Oligarşinin
Demokrasi Anlayışı:
İdamlar!
|
Asılan, kesilen, linç edilen onca insanın ardından
yeniden tartışılan ve yeniden gündeme getirilen idamlar
neden tekrarlanmak isteniyor..?
İdam; ilgili devletin, ilgili ceza yasasını ihlal etmek
ve bu ilgili ceza yasasının gereği, ceza yasasını ihlal
eden insan(lar)ı, öldürmesi eylemliliğidir.
İdamın bilinen ve devletlere göre değişen çeşitleri,
ayrı ayrı yöntemleri değişkendir. Buna göre Fransızlarda
Giyotin kullanarak kafa kesme, Amerika'da, elektirikli
sandalye, Osmanlıda kancaya asma ve meydanlarda ibret
olsun diye iple asma... Ve birçok ülkede şırınga ile
öl dürme, diri diri toprağa gömme, İslami geleneklere
ve şeriata göre meydanlarda taşlanarak, kurşuna dizerek
veya gaz odalarında son bulan onlarca örneğiyle de çoğaltabileceğimiz
öldürme biçimleri. Tümü de devletler tarafından işlenen
planlı cinayetlerdir.
Bugün için; İsveç, Norveç, Danimarka, İsviçre, Hollanda
gibi ülkeler ölüm cezasını yasalarından kaldırmışlardır.
Belçika ve Finlandiya da yasalarından ölüm cezasını
kaldırmamakla beraber, bu cezanın fiilen uygulamasından
kaçınılmış, diğer birçok ülkede ise eskisi gibi ölüm
cezası uygulamaya devam edilegelinmiştir.
Bu uygulamayı, insanın planlı olarak öldürülmesi, tek
başına bir insanın ölüm cezası ile cezalandırılması
gibi sınırlı bir olay olarak görmemek gerekir... Bir
meydanda veya gecenin karanlığına saklanarak, onlarca
namlunun gölgesinde, korkularını yenmek için, bir binanın
avlusunda ipi insanların boynuna geçirerek sallandırmak...
Bu kadar da basit değil! Asanları ve asılanları ayırt
etmek gerekir ve görüntüde, ipte sallananla ipte sallandıranların,
o anın öncesine dayanan ve sonrasında da devam eden
bir karşı karşıya gelme durumları vardır. Özünde idam,
ya da başka biçimlerde ölümle cezalandırma, intikam
duygusunun organize biçimde hayata geçirilmesinden başka
bir şey değildir.
Ülkemizde de devletin, organize güç olarak sıkça başvurduğu
yöntemlerinden biridir idam. Tarihimizde idam yoluyla
öldürülen insanların sayısı da azımsanmıyacak kadar
çoktur ve bunların başında da, asılarak öldürülenlerin
en eski ve en bilinenlerinden, Şeyh Bedrettin, Pirsultan
Abdal gelir. Ve yine yakın tarihimizde Deniz GEZMİŞ,
Yusuf ASLAN, Hüseyin İNAN da devletin planlı cinayetlerinin
somut örnekleridir. Adnan Menderes ve arkadaşlarının
idamı da, burjuvazinin iç çatışmalarının yansıması olarak
gerçekleşmiştir.
Yaşadığımız son yirmi yılda, asılan veya başka biçimlerde
öldürülen insanların toplamı yüzleri geçmektedir...
Asılarak öldürülenlerin dışında kurşuna dizilerek, işkence
ve yargısız infazlar yoluyla da onlarca insan öldürülmüştür.
