Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Ş. Onursal

Devrimci Sosyalist Parti, savaş örgütüdür ve iktidar mücadelesini yönetir, tüm parti yaşamını da bu temelde örgütler.
Ülkemiz emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge bir ülkedir.Yeni sömürgecilik ilişkileri, sadece emperyalizme tam bağımlılığı ifade etmiyor, aynı zamanda tüm demokratik hak ve özgürlükleri inkâr eden bir sistemi ve devlet biçimini; sürekli faşizmi ifade ediyor. Emperyalizme ve oligarşiye dayanan faşizm, tüm demokratik gelişmelerin önünü tıkıyor, proletarya ve emekçi sınıfları ve Kürt ulusunun demokratik haklarını terör yöntemi başta olmak üzere, her türlü yöntemi kullanarak yok etmeye çalışıyor. Öte yandan, neo-liberal emperyalist saldırı politikaları ile özellikle 1980’den bu yana, “özelleştirme”, “esnek üretim...” vb. adı altında vahşi sömürü dayatılıyor. Bu vahşi sömürü ilişkilerine karşı her hak arayışı faşist baskı aygıtları ve terör yoluyla bastırılmaya çalışılıyor. Faşist baskı aygıtları ve devlet mekanizması sömürü ilişkilerinin, sınıf dengelerinin ve uluslararası ilişkilerin gelişim seyrine bağlı olarak yeni biçimler kazanıyor, daha inceltilmiş yöntemler geliştiriyor.
Emperyalizm baskı ve egemenliğe, yeni-sömürgeciliğe, kapitalist barbarlığa, faşist teröre karşı, devrim zorunlu, güncel ve ertelenemez bir görev olarak önümüzde duruyor. Bu bağlamda, bu ülkede, anti-emperyalist anti-oligarşik Demokratik Halk Devrimi (DHD), sınıfsal, ulusal ve cinsiyete ilişkin çelişkilerin çözüm platformudur. Demokratik ve sosyalist görevleri içeren, proletaryanın hegemonyasında, işçi-köylü temelinde gerçekleşecek bu devrim, hızla ve kesintisiz biçimde sosyalizme dönüşecektir. Proletarya diktatörlüğünün özgün bir biçimi olarak ortaya çıkacak, ancak proletaryanın yanı sıra, tüm emekçi sınıfların iktidarı paylaşacakları demokratik halk iktidarı, devrimin temel hedefidir... Demokratik halk iktidarı, emperyalizmin tüm ilişkilerini dağıtacak, faşizmi tasfiye edecek, başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere tüm demokratik sorunları çözecektir. Demokratik halk iktidarı, proletaryanın hegamonyasında bir iktidar olduğundan, devrimin ertesi günü, kesintisiz sosyalizme yönelecek, sosyalizmle arasındaki tüm mesafeyi kısaltacak ve sosyalizm bu ülkede muzaffer olacaktır.
Anti-emperyalist anti-oligarşık DHD, devrimimizin stratejik hedefidir; olduğu yerde durmayacak, sosyalizme yönelecektir. Ve bu stratejik hedefe ulaşmak, ancak uzun süreli bir halk savaşıyla, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi (PASS) ile mümkündür. Halk savaşı, 2. Bunalım Döneminde, Çin ve Vietnam Devrim deneylerinde, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde, devrim stratejisi olarak ortaya çıkmıştır. Bu klasik halk savaşı; silahlı mücadele temelinde, kısa bir gerilla savaşı ile halk ordusunun inşa edilmesine, zayıf mahalli otoritenin parçalanarak iktidarın parça parça alınmasına, devrimin kırlardan şehirleri kuşatmasına dayanır... Hiç şüphesiz bu strateji, 2. Bunalım Dönemi’nin özelliklerini yansıtmaktadır... Bu dönemde, emperyalist işgal açıktır, ülke yarı-feodaldir, güçlü merkezi iktidardan öte zayıf mahalli iktidarlar söz konusu olup, bu mahalli iktidarlar, çeşitli emperyalist güçlere dayanır. Temel çelişki, emperyalizm ve feodalizmle, geniş köylü yığınları arasındadır; nüfusun önemli bir kısmı, %80-90 oranında, kırsal alanda feodal ve yarı-feodal ilişkiler içinde yaşar; proletarya liman kentlerde yaygınlaşmıştır, nicel olarak zayıftır. İşte klasik halk savaşı bu toplumsal zemin ve ilişkiler üzerinde, Milli Demokratik Devrime (MDD) ulaşmada stratejik rol oynamıştır.
