PİR SULTAN'DAN 93'E...
Türkçede "göstere göstere" diye bir
deyim vardır. Bir şeyin hiç gizlenmeden, açıkça
yapılmasını anlatır. Sivas katliamı için eğer
uygun bir tanımlama gerekirse bu deyimi mutlaka
kullanmak gereklidir. Gerçekten, tam tamına "göstere
göstere" bir katliam yapılmıştır Sivas'ta.
Kimseden birşey gizlenmemiş, önlem alınıp engellenebileceği
kaygısı hiç taşınmamıştır.
Tam bir hazırlanmış senaryo uygulanmıştır. Olayda
Aziz Nesin'in bir "bahane"den başka
bir şey olmadığı yeterince açıktır. Provakasyon
kazanı günlerce kaynatılmış, daha Nesin'in konuşmasından
çok önce "cihad" bildirileri dağıtılmış,
fısıltı gazetesiyle olayın psikolojik zemini hazırlanmıştır.
Çevreden yığılan güçler, camilerde vaazlar...
Her şey tamamlanmış, kan banyosu için güçler yığılmıştır.
Esasında Türkiye insanı bu tür hazırlanışlara
ve uygulamalara pek yabancı değildir. Türkiyenin
yakın tarihi kanlı provakasyonlarla doludur ve
hemen hemen hepsinin tasarlanışı da benzer teknikleri
içerir. Teorik olarak Özel Harp Dairesi broşürlerinde
anlatılan taktikler çoğu kez aynı aşamalardan
geçer. Önce bildiriler gelir, sonra fısıltılar,
daha sonra da Cuma namazı gibi insanların toplu
olarak kışkırtılabileceği zeminler... Provakosyon
için her zaman bir sebep aranır ve bulunur. Olmasa
da yaratılır. İlk sebep Maraş'ta olduğu gibi bir
sinemaya bomba atılması olabilir. (Bombayı atan
Ökkeş Kenger şu anda MHP milletvekili ve İnsan
Hakları Komisyonu üyesidir!!) Öncesinde ve sonrasında
asılsız söylentiler vardır.
Ve düğmeye basılır. Sonrasında artık yürüyen kızgın
kalabalıklar ve önde-yanda esas "icraatı"
yapanlar vardır.
Kanlı Pazar, Çorum, Maraş, Sivas...Bir filmin
farklı versiyonları gibidir. Oyuncular değişir,
senaryo çok fazla değişmez.
Sivas'ta yapılan da çok farklı değildir.
Üstelik, sözkonusu olan bazen sloganlarla da söylendiği
gibi gericilerin kotardığı ve devletin "seyrettiği"
bir eylem de değildir. Sonuç itibarıyla devlet
güçlerinin olayın son perdesini seyrettiği söylenebilir.
Sultanahmet'te katliam protestocularını üç adım
yürütmeyen, en küçük gösteriye sinek gibi üşüşen
polis, Sivas'taki 8 saatlik dehşete kayıtsız kalmıştır,
hatta yer yer bizzat kışkırtmıştır.
Ama bu tabi ki son perde için geçerlidir; yoksa
bir bütün olarak olayda birileri uygulayıcı devlette
seyirci değildir. Devlet, işin başından beri içindedir.
Bir kere, tarihsel olarak içindedir. Bütün bu
güçleri uzun yıllar koltuğunun altında besleyip
büyüten, devrimci güçlere karşı elinin altında
tutan devlettir. On yıllardır öğrenci yurtlarında,
kuran kurslarında, imam hatiplerde binlerce, on
binlerce insan bu destekle beyin yıkama operasyonlarından
geçirilmiş; kanlı katliamlar için hazırlanmıştır.
Ama yalnızca bu kadar da değildir. Sivas olayının
bizzat organizasyonu da devlete aittir. Söz konusu
olan doğrudan doğruya bir kontr-gerilla operasyonudur.
Burada, "oy kaygısıyla beslenip sonradan
kontrolden çıkan" bir güruh değil, tümüyle
planlı profesyonel bir operasyon vardır.
ÇOK AMAÇLI BİR TASARIM...