12 Eylül cuntasının iş başına gelmesiyle, daha da pervasızca
sürdürülmüştür devletin cinayetleri. Cunta öncesi, mahkemelerce
verilen idam cezaları infaz edilmemiş, cuntanın iş başına
gelmesiyle peşpeşe uygulamaya geçilmiştir. Burada dikkati
çeken, önceki yıllarda da olduğu gibi, bekletilen idam
dosyalarının hızla uygulamaya konulması, bu uygulamaların
hayat bulması içinse ilk başlangıçta tepkilere yol açmamak
için, toplumun propaganda yoluyla hazır hale getirilmesi
ve ilk uygulamanın da tercihen adli suçlu olması. Ardından
da siyasi tutsakların idamlarını "yasalar"
gereği(!) infaz etmek. Toplumu buna hazırlama süresinde,
henüz davaları cunta mahkemelerinde başlamayan devrimcileri
alelacele yok etme planlarını yürürlüğe sokarak, az
insan asmayı planlamıştır. Zira tutsak devrimciler,
cunta şeflerine veya onların efendilerine göre zaten
suçludurlar ve ölmelidirler.
Devlet, idam veya başka biçimde, yasalarıyla insan öldürme
eylemliliğini yerine getirmekte zorunludur, çünkü suça
verilen bir ceza değil, siyasal iktidarını korumak için
bir sindirme eylemliliği olarak düşünmekteler.
SİYASAL BİR TERCİH
Toplumsal süreçlerin evrimleşme ve gelişme süreçlerinde
yaşanan sınıfsal ayrışma ve bu ayrışmaların yarattığı
sınıfsal çatışmalar, kaçınılmaz olarak gücü elinde bulunduranlarla,
güçten yoksun olanların, yani gücü elinde baskı ve tahakküm
için kulananlar ile, bu güç altında ezilen, sömürülenlerin
çatışmasından başka bir şey değildir. Yaşanan çatışma
süreçlerinde, egemenlerin tahakkümleri karşısında hak
arayan, toplumun veya insanlığın geleceği bakımından
önemli sayılabilecek eylemliliklerde bulunanlar, egemenler
tarafından ölümle cezalandırılmışlardır. Engizisyondaki
Galile'den, Hitler'in gazabına uğrayan bilim adamlarına
ve günümüze dek ölüm cezası bir tek şey için tercih
edilmiş ve uygulanmıştır, o da siyasal iktidarlarını
korumak ve devam ettirmektir. 12 Eylül cunta'sının şefi
olan Kenan Evren, "asmayalım da besleyelim mi"
diyerek, anayasayı silah yoluyla değiştirmeye teşebbüs
etmek ve Maksist-Leninist düzen getirmek "suçlarını"
işleyen devrimci tutsaklara ön gördüğü ölüm cezasını,
en açık bir dille söylemiştir. Kendi ön gördükleri yasalarla
bile yargılandığında idam edilmemesi gereken bir insan,
henüz 17 yaşında olan bir devrimci Erdal EREN. "Suçu"
devrimci olmak. Ve Erdal'ın yargılanması da(!) bir buçuk
ayda tamamlanıp bitirilmiştir. Ve yine Amerikalılara
karşı bir eylemlikte yakalanan, yargılama(!) sonucu
ömür boyu hapis verilen, daha sonra mahkemelerde İsrail
Siyonizmini lanetleyen ve İsrail'in Filistin halkı üzerindeki
baskı ve katliamlarını protesto etmek için bu eylemi
yaptıklarını sölemeleri üzerine, Amerikalı efendilerinin
isteği üzerine, o günlerde Türkiye'ye gelen Amerikalı
efendilere 'kurban' biçiminde idam edilen Kadir Tandoğan
ve Ahmet Saner yoldaşların öldürülmeleri de siyasal
cinayet tercihinin örnekleridir. Aynı yıllarda, hatta
günümüzde de siyasal faliyetlerinden dolayı aranır durumda
olan insanlar için vur emriyle aranıyor ilanları asmak
asıl derdin ne olduğunu kanıtlıyor. İnsanlardan önce
resimleri duvara asılıyor.
Kenan Evren'in anılarında da yazdığı şu cümlelere bakalım...
