Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Oluyor olacak derken, bugünlerde bir tasarı daha yasallaşmış bulunuyor. Hemen hemen 1-1.5 ay gibi bir süre içinde "vergi reformu"yla bilinen tasarının Cumhurbaşkanı S. Demirel tarafından 30 Aralık günü imzalanması ile mevcut yasalara bir yenisi daha eklenmiş oldu.
Bu kadar kısa bir sürede bir yasanın ortaya çıkması bir kez daha devletin istediği kanunları istediği sürede çıkartabileceğini, veya değiştirebileceğini gösteriyor. Memur Sendikaları Yasasının 4 yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen yasallaşamamasının nedenini düşünmekten insan kendini alıkoyamıyor. Bütün bu politikaların nedenleri aslında çok da gizli saklı değildir. Sistemin kendini devam ettirebilmesinin yolu kendi politikalarını uygulamaktan geçmektedir.
Artık, bir şeylere dur demenin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. Hiçbir işçi ve memur sendikasının görüşü alınmaksızın, üç-beş holding sahibiyle hükümetin bir araya gelerek çalışan kesim üzerinde uygulanmaya konacak olan bir yasayı çok kısa bir sürede çıkarması bir yana, bir de bunun sanki ezilen ücretli kesimin lehineymiş gibi sunulması düpedüz bir aldatmacadır. Amaç, her nEkadar işçi-memur kesimini rahatlatmak gibi sunulsa da (az kazanandan az, çok kazanandan çok esprisiyle), maskenin asıl diğer yüzü Kürdistan'da süren savaş için gerekli olan paranın bir bölümünün bu yasa ile sağlanacak olmasıdır.
Peki nedir bu vergi reformu denilen şey?
Önce"vergi" kavramının tanımıyla başlamak gerekiyor:
Vergi, devlet örgütünü yürütmek için hükümetin halktan aldığı paradır. Yani, belirli bir sınıfın egemenlik aracı olan devletin, kendi işlevinin devamı için gerekli olan külfeti toplumun sırtına yüklemesidir. Ve amacı, aslında dolambaçlı gözükse de büyük tekellere kaynak sağlamaktan öte bir şey değildir. Burada bir kaynak akışı vardır. Daha çoğunlukla çalışan kesimlerin gırtlağından sökülen para bir yandan devletin halka yönelik terör aygıtını finanse etmekte, öte yandan da bu para tekellere ek kaynak yaratmaktadır.
Reform, sözcük anlamıyla "yeniden inşa etmek" veya "yeni hale koymak, getirmek"tir.
Oysa, bir sınıfa vermenin yolu diğer bir sınıftan almaktan (vergi vb.) geçtiğine göre vergide yapılacak herhangi bir şey bu sistem içinde bir reform olarak bile adlandırılamaz. Azınlığın çıkarları doğrultusunda çarkların döndüğü bir sistemde yapılabilecek en iyi şey hiç bir zaman gözboyamadan öteye gitmeyecektir. Vergi düzeninin gerçekten toplumsal çıkarlara göre değiştirilmesi ise ancak genelin yararına bir mantıkla yapılabilir ki, bu da toplumsal bir değişim, dönüşüm, yani bir devrim ile gerçekleşebilir. Çünkü bu durum, mecut sınıflar ilişkisinin esaslı bir değişikliğiyle mümkündür. Bugün yapılan ise bırakın köklü değişikliği, sistem içinde bir düzeltme bile değildir. Dolayısıyla, sosyal adalet, dostluk, barış, kardeşlik söylemleri hükümetlerin ülkenin siyasal atmosferine denk düşen laf kalabalığından ibarettir.
Çiller Hükümeti tarafından hazırlanan bu yasa her ne kadar bir fiyaskoyla sonuçlansa da yine de hükümet belli ölçülerle amacına erişmiştir. Herşeyden önce Çiller, Mart'taki seçimlere "vergi reformu" gibi adı kendinden büyük olan bir "atılım"la girecektir. Bu tasarının yasallaşması sırasında Çiller'in uyguladığı yöntemler ise çeşitli politik yatırımları içermekteydi. Temelde sorun kaynak sağlamak olduğu halde "gönlüm KDV'ye hiç razı değil, ama terörle mücadele için ihtiyaç var" gibi demogojilerle milliyetçi ve şöven duygulara seslenmiş ve doğabilecek tepkileri böylece nötralize etmeye çalışmıştır.
