Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

"ABD üniversitelerinden Türk Siyasi yaşamına kadro akıtan zincirin sırrı nedir?
Burjuvazi geçenlerde bir yıldızını yitirdi.
Bütün sihirli formülleriyle, enflasyon düşürücü reçeteleriyle Adnan Kahveci toprağın altına girdi. Eylül sonrasının altın çocuğu hız uğruna girdiği ters yolda trafiğe kurban gitti.
Aslında bu ikincisi oluyor. İlki, İsmail Özdağlar, bir "manevi kaza"ya kurban gitmiş ve siyasi mevta halinde baba ocağına çekilmişti. Kahveci ise "maddi" bir kazayla tümden sahneden ayrıldı. Özdağlar ve Kahveci..
Bir kuşağın yıldızları... "
Geçen sayı için hazırlanan bir yazımıza böyle başlıyorduk. Daha sonra, yazıların şişkinliğinden ötürü bu konuyu rafa kaldırmayı uygun bulduk. Ama Nisan'ın sonunda bir yıldız daha kaydı sahneden. Üstelik bu kez daha büyük bir yıldızdı bu: Özal!
Böyle durumlarda Türk siyasetinin bütün iç bulandırıcı kusurlarının açığa çıkması beklenmeliydi. Ve zaten öyle
de oldu: Büyük bir hızla politikacılar ve basın, Özal'ın erdemlerini keşfetme yarışına girdi, burjuva politikasının dürüstlüğü zerre kadar umursamayan ikiyüzlü demeçleri birbirini izledi. Kimsenin dün söylediklerinden ötürü yüzü kızarmadı, kimse bu omurgasızlıktan rahatsız olmadı. Yine her zamanki gibi şatafatlı törenlerle cenaze kaldırıldı, bu kez bütün diğer cumhurbaşkanı cenazelerinden farklı olarak bütün sağcı fraksiyonlar slogan yarışları yaptılar.
Ve sonra... sonra yine tam bir burjuva tavırla "hadi bakalım tören bitti, şimdi işimize dönelim" denildi ve kimin hangi koltuğa oturacağının tartışması başladı. Aslında buna tartışma da denemez, Demirel'in çok net olarak beliren cumhurbaşkanlığı isteği dayatıldı ve bütün varlık koşullarının bu kanlı koalisyonda kalmaya bağlamış olan SHP kurmayları da biraz mırın kırın edip bu dayatmayı kabullendiler.
Demirel'in Çankaya'ya çıktığında arkasında bıraktığı ise çapsızlık ve hizipler karmaşası oldu. Burjuva politikası, çapı sınırlı mutemet adamlardan çok fazla sayıda yetiştirebiliyor. Bu açıdan Türkiye'de bakan ya da müsteşar bulmak zor değildir. Ama karizmasıyla yetenekleriyle ortamı sürükleyecek tipler pek az yetişiyor ve sonuçta da biri eksilince DYP deki gibi karışıklıklar yaşanıyor.
Kuşkusuz bu dalaşmaların sonucunda bir "başbakan" çıkacaktır, Demirel'in söylediği gibi "Türkiye hükümetsiz kalmaz".
Biz başka bir şeye değinmek istiyoruz, Kahveci için yazdıklarımızı sürdürüp, şu "yıldızlar" sorununu kurcalamak istiyoruz.
Gerçekten de burjuvazi, "yıldızlar" ve "harika çocuk"lar yetiştiriyor. Sportif alanda olduğu gibi "Juniorlar" ve "ümit" takımları ve nihayet "A takımı" var. Aradaki geçişler pek öyle kolay olmuyor.

