Barikat okurları 1 Mayıs 92'yi anımsıyorlar. 92 1 Mayısında
işin içine SP faktörünün de girdiği uzun ve tartışmalı
bir süreç sonucu İstanbul'daki sol güçlerin tamamına
yakın bir bölümü Gaziosmanpaşa mitingine gelmiş ve mümkün
olan yapılmaya çalışılmıştı. BARİKAT'ın o günlerde çıkan
sayısında özetlediğimiz tartışma süreci sonuçta çok
uzun süredir ilk kez yapılan yasal bir l Mayıs gösterisine
yol açmıştı.
Doğrusu, 92'deki Gaziosmanpaşa mitinginin katılım açısından,
renklilik açısından çok iç açıcı olduğu söylenemezdi.
Yaşanan büyük erozyonun izlerini görmek için pek zahmete
girmek gerekmiyordu. Geçmişin kötü izlenimlerinin ve
baskı süreçlerinin özellikle sınıfın tabanını hâlâ etkilediği
görülebiliyordu. Sosyalist hareketin yaşadığı çok yönlü
tahribat da miting alanına yansıyordu.
Ama öte yandan l Mayıs 92'nin verdiği çok ciddi işaretlerde
vardı. Yeni bir şeylerin filizlendiği, bir canlanmanın
artık daha mümkün hale geldiği çok açıktı.
93 Mayıs'ına Gelirken...
l Mayıs'ların işçi sınıfının mücadelesi açısından ilginç
bir özelliği vardır. Belki yüzeysel bir değerlendirme
ile bakıldığında sınıf mücadelesi tarihindeki günlerden
biri gibi görünüyor ama gerçekte daha farklı bir önem
taşıyor. l Mayıs, bir gün içerisine sığan eylemlerin,
kutlamaların toplamı olmanın ötesine, hem yaşanan konjonktürdeki
güçler dengesinin, siyasi durumun, hem de işçi sınıfı
mücadelesinin yakaladığı ivmenin ayrıntılı bir fotoğrafı
oluyor.
Mayıs 93'de bir genel manzara, bir arka plan fotoğrafı
üzerinde gelip gündemimize girdi.
Bu arka planda (uluslararası düzeyde düşünürsek) emperyalist
sistemin büyük fiyaskosunun ön belirtileri vardı. Reel
sosyalizmin
çöküntüsünün yarattığı zafer sarhoşluğunda kendini "alternatifsiz"
ilan eden emperyalist sistemin boyası yavaş yavaş dökülürken,
"Yeni Dünya Düzeni" haydutluğu da yeni bir
hoşnutsuzluk dalgasının filizlerini büyütüyordu. Öte
yandan özellikle son bir yıllık süreç, eski sosyalist
ülkelerde de raundun henüz sona ermediğini -henüz ön
belirtileriyle de olsa- ortaya koyuyordu. Bu ülkelerde
sosyalist-alternatiflerin olağanüstü zayıfladığı ama
tükenmediği gözlenirken, kitlelerin de kapitalist nimetleri
pek tutmadığı anlaşılıyordu.
İçte ise, 500 günü -kendi programı açısından bile- bomboş
geçirmiş bir koalisyonun daha net görülebilen fiyaskosu
yaşanıyordu. Sağ kesimde durmadan üretilen ANA-YOL vb.
türü yeni koalisyon alternatiflerinin tehdidi altında
varlığını sürdürebilen koalisyon, ekonomik anlamda kitleleri
tatmin edebilecek, başlangıçtaki iyimserliği haklı çıkararak
bir başarı sağlayamamıştı. Siyasal alanda ise ilk günlerde
"devrim gibi" diye lanse edilen reform programları
ya rafa kaldırılmış ya da olduğundan farklı şekiller
almıştı. İlan edilen "500 gün"ün sonuna geldiğinde
karşımıza çıkan ise "yeni ve "gösterişli"
vaatlerden oluşan ikinci bir "paket"ti.
Devrimci hareketi terör yoluyla ezerken kitle hareketini
de yedekleme perspektifiyle uygulanan politikaların
geçen zaman içerisinde başarı sağladığı pek söylenemez.
