Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Akıp giderken hayat olanca hızıyla TC devleti hala akıntıya kürek çekmeye devam ediyor. İnsan Hakları Haftası'nın yaşandığı bu günlerde yine Kürdistan'dan insan çığlıkları yükseliyor. TC. Kürt ulusuna karşı başlatmış olduğu "kirli savaş"ı daha da boyutlandırmaya, daha da kirlileştirmeye devam ediyor. Kürdistan'da yaptığı uygulamalarla aslında eskiden beri süregelen bir geleneği, bir mantığı sürdürmeye çalışıyor. Osmanlı geleneğini, Osmanlı mantığını sürdürüyor. Dersim Katliamını işleyen, Kuyucu Murat'larıyla, Yavuz'larıyla, katliamlarıyla övünen bir anlayışın
devamcısı olduğunu ortaya seriyor.
Ve TC kana doymuyor. Çünkü o Vietnam'daki Amerikan yankelerinin, Nazi Almanyası'ndaki Hitler faşizminin, İtalya'daki Mussolini faşizminin, Saddam'ın Halepçe'deki katliamının, Kamboçya'daki ve dünyadaki daha birçok faşist katliamların, uygulamaların Türkiye'ye, Kürdistan'a taşınmasını sağlayarak faşizmin Ortadoğu temsilciliğini yapıyor. Elindeki bütün imkanlarını, daha doğrusu varını yoğunu adını koymamış olduğu 'kirli savaş'a harcıyor. Artık TC'nin hükümetlerinin politikalarını asıl belirleyen ne enflasyon, ne işsizlik, ne şu ne de bu. Onun politikalarını, başarısını veya başarısızlığını belirleyen 'kirli savaş'taki uygulamaları oluyor. Hükümetler için başarıdan kasıtsa hangi hükümetin 'kirli savaş'a daha fazla harcama yaptığı, hangi hükümetin daha fazla adam katlettirdiği, hangisinin elinde daha fazla öldürülen insanlara dair liste bulundurduğuyla ölçüt. Savaşın halklara maliyeti çok boyutluyken devleti en fazla düşündüren yön ekonomik yöndür. Ve devlet yıllardır sürdürdüğü 'kirli savaş'ın yükünü tamamen halkın sırtına yüklemiştir, işçiye, emekçiye emeğinin karşılığını vermeyen devlet halkın alınterinden kestiği paralarla 1985'ten 1992'ye kadar koruculara 2,5 trilyon lira harcamıştır. Toplam sayı 44 bin 372'ye ulaşan koruculara 1992 yılı içerisinde harcadığı para da 5 trilyon lirayı bulmaktadır.
Yine yapılan araştırmalarda ortaya konulduğu üzere birçok bakanlığın bütçesini çok az tutan devlet MSB'nın 1992 yılı bütçesini 23 trilyon 770 milyar, 1993 yılı bütçesini 41 trilyon 398 milyar, 1994 yılı bütçesini de 77 trilyon 669 milyar lira olarak belirlemiştir. 1993 yılı bütçesinde Emniyet Genel Müdürlüğü'ne 11 trilyon 534 milyar, Jandarma Genel Komutanlığı'na 7 trilyon 947 milyar, MiT'e l trilyon 287 milyar lira ayrılırken 1994 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü'ne 22 trilyon 889 milyar, Jandarma Genel Komutanlığı'na 15 trilyon 357 milyar lira ayırmıştır. Yani devlet MSB, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bütçesini %l00 artırarak Kürdistan'daki savaşa ayırdığı parayı iki katına çıkarmış olmaktadır. Ama TC'nin sürdürdüğü 'kirli savaş'taki harcamalarına ayrılan bu paralar hiç bir zaman yetmemiştir. Bu nedenle de çeşitli fonlar kurarak savaş harcamalarına kaynak aktarma yoluna başvurmuştur. Bu fonların daha önce kurulmuş olanlarından SSDF'nun 1986'daki geliri 180 milyar, 1989'daki geliri l trilyon 454 milyar, 1992'deki geliri de 9 trilyon lira olmuştur. Bilindiği gibi bu fonlardan bir tanesi de yeni kurulmuştur. "Terörle Mücadele Fonu" ismi verilen bu fona KİT gelirlerinden %3'ü, ticari plaka ve Milli Piyango gelirlerinden %5'i, trafik para cezaları, silah taşıma bulundurma ruhsatları ve pasaport gelirinden elde edilen gelirin %10'u aktarılacağı açıklanmıştır. Ama kolayca söylenebilir ki devlete bu paralar da yetmeyecektir. Çünkü her gün yeni silahlanma projeleri ortaya atılmakta, savaş malzemeleri alınmaktadır. Eğer devletin bugüne kadar ki silahlanma projelerini, harcamalarını ortaya koyarsak durum daha kolay anlaşılır olmaktadır.
