İHD
ŞUBE BAŞKANI
Dr. YEŞİM İŞLEĞEN: "kendimizi tüm ezilenlerin
yanında tanımlıyoruz..."
|
BARİKAT: İçinde bulunduğumuz süreci insan hakları
açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dr. YEŞİM İŞLEGEN: Türkiye'deki insan hakları
tablosu ne yazık ki her geçen gün çok daha fazla kararıyor.
12 Eylül'ü adeta milat gibi kabul etmeye başladık. Ama
pek çok anlamda haklılık payı yok değil. Geçmişle kıyaslandığında
12 Eylül'den sonra insan hakları ihlallerinin kurumsallaştırıldığını
görüyoruz. Bu kurumsallaşma tekniği, yöntemleri ve yasalarıyla
devlet otoritesinin bir parçası haline gelmiştir. 'Örneğin
bu nedenle artık devlet yetkilileri dahi işkencenin
münferit olaylar halinde seyrettiğini belirtmekten vazgeçmiştir.
BARİKAT: Peki sizce olumlu bir nokta mı?
DR. YEŞİM İŞLEGEN: Elbette hayır. Yararlı olmadığı
kesin. Bunlar artık insan hakları ihlallerini kurumsallaştırmış
olanlardan kaynaklanan güvene bağlı olarak telaffuz
ediliyor. Bu kuramsallaşma yasal düzenlemelerle tamamlanmıştır.
Örneğin Terörle Mücadele Yasası, Olağanüstü Hal Yasası,
CMUK... bunların hepsi işkence ve diğer insan hakları
ihlallerinin devlet güvencesinde gerçekleşmesini sağlamaktadır.
Bugün temel hak ve özgürlüklerin kullanımı bıçak sırtındadır.
Şimdilerde tüm dünyada yaygın bir insan hakları söylemi
var. Tabii ki içi boşaltılmış, özünden kopartılmış bir
söylem, insanı dışlayan, onu yok eden bir sistemin insan
hakları söylemi. Oysa bugün geçmişe göre çok karanlık
bir noktadayız. Örneğin: 142. maddenin kaldırılması
demokratikleşiyoruz sloganlarıyla birlikte gerçekleştirildi.
Oysa tam tersine geçmişte 142. madde kapsamında ele
alınan eylemler için işkence yasal güvenceye kavuşturuldu.
Yine Olağanüstü Hal Yasası ile dillerden hiç düşürülmeyen
bölücülük aslen devlet tarafından gerçekleştirildi.
Bu ırkçı yasayla Türk ve Kürt halklarına ayrı hukuk
sistemleri uygulandı, uygulanıyor.
1992 yılı içinde 14 kişi işkencede öldürüldü, 12 kişi
gözetim altında kayboldu, sıradan polisiye uygulamalar
arasına giren yargısız infazlar sonunda 53 kişi öldü,
gösterilerde ateş açılması sonucu 60 kişi yaşamını yitirdi.
111 dergi ve gazete sayısı toplatıldı, 17 dernek kapatıldı,
kontr-gerilla cinayetleri sonucu 505 kişi öldürüldü,
toplam 424 köy boşaltıldı.Ve bunlar hâlâ devam ermekte.
Sanıyorum bu tablo içinde bulunduğumuz süreci özetliyor.
BARİKAT: Bu kadar yoğun insan hakları ihlallerine
karşı sizce ülkemizde toplumsal muhalefetin durumu nedir?
DR. YEŞİM İŞLEGEN: Durumu Türkiye açısından değerlendirirsek
toplumsal muhalefetin çok cılız olduğu açık. Durumu
şu koşullar altında doğal karşılamak mümkün. 12 Eylül
ile birlikte toplumsal muhalefet kanla, baskıyla, korkuyla
sindirildi. En önemli örgütlenmelerden nerdeyse kuş
severler cemiyetlerine varana dek halkın tüm örgütlenmeleri
dağıtıldı. Örgütlülüğe karşı büyük bir korku beslendi.
I985'de yavaş ve cılız kıpırdamalar şeklinde beliren
toplumsal muhalefet kısa sürede söndü. Bugün bütün toplumsal
sınıf ve katmanlar büyük bir örgütsüzlüğü yaşamaktadır.
