Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

PKK'nin bir süre önce aldığı kararlar ve bu kararların hazırlıkları, uygulamaları biliniyor. PKK, Kürdistan toprağı üzerindeki politik etkinliğini biraz daha somut biçimlere büründürmeyi, mümkün olan her yerde egemenliğini pekiştirmeyi karar altına almış ve pratikte ciddi bir ikinci iktidar odağı olmak anlamına gelen bu kararlarını uygulamaya koymuştur.
Bu kararları; kapsamlı bir askeri seferberlikten bölgedeki bütün TC. kurumlarını işlevsizleştirmeye, bütün yönetsel işlevleri kendi üzerinde toplamaya, iletişim kanallarını kapatmaya dek çok zengin bir uygulama alanını içermektedir. Burjuva basına konan yasaktan düzen partilerinin kapılarının kilitlenmesine dek her düzeyde bir politik atılım sözkonusudur.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, böylece son 9 yıldır sürdürdüğü savaşı belli bir noktaya sıçratmayı amaçlamaktadır. Aynı zamanda bu şekilde, köyleri boşaltıp bölgeyi insansızlaştırarak mücadeleyi zayıflatmak isteyen TC. politikasına da karşılık verilmektedir.
Bütün bunlar tabii ki solun tartışma konularını oluşturmaktadır. PKK, uygun politik adımlarıyla uzun süredir ülke gündemini belirlediği gibi kuşkusuz solun da tartışma gündeminde de hatırı sayılır bir yer tutmaktadır. Devrimci hareketler, devlet karşısında tuttukları konum gereği ve bu konumu hiç unutmadan kendilerini de ilgilendiren sorunlar üzerine çözümlemeler yapacaktır.
Ve tabii ki bu tartışmanın konusu haklılık-haksızlık değildir. Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin bütün bu politikalarının meşruiyeti bu tartışmanın dışındadır.
Ama öte yandan, bir başka tartışma, eylem çizgisi ve yöntem tartışması gereklidir. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'ni desteklemek ve kesin tavrını koymak ne ölçüde bir görevse, bu mücadeleyi fiilen yürüten gücün politikalarını tartışmak da aynı ölçüde önemli bir görevdir.
Bir süredir, programın uygulamaya konmasından sonra PKK'nin eylem çizgisinde meydana gelen değişiklikler böyle bir tartışmayı gerektirmektedir. Böyle bir değişim gözlenmektedir; daha doğrusu potansiyel olarak zaten varolan eğilimlerin daha sıkça ortaya çıktığı görülmektedir.
Erken bir değerlendirme olabilir, ama sözgelimi 86'larda uygulanan ve daha sonra bizzat PKK önderliğinin eleştiri konusu yaptığı köy baskını türlerinin canlandığı görülebiliyor. O günlerde daha çok Kürdistan'ın feodal yapısıyla açıklanmaya çalışılan ve "kurşunun adres bilmediği" tezine dayandırılmak istenen bu eylem türü, UKM ile Türk halkı arasında doğabilecek olumlu bağlara önemli zararlar vermiş ve oligarşiye demagoji malzemesi sağlamıştı.
Daha sonra benzer türden olumsuz etkiler Çetinkaya olayı ile sürmüştü. Kuşkusuz bu eylemliliğin gelişimi ne böyle planlanmıştı ne de önderlik tarafından bu biçimiyle savunulmuştu. Ama aynı günlerde PKK önderliğinin "Batı'da da vururuz" açıklamalarının bu olaylardaki etkisini gözardı etmek mümkün değildi.
Şu iki şeyi birbirinden net olarak ayırmak gerekiyor; haklılık-haksızlık ve yanlışlık-doğruluk... Bu iki tartışma konusu birbirinden ayrı platformlarda durmaktadır. Katliamların ve vahşetin bugünkü düzeyi ortadayken soyut bir haklılık-haksızlık tartışması anlamlı değildir, doğru da değildir. Ama zaten sorun böyle soyut bir noktada değil, doğruluk-yanlışlık ya da konjonktüre uygunluk noktasındadır.
