Geçen sayılarımızda Living Marksizm'den
yaptığımız bir çeviride Emperyalizmin Somali operasyonuyla
esas olarak kendi geçmişini saklama çabasını güttüğünü
belirtiliyordu. Gerçekten Yeni Dünya Düzeni çerçevesinde
sosyalist kampın zaafının şımarıklığını yaşayan
emperyalizm kirli bir geçmişin üstünü örtme uğraşındadır.
Bir hatırlatma, bir geriye dönüş gerekli oluyor.
Bu amaçla Şafak Yargılanamaz'ın 3. cildinde yer
alacak olan bir bölümü yayınlamayı uygun bulduk.
Bu sayıda suç dosyasının ilk bölümünü yayınlıyoruz.
Var olma durumu ile insana dair herşeyi yadsıyan
bir canavarlık simgesi haline gelen emperyalizmin
tarihi insanlık suçu tarihidir. Canını tehlikede
gören ve karşısındaki gücün gerçekliğinin onun
başarısının farkında olan yaralı bir sokak kedisi
gibi, tarihin yani devrimleri, insanlığın yani
doğrunun, bilimin yani çağın akışının ilerleyen
her adımında daha da hayvanileşmekte, tırnaklarını
çıkararak çığlıklarını yükseltmekte, korku ve
dehşetle saldırmakta, saldırmakta, saldırmaktadır...
Egemen olmasının, yaşamın devamını sağlayan bütün
maddi olanaklara hükmetmenin, baskı ve zorun meşru
efendisi olmanın üstünlük koşullarına rağmen nedendi
bu kaçınılmaz çöküş? Sadece elleriyle toprağa
dayanıp yekinen bir halkın bütün olanaksızlıklarının
karşısında tutunamayıp büyük gürültülerle ezilip
dağılmasının sırrı nedir? Evet, o sır tarihin
karşı durulmaz dinamizmidir. Onun yasaları, onun
hükümleri, onun setlenmez çağlayanıdır. Emperyalizmin
aşil topuğu tarihin diyalektiğidir ki, o diyalektik
karşısında bütün saldırganlığına, çırpınmalarına
rağmen hiçbir Ahura Mazda imdadına koşamayacaktır.
Emperyalizmin varlığı bir kötülükler pınarı gibi
dünya emekçilerine yönelik zamanla yarışan olumsuzluklar
üretir. Seslendiği kaynak, yaşam aortu ise yine
bu emekçilerin alınteri, kanı, canıdır. İşte
bu çelişme açmazı onun ölümünün kaçınılmazlığının
en somut ve indirgenmiş tahlilidir.
Biz Marksistler, herhangi bir düşünsel programı,
herhangi bir ideolojiyi savunarak onu gerçekleştirmek
amacıyla çıkmadık tarih sahnesine. Marks'ın dediği
gibi, "Devrimci mücadale ve hareketin çıkış
noktasını son amacıyla karıştırmayınız. Söz konusu
olan, şu ya da bu siyasal düşüncenin gerçekleşmesi
değil, toplumun doğal gelişmesinin gerçekleşmesidir."
Marksist düşünce ve eylemin şimşeğinin gövdesine
düşmesiyle canı yanan emperyalizm daha fazla azgınlaştı,
saldırganlaştı, vahşileşti. Gövdesine insanlığın
gerçek gelişmesinin parlak çelik çivileri çakıldıkça
ve gerildiği çarmıha her gün biraz daha mıhlandıkça
çığlığı büyüyecek, gücü küçülecek...
Biz Marksistler, kurgu kuran insanlar değiliz.
Marksizm bir kurgular bütünü olmadığı gibi, bizler
de bu bağlamda çağın tarih bilimcileriyiz ki,
artık bu bilim, bilimselliğin özüne yeni devinimler
kazandırmış, onu kuram ve eylemin sentezi haline
dönüştürmüştür. Marks ve Engels'in Alman İdeolojisi
adlı eserinde dediği üzere; "Düşünsel kurguların
bittiği yerde, eşdeyişiyle gerçek yaşamda, bilim,
yani insanların pratik faaliyetlerinin, pratik
gelişme süreçlerinin meydana konulması başlar.
Bilinç üstüne yapılan lafazanlık sona erer, gerçek
bilgi bu lafazanlıkların yerini alır. Gerçeğin
ortaya serildiği yerde felsefe, bağımsız bir bilgi
dalı olarak varoluş ortamını yitirir. Sorun, bu
kuramsal lafları varolan koşullardan yola çıkarak
açıklamaktır. Bu lafların gerçekte ve pratikte
ortadan kaldırılması, kuramsal çıkarsamalarla
değil, değiştirilen koşullarca sağlanır."
Ve işte biz, bu koşulları değiştirerek tarihin
bütün patalojik olgu ve unsurlarına karşı savaşarak
ve bu anlamda esasen emperyalizme karşı savaşarak
tarihle özdeşleştik.
Ve işte emperyalizm tam da bu temelde tarihe karşı
koyma çaresizliğinden dolayı bütün gücüne rağmen
varlık koşullarını yitirdi.
Onun varlık koşulları ki, açlığıdır insanlığın.
Onun varlık koşuludur ki, ülkelerin esareti halkların
zinciridir.
Terördür, katliamdır, zulümdür ZOR'dur...
Her fiili insanlığı çağlar boyu utanç ve düşüncede
dahi eziyet olan, olacak yüzkarası lanet abideleri
olarak gökyüzüne yükselir, maviliği kanatır...
Ona karşı savaşmanın, onu şimdilik ülkemiz koşullarında
yok etme kararının bu gerekçeli hükmünde bu suçlarından
bazılarının son derece az bir kısmını bölüm açarak
sıralıyoruz.
EMPERYALİZMİN SUÇ DOSYASINDAN ÖRNEKLER
1. Emperyalizmin Tarihe Karşı Direnişi
Emperyalizm, stratejik planda çökerken taktik
planda saldırganlığını yükselterek insanlığa karşı
suç işlemeye devam ediyor.