Örneğin işçi sınıfı ve öğrenci gençlik kendisini bir
toplumsal muhalefet olarak ifade edememektedirler. Örgütlenme
özgürlüğü önündeki engeller, örgütlenmelere yönelik
baskılar süreci zorlaştırmaktadır. Bunun dışında politik
dengelere bağımlı olarak toplumun yükselen değerlerinde
değişmeler yaşanıyor. Gerek medya gerekse diğer kültürel
terörizm araçlarıyla kendisince ve topluma son derece
yabancılaşmış insanlar üretiyor. Bu yabancılaşmayı hem
dikey hem de yatay eksende yaracak şoklar gerekiyor.
Bu sorunun bir yanı, bir diğer yanıysa bizim ülkemizin
özgün koşullarından kaynaklanıyor. Türkiye gibi burjuva
devriminin gerçekleşmediği, dolayısıyla bugün için Avrupa
ülkelerinde dahi gözlemlenmeyen burjuva demokrasisinin
geçmişte bile yaşanmadığı bir ülkede halkın haklar geleneği
yoktur. Bu nedenle kendiliğinden tepkiler, kendiliğinden
bir toplumsal muhalefeti mümkün görmüyorum. Çözücü güç,
kalabalıkları somut güç haline getirecek aydınlanma
fişeği olacaktır.
BARİKAT: Peki, İHD bu toplumsal muhalefetin
hangi noktasındadır?
DR. YEŞİM İŞLEGEN: İHD olarak biz kendimizi ezilen
sınıfların, ezilen halkların, tüm ezilenlerin yanında
tanımlıyoruz. Bugün için çok büyük kalabalıkları peşimizden
sürüklemesek de bir güç olduğumuzu düşünüyorum. Elbette
gücümüzü arttıracak, kitlelerde yankısını bulacak politikalar
ve bunun araçlarını yaratma gibi bir sorunumuz var.
Fakat bunun için bazı eksiklerimizden arınmamız gerekiyor.
Bugün bu toplumda yaşayan insanların %90'nın insan hakları
sorunu vardır. Ve biz bu %90'a hitap etmenin sorumluluğunu
taşıyoruz. Bizim sorunumuz bu %90'ı yanımızda görebilmektir.
Örneğin bugün derneğimize, adli bir olaydan dolayı polis
tarafından kötü muamele görmüş insanlar başvurabiliyor.
Bu sevindiricidir. Sıradan insanlarda bu inancı ve güveni
oluşturabilmek gerekiyor. Bu nedenle bizim derdimiz
buna uygun çalışma, politika tarzı ve söylem belirleme
olmalıdır. İnsanların bizleri iki şekilde görmesinden
kaçınmalıyız: Birincisi, bürokratik, işi komisyonlara
havale eden, mücadeleci olmayan elit bir yapılanma;
ikincisiyse, dört duvar arasında yalnızca birbirlerine
hitap edebilen, sonuçta öz doyumdan öteye geçmeyen bir
çalışma yürüten marjinal bir eğilim... İkisinin de çok
tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Biz geniş kesimleri
insan hakları ihlallerine karşı örgütleyebilen, aktif
ve radikal bir insan hakları mücadelesi süreci yasamak
zorundayız. Bugün temel ve acil insan hakları sorunları,
işkence, yargısız infazlar, Kürt sorunu ve cezaevleridir.
Bu nedenle, kendilerini aydın olarak tanımlayan çevrelerden,
-artık eleştiri diyemiyorum- bize yönelik çok saldırı
geldi. Onlar daha şirin konular üzerine çalışmamızı
istiyorlardı. Çünkü direkt devleti hedef alan bir mücadele
onları ürkütüyor. Bu zaaflı bir insan hakları anlayışıdır,
statükoyla eklemlenmiş bir insan hakları anlayışı, bizim
ülkemizin gerçeklerini anlayamamaktır. Diğer bir yanlış
anlayışsa, ülkenin gerçekliğini kolaycı bir bakış açısıyla
algılayıp anlayışlarımızı bu gerçeklikle sınırlamaktır.
Oysa, bu ülkede bir cinsiyet ayrımcılığı sorunu, çocuk
hakları, çevre sorunları da vardır. Örneğin İstanbul'un
göbeğinde çöp dağı patlıyor ve insanlar ölebiliyor.
Bu konularda da duyarlılığı geliştirip sorunları kucaklamak
zorundayız.
BARİKAT: Bugüne değin insan hakları sorunları
olarak belirlediğiniz alanlarda İHD olarak çalışmanızın
başarılı olduğunu düşünüyor musunuz?
