Maraş Katliamcıları Yeniden İşbaşında!
|
Gazeteci Ramazan Öztürk Kahramanmaraş Katliamı ile
ilgili yapılan bir panelde izlenimlerini şöyle anlatıyor:
"Öldürülen insanlar o kadar çoktu ki Et Balık Kurumlarına
dahi dolduruldukları halde sığmıyordu. Dışarıda olay
yerini gezerken koşarak yanımıza gelen bir çocuk 'amca
amca şu ileride de bir ölü var' dedi. Yanımızdaki bir
kişi ise savurduğu tekmeyle çocuğu yere düşürürken 'onlara
ölü demeyeceksin leş diyeceksin leş' diye haykırıyordu."
Şüphesiz Ramazan Öztürk'ün burada anlattığı olayları
yapan, yukarıdaki sözleri haykıran kişiler insanlıktan
çıkmış olmalıydı. Ve insanlıktan çıkmış zihniyet sadece
K. Maraş'ta katliamı işleyen zihniyetle sınırlı değildi.
Buradaki katliamı işleyen insanlardan iktidardaki hükümete
kadar uzanan bir zihniyetti. Bu zihniyet faşist hareketin
zihniyetiydi.
Faşist hareketin Türkiye'deki kökenleri çok eskilere
kadar derinleştirebilecek olsa bile esas sempatisi Hitler
faşizmiyle başlıyordu. I. ve II. MC hükümetleri döneminde
de tamamen gelişmeye başlıyordu. İşte 1965-80 dönemi
içerisinde faşist hareket hızla güçlenmeye başladı.
Ülke çapında Ülkü Ocakları yaygınlaştı. Ülkücü gençler
için komando kampları kurularak askeri eğitimden geçmeleri
sağlandı. Büyük para kaynakları aktarıldı. Milliyetçi
öğrenci gençlik bir yandan okullara yerleştirilirken
diğer yandan devlet kurumlarında bu unsurlara yer verildi.
Bu şekilde yetiştirilen ülkücü gençlik için Demirel
"ülkücü gençlik ülkenin teminatıdır" şeklinde
konuşuyordu.
Devletin-milletin teminatı olarak vurgulanan ülkücü
gençliğin yine bu dönemde nasıl bir teminat olduğu çok
açık şekliyle ortaya çıkacaktır. Ülkede yükselen devrimci
dalgaya karşı ülkücü gençlik kalkan olarak kullanılacak
ve devrimci demokratların üzerine saldırtılacaktır.
Arkasına devletin ve polisin de desteğini alan bu gençler
önceleri saldırılarını büyük şehirlerde gerçekleştireceklerdir.
Daha sonra ise saldırılar okullara, taşralara, Anadolu'ya
doğru kayacaktır. MHP-AP'nin mitingleri ülkücü gençliğin
boy gösterileri haline gelecektir. Hatta işi daha ileri
götüren A.Türkeş İtalyadaki Mussolini'nin Roma yürüyüşüne
duyduğu özentiyle de Ankara'da bunun benzeri bir yürüyüş
organize edecektir.
Diğer yanda da toplu katliamların yolu açılmış, yapılan
provakasyonlarla toplu katliamlara yönelmiştir. İşte
bu katliam ve katliam girişimlerinden en fazla hafızalarda
kalanı da Sivas-Elazığ-Malatya-Maraş ve Çorum olaylarıdır.
Bunlardan Maraş katliamında olayların başlamasından
birkaç gün önce anti komünist temalı bir film oynatılan
Çiçek Sineması'na bomba konmuş, evler tek tek dolaşılarak
aleviler silahlanıyor, yarın sizlere saldıracak diyerek
milliyetçi kesimlerin harekete geçmesi hazırlanmıştır.
Yine camilerde de imamlar tarafından bir alevi öldürmek
cennete gitmek kadar sevaptır şeklinde propaganda yapılmıştır.
22 Aralıkta başlayan olaylarda da alevi mahellerine
saldırılmış insanlar yaşlı, çocuk demeden baltalarla,
silahlarla kıyıma uğratılmıştır.