Değirmenin Suyu...
"Bir kuşağın yıldızları" demiştik...
Aynı kuşaktan olmaları şart değil. Yaşları birbirine yakın bile olmayabilir. Demirel, Özal, Kahveci, Özdağlar, Mesut Yılmaz, Bülent Şemiler, Cengiz İsrafil, Rüşdü Saraçoğlu ve diğerleri...
Bunlar, bir kuşak oluşturmazlar aralarında dönem farkları da vardır, ama çok genç yaşta politik sahneye çıkmaları ve genellikle siyasi arenanın düzlendiği dönemlerde enjekte edilmeleridir.
Ve hepsi, şu ya da bu şekilde, şu ya da bu burs biçimiyle ABD üniversitelerinde okumuş, dönüşlerinden bir süre sonra yıldız gibi parlamışlardır.
Haklarını yememek gerek, başarılı öğrencilerdir hepsi. Öğrencilik yaşamaları kötü değil. Burjuva siyasal yaşamda da çok başarısız oldukları söylenemez, daha doğrusu başarılı olmaları için gereken koşullar sağlanmıştır. Kimi 60 sonrasında, kimi de '80'den sonra, ama mutlaka siyasi sahnenin eski kurtlardan biraz temizlendiği dönemlerde piyasaya çıkmışlardır.
Önce Demirel geliyor.
İslamköy'den çıkıyor... Başarılı bir öğrenci. Eisenhower bursuyla ABD'den eğitim görüyor. Sonra gelip bürokrasiye giriyor. DP yıllarında Su işleri müdürü olarak dikkat çekiyor. Ve sonra, 60 darbesi geliyor. Siyaset sahnesi başlıyor. Yeni kurulan AP'nin Gümüşpala gibi asker kökenli bir başkanla fazla gelişmeyeceği bellidir. Tam bu noktada Demirel sahneye çıkıyor. Avcıoğlu'nun yayınladığı C1A raporlarına bakılırsa Amerika'da pek seviniyor bu işe. Anılarında yazdığı gibi, Koç da Anadolu'daki bütün bayilerini etkileyerek destekliyor.
Ve herkes bu kadar şevkle "yürü ya kulum" deyince, Demirel'e de yürümek kalıyor!
Sonra Özal sayfası var.
Aynı süreçlerden geçiyor. Yine ABD üniversiteleri ve dönüşte yine hızlı yükselen bürokrat manzarası. Farkı, biraz daha açıktan özel sektörcü olması. Bazen bürokratlık yapılıyor, bazen de MESS patronluğu ve holding danışmanlığı. Bu arada yatırımlar yapıyor, şirketler kuruyor.
Politikaya girişte, 1980'den ona1 MSP gibi yanlış bir kulvar seçiyor. Bir talih eseri olarak başarısız oluyor. Ve 12 Eylül'e dek yüksek düzeylerde bürokratlık ve MESS temsilciliğini sürdürüyor.
80 Ağustos'unda bir ABD gezisinden dönüşünde uçaktan inerken "şu grevler konusunun artık halledileceği"ni müjdeliyor. Gerçekten de öyle oluyor, "grev konusu" 12 Eylül sabahında "hallediliyor".
Ve yıldız parlamaya başlıyor. 12 Eylül'ün ortamı düzlediği koşullarda bir dizi politika Özal'ın inisiyatifinde uygulanıyor.
'83'e gelindiğinde ise, parlamentoculuk oyununun kapıları yeniden açılmıştır. Ortada Sunalp-Calp ikilisinin tuluatı vardır.
Tam bu noktada, Özal ve ANAP'ı devreye girer. Bu girişin çok kişisel bir karar olmadığı, o günlerde ABD çevrelerinde söylenen sözlerden anlaşılır. Hatta Sunalp paşa "ABD'nin Özal'ı tercih ettiğinden" yakınır. Ta Ziverbey köşkünde bile hizmet vermiş bir paşanın tercih edilmemesi Sunalp'i çok üzmüştür.
Ama artık süreç başlamıştır. Houston'a gidip "tedavi" gören Özal (ki sonradan Houston bir gelene olacaktır!!) Kararını vermiştir.
Bir kez daha "yürü ya kulum" ve bir kez daha boşluğa enjeksiyon...
Ve nihayet diğerleri.
Hepsinin öyküleri birbirinin benzeridir.
Ama bu kez 68'in iki yüzü var. İki yüzde de başarılı öğrenciler yeralıyor. Bir tarafta Deniz'ler, Mahirler ve diğerleri var. Başarılı öğrencilerdir ya da istediklerinde istedikleri yerlere ulaşabilecek zeka düzeyine sahip insanlardır.
Ama "istedikleri yer" konusunda bir tercih yapıyorlar. Tercihleri "sosyalizm" dir ve böylece halkın kalbinde bir "yer" seçmiş oluyorlar.
Diğer yanda ise, aynı üniversitelerin aynı sıralarında oturan, başarılı ama sinsi, kokmaz bulaşmaz öğrenciler var. Sağcı olduklarını bile çok açığa vurmuyorlar, ülkü ocaklılar kadar samimi değiller.
Sonuçta, birinciler daha güzel bir dünya için savaşıp şehit düşerlerken, ikincilere ABD üniversitelerinin ufku açılıyor.
Ve sonra gelip 12 Eylül sonrasının düzlenmiş ortamında politik sahneye çıkıyorlar. Hem de hiç alışılmadık şekilde çok çok genç yaşlarda.
Herşeyin bir usulü var! Özdağlar usulü bilmiyor ve yıldızı kayıyor. Diğerleri ise yürümeyi sürdürüyorlar.

Yararlı Bir Kaynak: Philip Agee
Philip Agee'nin bütün devrimciler tarafından okunması son derece yararlı olan bir kitabı var. Philip Agee eski bir C1A ajanı ve anılarını yazıyor. Kitap daha çok Uruguay, Brezilya gibi Latin Amerika ülkelerindeki faaliyetleri inceliyor ama çok rahatlıkla genel bir düzeyde de okunabilir.
Agee, uzun anıları içinde geri-bıraktırılmış ülke polislerinin eğitildiği Panama okullarını ve bir çok başka ayrıntıyı da anlatıyor ama en önemlisi üniversiteler üzerine anlattıklarıdır. Geri-bıraktırılmış ülkelerden gelen master öğrencileri arasına CIA'nın nasıl daldığı, elaltından burslar ve özel ilişkilerle nasıl adam kazandığı uzun uzun anlatılır. Bugün öğrenci olanın yarın yönetici olacağı hesabı üzerine kurulu sabırlı ve uzun vadeli bir çalışmadır bu. Agee, Latin Amerika politikacılarından isim isim örnekler de verir. Listede kimler yoktur ki; maaşlı gazeteciler, yüksek bürokratlar, emniyet müdürleri, hatta kendi maaşıyla yetinmeyip CIA'dan da maaş alan cumhur başkanları...
İnsan, Agee'yi okuyunca çevresine artık daha farklı gözlerle bakıyor. Ve çevreden bir dizi ilginç çağrışım yakalıyor.
Bütün bunları ayrıntılı olarak yorumlamak kuşkusuz çok önemli değildir. Sonuçta bağımlılık bir sistem sorunudur ve bireylerle açıklanabilmesi mümkün değildir, sağlıklı da değildir.
Ama yine de geniş düşünmenin yararlı olmadığı
söylenemez.
İnsan yeterince geniş düşünce bir çok yeni çağrışımı keşfediyor.
Ve o zaman şu klasik dinsel soru gelip kapımıza dayanınca çok şaşırtıcı oluyor:
"Merhumu nasıl bilirdiniz?"
Bize niye soruyorlar bunu?
Nereden bilebiliriz?
Sicili ve bordrosu bizde değildi ki!

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92