Oysa ki biliyoruz ki Tansu Hanımın "terör" diye ifade ettiği şey yıllardır en pervasızca uygulanan politikaların sonucundan başka birşey değildir. Esasında, söz konusu olan şey "terör filan" da değildir. Yüz yıldır baskı altında tutulan bir halkın ayaklanışıdır ve Çiller'in kanla boğmak istediği böyle bir "haklı" savaştır.
Bunun yanında, vergi reformunu sevdirebilmek için Çiller, elinden gelen başka türden demogojik söylemlere de başvurmuştur:
"Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alacağız".
"Yüksek sosyete diye adlandırılan kesimlerin yaptığı pervasız ve akıl almaz düğünlerin vergisini alacağız" türünden sözler bunun örnekleridir.
Gerçekten toplumun büyük bir kesimi yiyecek ekmek bulamazken, binlerce doların havada savrulduğu düğünlerin insanlarda oluşturduğu tepkiyi sömürmek, bir burjuva politikacısı için "akıllıca"dır. Ama doğrusu, bunun da çok işe yarayacağı şüphelidir.
Darboğazlara girildiğinde hükümetlerin bir dizi önleme başvurduğu biliniyor.
Vergi artırımı, ücretlerin dondurulması, sürekli zam yapma, karşılıksız para basma, borçlanma vb. bu önlemler arasındadır.
Bunlardan zaman zaman biri, zaman zaman bir diğeri uygulanır. Çoğu kez de hepsi birden uygulanır. Temel sorun devletin kasasına para girmesidir. Ama hiç bir hükümet özellikle seçim öncesinde hiç bir şey sunmaksızın bir acı ilacı insanlara içiremez. Bu yüzden koalisyon hükümeti de güzelce ambalajladığı bir paketle halkın karşısına çıkmıştır. Üstelik bu paketin "reform" gibi kulağa hoş gelen bir etiketi de vardı. Sorun halkın cebinden biraz daha para çalmak ama bunu şatafatlı bir "reform" söylemiyle yapmaktı. Bilindiği gibi bu tasarı daha planlanırken KDV oranlarına 1 Kasım'dan itibaren zam gelmiş ve bu oranlar %12'den %15'e çıkmıştı. Böylece, ürünlere resmen zam yapılmış olmuyor ama dolaylı olarak malların fiyatı da artmış oluyordu.
Devletimiz sıkıntı içindeydi ve paraya ihtiyacı vardı. Oligarşinin bu parayı nereden sağlayacağı ise zaten belliydi. Tekelci sermayeye elbette dokunulamazdı, ülkenin geleceği ve refahı için onlara dokunmamak gerekirdi. Çünkü onlar ülkemiz için yatırım yapmaktadırlar. Dolayısıyla bu sıkıntının bedelini de biraz(!) zorluk çekerek halkımız ödeyecekti. İşin mantığı buydu.
"Reform(!)" söyleminin temel mantığı da farklı değildi. Kuşkusuz bu yalın gerçek ,"Vergilendirilmiş her kuruş kazanç kutsaldır" ya da "ödenen her vergi halka yol, su, elektrik, okul vb. hizmet olarak dönecektir" gibi demogojilerle süslenmiştir ama yine de somut hesaba gelindiğinde bütün bu cilalar dökülmekte, hırsızlık açığa çıkmaktadır. Somut hesap ise, doğrudan insanların ceplerindeki paranın değeridir.
Sonuçta, "az kazanan-çok kazanan " edebiyatı da, aynen "karakolların şeffaflığı" safsatasına benzemiştir. Orada da somut gerçek işkence ve katledilen insanlardır ve bu somut gerçeği hiç bir cila gizleyememektedir.
"Çalışanlar için iyileştirmeler" lafı da aslında boştur. Sözgelimi, yeni vergi yasasında, çalışanların eğitim, sağlık, kira vb. harcamalarının %35'inin vergi matrahından indirebileceği söylenmektedir. Oysa, hangi dargelirli ailenin çocuğunu devlet okullarının dışında bir okulda okutabildiği ciddi bir soru işaretidir. Ya da hangi dargelirli ailenin International Hospital'da tedavi gördüğü yine ayrı bir sorudur. Yani yasanın gerçekte kime hizmet ettigi açıkça ortadadır.
Denklem uzun yıllardır hiç değişmemiştir:
Vergisini veren halktır! Temiz sokaklarda oturan ise burjuvazi...