Bizim gibi, yeni-sömürge ülkelerde uzun süreli halk savaşı, bir başka ifade ile PASS, klasik halk savaşlarından daha geniş niteliklere sahiptir. Toplumsal süreç, yeni-sömürge ülkelerde, feodal ve yarı-feodal değil, kapitalisttir. Emperyalist işgal biçimi açık değil, gizlidir. Bu toplumsal süreç, güçlü merkezi oligarşileri yaratmış, zayıf mahalli/feodal otorite tarihe karışmıştır. Şehirleşme ve devrimde proletaryanın rolü, kapitalist gelişmeye paralel artmış, feodalizm çözülmüştür. Emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşiye dayanan merkezi iktidar; faşizm süreklidir ve tüm demokratik hak ve özgürlükler inkâr edilmiştir. Baş çelişki, emperyalizm-oligarşi ile tüm emekçi sınıflar arasındadır, emek-sermaye çelişkisi temeldir... Tüm bunlar; devrim stratejisine yeni özellikler katıyor, onu zenginleştiriyor. PASS, uzun süreli halk savaşıdır; Silahlı propaganda temel olup, şehir-kır diyalektiğine dayanır.. Şehir ve kır gerilla mücadelesini içeren öncü aşaması, PASS’ın stratejik bir evresidir;bu evre halk ordusu ile tamamlanır.
Hiç şüphesiz bu mücadeleye Devrimci Sosyalist Politik İrade/Parti önderlik edecektir. Ancak tek örgüt biçimi parti değildir, devrim süreci Parti-Cephe-Ordu örgütlenmeleri sac ayağı üzerinden gelişecektir ve zafere yürüyecektir.
İşte, Devrimci Sosyalist Parti, parti yaşamını bu mücadele hattı temelinde ele alacak, leninizmin temel örgütlenme ilkeleri bu devrim stratejisi ile ete-kemiğe bürünecektir. Özetle ifade etmek gerekirse Devrimci Sosyalist Partinin, parti yaşamında temel ilkeleri şunlardır:
a) Parti ve Cephe üyelerinin Parti Merkezine, azınlığın çoğunluk iradesine; alt komite ve organların üst komite ve organlara; bütün komite ve organların merkez komitesine tabi olduğu demokratik merkeziyetçilik ilkesi.
b) İlkeli-kurallı bir parti yaşamı için disiplin ilkesi
c) Parti yaşamının kolektif tarzda büyütülmesi ve hatalardan ders çıkarabilmesi için, ilkeli-kurallı-disiplinli eleştiri ve özeleştiri ilkesi.
d) Düşmanın her türden saldırısına karşı her koşul altında savaşan ve dayanan bir parti ve parti yaşamı için, illegalitenin önemi ve illegalite ilkesi...
e) Devrim stratejimizle uyumlu olarak, askeri önderlik ile politik önderliğin ayrılmaz birliğinin ve tüm yapısı ile devrimci savaşın içinde olan bir parti ve cephe yaratma iradesinin ve pratiğinin ifadesi olarak Politik ve Askeri Liderliğin Birliği ilkesi.
Bu temel ilkeler birbirinden koparılamaz, birbirlerini tamamlarlar. Bu ilkeler, Devrimci Politik İradenin savaş örgütü olması gerçeğine dayanır, mekanik ele alınamazlar ve Devrimci Politik İradenin sosyalizm anlayışı ile bütünsellik içerirler. Amaç ile araç arasındaki ilişki diyalektiktir; bu ilişki doğru kurulduğu ölçüde ilerleme sağlanır, tersi gerileme ve körleşmedir. Parti, amaca ulaşmada, stratejik bir araçtır. Böylesi bir araç olmazsa, proletarya kendi için sınıf olma rolünü oynayamaz; devrim ve sosyalizme ulaşmak mümkün değildir. Amaçtan uzaklaşan, ondan soyutlanan, onunla doğru bağ kuramayan tüm araçlar yozlaşmaya mahkumdur; bundan dolayı, Devrimci Sosyalist Parti, sosyalizm anlayışı ile bütünlüklü bir parti yaşamını örgütler. Hiç bir araç, “ilke” ya da kural, amaçtan soyut olamaz, kendi içinde, kendine özgü “amaç” haline gelemez. Bu tip amaçla araç arasında kopukluk ve yozlaşma örnekleri, devrim ve sosyalizm tarihinde ve Türkiye devrimci hareketi’nde de oldukça çoktur. Devrimci Sosyalizm, tüm bunları eleştirel ele alır, aracın fetişleştirilmesini, aracın başlı başına amaca dönüştürülmesini, aracın yozlaştırılıp meşru yöntemlerin bir yana itilmesini reddeder, parti yaşamında bunlara izin vermez.