Provakasyonun amaçlarını ise çok yönlü düşünerek
ve aynı zaman dilimine "denk düşen"
başka olaylarla bağlantı kurarak ele almak gerekir.
Kontr-gerillanın hiç bir zaman basit tek amaçlı
işler yapmadığı bilinir.
Gerçekten de, sonradan gelen köy katliamları,
TC'nin kirli savaşı tırmandırma kararı ve bunun
için MGK'yı tek belirleyici hale getiren değişiklikler
birarada düşünülünce bazı ipuçları yakalanabiliyor.
En belirgin amacın genel bir dehşet ortamı yaratmak
ve bu ortamda "Topyekûn Savaş" projesinin
zeminini pekiştirmek olduğu söylenebilir. Yaygın
bir şiddet ortamında, bu karışık işlerin içinden
ancak "güçlü bir el" yoluyla çıkılabileceği
genel imajını kitlelerin zihninde güçlendirmek,
böylece gerçek yetkilerin bütünüyle terör odaklarına
devredildiği bir yeni yönetim tarzını kalıcılaştırmak,
resmileştirmek bir amaç olarak bugün görülen manzaraya
son derece uygundur. Eğer varsa, bütün mızmızlıklar
da susturulmuş, basın iyice ehlileştirilmiş, savaş
politikası sürece hakim kılınmıştır.
Bu noktada artık "uçurumun kenarına gelinmiş
ülkeyi kurtarmak için" geniş çaplı katliamlarda
içinde olmak üzere her şey mubah hale getirilmiştir.
Her gün devam eden katliamlar dizisi gitgide daha
üst boyutlara tırmandırılacak, Güreş'in deyimiyle
"taş taş üstünde kalmayacak"tır. Kürdistan'daki
tıkanmayı açmak için Hitlervari bir "yıldırım
savaşı" yöntemi seçilmiştir ve bunun siyasal-psikolojik
zemini de "Topyekûn Savaş" söylemiyle
doldurulmak istenmektedir. Bir yandan vatandaş
"memlekete sahip çıkmaya" çağrılırken,
diğer yandan da basın, çatlak ses çıkarmaması
için sıkı sıkı tembihleniyor.
Yalnızca Kürdistan olayı da değil. Devlet ve devletin
sahibi güçler, "sosyalizmin çöktüğü"
demogojisine dayalı fırtınanın kesildiğinin ve
dalganın ağır ağır yükselmekte olduğunun farkındadırlar.
Toplumsal muhalefet gitgide yükselmekte ve yükseldikçe
de şekillenmektedir.
Kirli savaşı Batı'ya da yaymak ve genel terör
ortamında işçi hareketini memur hareketini boğmak
egemen güçlerin tasarımları arasındadır.
Sivas olayı bütün bu tasarımların tam öncesine
denk düşmüştür ve bu ölçüde bir çakışmayı artık
tesadüf olarak algılayabilmek mümkün değildir.
Ortada bir tesadüf değil, genel tasarımın bir
parçası vardır.
Önümüzdeki süreç aynı senaryonun başka bölümlerini
izleyeceğimiz günlerden oluşacaktır.
SENARYOYU DEĞİŞTİRMEK...
Bu senaryo değiştirilebilir, tasarlanan oyun
bozulabilir.
Tasarımın özü bir bütün olarak Türkiye ve Kürdistan'daki
devrimci hareketin ezilmesidir. Kürdistan devrimci
hareketi bu dalgaya dayanabilir, bugünkü konumlanışı
ve saldığı kökler bunu yapmaya uygundur.
Sorun Türkiye devrimci hareketinin kendi kabuğunu
hergün daha fazla kırması ve dayanıklı bir savaş
organizasyonu inşa etmesidir. Uzun vadeli bir
bakışla, savaşın içinde yaratılabilecek bir savaşçı
yapı herşeyin gerçek garantisi olacaktır.
Görev budur ve bu görevin yerine getirilmemesi
halinde "izleyicilik" konumu giderek
kronikleşebilir. Böyle bir konum ise meydanın
boşaltılması anlamına gelecektir.
|