Kapitalizme kadarki evrimde, toplumlar, uygarlığı
özel mülkiyetten doğurarak tarih sahnesine zorun
devrimci işlevini sokmuştur. Uygarlığın temelinde
bir sınıfın bir başka sınıf tarafından sömürülmesi
olduğundan, bütün gelişme sürekli bir çelişme
içinde oluşur. Üretimdeki her ilerleme, aynı zamanda
ezilen sınıfın, yani büyük çoğunluğun durumundaki
ilerleme demektir. Ama bazıları için "iyi"
olan şey, bazıları için kesinkes "kötü"
demektir. Çünkü, herhangi bir sınıf için yeni
bir kurtuluş, öteki sınıf için yeni bir baskı
olacaktır.Ve devlet, sınıf karşıtlarını frenleme
gereksiniminden, ama aynı zamanda, sınıfların
ortamında doğduğuna göre, kural olarak (istisnalar
dışında) iktisadi bakımdan en güçlü olan sınıfın
siyasi bakımdan da iktidarı ele geçirmesi anlamını
kazanır. Böylece yeni araçlarla donatılmış devlet,
yani örgütlü zor, ezilen sınıfa yönelmiş olur.
Katliamlardan engizisyon işkencelerine kadar uzanan
geniş bir baskı ağı bu sınıflar çatışmasının odağına
oturtulmuştur. Ancak tarihteki sınıf mücadeleleri
ya toplumun tümüyle devrimci bir dönüşüme uğramasıyla,
ya da çatışan sınıfların ortak yıkımıyla sonuçlanabilir.
Nitekim, tarihin kapitalizm öncesi evrelerinde,
çatışan sınıflarla birlikte yıkılmışlar ve aradan
sıyrılan bir "orta" sınıf yeni bir azınlık
iktidarı oluşturarak kendi egemenliğinin ifadesi
olan siyasal zoru ile üretici güçlerin gelişim
yolunu açmıştır. Burjuvazi kapitalizme gebe olan
feodal toplumun ebeliğini kendi siyasal zoruna
yaptırırken aynı zamanda tarih sahnesinin önemli
bir sayfası da kapanmıştır. Artık özel mülkiyet
gelişiminin sınırlarına gelip dayanmış, uygarlığın,
dolayısıyla üretici güçlerin gelişimini engeller
duruma gelmiştir. Toplumu tümüyle devrimci dönüşüme
uğratacak olan, proletaryanın tarih sahnesine
çıkmasıyla ilk kez ezilen bir sınıf, sınıfsız
topluma varmanın mücadelesini omuzlamıştı. Bu
durum karşısında tüm azınlık iktidarlarının son
temsilcisinin sıfatıyla proletaryaya cephe alan
burjuvazi, kendi tarih öncesinin geleneksel baskı
kurumlarının da desteğini alarak devlet cihazının
en soysuz örneklerinden birine yaslanmıştır. Böylece
zorun devrimci işlevine sahip çıkmak ve üretici
güçlerin yolunu açma tarihsel görevi, proletaryanın
omuzlarına binmiştir.
Emperyalizmle birlikte, kapitalizmin adım adım
bir dünya sistemi halini alması sonucu, burjuvazinin
karşı-devrimci zoru, yeni işlevler de edindi.
Emperyalist merkezlerin Asya, Afrika ve L. Amerika'yı
sermaye ihracı temelinde kendilerine bağımlı kılmaları,
aynı zamanda emperyalist burjuvazinin bizzat zora
başvurmasından başka birşey değildir. Çünkü bağımlılaştırma,
o ülkenin üretici güçlerinin tahrip edilmesi,
çarpıtılması anlamına gelir. Bu ülkelerin ideolojik
ve kültürel yaşantıları da yerli ve uluslararası
egemen sınıfların ilişki ve çelişkilerine göre
şekillendi. Bu alanda öz itibarıyla, emperyalist
burjuvazi, bir yanda üretici güçlerin gelişimini
engelleme eğilimini, diğer yandan da dünya ölçeğinde
üretici güçleri tahrip etme, iç dinamikleri çarpıtma
eğilimini barındıran zoru ile tarihin akışına
karşı direnmektedir. Emperyalist burjuvazi, stratejik
planda çökmekte iken, taktik planda elinde olanı
koruyabilme iç güdüsüyle azgınlaşmaktadır.
Karşı devrimci zor ile tarihe karşı direnmek,
emperyalizmin tarihe karşı suçunun temelini oluşturuyor.
2- Emperyalizm, Yeni Sömürgecilik Uygulaması
ve Sonuçları
Çağımızda emperyalizmin en büyük suçunu, suçların
temellerinden en önemlisini tezgahladığı yeni
sömürgecilik uygulamaları oluşturuyor.
III. Bunalım dönemi öncesinde, sömürgecilik ilişkilerinde
fiilen ülkeyi işgal eden emperyalizm, zenginlik
kaynaklarını yağmalıyor, hammadde ve işgücü potansiyelini
denetleyip kullanıyordu. Yarı sömürgecilik ilişkilerinde
ise, yerel egemenlerle işbirliği yaparak merkezi
bölgelerde yoğunlaşan ve ekonomik, siyasal, askeri,
kültürel vb. faaliyetler yürütüyordu. Bu ülkelerde
merkezi güçlü devlet aygıtları söz konusu değildi.
Sömürü ve talan oldukça kaba, zor çıplaktı.
II. Dünya savaşından sonra, ABD emperyalizmi,
kapitalist sistemin jandarmalığını üstlendi. Savaş
sonrası Avrupa'yı avantajlarını kullanarak Marshall
Planı ile hegemonyası altına alırken, bunu çeşitli
emperyalist kuruluşlarla temellendirirken, aynı
zaman da sosyalist blok ve ulusal kurtuluş savaşlarının
gelişimi karşısında eski sömürgecilik yöntemlerini
terk ederek, yeni sömürgeciliği tezgahladı.
Gizli işgal esprisine bağlı olarak, geri bıraktırılmış
ülkeler de işbirlikçileri aracılığıyla patent
ve askeri anlaşmalarla, sermaye yatırımları ile
borç, "yardım" ilişkileri ile kendine
bağladı. Bu ülkelerde kendine bağlı işbirlikçi
tekelci burjuvazinin oluşmasını, devletin yeniden
reorganizasyonunu gerçekleştirdi. Bu ülke ordularını
kendi genelkurmayına bağladı, ülkedeki kurumlara
ajanlarını yerleştirdi. Ulusal kurtuluş savaşlarını
gözönüne alarak, ordu ve polisi iç savaş ordusu
haline getirdi. Tabii bütün bunları işbirlikçileri
aracılığıyla gerçekleştirdi. Çünkü onların çıkar
ortaklığı söz konusudur.
Yeni sömürgecilik politikalarıyla, ilişkileriyle
bu ülkelerde ki ekonomik, siyasi ve kültürel yapı
emperyalizmin ihtiyaçlarına cevap verecek hale
getirildi. Halkların kanını emen kurum, kuruluşlar
ve ilişkiler ağı yerleştirildi.
Bu ülkelere yoksulluk, sefalet, yoğun sömürü,
açlık yaydı.