Sözgelimi Filistin halkının da birçok şeye hakkı olduğu tartışılamaz ama yine de Filistin şiddetinin İsrail halkının bütün kesimlerine kör şekilde yayılması birçok açıdan doğru değildir.
Soruna böyle bir çerçeveden yaklaşılmalıdır. Devrimci hareketler kendi eylem çizgilerini temsilcisi oldukları halkların, sınıfların tarih boyunca çektikleri acıyla ölçemezler; böyle bir ölçüm tarzının mantıklı bir ölçütü de bulunamaz. Üstelik böylece devrimci hareket kendi değerler sistemini, kendi etik konumunu zedelenmeye açık hale getirir. Oysa sosyalist-devrimci hareketin en büyük üstünlüğü, kıskançlıkla sahip çıktığı değerleri ve bu değerlerin düşmanın iğrençliği karşısındaki tartışılmaz konumudur. Bu değerler, onun her kadrosunun içine sindirilmiş halde varlığını korur ve eğer bu konuda bir gevşeme yaşanırsa yanlış bir insan tipinin yetişmesinin yolu da açılmış olur.
Savaşın zor olduğu, düşmanın ağır saldırısı altında çetin koşullarda yürütüldüğü inkâr edilemez. Olağanüstü koşulların olağanüstü önlemleri gerektirdiği de tartışmasız doğrudur. Savaş, savaşan güçlerin dışındaki insanların hiç zarar görmediği bir "temiz dövüş" değildir, hiç bir yerde hiç bir zaman da olmamıştır. Sevelim ya da sevmeyelim, savaş, özellikle halk savaşı türünden bir savaş, binlerce insanın zarar gördüğü, yalnızca düşmanın vahşeti yüzünden değil çatışmanın şiddeti yüzünden de insanların yaralanıp öldüğü bir eylemdir.
Ama durum her ne olursa olsun, yine de bir devrimci hareket düşmanın karşısına diktiği yeni değerleri yaşatmak, uygulamada savunmak zorundadır. Ki bu değerlerden en belirgini düşmanın tersine devrimcilerin insana olan saygısıdır. Devrimci hareket koşullar ne denli çetin olursa olsun düşman ve işbirlikçileri dışındaki unsurlara; çocuklara vb. zarar vermemenin bir yolunu bulur, bu yolu bularak kendi değerlerini canlı tutar. Çünkü onun esas dayandığı zemin halkta oluşturduğu kesin adalet duygusudur. Dünyadaki bütün halk savaşlarının kaderini bu adalet duygusu ve güven belirlemiş, devrimci güçlerin moral üstünlüğünün kaynağını oluşturmuştur.
Ayrıca günümüz koşullarında Ulusal Kurtuluş Hareketi, bizzat kendisi için de çok önemli bir başka faktörü, Türkiye cephesinde olan bitenleri görmek zorundadır. Uyandırılmak istenen şovenizm yılanını farketmemek mümkün değildir.
Tabii ki, bu şovenizm histerisi en özenli davranılan koşullarda da kışkırtılacak ve yükseltilecektir. Bu bir devlet politikasıdır ve sözgelimi Afyon'da bir gösteri yapılması için tek bir asker cenazesi yeterlidir. Karşı karşıya gelinmiş bir savaşta ölüler olacaktır ve ölçüler her zaman iyi bir şovenizm malzemesidir. Bu malzemenin kullanımını önlemek mümkün değildir, daha doğrusu bu görev esas olarak Türkiye devrimcilerinin omuzlarındadır.
Ama UKM açısından sorun ek malzeme yaratmama sorunudur, UKM'nin yaşanan konjonktürü farketmesi ve eylem çizgisinde en aşırı özeni göstermesi sorunudur.
Örneğin böyle bir sorun TC eğitiminin engellenmesi sürecinde yaşanmıştır. Ulusal Kurtuluş Hareketi kendi programının bir parçası olarak TC'nin eğitim kurumlarının işlevsizleştirme-kapatma uygulamasına girişmiş ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuştur. Politikanın özü ayrı bir tartışma konusudur ve şüphesiz bu tartışma devletle değil, meşru güçlerle yapılmalıdır. Bazı öğretmen sendikalarının aldığı yakınıcı tutumlar bu açıdan anlamlı değildir.