Vergisini veren halktır! Çocuğunu özel okullarda okutabilen ise burjuvazi...
Vergisini veren halktır! Ve hastanelerde rehin kalanlarda yine onlardır...
Ve tabii, bütün politikacılar "darboğaz"dan sözederken bütün ağırlığıyla toplumun üzerine abanmış olan devlet kendi harcamalarından kısıntı yapmayı aklından bile geçirmez.
Temel devlet harcamalarının içinde eğitim, sağlık, gibi birimler her zaman en az payı tutarken terör kurumları ve keyfi israf en büyük kaynakları yutar. Sadece bir kişinin emrine Çankaya'da 65 arabanın tahsis edilmiş olmasının bir ihtiyaç olup olmadığını da kimse sormaz. Öte yandan, yeni vergi yasasında, KDV oranları %12'den %15'e çıkarken vergi iadesi uygulamasının (aylık vergi iadesi uygulamasının) kaldırılacağı, yıllık vergi iadesi sisteminin konulacağı açıklanmıştır. Bu "yıllık" iade de para olarak verilmeyecek, gelecek yılın vergisinden düşülecektir. Böylece KDV sisteminin temeli olan vergi iadesi de fiilen sona erdirilmiş bulunuyor. Yani, her maldan KDV alınmakta ama dalevere yoluyla geri dönüş yolu kesilmektedir. Hükümetin 1994 yılında memur ve emekli aylıklarına yapılacak zammı birinci aşamada %15 olarak öngörmesi de bütünüyle anlamsız hale gelmiştir. Bu sadaka zammı bile bir anda yarıya inmiştir. Yaklaşık %7 oranındaki vergi iadesinin kaldırılmasıyla bu zam aslında fiilen %8'e inmiştir. Kısaca Türk halkı, destanlaşan fedakarlığını bir kez daha gösterip "azla yetinmeyi"(!) başarmak zorundadır!...
İşçi memur kesiminde durum buyken hükümetin tekelci burjuvaziye olan tavrı ise farklıdır. Sözgelimi hükümet, bankaların ve holdinglerin isteği üzerine faiz gelirine ek vergi koymamıştır. Dış müteahhitlerin kazançlarınada herhangi bir vergi konmamıştır. Yine aynı şekilde, gecikme zamlarının yıl sonunda ana borca eklenerek yeniden faizlendirilmesi anlamına gelen "katlamalı faiz"den vazgeçilmiştir. Vergisini 4 yıl boyunca ödemeyen mükellefin yeni yasa ile ödemesi gereken gecikme faizi dahil toplam borcu, önceki uygulamada aynı süre sonundaki vergi borcunun yarısına bile ulaşmayacaktır. Her boş bulduğu ekonomik alana bir vergi uyduran (900'lü telefonlar, taksiler, döviz büroları vb.) devlet, yeni yasayla büyük tekellerin kılına bile dokunmadan geçmiştir.
Yani özcesi, devlet her zaman olduğu gibi "vergi ödemekten kaçınma" şansı hiç bulunmayan emekçilerin üzerine biraz daha fazla yüklenirken gelir dağılımının en üst dilimini yutan güçlere hiç bir şekilde elini sürmeme yolunu seçmiştir.
Kısa günün kârı mantığıyla hareket edilmiş ve devletin açıklarını kapatmak için halkın sırtına yüklenilmiştir.
Öyle ki, yalnızca KDV iadelerinin kaldırılması operasyonu bile 15 Trilyon TL'lık bir kaynağı halkın cebinden devlete aktarmaktadır. Böylece devletin 1994 yılı ek vergi geliri beklentisi 46.7 trilyon TL., 1995 yılı beklentisi ise 96.1 trilyon TL. olarak hesaplanmıştır.
Trilyonların nereden geldiği bellidir. Nereye harcanacağı da artık hiç gizlenmiyor. Ulusal hareketi bastırmak, Kürt dinamiğini kırmak için en kanlı katliamlardan çekinmeyen devlet, bu pis savaşın yükünü de çalışan insanların sırtına yıkmıştır.
"Reform" şatafatıyla sunulan "paket"in gerçek anlamı budur. Her kuruş verginin daha çok kan ve gözyaşı anlamına geldiği artık kesindir.
Sömürge savaşı her gün daha çok insan ve para yutmayı sürdürüyor.


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92