Bu ülkelerin zengin kaynaklarını, işgücü potansiyelini
ucuza elde etmenin bütün mekanizma ve ilişkilerini
oluşturdu.
Bütün, (sosyalist ülkeler ve bazı istisna ülkeler
hariç ) ülkeler bu ilişkiler ağı içine alınmış
durumda. Hepsine işbirlikçiler ile faşizm yerleştirilmiş
durumda. Halklar üzerinde büyük oyunlar oynanmakta,
zulüm ve kıyımlar gerçekleştirilmekte, halkların
mücadelelerini boğmak için, işbirlikçilerine her
yönden destek vermekte, bizzat içinde yer almaktadır.
Sömürgecilik çağın suçuydu, aynı çağın 1950'lerden
sonrasının suçu ise aynı işlevleri gören yeni
sömürgeciliktir. Halklara karşı emperyalizmin
işbirlikçileri ile işledikleri bu suç sürekli
suç üretmektedir. Bunu diğer örneklerde çokça
görüyoruz.
3- Emperyalizmin Faşist Yönetimlere Suç Ortaklığı
Emperyalizm, faşizmin temel dayanağını oluşturarak
halklara karşı işlediği suçların bir diğer yönünü
oluşturuyor.
Gün geçtikçe ömrünü tüketen "özgürlükçü demokrasi"nin
yerine "ileri demokratik" denilen ülkelerde
emperyalist sömürünün bekaası için devlet cihazının
militarist özelliği güçlendirilirken emparyalist
merkezlerden dayatılan ekonominin askerileştirilmesi
eğilimi ve askeri-sınai karması yöntemlerin tepeye
oturması olgusu giderek sistemi sararken, tek
tip ve tek seslileştirilerek kitleler siyaset
alanının dışına sürüklenirken, sosyal harcamalar
yok denecek seviyeye indirilirken "herşey
devletin güvenliği için" kalkanı biraz daha
yükseltilirken, emperyalistler, yeni sömürgelerde
yukarıdan aşağıya oluşumunda başrol oynadıkları
faşizmi destek ve teşvik etmekte, her türlü yardımı
yapmaktadır. Bütün faşist diktaların arkasında
emperyalizm vardır. Bunların içinde de ABD başrol
oynuyor. Dünyada faşizm emperyalizmle birlikte
ayakta duruyor. Fidel Castro haklı olarak "son
kırk yılda ABD'nin müttefiği olmayan faşist rejimlere
rastlanmamıştır. Orta Amerika 'da Somoza, Guatemala
ve El Salvador' daki askeri diktatörlükler, İspanya'da
Franko rejimi, Portekiz'de Salazar rejimi, G.
Kore'de faşit askeri dikta ve Straesner, Arjantin,
Uruguay ve Brezilya'da ki askeri diktatörlüklerin
yanısıra Duvalier rejimi. ABD'nin yakın müttefiki
olmayan tek bir gerici, faşist devlet bilmiyorum
" derken, bu gerçeği vurguluyordu.
1945'den 1977'e kadar ABD'nin tüm ülkelere 140
milyardan fazla "yardım" gönderdiği
ve bu kredilerin yaklaşık 2/3'ünün, uluslararası
politika merkezinin bir rapor taslağında belirtildiği
gibi "evrensel olarak tanınan insan haklarını
açıkça ve alçakça çiğnemekte olan " yönetimlere
aktarıldığını hatırladığmızda durum daha iyi anlaşılıyor.
Bu "yardım" lardan 13, 5 milyar dolar
G. Kore'ye 5,5 milyar dolar Brezilya'ya 3 milyar
dolar İran'a, aynı iktidar Endonezya'ya ve Filipinler'e,
toplam 60 milyar dolar da Guatemala Arjantin,
Nikaragua, Taivan, Şili, Uruguay, Haiti ve öteki
ülkelere verilmiştir. 1979'da dünyanın en azgın,
en terörist, en baskıcı yönetimlerinden 15'i,
patronluğunu ABD'nin yaptığı Dünya Bankası'ndan
2,9 milyar dolar ya da yaklaşık tüm kredilerin
1/3'ünü almışlardır. Verilere göre 1970'den 1977
yılına kadar, baskı politikalarını koyulaştıran
ülkelere verilen krediler, öteki ülkelere verilen
kredilerin iki katı hızla artmıştır. Rakamlardan
bile faşist diktaların nasıl himaye edilişini,
ayakta tutulduğunu görmek mümkün.
4- Emperyalizmin Borçlandırma Politikası ve
Sonuçları
Emperyalizm, yeni sömürgeleri ağır borç yükü altında
tutarak, bunun faturasını halklara çıkartarak,
işbirlikçileri ile beraber emekçi halklara karşı
suç işliyor. Bu emperyalizmin suçlar bütününde
bir bölüm oluşturuyor.
Emperyalizmin, yeni sömürge ülkeleri denetlemesinin
başında borçlandırma gelmektedir. Borç ilişkileri
ile büyük kazançlar elde edildiği gibi, bu ülkelere
dayattığı politikaları uygulatma olanağına da
sahip olmaktadır. Dış borç, bu ülkeleri öylesine
sarmıştır ki, milyarlarca dolarla ifade edilen
bu borçlar, 1980'li yıllara gelindiğinde 1982'de
Brezilya örneğinde olduğu gibi, bir çok ülke ödeyemeyeceğini-ödeyemediğini
ilan etmiştir. Rakamlarıyla da uzun uzun anlatılması
mümkün olan ve her geçen yıl milyarlarca çoğaldıkça
çoğalan, faizlendikçe faizlenen bu borçları artık
bağımlı ülkeler taşıyamamaktadır. Fidel Castro'nun
1985 başlarında dünyaya ilan ettiği gibi, artık
L. Amerika'yı patlama noktasına getirmiştir.
Borçlar, bir sömürü aracıdır ve faturası emekçi
halklara ağır bir şekilde, IMF reçeteleri dayatılarak,
uygulanılarak ödettirilmektedir. İşbirlikçiler,
efendilerine borçları ödeyebilmek için halkların
canını, kanını emmektedir.
5- Emperyalist Militarizm ve Sonuçları
Emperyalizmin militarizm olgusu, dünya halklarına
karşı suçlarından bir başka büyük suç olarak beliriyor.
Emperyalist saldırıların ilk sistemli temellerinin
atıldığı merkantilist dönemde kulanılan karabarutlu
tüfekler, yelkenli gemiler, koca hantal toplar
bugün artık yerini lazer silahlarına, nükleer
denizaltılara, nükleer füzelere, atombombalarına,
nötron bombalarına terketmiştir.