Her gün yeni bir savaş malzemesi alımına karar veren TC önceleri alım yerine kiralama yöntemine başvurmuştur. Bu örneklerin en çarpıcılarından bir tanesi 1988'de yaşanmıştır. 1988 Haziran'ında Kürdistan'daki gerilla avına çıkmak için Almanya'dan, Fransa'dan ve Amerika'dan beş helikopter pilotlarıyla birlikte kiralanmışlar ve operasyonlara katılmışlardır. Bu helikopterlerden Amerika'dan kiralananının kirasına 700 bin dolar, Almanya'dan kiralananına aylık bedel olarak 73 bin mark, Fransa'dan kiralananına da aylık 680 bin frank, yani toplam olarak helikopterlere 2.5 milyar lira kira ödenmiştir. Daha sonra da ağır ağır savaş malzemeleri alımı projeleri uygulanmaya koyulmaya başlanmıştır. Bu ihalelerin, projelerin bir kısmının ismi ve maliyeti 5 Kasım 1989 tarihli 2000'e Doğru dergisinde "MSB İhaleleri" adı altında şu şekilde sıralanmaktadır: "5,5 milyar dolarlık helikopter, ihalesi, 450 milyon dolarlık HF-SSB telsiz ihalesi, 5 milyar dolarlık mobil, radar ve alçak irtifa savunma sistemi ihalesi, 700 milyon dolarlık stringer füze ihalesi, 1.2 milyar dolarlık hafif nakliye uçağı ihalesi, l trilyon 200 milyon lira M-47 tanklarının modernleştirilmesi ihalesi!
Başka bir anlaşma da Rusya'dan BTR tipi 20 adet zırhlı muharebe aracı ile 10 adet genel maksat helikopterlerinin alımı için yapılan anlaşmadır. Bu projenin tutanda 300 milyon dolardı. (Yaklaşık 2 trilyon 285 milyar). 1992 yılı içerisinde Skorskiy firmasıyla 75 helikopter için imzalanan anlaşmadaki helikopterin Türkiye'ye maliyeti ise 65,4 milyarı buluyordu.
TC'nin 1992 yılıyla ilgili olarak BM'e bildiriminde de silah alım listesi şöyledir:
Savaş tankları: Almanya'dan 11 adet, ABD'den 25 adet M 60 Al ve 391 adet M60 A3,
Zırhlı muharebe araçları: ABD'den 19 adet,
Ağır toplar: ABD'den 69 adet,
Savaş uçağı: ABD'den 9 adet F4, Hollanda'dan 6 adet, Almanya'dan 11 adet,
Savaş helikopterleri: ABD'den 6 adet,
Füze ve füze rampaları: ABD'den 24 adet Sparrow füzeleri ve füze rampaları.
Tabii sadece silaha ödenen para silahı alırken ödenen parayla bitmemektedir. Daha sonra bu araçların bakımı, onarımı için giden paralar da milyarları bulmaktadır. Örneğin 1992 yılında İçişleri Bakanlığı Cage'den aldığı 40 zırhlı araç için 40 milyon dolar (340 milyar lira) ödemiş, daha 'Sonra bu araçlar ilk çatışmada büyük hasar gördüğünden bu araçlardan 31'inin tekrar onarımı için Amerikan Cadillac firmasına tekrar 7 milyar lira daha ödemiştir.
Bu tür silahlanma projeleri üreterek halkın alınterinden, emeğinden paralar keserek 'kirli savaş'ı sürdüren devlet her yıl silahlanma için ortalama 20 trilyon harcamaktadır. Son yedi yıldır silahlanmaya harcanan toplam para 10 milyor 500 milyon dolar (110 trilyon TL.) dır. Ve bugün Milli Piyango İdaresi'nin net 100 liralık karının 95 lirası SSDF'na, Terörle Mücadele Fonu'na oradan da silahlanmaya, Kürdistan'ı kana bulamaya akıtılmaktadır.