O halde, parti yaşamımızda, her adımda göz önünde bulundurmamız gereken; devrimci yenilenme sürecimizde, bir kez daha bilincimize çıkarmamız gereken temel ilkeleri özetle ele alalım.

Demokratik Merkeziyetçilik İlkesi ve Merkeziyetçilik
Demokratik merkeziyetçilik ilkesi, sadece parti örgütlenmesinde değil, bir çok örgütlenme biçiminde; cephe-ordu, daha farklı örgütlenme biçimleri olarak, sendika-dernek vb. demokratik kitle örgütlenmelerinde görülür. Elbette, bu ilke, örneğin proletaryanın partisinde ve DKÖ’de ayrı ayrı işleve/içeriğe sahiptir. Tüm burjuva partilerinde de zaman zaman bu ilkeden bahsedilir; istinasız tüm reformist-legalist partilerde de, devrimci partilerde de bu ilke tüzüklerde mevcuttur. Ancak, bu ilkenin tüm partilerde aynı biçimde ele alındığı söylenemez; farklılık, önemli ölçüde amaçla, gelenekle, demokrasi ve mücadele kültürü ile kendini açığa vurur. Demokratik merkeziyetçilik ilkesi “örgütlü güvensizlik”(Lenin) olan tüzüklerin baş köşesindedir; ama demokratik merkeziyetçilik adına “bürokratik aygıtlara” veya “tartışma klubü”ne dönüşen örnekler hiç de az değildir. Demek ki, bizim ilk elden kavramamız gereken, bu ilkenin lafzı değil, ruhudur... Proletarya partisinde, bu ilke, devrim ve sosyalizm bilincinin ne ölçüde özümsendiğine, parti kültürünün ne ölçüde içselleştiğine paralel olarak anlam kazanır.
Demokratik merkeziyetçilik ilkesi, çoğu kez “demokrasi” ve “merkeziyetçilik” olarak ikiye ayrılmakta ve karşı karşıya getirilerek biri ele alınırken diğeri dıştalanmaktadır. Bu yanlıştır. Demokratik merkeziyetçilik ilkesi, tek bir ilkedir; “demokrasi” ve “merkeziyetçilik” bir bütünün iki yanıdır, bunlar birbirini dıştalamaz, tam tersine birbirini içerirler. Yanılgıların aksine, “merkeziyetçilik” kavramının karşıtı “demokrasi” değil, özerkliktir; “demokrasi” kavramının karşıtı da “merkeziyetçilik” değil, bürokrasidir, bürokratik diktatörlüktür. Devrimci Sosyalizm, demokratik merkeziyetçilik ilkesini, parti yaşamında, olmazsa olmaz bir ilke olarak ele alırken, bu ilkenin yozlaştırılmış tüm biçimlerini; bürokratik ve özerk aygıtları, bunları ifade eden örgütlenme biçimlerini tümden reddeder.
“Demokrasi” ve “merkeziyetçilik” kendi içinde, tek başına amaç olamazlar.. Demokratik merkeziyetçilik ilkesi, elbet nesnel-öznel koşullardan bağımsız ele alınamaz. Demokrasi, özünde siyasal bir kavram olup, azınlığın çoğunluğa uyma zorunluluğunu ve azınlığın haklarını güvence altına almayı içerir. “Demokrasi” adına, proletarya partisinde, sınırsız bir “eleştiri özgürlüğü” yoktur; kuralsız-ilkesiz-disiplinden uzak “demokrasi” olamaz, olan da “demokrasi” değil, anarşizmdir. Tersinden ele alırsak, “merkeziyetçilik” adına, demokratik hiçbir hakkın kullanılmadığı, merkezin sınırsız haklarla donatıldığı ve denetlenemediği bürokratik bir aygıt da savunulamaz. Eğer, parti yaşamında “demokrasi” veya “merkeziyetçilik” birbirinden koparılır, kendi içinde birer amaç haline dönüştürülürse, işaret ettiğimiz iki yozlaşmış parti modeli örneği ortaya çıkar. Bu yozlaşmış modeller proletarya partisi olamaz, onun birer karikatürü olabilirler. Demek ki, tekrar vurgulanırsa, “demokrasi” ve “merkeziyetçilik” ayrı ayrı değil, bütünsel ele alınmalıdır.