En yoğun sokak infazları ile kitle hareketine yönelik
en yoğun "yumuşatıcı" önlemler bu sürece denk
düştü. Ama, bir yanda devrimci hareket herşeye rağmen
diriliğini korurken, öte yandan sistemin kitlelere verebileceklerinin
maddi-ekonomik sınırları sosyal yedeklemenin önünü kesiyordu.
Zonguldak sözleşmesi gibi bazıları bu yolla nispeten
atlatılabildi ama genel düzeyde bir "süt liman"
durumu da bu süreçte yaratılamadı. Sınıfın hareketinin
"uysallaştırılması" planının sınırları ise
gün geçtikçe daralıyordu.
Herşeye karşın '93 baharında yine de bugünkü koalisyonun
burjuvazi açısından en "uygun durum" olduğu
söylenebilir. Farklı bazı alternatiflerin aritmetik
imkânları olduğu halde, bu tür yeni koalisyon arayışlarının
henüz spekülasyon halinde kalması, burjuvazi açısından
DYP-SHP tercihinin devam ettiği şeklinde yorumlanabilir.
"Ateşkes" ise bütün bunların üstüne gelişmişti.
Ne kadar kabadayı ağızları yapılırsa yapılsın gerçekte
"Ateşkes" oligarşi için rahatlatıcı bir faktör
oldu. Ya da en azından şimdilik durum öyle görünmektedir.
Ve zaten bu "bahar" zeminin kaygan olduğu
da son gelişmelerle ve hızlanan savaşla birlikte ortaya
çıkmıştır.
İşte 1993 Nisanı böylesi bir fon üzerinde geldiğinde,
bu kez önümüze çok ilginç bir manzara çıktı. 92'de 1
Mayıs'ın sahiplenicileri doğrusu pek azdı. Dergiler
platformunda kendini ifade eden devrimci güçler, kamu
sendikaları ve TÜRK-İŞ'in İstanbul şubelerinin bazıları
çaba gösterirken, TÜRK-İŞ ve DİSK uzlaşma halinde "salon
kutlaması" oyununu icatetmişlerdi.
Oysa bu yıl, aynı konfederasyonlar daha farklı bir tutum
içindeydiler. Nedense, herkesin yelkenlerine bir rüzgâr
esmişti. TÜRK-İŞ kırk yıl sonra bir "komünist bayramı"
kutlaması için hamle yapıyor, HAK-İŞ Taksim kabadayılığına
soyunuyor, DİSK herkese çağrı üstüne çağrı yapıyordu.
Elbette yelkenlere dalan, çok bilinmeyen bir rüzgâr
değildi. Oligarşinin temsilcileri aslında artık l Mayıs'ı
bütünüyle reddetme tavrını uzun süredir bırakmışlar
ve onun içeriğini boşaltma yolunu zorluyorlardı. l Mayıs'ın
devrimci geleneği yaşanan bütün olumsuzluklara karşın
kurumamıştı, devrimci hareket belki yüzbinlerle değil
ama kendi gücü oranında bu geleneği hep sürdürmüştü.
Gelinen noktada l Mayıs artık gündeme oturmuş bir olguydu.
İçerik boşaltma işlemi böyle bir gereksinim üzerine
oturuyordu ve zaten koalisyonun terörle yedekleme politikalarını
kaynaştıran programına da uygundu. Belli yeşil ışıkların
yakılması gerekliydi ve yakıldı. Özellikle TÜRK-İŞ bünyesindeki
mekanizmaları çalıştırıp resmi bir tören düzenlemek
öncelikli plandı. Ki, zaten TÜRK-İŞ üst yönetimi birden
l Mayıs savunucusu kesiliyor ve Şişli Abide-i Hürriyet
Meydanı için başvuru yapıyordu.
Başvurunun ardından izin çok gecikmedi. TÜRK-İŞ'e l
Mayıs için Abide-i Hürriyet verilirken, DİSK, HEP gibi
başkalarına ise 8 Mayıs, 15 Mayıs gibi ilgisiz tarihlerde
izin veriliyordu. Bu arada, DİSK'in önce Taksim için,
sonra da Sultanahmet için yaptığı başvurular reddediliyor,
İdari Mahkeme'de açılan dava ise sürüncemeye bırakılıyordu.