Ama devletin kirli savaşa yaptığı harcamalar sadece silahlanmaya yapılan yatırımlarla sınırlı değildir. OHB'si içinde görev yapan kamu görevlilerine 3.6 trilyon tazminat ödeyen, askeri ve adli personel için, örtülü ödenekten maaş alan MİT mensuplarına 6.5 trilyon tazminat ödeyen, Özel Tim sayısını 7 binlere yükseltip time katılanlara 20 milyona kadar maaş ödeyeceğini vaat eden devlet sınıra, karakollara, cezaevlerine ve sınır ötesi-sınır içi harekat diye adlandırdığı harekatlara da trilyonlar akıtmaktadır. Sadece 1992 yılı içinde sınır güvenliğini sağlamak adı altında Irak sınırına döşenen 90 bin mayının maliyeti 40 milyardır.
Ayrıca TC'nin Güneydoğu sınırı için kilometre başına l milyar lira harcamalı bir proje geliştirildiği de bilinmektedir. Bakanlık İran-Irak-Suriye sınırının fiziki güvenliğini sağlama adı altında hazırlanan bu projeye 1993 yılı içinde 159 milyar lira ayırdığını açıklamıştı. Yine aynı konuyla ilgili olarak Hürriyet Gazetesi'nin 12 Eylül 1993 tarihli sayısında Nevzat Ayaz'ın bu projenin toplam maliyetini 4 trilyon olarak belirttiği aktarılmaktadır. TSK'nin her hava harekatının maliyeti de ortalama 10 trilyon liradır.
Kürdistan'ı işkencehaneye, katliam alanına, bir soykırım merkezine dönüştüren, sınıra yapılan 35 karakoldan her birine 2 milyar harcayan, her gün yeni bir katliam işleyen devlet, tüm bu yaptıklarından sonra kalkıp bir de Kürdistan'a yatırım yapıyorum, kaynak aktarımı yapıyorum diyebilme cesaretinde bulunmaktadır. Ve bunun anlamı yüzsüzlüktür, aldatmacadır. Bunun bir aldatmaca olduğunu yine en açık biçimiyle araştırmalar ortaya koymaktadır. Bu savaşın basın şehitlerinden Hafız Akdemir bu bölgeye yapılan yatırımları "1991 yılında kamu yatırımlarından en az payı %12 oranıyla Güneydoğu" almıştır diye açıklamaktadır. Aynı araştırmada Diyarbakır Serbest Muhasebeci Mali Müşavir Odası Başkanı Mehmet Vural'ın Kürdistan'a yapılan harcamaların dörtte üçünü askeri harcamaların oluşturduğunu belirttiği de aktarılmaktadır. Devletin Kürdistan illeri için bütçeden yaptığı harcama içerisinde personel giderlerinin payı son yedi yılda %40-50'lerden %80'lere ulaşmıştır. Örneğin 1992 yılının ilk yedi ayında bölgeye yapılan toplam 4 trilyon 692 milyar liralık harcamanın 3 trilyon 348 milyar lirası kamu personeline verilmiştir. Kürdistan'daki onbeş ildeki yatırımlarda kamu harcamalarının payı şu şekilde bir seyir izlemiştir: 1984'de bu illerdeki kamu harcamalarının %28'i yatırımlara ayrılırken bu oran 1985-86 yılında %17'ye, 1987'de %14'e, 1988'de %12'ye, 1989'da %9'a, 1990'da %8'e, 1991'de %4.38'e 1992'de de %2.22'ye düşmüştür. 1991'in ilk dokuz ayında Güneydoğu'da 4.6 trilyon liralık teşvik belgeli yatırım yapılırken 1992'de bu rakam 380 milyara gerilemiştir. Yani cari fiyatlarla %91.8 gerileme olmuştur. Doğu Anadolu'da ise cari fiyatlarla %76.4 gerileme olmuştur. Sabit fiyatlarla gerileme %85.1'dir.