Bugün dünyayı kısa süre içinde yok edebilecek
kadar üst boyutlara ulaşmış bulunan bu silahlanma
olgusu yeni bir olay değildir. Silahlanma olgusu
(daha doğrusu ve daha genel bir kavram olduğu
için militarizm) emperyalizmin ortaya çıkışı ile
özel bir önem kazanmış ve bu önemini günümüze
kadar artırarak korumuştur.
Serbest rekabetçi kapitalizmin belirli alanlarda
nitel değişikliklere uğratarak girdiği emperyalizm
aşamasında, her şey tekelci sermayenin çıkarlarına
göre şekillenmeye başlamış, serbest rekabet yerini
tekellerarası rekabete bırakmış, ilerleme ile
tıkanma içiçe yaşanmaya başlamıştır. Ayrıca yine
bu emperyalizm döneminde kapitalist ülkelerde
meydana gelen, tekelci sermayenin oligarşik iktidarları,
ekonomik ve siyasal gericiliğin militarist saldırganlıklarla
tamamladığı iktidar biçimleri almış, bilim adamlarının
büyük bir kısmı imha araçlarının yapımı için seferber
edilmiş, üretime ve toplumsal refahın artırılmasına
hizmet edebilecek milyonlarca dolar şişirilmiş
bir memur cihazının (bürokrasinin) ayakta tutulmasına,
milyarlık orduların beslenmesine ve silah üretimine
kaydırılmıştır.
Dünya pazarlarının paylaşımının henüz tamamlanmadığı,
sermaye birikiminin de yoğun olarak sürdüğü dönemlerde,
militarizm, birikimin yarattığı, yaratacağı bunalımın
çözüm yolu olan yeni pazarlar sorununu halletmekte
en etkili silahtı. Ne zaman talep fazlası üretim
ve bu fazla üretimden kaynaklanan bunalım söz
konusu olsa militarizm devreye sokuluyor, yeni
pazarlar işgal ediliyor ve bunalım çözümleniyordu.
Fakat militarizmin bu etkili gücü emperyalizm
aşamasının başlaması ile birlikte yeni bir muhtevaya
bürünmüştür. Çünkü dünya kapitalist sistemi emperyalist
aşamaya geldiğinde bütün dünya pazarları paylaşılmış
bulunuyordu. Pazar sorununun tamamlanmış olması
ise militarizmi paylaşılmış pazarların yeniden
paylaşımı hedefine yöneltmiştir. Ki, ekonominin
askerileştirilmesi de işte bu noktadan itibaren
gündeme geliyordu. Çünkü paylaşılmış olan pazarların
yeniden paylaşımı çok daha büyük ve çok daha güçlü
militarist güçlerin harekete geçirilmesini zorunlu
kılıyordu. Bunun, bu durumun ekonomiyi etkisi
altına alması da böylece kaçınılmaz oluyordu.
Kapitalist üretimin emperyalist aşamasında biriken
aşırı kârlar bir sermaye bolluğu yaratırlar. Bu
aşırı kapitalizasyona yeni yatırım alanları ve
yeni pazar alanları bulmak gerekir. Nitekim emperyalist
dönem bu ikame sürecinin hızla yaşandığı bir dönem
olmuştur. Emperyalist sermaye birikiminin peşinden
sürüklendiği militarizm olgusu, her geçen gün
daha geniş boyutlarda emperyalist ekonomiyi askerileştirmiştir.
Silahlarını üretmiş, sloganlarını yaratmıştır
ve savaşların çıkmasında önemli bir fonksiyon
üstlenmiştir. Militarizmin üstlendiği bu önemli
fonksiyonu daha iyi anlamak için II. Yeniden Paylaşım
Savaşının fitilini ateşleyen Alman emperyalizmini
irdelemek yeterlidir.
Emperyalist üretim ilişkilerinin militarizasyonu
durağan ve hareketsiz bir olgu değildir. Kaldı
ki, militarizasyonun düzeyi ve yoğunluğu emperyalist
saldırganlığın taktiklerine büyük etkilerde bulunmaktadır
I. ve II. Bunalım dönemlerinde emperyalist ülkelerdeki
militarizasyonun yöneldiği hedefler arasında,
sermaye birikiminin eritilmesi temelinde yükselen
eldeki sömürgelerin korunması, genişletilmesi,
rakip emperyalist ülkelerin egemenliği altında
bulunan sömürgelerin ele geçirilmesi ve birinci
paylaşımın elverişli koşullarında, emperyalizmin
en zayıf halkası olan Çarlık Rusya'sının yerine
geçen SSCB iktidarının yok edilmesi hedefleri
bulunuyordu. Nitekim birinci paylaşım döneminde
bu hedeflerden biri hariç hepsi saldırıya uğramıştı.
SSCB'nin saldırıya uğramasının ise birçok nedeni
vardı. II. Dünya Savaşın'da ise, emperyalizmin
militarizmi iki savaş arasında olgunlaşmanın meyvelerini
vermiş ve bu kez Alman emperyalizminin öncülüğünde
Sovyet İktidarı'nıda hedefleri arasına almıştır.
Fakat II. Dünya Savaşı başladığı andan itibaren
emperyalizmi ve beraberindeki militarizmi adım
adım yeni bir noktaya sürüklemiştir. Bu dönemdeki
emperyalist saldırganlıklar, işgaller, kışkırtmalar
dünya halklarının ulusal bilincini açığa çıkarmış
ve ulusal kurtuluş mücadeleleri yaygınlık kazanmıştır.
Bir çok sömürgenin bağımsızlığını kazanıp emperyalist
denetim dışına çıkması emperyalizmin pazar alanını
daraltmış, bu sonuçta emperyalist ekonomilerin
militarizasyonunu daha artıran bir etki yaratmıştır.
I. ve II. Bunalım döneminde emperyalist üretim
ilişkilerini genel bir savaşa götürebilmiş olan
militarizasyon II. Paylaşım Savaşından sonra artık
genel savaş çıkarabilme fonksiyonunu yitirmiştir.
Çünkü, II. genel çatışma emperyalistlerin bunalımına
yeni bir çözüm getirmediği gibi dünyadaki ekonomik,
siyasi ve askeri dengeleri daha da hassas bir
noktaya sürüklemiştir. Bu savaş ve hemen takipeden
yıllarda dünyadaki nükleer silahlanma ve nükleer
güç birikimi, sosyalist ülkeler ile emperyalist
ülkeler arasında eşit sayılabilecek bir dengeye
oturmuştur. Ayrıca sosyalist blok ve nükleer güç
dengesinin yanısıra ulusal kurtuluş savaşları
emperyalistler arası savaşı engelleyen nedenler
olarak belirmiştir.
