
tanıklık noktasından politik olarak kaymış olmaları
gerçekten bir talihsizliktir.
Ama yine de, 71'e dönmek, oradan doğru gelenekleri,
sağlıklı alışkanlıkları edinmek mümkündür.
Mümkündür, gereklidir.
Hem genel bir çerçeve olarak, hem de tek tek objeler
olarak...
Ulaş Bardakçı'nın örgüt olanaklarını yoktan vareden
o yaratıcılığı, o tek başına bir teşkilat gibi yürüttüğü
çalışma tarzı, günümüz insanı için ne kadar öğreticidir...
Mahir'in o ilkeli-kararlı kesip atmaları, köşe bucak
saklanırken yürüttüğü ideolojik çalışmaları ve güvene
dayalı hakimiyeti...
Ya Hüdai... Ankara'nın faşistlerine nam salmışlığı.
Saffet'in resmi bağlarını kesip atıvermesi... Atasoyların,
Nihat Yılmaz'ların bölge çalışması başarıları...
Ve diğerleri...
İyi gelenekler orada duruyor.
Ki, o gelenekler Nurettin'lere, Fehmi'lere Arda'lara,
Yumurtacı'lara akıp gelen geleneklerdir.
30 Mart, 19 Şubat... Artık anma günleri değildirler...
Kendi tarihimizi kavramak açısından, hücrelerimizdeki
genleri farketmek açısından anlamlıdırlar.
Geçmişten öğrendikçe, bugünü anladıkça, geleceğimiz
aydınlık olacaktır.
|