Valiliğin gerekçesi alışılmış türden bir gerekçeydi.
TÜRK-İŞ yönetiminin tavrı açıktı. Yalnızca kendi denetimlerinde
bir miting yapacaklarını, başkalarıyla birlikte bir
organizasyona girmeyeceklerini, özellikle sol gruplarla
kesin olarak işbirliğinin sözkonusu olmadığını açıklamışlardı.
Özellikle Şemsi Denizer ve Bayram Meral'in görüşmelerde
kullandığı ifadeler çok açıktı. Şemsi Denizer "kimseye
pankart açtırmayacağı" tehditlerini ortalığa savururken.
Bayram Meral, güvenlik için görevlendirilmiş işçilere
"farklı pankart açanları önce uyarmaları, sonra
da tertip komitesine bildirmeleri" talimatı veriyordu.
Kuşkusuz tertip komitesi de bu tür durumlar için polisi
düşünüyordu. Uzun süredir TÜRK-İŞ'e çöreklenmiş Yıldırım
Koç gibi akıl hocaları ise daha hakaret içeren sözcüklerle
aynı mantığı ifade ediyordu.
DİSK'in birkaç kez yinelediği birlikte organizasyon
çağrıları ise TÜRK-İŞ tarafından tam bir katılıkla reddedilmiş,
kamu sendikalarının çabaları da boşa çıkmıştı. Sonuçta
kamu-sendikaları da DİSK'le birlikte hareket etme kararı
almışlardı.
Bu noktada durum oldukça bulanıklaşmıştı. Kuşkusuz devrimci
güçlerin tam bir bütünlükle müdahalesi TÜRK-İŞ mitingini
fiili olarak farklılaşabilirdi. Ama bu bütünlüğün tam
sağlanabilmesi de zor görünüyordu. Sonuçta egemen güçler
sınıfın bölündüğü, sınıfla sosyalist güçlerin temas
kuramadığı bir l Mayıs günü istiyorlardı.
Bütün bu tartışmalar sürerken valilik ilk kez kendi
kuralını çiğnedi ve aynı gün Pendik için DİSK ve kamu-sendikaları
mitingine izin verdi. Bu değişikliğin nedenleri tabii
yorumlanabilir. Sosyal Demokrat politikacıların etkileri
belki sayılabilir ya da egemen güçlerin zaten var olan
"sınıfı bölme" düşüncesi burada hesaba katılabilir.
Ama sanıyoruz en önemli sebeplerden biri de TÜRK-İŞ
dışındaki cephede hatırı sayılır bir gücün birikmesi
ve bu güce de düzen-içi bir kanal açma gereksinmesiydi.
Bu kez ortaya iki miting durumu çıkmıştı. Bir yanda
TÜRK-İŞ yönetiminin organize ettiği ve farklı düşünen
İstanbul şubelerinin de kendi kaygılarıyla boyun eğdiği
Şişli mitingi ve öte yanda DİSK-kamu sendikalarının
kümelendiği Pendik mitingi...
Devrimci güçlerin bir bölümü baştan beri "Dergiler
Platformu" olayını anlamsız bulmuş, katılmamış
ve daha en başta sendikal çalışma alanlarının etkisiyle
TÜRK-İŞ mitingini seçmişlerdi. Dergiler Platformu çerçevesinde
toplanan güçler ise birlik kaygılarını sonuna dek korudular.
Sonuna dek sınıfın bölünmeyeceği, l Mayıs geleneğinin
de bozulmayacağı birlik alternatiflerini tartıştılar,
çeşitli girişimler yaptılar. Ve sonuçta gelip bir tercih
noktasına dayanıldı. Bu noktada platforma katılan güçlerden
de bir bölümü TÜRK-İŞ mitingini tercih etmiş ve durum
netleşmişti.
Tabii sonuçta bu manzaranın hazin olduğu ve devrimci
hareketin durumunu bir ölçüde yansıttığı söylenebilir.
Sosyalist hareketlerin, sendikaların tercihlerine bağlı
olarak tercihler yapma durumunda olmaları, kendi ağırlıklarının
süreci damgalayamıyor oluşu çok derin bir başka tartışmanın
konusudur.