GAP bölgesi içinde kalan 130 belediyeden sadece ikisinin altyapısı tamamdır, içme suyu şebekesini tamamlayan tek belediye ise Adıyaman il Belediyesi'dir. Bu verilerde 1992 yılına aittir. Ve GAP'ın canlı dönemlerinde proje için günde 25 milyar ayrılırken savaşa ayrılan para saatte 5 milyardır. Kürdistan'da yarım kalan tesislerin sayısı 233'e ulaşırken eğitimse tamamen iflas etmiş durumdadır. Okulların, kapalı tesislerin bir çoğu karakol vs. gibi amaçlarla amaç dışı kullanılmaktadır. Sağlıkla ilgili durumu açıklamaya da sadece şu cümleyi okumak yeterlidir: "Türkiye'de ortalama binde 20 olan bebek ölüm oranı Kürdistan'da binde 200."
Görüldüğü gibi devlet aslında Kürdistan'a yatırım amaçlı kaynak aktarımında bulunmamakta, yaptığı harcamaların dörtte üçünü askeri harcamalar oluşturmakta ve burada tüm kurum ve kuruluşlarıyla iflas etmiş bulunmaktadır. Tabii yine burada uygulamaya konulan kararnamelerle, 'kirli savaş'ın kapsamıyla paralel olarak bölgeye özel sektörün yatırımlarında ve de üretimde de bir düşüş gözlenmektedir.
Kısaca bu konuya değinilecek olunursa 1991 yılında 276 milyon 45 bin dolar olan ihracatın, 1992 yılında süren yayla yasağı nedeniyle 274 milyon 77 bin dolara düştüğü görülür. Yine bu yasağa bağlı olarak 1991 yılında canlı hayvan ve su ürünlerinin ihracattaki payı % 61,45 iken 1992'de %32,63'lere düşmüştür. Bu yılın (1993'ün) Ocak-Eylül dönemindeki ham petrol üretimi geçen yılın aynı dönemine göre %11 düşüş kaydetmiştir. Turizmde %20'lik bir azalış olmuş, otellerin kapasitesi %15'e düşmüş ve devletin bu işten zararı 1.5 milyar dolar olmuştur. Türk sanayi üreticisinin savaş bölgesinde pazarlarındaki kayıp %20, kapanan işyeri de %50'dir. Ve 1992 yılında savaşın Türkiye ekonomisine maliyeti 100 trilyon liradır.
Peki öyleyse, Kürdistan'a ekonomik yatırım yapılmamaktadır. Yapılan yatırımlarsa silahlanmaya, personel harcamalarına, askeri harcamalara gitmektedir. O halde devlet Kürdistan'da nasıl bir yönetim sürdürmektedir?
Bu soruya üç aşağı beş yukarı herkes tarafından verilecek yanıt şudur: "Kürdistan, yönetimde bulunan hükümet tarafından, TBMM ve yasalar tarafından değil Genelkurmay Başkanlığı tarafından, kararnamelerle, asker mantığıyla yönetilmektedir. Kürdistan katliamla, baskıyla, zulümle ve vahşetle yönetilmektedir. Kürdistan Kürdistan'ı kan gölüne çeviren bir anlayışla yönetilmektedir" şeklinde olacaktır.
2 Eylül 1991 tarihli Sabah Gazetesi'nde Kürdistan'da yaptığı incelemelerden sonra bir açıklama yapan Amerikalı Ramsey Clark bu coğrafyadaki yaşamı şu sözlerle dile getirmektedir: "Ben insan hakları ihlallerini incelemek üzere dünyanın her tarafına giderim. Afrika ve Filistin'de gördüklerimin daha kötüsüyle karşılaşmayacağımı sanırdım. Ama Güneydoğu'da gördüklerim gerçekten beni çok üzdü. Mesela Cizre'de sıcaklarda evlerinin damlarında uyuyanlara ateş açılıyor. 17 yaşında Hediye Dicle adındaki kız kurşunlar altında can vermiş. Oradaki baskılardan öylesine bezmişler ki sokaklar bomboş. Rastladığım 75 yaşındaki Kürt korkudan benimle konuşmayı reddetti."
Ve Kürde toprağını kullanması da, yaylaya çıkması da yasaktır. Yaylaya çıkması dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş bir şekilde şu belgelerin tamamlanmasına bağlanmıştır: "Yaylaya çıkacak olanların vesikalık fotoğrafları, aşı kağıdı, ikametgah senedi, nüfus cüzdanı sureti, tarım müdürlüklerinden hayvancılık yaptığına dair belge, kaymakamlıktan onaylı yayla kontratı, çoban sözleşmesi, 5 adet dosya, iyi hal kağıdı ve güvenlik soruşturmaları sonuçları."