Dr. YEŞİM İŞLEĞEN: Şimdi, başarının ölçütünün
ne olduğu önemli. Bir sorunu kitlelerin gündemine sokup
o konuda ısrarlı çalışmaktan sözediyorsanız, işkence,
yargısız infazlar, kayıplar ve cezaevleri konusunda
çok gündelik çalışmaların yapılmış olduğunu düşünüyorum.
Ve bunu büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Israrlı
bir çaba olmadı. Fakat, Kürt sorunu ve halkların kardeşliği
konusunda görece olumlu katkılar yapıldığına inanıyorum.
BARİKAT: Bildiğimiz kadarıyla İHD İzmir Şubesi'nin
yönetimi sekiz ay önce değişti. O dönemden bu yana şubenizin
hareketliliğinin arttığını gözlemliyoruz.Bugüne değin
yapabildikleriniz ve yapamadıklarınızdan sözeder misiniz?
Dr. YEŞİM İŞLEGEN: Biz, 14 Eylül'de İzmir Şubesi'nin
büyük sancılar yaşadığı bir dönemde göreve geldik. Sloganımız,
daha aktif, daha mücadeleci ve kurumsallaşmaya giden
bir İHD idi. Bizi çok zor bir surecin beklediğinin bilincindeydik.
Bir yandan devlet bir yandan medya baskısı vardı, açıkçası
İHD'nin de çok kararlı bir şekilde sahip çıkan, oturmuş
bir kulesi yoklu. Çok değişik sorunlarla boğuşmak zorundaydık.
Bizim ülkemizde insan hakları mücadelesinin geçmişi
henüz kısa. Ayrıca bugüne değin fazla ciddiye alınmış
bir alan değil. Bu biraz -sosyalistler de dahil olmak
üzere- bu alandaki kültür eksikliğimizden, biraz da
bu alanın bugüne dek mevcut ideoloji ve statükoyla eklemlenmiş,
insan hakları mücadelesini meşru zeminlerden çok mevcut
yasallık çerçevesinde, o da sözel olarak algılayan çevrelerce
dejenere edilmesinden kaynaklanıyor.
Biraz da düz mantık işliyor: "Nasılsa bu düzen
içinde insan hakları sorunu çözülemeyecektir, o zaman
çabalamanın ne anlamı var" gibi yaklaşılıyor. Evet,
aslen insan hakları sorunu mevcut düzen çerçevesinde,
çözümlenemez. Hatta giderek sorunun ağırlaşacağını düşünüyorum.
Bu anlamda bakılırsa sendikal faaliyetler ve insan hakları
mücadelesi sosyolojik olarak reformize alanlardır. Önemli
olan, insanları somut sorunları çerçevesinde baskı grubu
haline gelebilecek ortak bir cephede muhalefet haline
getirebilmektir. Öz olarak reformist olan bu alanı radikal
ve dönüşümcü perspektiflerle donatma sorunudur.
Fakat bu arada çok büyük yanlışlıklara düşme riski de
mevcut. İnsan hakları alanını siyasi mücadelenin herhangi
bir alanı gibi yalnızca araç olarak görme, faydacı zihniyetlerle
yaklaşarak o alanı kısa vadeli günlük politikaların
aracı haline getirmek son derece zararlı olacaktır.
Bugün taktik olmaktan çok öte bir insan hakları anlayışı
geliştirmeye ihtiyacımız var. Bizler, insanı esas unsur
olarak görüyorsak, amacımız onun onuruna uygun bir yaşam
biçimi oluşturmaksa insan hakları alanındaki hiçbir
soruna sırf taktiksel yaklaşımlarla yanaşamayız. Bu
alan, ciddi sorgulamaları gerektiren, gerektiğinde kendimizi
de çok yoğun bir şekilde eleştireceğimiz, bunu korkmadan
yapmamız gereken bir alandır. Örneğin, işkence bir insanlık
suçudur, buna hiçbir zaman konjonktürel olarak yaklaşılamaz
veya şu sınıftan insana işkence yapılabilir, şunlara
yapılamaz vb. yorumlarına açık değildir.
Genel olarak Türkiye'de özel olarak da bizim şubemizde
yaşanan temel sorunumuz, bu mücadele alanının kendi
kadrolarını yaratamamış olmasıdır. İnsan hakları savaşımını
inanarak görev edinmiş, bu alanda kafa yoran, ciddi
çalışma gösteren, kitlelerle ve bireylerle anlaşılabilir
üretken ilişkiler kurabilen, çok cesur ve gözüpek kadrolara
gereksinmemiz var. Biz bir Avrupa ülkesi değiliz. Bu
nedenle insan hakları mücadelesi cepheden bir savaştır.