Bu durum, emperyalizmin militarizmini farklı ve
değişik hedeflere yöneltilmiştir. Birikime kısmi
de olsa çözüm getiren savaşlar ve daha genelde
savaş ekonomisi yerini yeni dönemle birlikte silahlanma
olayına ve bölgesel saldırganlıklara bırakmıştır.
Metropol ülkelerde tezgahlanan silahlanma ve yine
silahlanma planları, savaş rüzgarlarının sürekli
estirildiği dünyanın bağımlı ülkelerinde sistematik
bir düzenlilik içinde uygulanmaya başlanmış, dolayısıyla
silahlanma uluslararası yeni iş bölümünün bir
işlevi haline gelmiştir (Bugün Brezilya, Arjantin,
İsrail G. Afrika, G. Kore ve Türkiye uluslararası
yeni işbölümüne uygun olarak montaj teknolojisi
ile harıl harıl silah üretmektedir). Bu durumun
en açık kanıtı ise, bağımlı ülkelerde genel harcamaların
yarıdan fazla bir kısmının silahlanma harcamalarına
gitmesidir. Bağımlı ülkelerde bir yandan emperyalizmin
patentleri ve lisansları ile silah üretimi yapılırken,
öte yandan her yıl yeni silah ithalatı yapılmaktadır.
1980 ' li yılların başında 20 -25 milyar dolar
olarak hesaplanan uluslararası silah ticaretinin
3/4' ünü bağımlı ülkeler kapsamaktadır.
Silah tekellerinin II. Savaştan sonraki gelişmelerini
ve gitgide artan üretimlerini anlamak için iki
göstergeye bakmak yeterlidir. Birinci gösterge,
savaştan sonra çok hız kazanan tekeller arası
entegre oluşun silah tekelleri merkezinde gelişmiş
olmasıdır. İkinci gösterge de, tekellerin geleceğe
yönelik mevzilenişlerinin ne olacağı konusunda
önemli bir gösterge olan "Araştırma Geliştirme
Harcamaları"nın savaş sonrasında yine yeni
yeni silah üretimlerinde yoğunlaşmış olmasıdır.
Silah tekellerinin artan önemi süreç içinde öyle
bir hale gelmiştir ki, metropol ülkelerde finans
oligarşilerinin yürütme kuvvetini tamamen silah
tekelleri ellerinde tutar olmuş, silah tekelleri
hükümet kurar, hükümet düşürür hale gelmiş, hegamonik
devlet mekanizmaları tüm olanaklarını bu tekellere
açar olmuştur.
II. Savaş sonrasının koşulları militarizasyonun
hızlandırılmasında demagojik temel olarak kulanılmıştır.
Savaş sonrasında emperyalist sistemin jandarmalığını
ABD'nin üstenmesi ile birlikte başta Avrupa'da
olmak üzere çok yaygın bir anti-komünizm propagandası
başlatılmış, komünizmin "hür dünya demokrasileri"ni
tehdit eden korkunç bir düşman olduğu imajı Avrupa
kamuoyunun ve dünyanın bağımlı ülkelerinde yaşayan
insanların kafalarına kazınmaya çalışılmıştır.
Anti-komünizm kampanyaları dışında mazlum dünya
halkları ve uluslararasındaki tarihi çelişkiler
sürekli su yüzünde tutulmuş, suni çelişkiler yaratılmış,
din, dil, aşiret, kabile ayrılıkları körüklenmiştir.
Tüm bunlar diğer nedenler yanında yaşam koşullarını
her gün daha da kötüleştiren silahlanma harcamalarına
karşı oluşacak muhalefetleri nötralize etmek amacıyla
yapılmıştır ki, demagojik kampanyaları örgütlemek
için milyarlarca dolar gözden çıkarılmış, uzaya
haberleşme uyduları gönderilmiş, teleks ve telsiz
ağı dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılmıştır.
Silahlanmanın önemini anlamak için bir diğer gösterge
de, II. Savaştan sonra, başta ABD olmak üzere
emperyalist ülkelere bağımlılık yaratmak, bağımlılığı
pekiştirmek, bağımlılığı geliştirmek, amacıyla
çeşitli ülkelere yönelen borç, kredi, "yardım"
bağış, vb.'lerin askeri alanda yoğunlaşmasıdır.
Bu arada, sosyalist ülkelerin silahlanmasına gelince,
bu, emperyalist silahlanma amacından apayrı ve
emperyalizmin varlığının bir sonucu ama zorunlu
sonucudur. Sosyalist ekonomiler, halklara verdiği
ekonomik zararlara karşın emperyalizm sosyalizmi
silahlanmaya zorunlu bırakmaktadır. Bu da emperyalizmin
doğrudan suçudur.
Militarizm emperyalizmin doğrudan bir sonucudur
ve diğer suçlarından biridir.
6- ABD'nin Bağımlı Ülkelerdeki Askeri Üsleri
II. Dünya Savaşından sonra, Marshall Planı'na
uygun olarak, Avrupa'da örgütlenen ve yeni sömürgeciliği
tezgahlayan ABD, sosyalist blokun varlığı, ulusal
kurtuluş savaşlarının yükselmesini kendine dayanak
yaparak, entegrasyonun militer ifadesi olan NATO'yu
kurdu. SSCB'nin de nükleer güce sahip olmasına
ABD nükleer silahlanmayı hızlandırarak karşılık
verdi. Yitirilen avantajı, sürekli savaş ve düyanın
yok edilmesi tehlikesi ile korumak gibi bir çabaya
girdi. Buna bağlı olarak da, Avrupa 'daki üslerine
nükleer silahlar yerleştirdi, diğer çeşitli ülkelerde
ABD üsleri yaygınlaştırıldı. NATO 'nun yanısıra
Bağdat Paktı, CENTO, SEATO gibi paktlar oluşturuldu.
ABD, emperyalist zincirlerden yeni kopmaları önlemek,
kopuş halkaları yeniden ele geçirmek ve sosyalist
ülkeleri yıkmak amacıyla, denetimi altındaki ülkeleri
askeri üslerle donattı ve sıkı bir ağ oluşturdu.
ABD askeri güçleri I. Paylaşım Savaşında ülke
dışında yalnızca üç, İkinci Dünya Savaşında da
39 ülkede bulunurken, III. Bunalım Döneminde ikili
anlaşmalar vb. yöntemlerle -1968 itibarıyla- 64
ülkede bulunuyordu. Bu sayı bundan sonra da artmıştır.