Ama, gelinen nokta buydu. Bu noktada çok net olarak
Şişli-Pendik ikilemi ve tercih zorunluluğu vardı. Ve
bu noktada genelde hakim olan görüş, Şişli'de kalabalık,
büyük bir miting olacağı, Pendik'te ise daha zayıf ama
daha radikal bir mitingin yaşanacağıydı. DİSK'in bilinen
zayıflığı da bu düşüncede rol oynuyordu. Ve Şişli'de
işçileri solun karşısına çıkararak bir provokasyon yaratılması
da ciddi bir olasılıktı.
BARİKAT, uzun bir süre bütün bu gelişmeleri ölçüp biçmeye
çalıştı.
Önceki yıl da savunduğumuz bir perspektif vardı: Biz
BARİKAT olarak devrimci güçlerin ve sınıfın moral depolayacakları
büyük gösterilere ihtiyacı olduğunu düşünüyorduk. Gerek
işçi sınıfı ve hatta çeşitli toplum katmanları, gerekse
devrimci kesim ve devrimci insanlar son yıllarda zorlu
süreçler yaşamışlar, yoğun medya bombardımanı altında
bunalmışlardı. Sosyalistlerin belinin doğrulmayacağı
demagojisiyle sabah akşam milyonların beyni işlenmişti.
Bu noktada devrimci geleneği koruyan büyük bir gösteri
çok önemliydi. Eğer tam bir homojenlik içinde gidilebilseydi,
bu Şişli'de de mümkündü. Bütün güçlerin yığılmasıyla
Bayram Meral'ler yalnızlaştırılabilinirdi. Ama bunun
mümkün olmadığı koşullarda, 1 Mayıs'ın devrimci geleneğinin
korunduğu bir ortamda bulunmak gerekiyordu. Böylesi
zor bir seçim yapıldı.
Sonuçta her şey netleşmişti ve artık kent olarak İstanbul
da havaya girmişti.
Bugün itiraf etmek gerekir ki, Pendik mitingi nicel
anlamdaki kaygıların önemli bir bölümünün doğru olmadığını
meydana çıkardı. Pendik mitingi, sınıfın ve sosyalist
hareketin nicel anlamda da birşeyleri artık aşmaya başladığının
çok ciddi göstergesi oldu. Bu bakımdan geçen yılın l
Mayısıyla kıyaslanamayacak ölçüde bir görkemlilik sergiledi.
Hem sayısal anlamda, hem de politik renklilik, katılan
insanların moral canlılıkları anlamında çok olumlu yönler
sergiledi. Moral canlılık çok önemsenmelidir, bu geçen
yıl çok zayıf kalan bir şeydi, istisnasız her politik
hareket bu yıl çok daha kitleseldi ve bunu da genelde
sosyalist hareketin hanesine bir olumlu puan olarak
kaydetmek gerekiyor.
Başta da söylediğimiz gibi, l Mayıs'ların en önemli
özelliği devrimci güçlerin ve toplumsal muhalefetin
o konjonktürdeki verili durumunu sergiliyor olmasıdır.
Ve bu anlamda bu yıl çok umut verici gözlemler yapıldığı
söylenebilir. Ayrıca, Şişli mitinginin de oligarşinin
planlarına tam uymadığı, bütünüyle bir "resmi tören"
yaratılmadığı söylenmeli ve yine bir olumluluk olarak
not düşülmelidir.
Miting Alanı ve DİSK'in TelaşıI...
Bütün bu olumlulukların yanında bir dizi karışıklık
da yaşandı. DİSK yöneticileri bu açıdan gerçek bir hayal
kırıklığının kaynağıydı. 70'Ii yılların büyük miting
organizasyonlarını anımsayanlar bugünkü DİSK'in durumunu
izlediklerinde vardıkları sonuç buydu. Bir dizi yeteneğin
ve refleksin körelmiş olduğu gözleniyordu. Miting için
Pendik'in seçilişinden yürüyüşün düzenlenmesine dek
yığınla karışıklık bu körelmeyi sergiliyordu. Bu, yalnızca
uzun yıllar kapalı kalmaktan değil, bugünkü yöneticilerin
dün zaten mevcut olan bürokrat konumlarının geçen zaman
içerisinde iyice kökleşmesinden de kaynaklanıyordu.