Pek çok İHD yöneticisinin öldürülmesi boşuna değildir.
Bizim bu anlamıyla kadromuz yok denecek kadar azdır.
Yine yoğun ekonomik sorunlarımız var, kurumsallaşmanın
önemli engellerinden biri de bu. Birtakım teknik malzemelerin
sağlanmasından tutun da bir bildiriye kadar hepsi ekonomik
çözümler gerektiriyor.
İzmir şubesi olarak önümüze koyduğumuz hedeflerimiz
vardı.Bizim bölgemizde İstanbul'dan farklı olarak yargısız
infazlar yaşanan bir olay değil. Bu bölgede çok sayıda
Kürt insanının yaşaması sorunu var. Yükseltilen şoven
kampanyaya karşılık bir anti-şoven kampanya başlattık.
Bu konuda bildiriler, afişler ürettik, toplantılar düzenledik,
her platformda halkların kardeşliğini dile getirdik.
Son olarak, Newroz öncesi "Halklar Kardeştir"
mitingi ve "Halklar Kardeştir" gecesi düzenledik.
Bir barış platformu kurarak 28 kişilik bir ekiple Newroz'da
Kürdistan'a gittik. Barış Platformu halen çalışmalarına
devam etmektedir. Güçlükonak'taki gıda ambargosunu delerek,
orada yaşayanlara gıda malzemesi gönderdik ve ambargoyu
teşhir ettik.
Defalarca çeşitli eylemliliklerle yargısız infazları,
kontr-gerilla cinayetlerini protesto ettik. Cezaevlerinde
yaşanan
açlık grevlerinde cezaevi koşullarını protesto ermek
için çeşitli
eylemliliklerimiz oldu. Bu etkinliklerden birinde iki
yönetim kurulu üyemiz tutuklandı.
Gözaltı ve işkenceyle ilgili kurumsallaşmaya doğru gittik.
Tabip Odası ve İHV'nin katkılarıyla gözaltı öncesi sağlık
kontrolü, alternatif rapor düzenlenmesi, hukuki yardım
çabalarımız var.
Şu anda yargısız infazlarla ilgili bir çalışmamız var.
Bugüne değin gerçekleştirilmiş tüm yargısız infazları
ayrıntılı bir şekilde dosya haline getirip Avrupa Komisyonu'na
başvurmayı düşünüyoruz.
Çernobil ve çöp faciası, termik santraller konusunda
akademik araştırmalarımız oldu. Çernobil konusunda yetkililerin
sorumsuzluğunu protesto etmek için fotoğraf sergileri
ve toplumsal duyarlılığa çağrı geceleri düzenledik.
Kısacası gücümüz oranında insan hakları ihlalleriyle
ilgili her alanda olduk. Geriye dönüp bakıldığında içinde
yer almadığımız, hatta sürüklemediğimiz hiçbir toplumsal
olay yok gibi.
Fakat hedefimize ulaştık mı? Hayır, sanmıyorum. Henüz
üyeleriyle bir bütün, komisyonlarıyla düzenli bir şekilde
işleyen, sıradan insanı bu mücadelenin içine çekebildiğimizi
sanmıyorum. Asıl amaç ışığında bana göre bu olumsuz.
Bu nedenle bunu eksi puanlar arasında saymak gerekiyor.
Fakat bu da ancak uzun vadede gerçekleşebilecek bir
konu. Toplumsal hareketliliğin bunun anahtarı olacağına
inanıyorum. Biraz daha sabır ve özveri gerekiyor.
BARİKAT: Basında size yönelik ölüm tehditlerine
ilişkin oldukça haber yer aldı. Bu arada dernek faaliyetleri
çerçevesinde yurtdışına düzenlediğiniz bir geziden sözedildi.
Bu konuda bizi bilgilendirir misiniz?