Böylesine kapsamlı bir 'kirli savaş' sürdüren devletin hiç bir savaş hukukuna uymadığı, savaş hukukundan anladığının yakaladığı her Kürdü katletmek, işkenceden geçirmek, olabildiğince baskı uygulamak olduğudur. Devletin bu savaşta kullandığı yöntemler de insanları kışın soğuk suların içerisinde çırılçıplak bekletmek, gelip yiyecekleri, eşyaları birbirine katıp yenilmez hale getirmek, su kuyularını taşlarla doldurmak, değerli eşyaları talan etmek, insanlara sarkıntılık etmekten, sokak ortalarında insanları kurşunlamak, evleri yakmak, sansür-sürgün kararnameleri çıkarmak kadar çok yönlüdür.
İşte TC'nin savaşta kullandığı yöntemlerden biriyle ilgili bir araştırma; TC'nin Kürdistan'da sürdürdüğü savaşta kimyasal silah kullandığı yerler ve tarihleri 21 Ağustos 1993 tarihli Özgür Gündem gazetesinde şöyle aktarılmaktadır: Temmuz 1988: Hani ilçesi (Diyarbakır), Haziran 1989: Ovacık-Pertek ormanlık alanı/Bingöl, Haziran 1991: Silvan, Babino (Eskicek) köyü (Diyarbakır). Ocak 1992: Eruh ve Emte köyleri arası (Siirt ), 31 Mart 1993 : Pazarcık-Tilkiler köyü mıntıkası (Maraş), 29 Temmuz 1993: Nurhak Dağları (Maraş), Erzurum Oltu ve Cudi dağları.
Burada sürdürülen savaşla ilgili ibret verici bir diğer örnekte şöyledir:
"7 Eylül 1992'de öldürülen gerillalarla ilgili olarak bir inceleme yapan İHD Kars Şube Başkanı Av. Yaşar Erbaş, Sekreter Abdurahman Alaca, üyeler Sürmeli Gönen ve Necati Yakışırer de raporlarında şu görüşlere yer vermişlerdir: 7 Eylül günü, Tekir Deresi mevkiinde çembere alınan 22 gerilla, sağ olarak ele geçirilmişken güvenlik güçlerine verilen emir sonucu öldürülüyorlar. 4 cesedin üzerinden palet geçiriliyor ve tümüyle parçalandığı için bu cesetler orada bırakılarak geride kalan 18 ceset şerefli köyünde açılan bir çukura gömülüyor. Belediye Başkanı'nın emriyle tek bir çukura gömülen bu cesetlerin üzeri ince bir toprak tabakasıyla örtülmüş, ilçe halkı, köylüler ve o gün olay sırasında görev yapan belediye işçileri ve SHP ilçe Sekreteri Selahattin Atalay'da bu bilgileri doğrulamıştır."
Bu örnekte de olduğu gibi sağ olarak ele geçen insanları öldürmek, işkenceyle, katliamla yokedilen, öldürülen insanları dozerlerle açılan çukurlara toplu halde gömmek, yaralı ele geçen insan üzerinde bomba var mı diye kontrol etmek için(!) panzerlerle yerde sürüklemek, cesetlerin üzerinden panzerler geçirmek tamamiyle insanlık dışı bir olaydır. Bütün bu uygulamalara hiç bir savaş hukuku izin vermediği gibi bunun bugüne kadarki örnekleri de sadece diğer faşist soykırımlarda görülmüş olsa gerektir.