(Bu anlamda, DİSK'in olası bir büyümesinin ancak yeni
bir sosyalist kuşağı ile mümkün olduğu söylenmelidir.)
Örneğin bu anlamda, mitingin erkenden bitirilmesi hiç
de bir teknik aksaklık değildi. Sözkonusu olan şey kimsenin
ummadığı ölçüde bir nicel gücün ortaya çıkması karşısında
DİSK yönetiminin telaşa kapılmasıydı. Ortaya çıkan manzaradan
duyulan ürküntü, onları "bir an önce" mitingi
bitirme kaygısına itmiştir. Öyle ki, bunu yaparken birlikte
organizasyon yaptıkları kamu sendikalarına danışma nezaketini
bile duymamışlardır. Özellikle devrimci güçlere duydukları
güvensizlik DİSK yönetimini paniğe yöneltmiştir. Sonuçta,
son derece renkli ve sorumlu bir tempoda yürüyen miting,
daha grupların tümü alana bile girmeden aceleyle bitirilmiştir.
Böylece bir güzellik yarıda kesilmiş, kitlenin coşkusu
söndürülmüştür.
94'e Taşınabilecek Filizler...
Herşeye karşın 93 l Mayıs'ının çok anlamlı olduğu kuşku
götürmez. 80 öncesi ile kıyaslamalarbu fasılda çok doğru
değildir. Yeni bir konjonktür yaşanmaktadır ve gelinen
noktayı değerlendirirken bu yeni koşullar içinde düşünmek
ve ilerleme-gerileme kavramlarını böyle bir çerçevede
konumlandırmak gerekir.
Böyle bakıldığında l Mayıs '93 gelinen noktanın bir
fotoğrafı olarak olumlu renkleriyle kendini vurgulamaktadır.
Özellikle siyasi psikoloji açısından devrimci hareket
için kadrolardan sempatizanlara dek uzanan bir itici
güç yaratmıştır.
Manzarada zayıf kalan renk ise, sosyalist güçlerin kendilerine
olan
güvenleridir. Hiç de azımsanmayacak güçleri temsil eden
sosyalist hareket artık daha atak ve inisiyatifli olmalı,
kendi dışındaki toplumsal muhalefet örgütleri ile daha
düzeyli ilişkiler kurulmalıdır. Sürecin öznesi olma
yolunda daha güvenli adımlar atılmalıdır. Ve belki bu
işlev için yetersiz kalan Dergiler Platformu gibi ifade
biçimleri yerine yeni biçimler aranmalıdır.
1994 Mayısında ortaya çıkacak manzara böylece çok daha
sağlıklı olacak, yeni bir kilometre taşı yaratılabilecektir
.
İZMİR'DE
1 MAYIS-İzmir Barikat
Bütün ülkelerin isçileri 1800'lü
yıllardan bu yana örneklerinin karşılığını alma,
yani ekonomik talepli örgütlenme, sosyal, siyasal
yeni kazanımlar elde etme amaçlı mücadelelerin
sembolleştiği, bütün dünya işçilerinin birlik
dayanışma ve mücadele günü olan l MAYIS bir çok
ülkede emekçilerin kazandığı bir hak olarak yasal
bir şekilde kutlanırken, sömürünün, baskının daha
yoğun olduğu bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde
hakim sınıflarca yasa dışı bir gün olarak görülüyor,
işçilerin o gün alanlara çıkması engelleniyor.
Bu faşist yasalarla gerçekleştirilemediği zaman
devletin faşist terörü devreye giriyor ve resmi
yada gayri resmi militarize güçler saldırtılarak,
katliam, provokasyon yöntemleri ile yapılıyor.
Ülkemiz l Mayıs eylemlilikleri bu tür devlet kaynaklı
provokasyon ve saldırıların çokça yaşandığı günlerdir.
l Mayıs 1977 hâlâ unutulmadı.
