Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

 

Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'ne doğru bakmak gerektiğine inanıyoruz. Bu savaşı desteklemek gerekliliği, kendini "destekçi" olarak konumlandırmayı zorunlu kılmıyor. UKM'ninde esas ihtiyacı böyle bir "salt destek" değil, Türkiye devrimi'nde ciddi gelişmelerdir. Türkiye kendi dinamiklerini yakalamalı ve tıkanıklığını aşmalıAdır. UKM'nin gerçekten desteklenmesi ancak böyle mümkündür.

Tarihte bazen olur: Kötü bir dönem yaşanır ve bu kötü dönem çok gelip-geçici, çok anlık bir süreç değilse, yaşanan, yarına yansıması kaçınılmaz izler bırakır. Hastalık durumuna alışmak ta kötüdür, çünkü bir süre sonra artık kendi düzelme ve sağlık işaretlerini algılıyamaz olur, eninde sonunda ortadan kalkacak olan olumsuz durumu kalıcı saymaya başlarsınız. Sağlıksızlığın ortadan kalkışı, sizin de çabanızı gerekli kılar ama siz artık kendinizi alıştırdığınız bir süreci düzeltmek için çok çaba gösteremeyecek bir noktadasınızdır. Gözünüz kendi içindeki çözüm noktalarında değil, çevrenizdeki daha sağlıklı olgularda takılı kalır.
Sonuç, kompleksli bir hayranlıktır. Çevrenize, çevrenizde ki örneklere olan bakışınız, kendiniz için ders çıkaran bir irdelemeyi değil, salt hayranlık duygusunu içerir. Söz konusu olan "öğrenmek" değil, mevcut olumsuz durumu rasyonalize edip kalıcılaştırmak, kendi rehavetinin zeminini oluşturmaktır.
Sosyalist hareket, bir travma yaşadı. İnsanları moral düzeyde, kültürel düzeyde etkileyen bir travmaydı bu ve hepimiz yaşadık, pek geçici olmayan izler bıraktığı söylenebilir.
Süreç durduğu yerde durmadı ve kuşkusuz durmayacak, felaket baykuşlarının kehanetlerinin tam tersine, tarihin geçici bir süre duraksayan çarkı, bugün ağır ağır da olsa ileriye doğru dönmektedir. Dünya gericiliğinin canına ot tıkanacağı günler pek yakın değildir ama yaygara günleri de kesin şekilde geride bırakılmıştır. Dünyada ve ülkede kesin sağlık işaretleri gözlenebilmektedir. Özellikle de Türkiye için bu böyledir, en basitinden bir "Haydar Kutlu" ismi bugün kimseye bir anlam ifade etmiyorsa, bu çok ciddi bir mim noktasıdır. Önümüzdeki süreç, yeterli irade gösterildiğinde gelişebilecek çok güçlü filizleri içinde barındırmaktadır.
Ama yaşanan dönem, hiç de öyle geçip gitmemiştir. Dönemin konjonktürel yapısı büyük bir ahlaki-kültürel deformasyonla birleşmiş ve devrimci insan üzerinde etkiler bırakmıştır. Genel çürüme ortamı içersinde devrimci insan, bir kuşatılmışlık duygusu yaşanmış, kendini korumakta zorlanmıştır.
80'lerin ortasından sonra kendini doğrudan silahlı savaş tarzında ortaya koyan Kürt dinamiği kuşkusuz bir çok şeyden daha az etkilenmiştir. İstim üzerinde bir mekanizma olarak olumsuz dalgaya karşı daha bağışık olabilmiş, ulusal boyutun-çok abartılmaması gereken-avantajlarını da hissetmiştir.
Sonuçta, büyük ölçüde kendi günahlarının kefaretini ödeyerek daralan Türkiye Devrimci Hareketi'yle, yükselen Kürt dinamiği arasında çok net bir fark oluşmuştur.
Şüphesiz bu farktan rahatsız olmak son derece saçmadır. Bu, gerçeğin kendisinden rahatsız olmaktır.
Ve doğaldır, bu durum Türkiye boyutundaki birçok devrimci insana da "gıpta etme" sözcüğüyle ifade edilebilecek olan ve kendi durumuna yönelik bir hoşnutsuzluğa denk düşen duygular yaratmıştır. Son derece sağlıklıdır: olumsuz bir durumdan ötürü hoşnutsuzluk duymak hem doğaldır, hem de ilerleyebilmek için gereklidir.