Dr. YEŞİM İŞLEGEN: Genel Merkezimizin 4. Olağan
Genel Kurul'unda Kürt ulusal sorununun çözümlenmesi
konusunda girişimlerde bulunma karan aldık. Bu sırada
Helsinki Watch, Genel Bşk. Akın Birdal, Genel Bşk. Yrd.ları
Yavuz Binbay ve Ercan Kanar, Genel SekreterYrd.ları
Fevzi Veznedaroğlu, Yusuf Ateş ve Genel Yönetim Kurulu
üyesi olarak beni İskandinavya'da Kürt sorunu üzerine
bir dizi insan hakları görüşmesi yapmak üzere
İskandinavya'ya davet etti. İskandinav ülkelerinin hepsinde
cumhurbaşkanlığı makamları da dahil olmak üzere bir
çok üst düzey devlet yetkilileri, uluslararası insan
haklan kuruluşları ve parti temsilcileri, üniversite
yetkilileriyle ayrıntılı görüşmelerimiz oldu. Biz sürmekte
olan savaşın hiçbir hukuku olmadığından hareketle Cenevre
Savaş Hukukunun uygulanması gerektiği ve bu konuda sözleşmeyi
imzalamış ülkeler olarak kendilerinin de bizzat sorumlu
olduklarını belirttik. Bu sırada Newroz 'da heyetler
göndermeleri konusunda çağrılarımız oldu. Çok ciddi
bir şekilde karşılandık. Ve kısa süre sonra İsviçre,
Hollanda ve Finlandiya parlamentolarında konu görüşüldü
ve savaşın sonlandırılması konusunda çağrılar gönderildi.
Yine Newroz'da Diyarbakır'a 18 kişilik gözlemci heyet
gönderildi. Sonuçları oldukça olumlu ve ciddi bir girişimdi.
Bunun ardından yaklaşık iki ay telefonlarla ve mektuplarla
ölüm tehditleri aldım. Son olarak Newroz'da öldürüleceğime
dair tehditler yoğunlaştı. Bu arada Dünya Hekimler Birliği,
Dünya Kadın Dernekleri Federasyonu, İHD Genel Merkezi
ve Tabip Odası'nın tepkileri oldu. İHD Genel Merkezi
konuyu cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık makamına iletti.
Bunun üzerine terörle mücadele şubesi koruma açısından
ifademi almak üzere çağrı çıkardı. Ben bu çağrıyı ciddiye
almıyorum. Adresi belli olan tehditlere karşı asıl korumanın
kamuoyu tepkisinin olacağına inanıyorum.
BARİKAT: Dünyada insan haklarının durumunu nasıl
görüyorsunuz? Barış, kardeşlik, insan hakları söylemiyle
organize olan yeni dünya düzeni insanlığa vaat ettiklerini
verebilecek mi?
Dr. YEŞİM İŞLEGEN: Yeni diye ifade edilen aslında
dünya insanlarına yeni ve onurlu bir yaşamı muştulayan
bir sıfat değil. Yeni olan dünyanın değişen dengeleri.
Geçmişte bir ucunu reel sosyalizmin bir ucunu da ABD'nin
oluşturduğu iki kutupluluk reel sosyalizmin çözülüşüyle
tek merkezliliğe dönüştü ve ABD dünyanın tek efendisi
durumuna geldi. ABD egemenliği dünya insanlarına bugüne
dek darbeler, işkenceler, sömürü, yozlaşma dışında hiç
birşey vermemiştir. Bugün durum daha da kötüdür. Geçmişte
her ne kadar "reel" olsa da SSCB'nin varlığı
ABD'yi dizginleyen bir faktördü. Bugünse ABD "canı
çektikçe" istediği ülkeyi işgal etmekte, darbeler
düzenleyebilmektedir. İnsan haklarının en büyük düşmanı
militarizmdir. ABD, bugün dünyanın militer gücüdür.
Yeni dünya düzeninin yükselen değerleri milliyetçilik,
militarizm ve gericiliktir. Bugün Balkanlardan Kafkaslara
dek tüm dünyada savaşlar yaşanmaktadır. Soğuk savaşın
yerini bölgesel anlamda sıcak savaşlar almıştır. Yeni
dünya düzeni insanlığa ancak bunları sunabiliyor.
Bugün ABD ve gelişmiş Avrupa ülkelerinde gerçek insan
pazarları kurulmuştur. Her ne kadar Türkiye'de duyulmadıysa
da konu İsveç'te skandallar yaratmıştır. Üçüncü dünya
ülkelerinde gözetim altında "kaybolanların"
oranları dünya zenginlerine pazarlanmaktadır. 10cm2
deri 5000 dolardır. Dirisiyle ölüsüyle insanı pazarlayan
bu düzen insanlara ne verebilir?
Buna karşılık bugün insanlık suskun görünüyor. Fakat
ben bunun uzun süreli olacağına inanmıyorum. Tarih nicel
birikimleri nitel dönüşümlere dönük olarak devingenliğini
sürdürecektir.