Fakat Kürt halkına yapılan baskılar sadece Kürdistan'da sınırlı kalmamaktadır. Kürde baskı Kürdün olduğu her yerde uygulanmaktadır. Örneğin 1992'de Erzincan 59. Topçu Tugayı 3. Top Tb. 3. Batarya'da askerlik yapan Hakkarili Alaattin Çoruh ve Şükrü Karataş isimli askerler Hakkari'de çıkan bir çatışmada kardeşi ölen astsubay Arif Karabaş tarafından kolları bacakları kırılacak kadar dövülebilmektedir. Yine S.A adlı genç kız memleketi olan Batman'a gitmek için hazırlanırken İzmir Kadifekale'de (PKK'ya katılmaya gidiyor) gerekçesiyle tutuklanabilmektedir. Okuldaki öğrenci, dışarıdaki ayakkabı boyacısı, işçi, batıdaki yüzlerce Kürt de sırf Kürt oldukları için işkenceye çekilebilmektedir. Bunlar TC'nin güvenlik kuvvetlerinin açıkça yaptığı, yürüttüğü saldırılardır. Bunların haricinde bir de devletin MHP'li faşistleri palazlandırarak Kürt halkının üzerine saldırtması durumu vardır. Bunun en sıcak örnekleri Alanya'da, İzmir'de ve daha birçok ilde geçtiğimiz yıllar içinde defalarca yaşandı. Ve dün olduğu gibi bugün de kirli savaşta ölen her askerin cenazesi gömülmek üzere gittiği yerde Kürtlere yapılan saldırılarla gömülmektedir. Hatırlanacağı gibi geçen yıl bu tür olayların birinde Mersin ve Alanya'da bir askerin cenazesinin şehre gelmesinden sonra Kürtlerin evleri taranmış, bu insanlar günlerce evlerinden ekmek almaya dahi çıkamamışlardı.
Ve bu sene daha kısa zaman önce Erzurum'da Belediye Başkanı'nın da öncülüğünde gelişen olaylarda bunun en taze örneğidir.

Ve Ölümler:
Bu 'kirli savaş'la ilgili ismet Sezgin'in 1992'nin başındaki TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda yaptığı konuşmada 1988 yılında 148 olan ölü sayısının 1989'da 332'ye ve 1991'de 418'e çıktığı aktarılmaktadır. PKK kaynaklarına göre de 1992 yılı içerisinde güvenlik kuvvetlerinden vs. 5594 kişinin, gerilladan da 946 kişinin yaşamını yitirdiği açıklanmaktadır.
Bu savaşı incelerken gözden kaçırılmaması gereken önemli bir noktada bu savaştaki birçok öldürme olayının faili meçhul cinayetler olarak lanse edilmeye çalışıldığıdır. Oysa ki, herkes tarafından çok iyi bilinmektedir ki bu cinayetler faili meçhul cinayetler değil faili bilinen, faili devletin kontrası, MİT'i ve Hizbullah'ı olan cinayetlerdir, işte bu cinayetlerinde 1992'nin ilk 10 ayındaki bilançosu 299'dur. Bu cinayetlerden 93'ü Batman'da, 25'i Silvan'da, 56'sı Nusaybin'de, 26'sı Diyarbakır'da, 21'i Kızıltepe'de, 7'si İdil'de, 4'ü Şanlıurfa'da, 17'si Cizre, Dargeçit, Bismil, Derik, Mazıdağı, Kulp, Kurtalan, Çınar, Siirt ve Lice'de işlenmiş.
Koalisyon hükümetinin son beş yüz günlük eyleminden İHD raporuna geçenlerde şöyle:Toplam ölü sayısı 3 bin 454, gözaltında kaybolanların sayısı 7, kayıtlara geçen 806 işkence vakası, bu dönemde öldürülen 16 gazeteci, toplatılan 244 sayı gazete, gazete ve yazarlara toplam 17 milyar para cezası.
Bunlardan hariç yüzlerce, binlerce baskı, işkence, katliam vs. olayı...
Tabii bugünde iflas eden savaşın verdiği gözü dönmüşlükle başlayan saldırılarla oluşan yeni katliamlar, yeni saldırılar...

Ölen, Öldürülen İnsanların ve Ailelerinin Düşündükleri
Bu savaştan gerçek boyutlarıyla etkilenense asla devlet değildir. Tam aksine devlet bu savaşta insanlara yeni bir yaşam biçimi çizen, yeni bir insan tipi yaratan taraftır. Bu yeni insan tipi de psikolojik bozukluklar yaşayan, insanlarla uyum sağlayamayan, öldürülmüş insanların üzerine ayağını bastırarak fotoğraf çektirip onu sevgilisine, ailesine, hısım akrabalarına hatıra fotoğrafı olarak gönderecek kadar düşünemez hale getirilen veyahutta sadistleştirilen bir insan tipidir.