Ülkemizin en yoğun bağımlılık ilişkilerinin içinde
olduğu Amerikan emperyalizmi ve onun ülkemizdeki
uzantısı hakim sınıfların sömürü ittifakı oligarşik
dikta, gerek sömürülerini arttırmak, gerekse her
türden örgütlülükleri dağıtarak toplumsal muhalefeti,
devrimci mücadeleyi engellemek için, kısacası
sömürü ve baskıya dayalı kurulu faşist-kapitalist
düzenlerini güçlendirmek, devam ettirmek için
gerçekleştirdikleri 12 Eylül 1980 faşist cuntası
sonrası, estirilen devlet terörü (idamlar, katliamlar,
işkenceler, hapishanelerin doldurulması, sürgünler,
isten atılmalar) ekonomik kuşatma, ideolojik bombardıman
sonrası ülkemizde toplumsal muhalefet, devrimci
mücadele ve toplumsal örgütlülükler geriletilmiş,
dağıtılmıştı. Yenilginin yengi yıllarına dönüşeceğini
sosyalistler en zor koşullarda bile haykırmıştı.
Ülkemizde günler o günlere doğru evrilmeye başladı.
Her türlü engellemeye rağmen, gözdağına rağmen,
ülkemizde bu yıl 1 Mayıs, 12 Eylül 1980'den bu
yana başta İstanbul, İzmir ve Ankara olmak bir
çok yerde üzere kitlesel biçimde kutlanmaya çalışıldı.
Özel mülkiyetin ve ezen ezilen, yöneten yönetilen
sınıf ve bunların çelişkilerinin olduğu köylü,
memur, öğrenci kitlesi geçen yıldan daha kalabalık
ve daha coşkulu biçimde alanlarda idiler.
Politikaları ve gerçekleştirdikleri 12 Eylül cuntası
devamı ana politikalarından farklı olmayan DYP-SHP
koalisyonu, baştan itibaren kitleleri kandırmak
için kullandığı, demokratikleşme, şeffaflık yalanlarının
arkasına artık saklanamıyor. Kürdistan hariç güçlü
bir devrimci muhalefet olmamasına rağmen, işçiler,
emekçiler yaşamlarından memnun değildir.
Çalışanların işçi, memur ücretleri yaşamlarını
sürdürmeye yetmiyor. Köylülük ürettiğinin karşılığını
alamıyor, her geçen gün daha çok yoksullaşıyor,
esnaf dükkanlarını kapatıp işçileşiyorlar.
İşten atmalar çok yoğun biçimde yaşanıyor, düşük
ücretle işçi çalıştırma ve Örgütsüzlük anlamına
gelen taşeronlaştırma, devlet politikası haline
geldi. Devlet işletmelerinde, özel şirketlerde,
belediyelerde yoğun bir şekilde sürüyor.
Başını ABD'nin çektiği emperyalist güçlerin, dünya
halklarının daha yoğun sömürü ve baskı altına
alınmasını içeren, "Yeni Dünya Düzeni"
diye adlandırılan süreç sosyalist bilinen ülkelerde
zaaf, gerileme, olumsuzluklar nedeniyle hiç bir
engelleme ile karşılaşılmadan gidilecek sanıldı.
Ama bir yere gitmeyeceği, gidemeyeceğini dünya
halkları göstermeye başladı. Kürt halkının gösterdiği
gibi, Kürdistan'da yaşanan, oligarşinin hazırlıksız
yakalandığı ulusal kurtuluş hareketinin tek taraflı
ilan ettiği ateşkes sürecinin, hakim sınıflar
nezdinde sıkıntısı ülkemizde devam ederken emperyalist
güçlerin ve onların işbirlikçileri hakim sınıfların
çıkarlarını en iyi koruyabilen ve onlara en iyi
hizmet edenlerden biri olan Turgut Özal'ın ölümünün
yaşandığı günlere denk düşen bu yılki l Mayıs,
dolayısıyla gözlerin Türkiye'ye çevrildiği günlere
denk geldi.
İşte bu günlerde İzmir'de Türk-İş'e bağlı Belediye-İş
6 No'lu Şube, Tüm-Tis, Basın-İş, Deri-İş, Seliloz-İş
ve 14 kamu sendikasından oluşan kamu sendikaları
platformu adına Eğit-Sen l ve 2 No'lu şubeleri.