BARİKAT: Barikat adına teşekkür ediyoruz. Eklemek
istediğiniz bir konu var mı?
Dr. YEŞİM İŞLEGEN: Ben teşekkür ederim. Tüm söyleşiler
söylenmiş olandan çok söylenmemiş olanların ağırlığını
taşır. Bunu da pratiğimiz gösterecektir. Son söz olarak
sabırlı, özverili ve kararlı olursak büyük insanlığın
başını yerden alıp yükseltebileceğimize inanıyorum.
İZMİR BARIŞ PLATFORMU'NDAN:
HEMEN, ŞİMDİ BARIŞ İSTİYORUZ!..
Olağanüstü Hal bölgesinde uzun süredir yaşanmakta
olan savaşta, taraflardan birinin tek yanlı geçici
ateşkes ilanıyla siyasi çözüm yollarını zorlayan
bir aşamaya gelinmiştir. Bu arada gerek hükümet
yetkilileri gerekse diğer yetkililer, siyasi çözüm
yolları konusunda değişik görüşler ileri sürmektedir.
Bizler bu tartışmanın genişletilerek sivil inisiyatiflerin
görüşlerinin billurlaşmasının bu sürece olumlu katkılar
yapacağına inanmaktayız. Herşeyden önce Kürt ve
Türk halklarını yakından ilgilendiren bu süreç her
iki kesiminde demokratik haklarını kısıtlamasız
bir şekilde kullanabileceği bir ortamı gerektirmektedir.
Bizler söz konusu savaştan yakınen etkilenen sivil
toplum örgütleri olarak Türk ve Kürt halklarının
çıkarlarına hizmet edecek bir siyasi görüşmeler
sürecinin başlatılmasından yanayız. Kalıcı barışın
ancak demokratik bir ortamda yürütülen siyasi görüşmelerle
sağlanabileceğine inanmaktayız.
Bunu gerçekleştirmeye yardımcı olmak amacıyla Kamu
Çalışanları Sendikaları (Eğit-Sen l no'lu Şube,
Eğit-Sen 2 no'lu Şube, Tüm-Bel-Sen 2 no'lu Şube,
Maden- Sen, Kültür-Sen, Tarım-Sen, Tüm-Gıda Sen,
Enerji-Sen, Tüm-Yargı-Sen, Tüm-Enerji-Sen, Tüm-Sağlık-Sen),
İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Gazeteciler Derneği,
Çağdaş Hukukçular Derneği, Savaş Karşıtları Derneği
ve Halkevleri'nin katılmasıyla "BARIŞ PLATFORMU"
oluşturulmuştur. Bu Platform yaptığı toplantılarda
bir YÜRÜTME KURULU oluşturmuş ve bu kurula İHD,
ÇHD, SKD, Tüm-Bel Sen 2 no'lu Şube ve Tüm-Sağlık-Sen
seçilmişlerdir. Yürütme Kurulunun yaptığı toplantılarda
bu sürece nasıl katkıda bulunulabileceğini belirlemek
için bir takvim çıkarılmıştır:
1) 12 Mayıs'tan itibaren 3 hafta, 3 kez kişi ve
kurumların imzasına açık basın ilanı,
2) 15-20 Mayıs arası bildiri dağıtılması,
3) 11 veya 12 Haziran'da panel
4) 10-19 Haziran arası afişleme
5) 19 Haziran BARIŞ ŞENLİĞİ şeklindedir ve ek önerilere
de açıktır.
11 Mayıs 1993'te yukarıda adı geçen
sendikalar ve demokratik kitle örgütlerinin katılacağı
bir toplantı yapılacaktır. Toplantı İHD'de saat:18.00
de yapılacaktır.
Kalıcı bir BARIŞ ortamının oluşmasına katkıda
bulunabilecek tüm kurum ve kuruluşları 11 Mayıstaki
toplantıya çağırıyoruz.
Ayrıca oluşturulan bu platformla paralel yürüyecek
siyasi partilerin katıldığı ayrı bir platformda
oluşturulmaktadır.
TÜM DEMOKRASİ GÜÇLERİNİ DUYARLILIĞA
ÇAĞIRIYORUZ.. 5/05/1993
YÜRÜTME KURULU
(İNSAN HAKLARI DERNEĞİ, SAVAŞ KARŞITLARI DERNEĞİ,
ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ, TÜM-BEL-SEN 2 NO'LU
ŞUBE , TÜM-SAĞLIK-SEN)
|
|