Ama sağlıksız bir yanı da var, daha doğrusu sağlıksız noktaya varan bir ucu var; onu yakalamak gerekiyor. Devrimci insanın garip şekilde kendi devrim sürecine yabancılaşması, kendi görevlerinin bilincinden uzaklaşması ve giderek-iktidar perspektifi anlamında-devrimcilikten uzaklaşıp "dayanışmacı" bir konuma kayması bu durumun özet bir anlatımı olabilir. Mevcut durumdan duyulan sağlıklı-hoşnutsuzluk, giderek iç-güveni zayıflatan bir "olumsuzluğa alışma" noktalarının, ipuçlarını kaçıran bir dışa dönük hayranlık, kompleks üremektedir.
Bir kültürel karmaşa da bunun tam üstüne binmiştir.
TC ile Kürdistan ülkesi arasındaki sömürgecilik ilişkisinin orijinalitesi de buna zaten zemin hazırlamaktadır. Bilindiği gibi bu tarz, klasik 19 yüzyıl sömürgeciliğinden, bu tür sömürgeciliğin örneklerinden çok farklıdır. Yani sözkonusu olan, örneğin bir İngiltere-Hindistan, Fransa-Cezayir ilişkisi değildir. Bildiğimiz klasik sömürgeci kalıplara uymayan -uyması da gerekmeyen- bir ilişki vardır. Ve zaten bu kalıplara uymayan durum, ilişkinin niteliğinin kavranmasında uzun süre güçlük yaratmıştır.
Kürdistan'da sözkonusu olan, klasik biçimden farklı olarak parçalanmış bir ülkenin gizlenmiş bir iç-sömürge kalıbına sokulmasıdır. Nüfusların içiçe olduğu, Kürt ulusunun varlığının dahi kabul edilmeyip "her hakka mahfuz TC vatandaşı" sayıldığı, sömürge insanının ulusal kimliğini inkâr etmek koşuluyla politik yönetici bile olabildiği, son derece perdelenmiş bir ilişki vardır. Bu çarpık görünüm Kürt insanında olduğu kadar Türk insanında da sömürge ilişkisinin çok net kavranabilmesini geciktirmiştir.
Üstelik, ortada, kendisi emperyalizmin yeni-sömürgesi olan Türkiye'nin bir başka ülkeyle sömürgeci ilişki uygulaması gibi çapraşık bir durum vardır.
Bütün bu faktörler olguyu büyük ölçüde karmaşıklaştırmış ve özellikle doğrudan silahlı kurtuluş savaşının başlamasıyla bu karmaşa sona erdiğinde, bu kez ortaya daha ilginç kültürel sorunlar çıkmıştır. Emperyalizmin yeni-sömürgesi bir ülkede yaşayan ve bu anlamıyla ezilen ulus üyesi olan Türk devrimcisi, öte yandan nüfus kağıdını taşıdığı devletin Kürdistan'daki sömürgeciliği nedeniyle aynı zamanda bir ezen ulus bireyi konumundadır. Bunun özgün bir durum olduğu su götürmez. Ama bulutlar dağıldığında, perdeler kaldırıldığında ezen ulus bireyi olma konumunu daha açık-seçik kavrayan devrimci insan (uzunca bir süre sömürge ülkeye karşı görevlerini kavrayamamış olmanın da ezikliğiyle) bu yeni kimliği daha ağırlıklı olarak ve daha abartılı olarak benimsemiştir. Kendisinin emperyalizm tarafından ekonomik-sosyal-kültürel olarak eziliyor olması gerçeği onun bilinç düzeyinde kısmen zayıflarken, daha çok ahlaki ve vicdani rotada seyreden bir abartı yaşanmıştır. Bu temelde, anti-emperyalist, anti-oligarşik bir devrimin görev bilincinde de belli zayıflamaların olduğu inkâr edilemez.