"Pisi pisine vurulmak istemiyorum. Konsey üyesi
arkadaşlara, beni ve sizlerden birini öldürürlerse,
en kıdemli arkadaşlar emir komutayı alır. Suikastçi
örgüte mensup tutukluları kurşuna dizersiniz dedim".
O Kenan Evren ki, devrimcilere ithaf ettiği suç ve cezayı,
kendinin başını çektiği çete ile birlikte, yine devrimcileri
asmak için dayanak yaptığı "yasalar" gereği
aynı sonla buluşmalıydı..! Türkiye halklarına karşı
işlediği suçlardan dolayı, bugün için yaşıyor olması,
halk olarak onu beslediğimiz anlamına gelmez.
İDAM'IN YİRMİ YILLIK BİLANÇOSU!
27 Mayıs '60'tan Ocak '61'e kadarki dönemde 13 adli
hükümlünün cezası infaz edildi.
6 Ocak 61-15 Ekim 61 arasında 12 kişinin cezası infaz
edildi.
15 Ekim-12 Mart 71 yılları arası 43 adli hükümlü ve
2 siyasi tutsak idam edildi.
1964 yılından 12 Mart cuntası'na kadar geçen sürede
ise TBMM, idam kararlarını onaylamadı. 12 Mart 1971'den
14 Ekim 1973 tarihine kadar 14 adli hükümlü ve 13 siyasi
tutsak asıldı.
14 Ekim 1973'ten 12 Eylül cuntasına kadar geçen süre
içinde TBMM yine idam kararı vermedi. Bu dönemde Yargıtay'ın
onamasına karşın 10 idam kararı Meclis gündemine alınmadı.
Bu 10 kişinin infazı da 12 Eylül cuntasından sonra gerçekleşti.
12 Eylül 1980-25 Ekim 1981 arasında, başta Necdet Adalı,
Erdal Eren, 25 Haziran 81 Kadir Tandoğan-Ahmet Saner
olmak üzere MGK döneminde 12 siyasi tutsak ve 1 adli
hükümlünün infazı gerçekleştirildi.
25 Ekim 1981-14 Ekim 1983 yılları arasında 37 kişi infaz
edildi...
6 Kasım 1983 seçimlerinden sonraki ANAP döneminde de
iki siyasi tutsak; 7 Ekim 1984 İlyas Has ve 25 Ekim
1984 Hıdır Aslan olmak üzere, 12 Eylül cuntası döneminde
idam bilançosu 49 kişi oldu.
Bu cezaların tümünün gelişigüzel değil, maksatlı ve
siyasal bir baskı aracı olarak verildiği de açıktır...
BİZİ ASMAK KURTULUŞUNUZ MU ?
Oligarşiye soruyoruz: Efendilerin, saraylarının bahçe
yolu üzerindeki ağaçlara Spartaküs'ü çivileyerek asmaları,
Şeyh Bedrettin'i Serez Çarşısı'nda, Pirsultan Abdal'ı
Sivas'ta, Deniz, Yusuf, Hüseyin'i 6 Mayıs sabahında,
Erdal Eren'i, Kadir Tandoğan'ı, Ahmet Saner'i, Necdet
Adalı'yı, Hıdır Aslan'ı, İlyas Has'ı ve onlarca devrimciyi
asmakla, sokak ortasında kurşuna dizmekle, onlarca devrimciyi
işkencehanelerde katletmek ve yüzlercesini yıllarca
tutsak koşullarında işkence altında tutmakla, kendinizi
ve iktidarınızı daha ne kadar koruyabilirsiniz? Halkımızın
yükselen mücadelesi karşısında korku ve her türlü zulümünüzün
para etmediğini, bugüne kadar yürüttüğümüz mücadele
ile bunları da aşacağımızı bilmelisiniz. Şehitlerimizden
aldığımız geleneğimiz ve haklılığımızdan aldığımız güçle,
bugünden sonra da bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm
mücadelemizde örgütlü gücümüzle devam edeceğiz.