ABD denetimi altında tuttuğu ülkelerin hemen hepsinde,
dev askeri üs tesisleri ile personeli sosyalizme
ve halk kurtuluş hareketlerine karşı tam teşekküllü
çalışmaktadır.
Bu emperyalizmin suçlarının bir başka yanını oluşturuyor.
7 - Emperyalizm ve Uzayın İşgali
Bilim ve teknik insanlığın yararına değil, emperyalizm
tarafından bolca askeri amaçlarla, hegamonyacı
amaçlarla kullanılmaktadır ABD emperyalizmi, dünyayı
olduğu kadar uzayı da denetimi altına almak istemektedir.
Bir dönemin ABD'li bakanı Rusk 'un 1965 yılında
yayınlanan şu sözlerinde bu gerçeği görebiliriz
: "Artık Kuzey Amerika ve Batı yarım küresi
ve Atlantik topluluğu ile sınırlanan müdafaa ve
politikalarda emniyet ve rahatlık bulamamaktayız.
Bugün dünya çok küçük bir gezegen olmuştur. Biz
bu gezegenin tümüyle, bütün topraklarıyla, sularıyla,
atmosferiyle ve onu çevreleyen uzayla ilgilenmek
zorundayız". Bilimin en yetkin dalları, teknikleri,
tekellerin hizmetine, emperyalizme sunulmaktadır.
ABD hegamonyacı amaçlarla, uzayı denetim altına
almaya çalışarak insanlığa karşı büyük suçlardan
birini daha işlemektedir. Ve onun suçlarından
birini de bu oluşturuyor.
8 -ABD Emperyalizmi ve Askeri Darbeler
Emperyalizmin suçlarından birini de, bağımlı ülkelerdeki
komplolar, askeri darbeler oluşturuyor.
1950 ' lerden bu yana, insanlık soyunun en büyük
düşmanlarından ABD emperyalizminin jandarmalığında
tezgahlanan darbelere baktığımızda bunu rahatlıkla
görebiliriz. Keza, nasıl bir "özgürlük"
havası estirildiğini de görürüz.
1953 yılında İran'da 1954'de Guetemala'da, 1958'de
Lübnan'da, 1961'de Zaire'de, 1964'de Endonezya'da,
1955- 1966-1970-1976'da Arjantin'de, 1971 Bolivya
ve Seylan'da, 1972'de Filipinler'de, 1973 Uruguay
ve Şili'de, 1975 Tayland ve Peru'da, 1971-1980'de
Türkiye'de vb... bazı örneklerdir.
Sadece 1976 yılı bilançosuna bakılırsa, yılın
bir kısmında veya tamamında, Şili ve Filipinler
gibi bazı ülkelerde ise yıllar dan beri "olağanüstü
hal", "sıkıyönetim" uygulamalarını
sayabiliriz. Endonezya, G. Kore, Filipinler, Singapur,
Malezya, Tayland, Bangladeş, Sri Lanka, Pakistan,
G. Afrika, Arjantin ,Uruguay , Şili, Bolivya,
Peru, Ekvator, Kolombiya, El Salvador, Guetamala,
"olağanüstü hal" in sıklığı ve süresi,
"olağanüstü hal" uygulanan ülkelerin
sayısı bir istisna durumundan ziyade bağımlı ülkelerin
karakterini yansıtmaktadır.
Tüm bu darbeleri, cuntaları veya 'sivil ' görünümlü
ama sıkıyönetim ve "olağanüstü hal"
leri sistemleştiren emperyalizmin, emperyalist
sömürünün "istikrar ve güvenliği" için
tezgahlandığı su götürmez gerçeklerdir. Bir "yuvarlak
masa" tartışmasında bu pratiği yaşayanların
sözleri konuya açıklık getirmektedir. 12 yıl CIA'da
çalışıp 1975 yılında "Angola Harekatına"
katılıp yöneten Ajan Stockwell, ABD senatosunun
bir araştımasına dayanarak 1961-1984 yılları arasında
CIA'nın "bir kaç operasyon" yürüttüğünü
belirttikten sonra, "bunların çoğunun da
kanlı sonuçlandığını" özellikle hatırlatmaktadır.
Bağımlı ülkelere bir göz atıldığında, hemen hepsinde,
darbeler üstüne darbelerin tezgahlandığı, açık
faşist iktidarların işbaşına getirildiğini görürüz.
Hepsinin arkasında, kumanda merkezinde bizzat
emperyalizmin özellikle ABD'nin olduğunu görürüz.
Açık faşist diktatörlüklerin tezgahlanması, yerli
uşakların birlikte emperyalizmin yer yüzündeki
suçlarından bir başkasını oluşturuyor.
9- Almanya ' da iki Büyük Devrimcinin Katili
Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht'nin katledilmesi
emperyalistlerin, onun uşaklarının işledikleri
suçlardan bir başkasıdır.
Almanya'da 1918 Kasım'ındaki ayaklanmadan sonra
Wilhelm II. görevinden çekildi ve Cumhuriyet ilan
edildi. Ama bu ülkede yönetim açısından tek bir
değişiklik getirmedi.
Bu dönemde, Rosa ve Liebknecht 'in Spartakist
birliği, ülkede sovyetlere benzer işçi ve asker
birlikleri kurmuştu. Spartakistlerin başlıca merkezleri
Berlin ve Bavyera idi. Almanya' da Ebert Hükümeti
bu merkezleri dağıtmak üzere Sosyal Demokrat bakan
Noske'yi görevlendirdi. Noske, serbest bırakılan
nasyonalislerden, başıboş gezenlerden oluşan "Freikorps"
adlı terörist grupları örgütledi ve Veimar Cumhuriyetinin
yardımcı gücü haline getirdi. Freikorps'lar devrimcilere
yönelik saldırıya girişti.
1919 Ocak Berlin'li işçilerin ayaklanmasının kanlı
bir biçimde bastırılmasından sonra, Rosa Lüksemburg
ve Karl Liebknecht yeraltına geçmek zorunda kalmıştı.
Ancak, 15 Ocak'da Freikorps'lar saklandıkları
yerde onları bulup götürdüler. Liebknecht kafadan
kurşunlanarak öldürüldü. Rosa Lüksemburg bir arabanın
içinde öldürülüp, cesedi bir kanala atıldı. Ceset
dört ay sonra bulunacaktı. Müttefik emperyalistlere
yaranmak için onları sosyal demokratlar öldürdüler
.
Çağın büyük devrimcilerinden Rosa Lüksemburg ve
Karl Liebknecht'in katledilmesi, emperyalizmin
ve onun işbirlikçilerinin, suçlar hanesine yazdırdığı
büyük suçlardan bir başkasıdır.