Ancak uygulama sorununda, faşist odaklara ek malzeme sağlamaktan özenle kaçınılmalıydı.
Oysa görünen ipuçları PKK'nin böyle bir özen (ve belki de disiplini) göstermediğine işaret etmektedir.
Dersim olayında da benzeri bir sorun yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. PKK, tüm Kürdistan eyaletleri için karar altına aldığı politikaları Dersim'de de uygulamaya koymuştur. Ancak Dersim'in ötedenberi özgün yapısı gereği hassas bir bölge olduğu bilinmektedir. Kürdistan'ın diğer bölgelerden farklı olarak Dersim'de başka devrimci güçlerde silahlı birimler halinde bulunmakta ve halkın geleneksel yapısı nedeniyle belli bir zemine oturmaktadırlar.
Üstelik bu heterojen durum Dersim'i oligarşinin provokasyon örgütleri açısından da "uygun" bir bölge yapmaktadır. Oligarşi ötedenberi bölgede PKK ile diğer güçler arasında çatışmalar yaratmaya çalışmakta, bunun için sahte bildirilerden, kontra faaliyetine ve dedikodulara kadar her yönetimi kullanmaktadır.
Bütün bu faktörlerin tam ortasında özellikle PKK ve bütün diğer güçlerin aşırı bir özen ve dikkatle davranmasının gereği açıktır. Oysa görünen odur ki, özellikle PKK kendi programının uygulamasını düz bir anlayışla ele almış ve bölgenin özgün niteliklerini yok saymıştır. Sonuçta yaşanan ise, az daha kurcalanırsa kanlı çarpışmalar düzeyine sıçrayabilecek bir olumsuzluktur.
Olayların gerçekleşme şekli üzerine çeşitli iddialar varolsa da kesin olan gerçek bir dizi şiddet eyleminin yaşandığı ve insanların öldüğüdür.
Özellikle Aydınlık gibi tescilli çevrelerin de yangına körükle gittiği biliniyor.
Yani durum bu ölçüde hassastır. Ve PKK'nin bu hassaslığı çok gözettiği söylenemez. Çatışmaların diğer taraflarının da merkezi görüşmelerle yangının söndürmek yerine "açık uyarı"larla, basın yoluyla süreci tırmandırması aynı ölçüde sağlıksızdır.
Bütün bu açılardan Dersim bir örnek olmalıdır. Özenli davranılmadığında, disiplinli net bir eylem çizgisi, net bir dost-düşman ayrımı konmadığında sorumluluğu çok ağır olaylara yolaçmak mümkün olabilmektedir. Doğrusu klasik ajan-kontra suçlamaları da çoğu kez deliksiz ve soyut kalmaktadır.
Bu dönemdeki yanlış taktiklerden biri de Avrupa'nın belli ülkelerindeki bazı eylem tarzlarıdır. Çok zorunlu ve önemli geri üsler olan bu ülkelerde zaman zaman uygun biçimde gündeme getirilen protesto vb. eylemliliklerin yükseltilmesi, tam da TC'nin bu ülkelerden yardım dilediği bir sürece denk gelmiş ve Ulusal Kurtuluş Hareketi'ni oralarda gereksiz yere zor durumda bırakmıştır.
Sonuç olarak; kimseye akıl öğretmek durumunda değiliz. Eleştirinin bir dostluk gereği olduğuna inanıyoruz. PKK'nin daha net bir dost-düşman ayrımını somutlaştırması ve çok net bir eylem çizgisi ortaya koyması kesin bir gerekliliktir. Bir devrimci hareketin eylemleri "acaba düşmanın provokasyonu mu, devrimcilerin işi mi" sorusunun sorulmasına gerek kalmayacak ölçüde net olmalıdır. TC'nin batıdaki planlarını kavrayan ve bütün dünyada da hiç kuşku bırakmayacak net bir devrimci eylem çizgisi konulduğunda bundan kuşkusuz Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ve Türkiye devrimcileri kazançlı çıkacaklardır...

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92