YA ÖZGÜR VATAN
YA ÖLÜM!
EVET ASMAYALIM
İnsanlığın ulaştığı siyasal ve kültürel süreçte
YAŞAM HAKKI gerek uluslararası kurallarla, gerek
iç hukuk normları ile gerekse etik tarafından KUTSAL,
ORTADAN KALDIRILAMAZ bir hak niteliğine kavuşmuştur.
Çağdaş ceza hukuku ulaştığı seviyede YAŞAM HAKKINI
korumuş ve hukuk normu haline getirmiş, koruyucu
önlemler almıştır. Bu süreçte yaşama hakkına doğrudan
devlet saldırısı niteliğindeki idam cezaları da
yavaş yavaş ceza yasalarını terketmiştir.
Artık hem ahlaki-vicdani bakımdan hem de hukuk açısından
idam cezalarının CİNAYET olduğu (Hem de taammüden)
ortaya çıkmıştır.
İdamların yükünü kamu vicdanı taşıyamamış, idamlar
infazından kısa bir süre sonra savunulamaz kötü
bir anı olarak vicdanlarda derin yaralar açmıştır.
Geçmiş idamların yarası hala kanamaktadır.
Suç-ceza hukuku açısından idam cezası ceza hukukunun
özü olan İSLAH temel amacına hizmet etmeyen bir
ceza türüdür. İnfazı halinde cezanın amacı ortadan
kalkmakta olup geriye dönüş mümkün olmamaktadır.
Her infaz topluma yeniden ve yeniden kin ve nefret
tohumları ekip insanları derin acılara gömmektedir.
Bu gün idam cezası devletin kasden-taammüden adam
öldürmesidir.
Ülkemizde siyasi iktidarlar yönetmedeki becerisizliklerinden
dolayı başları sıkıştıkça, her krizlerinde başka
çözüm yolu insanlık tarihi tarafından üretilmemiş
gibi hızla muhaliflerinin üzerine yürümekte terör
fırtınaları yaratmaktadırlar. Kendi beceriksizliklerini,
basiretsizlik ve dar görüşlülüklerini gencecik insanların
kelleleriyle telafi etmeye çalışmaktadırlar.
Suç ve ceza hukuki bir kavram olup hukuk devletlerinde
insanların boyunlarında idam ilmekleri sallandırmak
hukuki sorunlara siyasi çözüm arayışıdır. İnsanlar
boyunlarında her an sıkılmaya hazır bir ilmekle
bağlı tutulmaktadırlar. Bu tehdit tutukluların statüsünü
fillen REHİNE haline getirmektedir.
İdam şimdiye kadar hiç bir sorunu çözmemiş ve çözmeyecektirde.
Ancak dün olduğu gibi bugün de idamdan medet umanlar
"asmayalım da besleyelim mi" diyenler
idam çığlıklarıyla ortaya çıkmaktadırlar.
Artık boynumuzdaki ilmek tehdidine karşı çıkalım.
"Ben anneyim, çocuğumu kimse asamaz" diyen
yaşlı anneye kulak verelim.
Hukuk tarihinin çöplüğüne atılmış olan idam cezalarını
biz de tarihin çöplüğüne atalım.
İdamlara karşı olmayı bir insanlık görevi sayan
herkesi kampanyamıza katılmaya, destek vermeye ve
geliştirmeye çağırıyoruz.
İdam cinayettir. EVET ASMAYALIM!
ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ |
ÖLÜM CEZALARI KALDIRILMALIDIR!
Türkiye'de demokrasi ve insan haklarına aykırı uygulamalar
ölüm cezalarının infazının tekrar gündeme getirilmesiyle
kriz boyutuna ulaşmıştır. Seyfettin Uzundiz adlı
hükümlünün ölüm cezasının TBMM Adalet Komisyonu'nda
onaylanmış olması bu krizin ciddiyetini arttırmaktadır.