10- Lozan Antlaşması ve Kürdistan ' ın Dörde
bölünmesi
Emperyalizmin, İngiliz emperyalizminin suçlarından
biri Lozan Antlaşması ile Kürdistan'ın parçalanmasıdır.
Kürt halkının bundan 4000 yıl önce gelerek yerleştiği
Kürdistan ilk kez Osmanlı - Safevi ve Kürt egemen
sınıfları arasındaki ekonomik-siyasi çıkarlar
temelinde sürdürülen çatışmalar sonucu 1638'de
toprakların büyük bölümü Osmanlılarda kalacak
biçimde Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla ikiye bölündü.
Daha sonraki süreçte, emperyalist dönemde, emperyalistlerin
Ortadoğu'da egemenlik kurma politikalarına, Kürdistan'ın
da yeraltı ve yerüstü kaynakları, ülkenin jeopolitik
konumu, uzakdoğu ile ulaşım yollarının merkezi
durumda bulunması vs. nedenlerle konu oldu.
Bu temelde emperyalistler arası I. Paylaşım Savaşı
sürerken 1916'da üstün durumda bulunan İngiliz,
Fransız, Rus emperyalistlerinin kampı, yani itilaf
devletleri, Sykes Picot gizli anlaşmasıyla Kürdistan'ı
da aralarında bölüştüler. 1918'de savaşın sonuçlanarak
30 Ekim' de Osmanlıların Mondros'da itilaf devletlerine
teslim olmalarıyla 1916 gizli anlaşmaları hayata
geçirilmeye başlandı. Buna göre, Kürdistan topraklarındaki
altı ilde "Büyük Ermenistan" adı altında
emperyalistlerin mandası durumunda bir Ermeni
devleti kurulmaya çalışılıyordu.
Ağustos 1920'de Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşmak
amacıyla emperyalistler Sevr'de bu defa, egemenlikleri
altına almayı amaçladıkları bir Kürdistan kurulmasını
onayladılar. Kürtlerin yaşadıkları topraklar üzerinde
kurulacak bir Kürdistan üzerindeki egemenlik Ortadoğu
planları için önemli bir adım olacaktı.
İlerleyen yıllarda, 1923'de Lozan Konferansı gerçekleşti.
Bu tarihe kadar emperyalist sistemi tehdit eden
bir güç olarak dünya kamuoyunda büyük prestij
kazanan ve hızla sosyalizmin inşaasına yönelen
SSCB' nin dünyada ve bölgedeki ulusal kurtuluş
hareketlerinin patlak vermesindeki etkisi artık
emperyalistlerce gözardı edilemez bir gelişmeydi.
Yanısıra Kürdistan ulusal hareketinin (1923'e
kadar en son bağımsız Kürdistan şiarlı Koçgiri
Ayaklanması olmuştu) yükselmesi de hesaba katılmak
durumundaydı. Ve bir yandan Türkler, bir yandan
da İngiltere'nin denetimindeki Irak, Kürtler ve
Kürdistan üzerinde hak iddia ediyordu. Bu temelde,
Lozan'da Türk temsilcisi İsmet İnönü ile Lord
Curzon arasında uzun tartışmalar oldu. 13 Temmuz
1923 günü Lozan Antlaşması yapıldı. Bu anlaşma
ile, Kürdistan dört parçaya bölünerek Türkiye,
Irak, İran ve Suriye arasında paylaştırıldı. Ve
bugünkü Kürdistan'ın durumu yaratıldı
Dört devletin, Kürdistan topraklarını paylaşmasında,
bu ülke egemen güçlerinin yanında, İngiltere bu
suçun baş sorumlularındandır. Bir ülkenin parçalanmasında
rol oynayarak tarihe karşı büyük suçlardan birini
işlemiştir.
11-Almanya' da Tekellerin Yönetimi,
Faşizmin Toplama Kampları
Almanya'da tekelci sermayenin terörist yönetimi
faşizm iktidara gelir gelmez uyguladığı yönetimlerden
biri de faşizme karşı çıkanları ve ırkçılığın
bir sonucu olarak Yahudileri toplama kamplarına
göndermiştir. Faşizm burada sistemli bir yok etme
planı uyguladı. Başlangıçta komünistleri, yurtseverleri,
ve yahudileri topladığı kamplara daha sonra faşizmle
çelişkisi olan ve hatta iktidara gelmesine hizmet
edenleri bile gönderdi. Emperyalistler arası savaşla
birlikte Hitler faşizmi tarafından işgal edilen
ülkelerin direnişçileri, yurtseverleri de kamplara
dolduruldu. Faşizm her geçen gün yeni yeni kamplar
açtı. Bu kampların özelliği, sistemli bir şekilde
ve yavaş yavaş yok etme idi. Tarifi zor işkence
yöntemleri kampların özelliğiydi. Krupp, Thyisen
tekellerinin uşağı, Hitler'in kamplarını SS'ler
yönetiyordu. İnsanlar fırında yakıldı. Üstün sistemlerle
yapılan insan yakma fırınları yetersiz kalıyordu.
Kampların en büyüğü ve en ünlüsü, Auschwitz'di.
Kampın son derece büyük dört gaz odası ve birçok
insan yakma fırınları vardı. Bu kampta günde 6000
kadar kişi öldürülüyordu. Gaz odaları yakmalar
yetmiyordu, insanlar kitle halinde kurşuna diziliyordu.
Sonra üstlerinden buldozerlerle geçiliyordu. Bu
ünlü kampta öldürülenlerin kesin sayısı bilinmemekle
birlikte, Nürnberg'deki mahkemelerde gazla boğulmak
ve yakılmak suretiyle 2,5 milyon insanın imha
edildiği yarım milyon insanın da açlık ve hastalıktan
öldüğü ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği tarafından
yapılan incelemelerde ise bu rakamın 4 milyon
olduğu saptanmıştır. Sadece bir kamptan söz ettik.
Ayrıca, Treblinka, Belsen, Sobibar ve Chelmo kamplarınıda
saymamız gerek. Treblinka kampında onüç ay içinde
üçyüz bin insan can verdi. Nürnberg'de hazırlanan
iddianameye göre, Treblinka, Auschitz, Dachau,
Mathausen, Buchenald, Sachsenhausen gibi ölüm
fabrikalarında 5 milyonunu üzerinde yahudi imha
edilmiştir. Bir bu kadar da, devrimci, demokrat,
aydın işkencelere tabi tutulmuş ve öldürülmüştür.