Peki kirli savaşta bu insan tipini oluşturan yaşam koşulları nelerdir? Bunun cevabını bize en iyi şekilde öğrenme imkanı tanıyan kaynaklar bu insanların çeşitli zamanlardaki konuşmaları, bazı kaynaklarda çıkan röportajlardır. 17 Ekim 1992'de Gerçek dergisinde yayınlanan röportajda röportaj yapılan subay "Bölgedeki ortam aile ilişkilerinize nasıl yansıyor?" sorusuna; "Bölgedeki gerginliğin yarattığı stres aile ilişkilerimizin bozulmasına, tartışmalara, kavgalara neden oluyor. Çocuğumuzu gönül rahatlığıyla sevemiyoruz, dinlenemiyoruz. Aile saadetimiz yok. Yakınlarımızla doğru dürüst ilişkilerimiz olmuyor. Anlamsız yere sinirleniyorum, hiç bir şeye tahammül edemiyorum" diye cevap veriyor. Yine aynı subay psikolojik denge bozukluklarıyla ilgili soruya: "Bu ortamda yaşayıp dengesini yitirmemek çok zor. Bir arkadaşın birliğindeki bir er yaşadığı olumsuzluklar ve stres sonucu dört er arkadaşını tarayarak öldürdü. Yine başka bir bölgede bir er, nedeni tam olarak bilinmiyor, rütbeli astsubayların yattığı misafirhaneye girip uyuyanları tarıyor ve üç astsubay hayatını kaybediyor" şeklinde cevap vermekte.
Bazı özel tim görevlileri de "köpek gibi yaşıyoruz. Bizi adam öldüren makine sanıyorlar. Aç mıyız, tok muyuz, öldük mü kimsenin umurunda değil. Biz piyonuz kardeşim, buradan memleketime gitsem uyum sağlayamıyorum. Sağlıklı düşünüp davranamıyorum. Sürekli operasyon, can korkusu, PKK'lı vuran arkadaşlar kelle ellerinde resim çektiriyor, subaya veriyor. Ondan sonra gelsin teskere. PKK'li kellesi erken terhis demek. Bir asker öldü, kalbi sıkışmış, komutanlar bıçakla göğsünü yardılar, çatışmada öldü dediler." diyerek bu durumu özetliyor.
Kirli savaşta öne sürülen, piyon olarak kullanılan bu insanların düşünceleri böyle biçimlenirken onların ailelerinin düşünceleri de pek farklı değil.
Nisan '92 tarihli 2000'e Doğru dergisinde Tunceli'de bir çatışmada ölen jandarma erinin annesi Hamide Kaçka: "Onların, Özal'ın, bilmem kimin çocukları neden gönderilmiyor? Bizim yüreğimizle onların yüreği arasında ne fark var? Neden K. Evren'in, Özal'ın Ahmet'i Mehmet'i vurulmuyor? Babası oğlunun öldüğünü duyunca dayanamadı felç oldu. 15 gün önce de öldü" diyerek öfkesini dile getiriyor.
PKK'nın eline esir düşen bir çavuşun annesi de "Oğlum amaçsız bir savaşın kurbanıdır. Devletin orada ne için savaştığına akıl veremiyorum. PKK'lılar bizim kardeşimizdir. Devlet amaçsız bir savaşa gencecik evlatlarımızı sürerek ölmelerine sebep oluyor. Bu akan kana bir dur diyecek çıkmayacak mı?" sözleriyle kirli savaşın Kürdistan topraklarından Türkiye'deki evlere kadar uzanan acısını, vahşetini haykırıyor.
* * * *
Tabii aslında kirili savaş üzerine söylenecek çok söz, incelenecek birçok yön bulunuyor. Fakat bunların tamamını buraya aktarmak gerçekten çok güç, hatta imkansız. Bu nedenle de ancak yapılsa yapılsa böyle bir özetlemeyle, olaylar hakkında bir iki örneklemeyle gelişmeleri anlatabilmek olası. Ama herkesinde çok iyi bildiği bir gerçek var ki o da sürdürülen kirli savaşa dur diyebilmenin önemli bir adımını da Türkiye devrimci hareketini yükseltmek oluşturmaktadır.
O halde bu savaşı durdurmak için hep birlikte Türkiye devrimci kurtuluş mücadelesini yükseltip üzerimize düşen en önemli görevi yerine getirmeliyiz.

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92