1937 ve 1987 yılları arasındaki elli yıllık tarihte
443 kişinin ölüm cezasının infaz edildiği, işkence
ve kötü muamelenin inkar edilemez boyutlara ulaştığı,
kayıp kişiler olgusunun olağanlaştığı, yargısız
infazlarla yaşam hakkının peşinen yokedildiği ve
kontrgerilla cinayetlerinin takip edilemez duruma
geldiği günümüz Türkiye'sinde demokrasi ve insan
haklarının ciddi savunulmaya ihtiyacı vardır.
1991 yılında demokratikleşme programıyla göreve
gelerek iç hukukta demokratik düzenlemler yapılacağına
söz veren, hatta BM medeni haklar sözleşmesinin
onylanılacağına dair iddialar taşıyan 1. ve onun
devamı olan 2. koalisyon hükümeti, bu iddiaların
tersine iç hukukta ölüm cezasını korumaya ısrarla
çaba sarfetmiştir. Bu dönemde hukuksuz infazlar
cumhuriyet tarihinin en yoğun seviyesine ulaşmıştır.
Yaşam hakkının dokunulmazlığı ilkesi daimi olarak
ihlale uğramıştır.
Türkiye'de özellikle 1960,1971, 1980, gibi askeri
iktidar dönemlerinde yoğunlaşan ölüm cezalarının
bugün sivil parlamenter rejimde daha yoğun bir şekilde
gündeme gelmesi rejimin niteliğini tanımlamaktadır.
1980 ve 1984 yılları arasında 43 kişinin ölüm cezasının
infaz edildiği askeri iktidar koşullarıyla bugün
mecliste 87'den fazla ölüm cezası dosyasının görüşülmeye
ve onaylanmaya hazır olduğu Türkiye koşulları arasında
görülen aynılık 12 Eylül hukukunun egemenliğinin
ifadesidir.
Bugün idam cazaları kamuoyuna "teröre"
çare olarak sunulmaktadır. Terörle Mücadele Yasası'nın
son şekliyle basın ve yayın faliyetlerinin dahi
terör suçları kapsamına sokularak her türlü toplumsal
muhalefet yönteminin terörizm olarak görülmesi ölüm
cezalarının huhuki değil siyasi kararlara bağlı
olarak gündeme getirildiğini göstermektedir. Siyasi
muhaliflerin ölümle cezalandırılması diktatörlük
yöntemlerinin tasarrufu olabilir. Bugün ölüm cezaları
TCK md. 146 ve ırkçı nitelikli madde 125 gibi yasa
hükümlerine bağlı olarak yoğunlaştırılmaktadır.
Sözkonusu gerçeklik ölüm cezalarıyla ulusal ve toplumsal
muhalefetin hedeflendiğinin ifadesidir.
Yaşam hakkının dokunulmazlığını ortadan kaldıran,
telafisi mümkün olmayan, cezada önleyicilik amacını
gözetmeyen, kısas ve öc mantığının egemen olduğu
ölüm cezası planlı bir cinayettir. Cinayeti terörizm
olarak gören bir devletin en planlı cinayeti işlemesi
durumunda sıfatı ne olacaktır?
Bugün birileri alacakaranlıkta işlenecek cinayetlerin
hesabını yapmaktadırlar. İnsan yaşamı üzerinde yapılan
bu hesaplara sessiz kalmak suça ortak olmaktır.
Eğer toplum olarak vicdanımızın lekelenmesini istemiyorsak
bugün yaşam hakkına sahip çıkmak zorundayız.
Mecliste ölüm cezalarının görüşülmesine son verilmeli,
yasalardan ölüm cezası kaldırılmalı. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşlesi'nin 6 nolu ek protokolü ve BM
Medeni Haklar Sözleşmesi'nin 2 seçmeli protokolü
onaylanmalıdır.
İHD İZMİR SUBESİ YÖNETİM KURULU
|
|