II. Dünya Savaşı sonrasında, Alman faşizmin işlediği
bu cinayetlerin SS subayının işi olduğu lanse
edilmeye çalışıldı. Ancak, Nürnberg duruşmalarının
tutanakları, yalnız Krupp ve I. C. Farber kimya
tröstünün değil, bir çok kapitalistin olayların
merkezinde olduğunu ortaya çıkarıyordu. Zaten
tersinin olması mümkün değildi. Çünkü Hitler faşizmi,
Tekellerin azgın terörist yönetimiydi. Kendisini
işbaşına onlar getirmişti. Emperyalist burjuvazinin
eseriydi faşizm. Ve diğer bütün suçlar gibi, bunların
da sorumlusu esasen emperyalizmdir, tekellerdir.
Tarihe kapkara bir leke olarak geçen bu suçlar,
emperyalizmin, en büyük suçlarından biridir. Ve
emperyalizm hala suç işlemeye devam ediyor !
12- Franko Faşizminin Zaferinde Emperyalizmin
Desteği
İspanya' da Franko faşizminin iktidar olması,
emperyalizmin desteğiyle ve suç ortaklığıyla gerçekleşerek,
emperyalizmin bir yüzkarası suçunu daha oluşturdu.
Başta Almanya ve İtalya olmak üzere Fransız ve
İngiliz emperyalizmin desteği ile üç yıl süren
(1936-39) ve aynı zamanda dünyadaki faşist ve
anti-faşist güçlerin karşı karşıya geldiği, binlerce
ölü, sakat, sürgün, tutuklama bırakan bir iç savaştan
sonra Franko önderliğinde faşizm iktidarı aldı.
Halk güçlerinin ağır kayıplar verdiği ama yiğitçe
bir anti faşist direniş sergiledikleri İspanya
iç savaşın 1939'da Frankocu güçlerin kazanması,
uluslararası emperyalizmin, tekellerin suç ortaklığınının
ürünüydü.
Aynı şekilde, Franko 'nun iktidarı ele geçirmesi
ile başlayan azgın faşist terör, kıyım ve katliamların,
işbirlikçileri ile beraber emperyalizm doğrudan
sorumlusudur.
13- II. Dünya Savaşının
Açtığı Zararlar
Emperyalistler arası savaşın insanlığa verdiği
manevi zararları istatiklere dönüştürmek mümkün
değil. Ama can kayıplarını sayarsak, II. Dünya
Savaşında, tahmini olarak 30 milyonun üzerinde
insan ölmüştür. Faşizmin kesin yenilgisini sağlayan
kahraman Sovyet halkından 11 milyon asker, 7 milyon
sivil hayatını kaybetmiştir. Polonya'nın kaybı,
5.8 milyon'dur. Almanya'nın kaybı 4 milyon civarındadır.
Japonya'nın asker sivil 2 milyon, Çin'in 2 milyon
vb.'dir. Daha saymak mümkün. Peki bütün bunların
sorumlusu, suçlusu kimdir ? Kuşkusuz ki, dünyada
yeni pazarlar elde etmek, sosyalist Sovyetleri
yıkmak, ulusal kurtuluş savaşlarını bastırmak,
engellemek isteyen tarihin yüzkarası emperyalizmdir.
Aç gözlü tekellerdir. Onların yönetimleridir,
militarizmleridir. Evet, esas suçlu emperyalizm
ve onun suç ortaklarıdır.
14- II. Dünya Savaşında ABD'nin Nagazaki ve
Hiroşima "sanatı"
II. Emperyalist savaş, emperyalistlerin pazar
sorununun, kâr hırsının bir sonucuydu ve insanlığı
felakete sürükledi. Tarihin büyük savaşlarından
olan bu haksız savaşta, milyonlarca insan öldü,
yaralandı. Bu savaş bitiminde, ABD emperyalizmi,
halk üzerinde bir de deneme yaptı. Atom bombasını
denedi. 5 ağustos 'ta Hiroşima, 9 Ağustas'ta Nagazaki'ye
atom bombası atarak binlerce insanın ölümüne yaralanmasına,
hastalıklara sürüklenmesine yol açtı. Suçta bütün
emperyalistler ortaktır. Ve onların, ABD'nin büyük
suçlarından birini oluşturuyor bu korkunç katliam.
15- ABD' de Mc Carty
Politikası ve Sonuçları
II. Dünya Savaşının bitiş günlerinde, sosyalizme
karşı soğuk savaş başlatıldı. Emperyalizm büyük
rahatsızlık içindeydi. Kapitalizmi koruma çabası
içindeki ABD, sosyalizme karşı demokrasi bayraktarlığını
üstlenerek dünya kamuoyunun faşizme karşı duyarlılığını
sosyalizme karşı kullanma amacındaydı. "Demirperde"
sosyalizmin "totaliter" bir rejim olduğu,
kapitalizmin sosyalizmden üstün olduğu safsataları
bunun ürünüydü. Ve tarihte ilk kez bir emperyalist
ülke diğer emperyalistleri kendi önderliğinde
entegrasyonda topladı, sosyalizme ve dünya halklarına
karşı yöneltmeye başladı.
Uluslararası planda sosyalizme karşı soğuk savaşı
tırmandırırken, tüm kurumlarıyla ve olanaklarıyla
anti-komünist bir ideolojiyi empoze etmeye yönelen
ABD, ülke içinde tam bir teröre girişti. Komünist
olmayı vatan haini gören mantık, komünist, ilerici,
demokrat ayrımı gözetmeden bir vahşi saldırıya
girişti ve yaptırımlara yöneldi. Senatör Mc Carthy'nin
kişiliğinde simgelenen ve onun adı ile anılan
bu uygulamalar, bilim adamından hukukçusuna, sanatçılardan
emekçilere kadar tüm ülke insanlarına yöneldi
ve sosyalizmi tecrit etme amacına dönük olarak
bir insan avı başlatıldı. Bu sosyalizm düşmanlığı
yeni sömürge ülkelere daha şiddetli bir şekilde
yansıtıldı.
ABD emperyalizminin tarihi bu alanda suçlarla
doludur. Çünkü varlığı başlıbaşına halklara karşı
suç demektir. Ancak bu alanda da ABD'nin suçlarına
örnek olarak bu dönemi seçtik.
Emperyalizmin Suç Dosyası'nın oldukça kabarık
olması, genel bir çıkarım yapmaya yarayacak yüzeysel
bir çalışmanın bile bir sayıda bütün olarak yayınlanmasını
engelliyor. 13. Sayıda giderek güncelleşerek süren
çalışmanın devamını yayınlayacağız.
|