Güvenlik güçleri zamanında harekete geçirilmemiş bu
olaylarda yüzlerce insanın öldürülmesine göz yumulmuştur.
Öldürülen insanlar mezbahalara doldurulmuşlardır.
Diğer katliamlarda ya da katliam girişimlerindeki yöntemde
aynıdır. Gerek Maraş, gerek Elazığ, gerekse Malatya-Sivas-Çorum
olaylarında da hep aynı yöntem izlenmiştir. Milliyetiçi
potansiyelin sempati duyduğu önder insanlara bombalı
paketler gönderilme, olayların öncesinde aleviler, komünistler
veyahutta kürtler silahlanıyor, onlar sizlere saldıracak
propagandası yapma yönüne başvurulmuştur. Nitekim son
Sivas katliamında izlenen yöntemin aynı olduğu da olayın
kısa zaman önce gerçekleşmiş olması nedeniyle hala hafızalardadır.
Fakat bugün faşist hareketle ilgili olarak birçok somut
durum ortadadır. Bugüne kadarki olaylar, faşist hareketin
devletle olan ilişki zincirini açık bir biçimde ortaya
koymuştur. Katliamlarda bulunduklar kesin olarak bilindiği
halde ceza verilmeyen ya da hafif cezalara çarptırılan
insanlar, katliamlardan önce devlet tarafından güvenlik
birimlerinin geri çekilişi, görevleri başında olmayışı
bunun en açık kanıtıdır. Yine kontr-gerilla ile olan
bağı da söz konusudur. Diğer bir olgu da milliyetçi
hareketin çalışmalarında sürekli dini dayanak yapmasıdır.
Yani özellikle halkın dini duygularından yararlanmaları
olgusudur.
Devletle olan ilişkisi, kulandığı yöntemler ve politikalar
bu şekilde biçimlenen faşist hareketin 12 Eylül'den
sonra gelişmi de bir hayli hızlı olmuştur. Bu dönemde
devrimci demokrat kesim uygulanan baskı politikalarıyla
sindirilmiş bütün devlet kadroları faşist kesime peşkeş
çekilmiştir. Kurulan kamplarda, yurtlarda miliyetçi
gençlik devlet eliyle beslenmiştir. Ve uzun zamandır
palazlanan gençlik bugün özellikle futbol sahalarına,
asker cenazelerinde PKK aleyhinde propaganda yapmaya
koyulmuştur. Yani ağır ağır devlet tarafından yine kalkan
olarak kullanılmaya başlamıştır. Kürt Ulusal Mücadelesini
ve canlanmaya başlayan Türkiye devrimci mücadelesini
durdurmaya çalışan devlet bu kitleyi yeni Maraşlar,
Çorumlar yaratmak için Kürt halkının üzerine salmıştır,
salmaktadır.
Diğer bir yandan da yukarıda da belirtildiği gibi devamlı
yine dini provakasyonu kullanma çabası vardır. Kendisini
devrimci-demokrat diye lanse eden bir takım çevrelerinde
özellikle dini sorunları ön plana çıkarmaya çalışmaları,
yayınlarında sürekli bu tür konuları işlemeleri de milliyetçi
harekete ve devlete yardımcı olmak anlamını taşımaktadır.
Ama bugün faşist hareketin güçlenmesi kadar önemli olan
sorun Türkiye devrimci hareketinin bu gücü karşılama
yeterliliğinden yoksun oluşudur. Bu nedenle anti faşist-anti
oligarşik ve anti emperyalist mücadelenin yükseltilmesi
bugünkü durumda daha bir önem taşımaktadır.
Böyle bir yükseliş devletin yıllardır uygulamaya koyduğu
KKK'ı (Kürtler Kızılbaşlar Komünistler) katliam projesini
engelleyebilir ve faşist katliamların önünü alabilir.
Böyle bir yükseliş aynı zamanda Türkiye devriminin önün
açılması yolunda çok önemli bir adım olacaktır.
|