Gerçekte, ezen-sömürgeci ülkenin nüfus kağıdını taşımak ayrıdır, ezen ulus savunucusu ve bu anlamda "teba"sı olmak ayrıdır. Siz, devrimci mücadelenin içinde yer alıyor ve kendinizi fiilen resmi kalıpların, daha doğrusu bütün sistem-içi kalıpların dışında konumlandırıyorsanız, ve bunu söylem düzeyinin ötesinde pratik olarak gerçekleştiriyorsanız, sömürgeci mekanizmayla ilişkiniz salt bir kimlik kartından ibarettir.
Ama, şu ya da bu iddiaya sahip de olsanız da somut olarak düzen-içinde bir yerde duruyorsanız herşey farklıdır. Yani bir bütün olarak olay, nerede durduğunuz olaydır.
Eğer bir "ezilme" yaşanacaksa, bu kendi görevlerini yapamayan bir devrimcinin ezilmesi olabilir ve böylesi sağlıklıdır. Oysa çoğu kez, devrimci insanda gözlenen Türkiye devrimci hareketinin mevcut zayıflığının yoğun etkisiyle bir savrulmadır. Kendi devrimci perspektifini zayıflatarak, bir "dayanışmacı" konumuna inen, ezen ulus üyesi olarak Kürdistan'a karşı görevlerini fazlasıyla hatırlarken, yeni-sömürge Türkiye'nin görevlerinden kısmen uzaklaşan, bütün bunların bir bütün olduğunu kavrayamayan insan tipi bugün mevcuttur. Ve işin kötüsü durum her zaman bu kadar da saf değildir, kimi zaman devrimci görevlerden kaçış eğilimi kendisini böyle bir boyutta ifade edebilmektedir.
Bu, gerçekte Türkiye'de yaşadığını unutmak anlamına geliyor. Çünkü, Türkiye'de Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine destek, (eğer salt "destekçi" olmak istemiyorsanız) bir devrimi örgütlemek yoluyla mümkündür.
Bizler, Türkiyeli devrimcileriz. UKM'ne her güncel durumda destek sunmak, oligarşinin Kürdistan'a yönelik her saldırısına "içerden" de karşı çıkmak, enternasyonalist görevimizdir. Bu ayrı bir konu. Ama gerçek bir desteğin Türkiye devrimini yükseltmek anlamına geldiğini de unutmamak zorundayız.
Çünkü bizler küçük burjuva aydınları gibi Kürdistan'a kaşı salt ahlaki bir sorumluluk taşımıyoruz. Bizler esas olarak siyasi bir sorumluluk taşıyoruz. Yani bizim açımızdan sözkonusu olan şey, Vietnam-Amerika olayında olduğu gibi değildir. Türkiyeli devrimci, herhangi bir iktidar perspektifi olmayan, ülkesinin Vietnam'daki canavarlıklarına karşı salt vicdani protestosunu haykıran Amerikalı öğrenci'den farklı bir olgudur. Türkiyeli devrimci açısından sözkonusu olan salt protesto ve dayanışma değildir; ya da daha doğrusu Türkiyeli devrimci için "dayanışma" esas olarak oligarşiyi yıkmak gibi bir noktaya denk düşüyor.
Bügün, batıdaki devrimci hareketin kendine özgü güçlüklerle yürüdüğü, büyük bir toplumsal deformasyonu aşmaya çalıştığı ve zorlandığı açıktır. Bütün bunlar bizim gerçekliğimizdir. Hiçbirini yadsımıyoruz.
Ama bu yalnızca işimizin zor olduğu anlamına gelir, bu zor işi terkedip daha geri konumlara düşmemiz gerektiği anlamına değil.
Kürdistan her yönüyle TC işgali altındadır. Türkiye de, ekonomisinden politikasına, sanatından kültürüne emperyalist işgal altındadır. Bu işgali bir devrimle kırmak, ama bu süreçte de her gün darbeler vurmak görevimizdir. Türk halkının ve işçi sınıfının yeni kültürünü inşa etmek görevimizdir. Bu gerçekten yeni bir kültür, devrimci-sosyalist bir kültür olacaktır ve ezen ulus kültürü ancak böyle çöplüğe atılacaktır.
Bu görev ise, sağlıksız-kompleksli bir hayranlıkla değil, gerçekten doğru temellere oturtulmuş bir devrimci mücadeleyle, bu mücadelenin yaşamın her düzeyinde organize edilmesiyle mümkündür.

 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92