Tüm Bel-Sen 2 No'lu Şube, Tüm-Sağlık Sen, Tüm
Maliye Sen, Maden Sen'den oluşan tertip komitesinin
valiliğe yaptığı başvuru, devletin tüm kurumlarında
Özal'ın ölümünün yarattığı üzüntü ve matem(!)
nedeniyle geciktirilerek yanıtlandı.
İstenilen Konak alanı değil de, geçen yıl 1 Mayıs
eyleminin gerçekleştirildiği Balık Hali önüne
izin verildi.
Burjuva yasalarınca halen yasal olmayan l Mayıs'ın
kutlanmasına devletin izin vermeyeceğini veya
nasıl engellemeye çalışılacağı son günlere kadar
açıklama yapılmadığı için belirsizliğini korurken
l Mayıs anlamına uygun kararlı olan güçler biraraya
gelerek o günün anlamına en uygun sağlıklı bir
biçimde kutlanmasının ortaklığını yakalamaya çalışırken,
emekçilerin çıkarlarını koruma, geliştirme anlamından
uzak, kendi çıkarlarını ve yerlerini koruma derdinde
olan sarı sendika Türk-İş başta olmak üzere sendikalar
federasyonlarının merkezleri, düzen partileri
SHP-DSP ile kolkola, birlikte değil ayrı ayrı,
işçi sınıfı ve yandaşlarının güçlerini bölme çabası,
birbirlerine karşı gövde gösterisi derdi ile işçi
ve sınıfı tüm çalışanlar için çok özel anlamı
olan l Mayıs'ı devlet törenine dönüştürme çabası
ve tavrı içinde oldular. Tüm sendika şube yöneticilerine
bu temelde baskı yaptılar. Taksim'de bir araya
gelme ısrarı, Taksim alanına çıkmama kararsızlığı
ve İstanbul'da, farklı yerlerde kutlanması ile
1 Mayıs için ülkenin uzak yerlerinden insanların
oraya gitmesi istendi. Sonuçta bazı sosyalist
dergi çevreleri de bu anlayışla hareket etti.
l Mayıs'ın, tüm güçlerin ortak katılımı ile Taksim'de
kullanamayacağı anlaşılınca, bu yıl l Mayıs bölgesel
merkezde kutlanmasını savunan Barikat okurları
bu anlayışa bağlı olarak Ege bölgesinde, İzmir
merkezli kitlesel coşkulu, günün anlamına uygun,
birlik, dayanışma, mücadele günü olgusunu ön plana
çıkaran l Mayıs günü gerçekleşmesi için, kendi
gerçekliklerinin de bilincinde olarak, dışındaki
güçler, diğer sosyalist dergiler, sendikalar,
İHD gibi demokratik kitle örgütleri ile -onların
da gerçekliklerinin bilincinde olarak- ayrılıkları
değil de ortaklıkları ön plana çıkaran bir çaba
ve tavır içinde olmuş, tertip komitesine bildiri
ve afişlerin yapıştırılmasında da gücü oranında
yardım etmiş, mitingin ve günün olabildiğince
geniş katılımlı, sağlıklı ve disiplinli geçmesi
için ısrarlı olmuş ve bu konuda aşırı çaba harcamıştır.
Tüm bunlara rağmen, eksiklikleri ve zaafları olmuştur.
Geçen yıllara göre daha kitlesel daha coşkulu
bir biçimde ve alanlarda kutlanan bu yıl ki l
Mayıs gelecek günlerdeki güzel günlerin müjdecisi
idi. Her türlü olumsuzluğa ve engellemeye rağmen
yüzbinler alanlara çıktı.
Gelecek yıl yine alanlardayız. Tüm ezilenlerin
sömürülenlerin, baskı altında olanların, bunlara
son verme, özgür bir yarın kurma kavgası, emperyalizme,
oligarşiye ve faşizme karşı Barikatların güçlendirilmesi
Devrimci Kurtuluş Mücadelesinin yükseltilmesi
ile gerçekleşecektir.
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ !
|
|