Lenin’in de ifade ettiği gibi, parti içinde demokrasinin iki koşulu var; bunlar “aleniyet/açıklık” ve “seçim” ilkeleridir. Parti yaşamında bu iki koşul veya ilke olmazsa, parti içi demokrasi, buna bağlı olarak demokratik merkeziyetcilik temel ilkesi uygulanamaz. Proletarya partisinde her şey ilkeli-kurallı-disiplinli ama tam bir açıklıkla ele alınır. Açıklık veya aleniyet gizlilik kuralının bir yana atılması demek değildir. Devrimci Sosyalizm ilişkilerin gizliliğini ama özellikle düşüncenin açıklığını savunur. Proletarya partisinde en sıkı gizlilik uygulanırken, pekala tam bir açıklık veya parti yasallığı da uygulanabilir. Seçim ilkesi, özünde demokrasi için bir koşul olurken, aynı zamanda yönetme sorununu da ifade ediyor. Proletarya partisi, “yukarıdan aşağıya örgütlenme”yi savunur, ama “aşağıdan yukarıya” denetim olur, “seçim” ve parti organları meşru yönetimlere dayanır. Seçim olmazsa, azınlığın çoğunluğa boyun eğmesi de sözkonusu olamaz. “Azınlığı” ve “çoğunluğu” ortaya çıkaran ölçülerden biridir seçim. O halde, proletarya partisinde, “aleniyet” ve “seçim” parti içi demokrasinin anlam kazandığı iki temel araçtır.
Ayrıca, unutmamak gerek, demokrasi sorunu, Lenin ve Stalin’in de işaret ettiği gibi, özünde bir kültür sorunudur. Eğer bir toplumda veya partide demokrasi kültürü gelişmemişse, bu yönde bir bilinç oluşmamışsa, demokrasi sözde kalır. Böyle bir “demokrasi” sakat, tahrip edici, hatta dönüp proletarya partisini vurucu nitelik kazanabilir.
Proletarya partisinde irade ve eylem birliği, ancak demokratik merkeziyetçilik ilkesinin ete-kemiğe bürünmesi ile sağlanabilir. Parti yaşamında, marksist kültürü özümlemiş partili bireyin rolü tartışılmaz önemdedir. Elbet parti, tek tek partili bireyin veya kadrolarının basit toplamı değildir, çok daha öte bir şeydir; ama nihayetinde özellikle temel kadrolar, parti yaşamının adeta “hücreleri”dir, parti yaşamına karakterini verir. Ayrıca, toplumsal süreçten, partili kadro ve bireylerden soyut ideolojik birlik ve ideolojik sağlamlık olamaz. Ve, bu doğal olarak katılımcılık, parti organlarında bir dizi eleştiri-öneri-farklı düşüncenin dile getirilmesini içerir. Katılımcılık, yalnızca partili bireylerin birer özne olmasının gereği değil, aynı zamanda sosyalizm anlayışımızın, bürokratizme karşı proletarya demokrasisinin bir gereğidir. Ve bu “katılımcılık” prensibinin “iki çizgi...”, “hizip hakkı”, “çoğulcu/kanatlı parti” gibi anti-marksist anlayışlarla ortak hiçbir yanı yoktur. Devrimci Sosyalizm, “yekpare” (monolitik değil) leninist parti anlayışını savunur; parti içinde farklı düşünce-öneri ve eleştirileri program ve tüzük çerçevesinde ele alır; farklı düşünce ve önerileri, partinin iradesini oluşturan program ve tüzük iradesini yok etmediği sürece zaafiyet işareti olarak değil, güçlendirici (en azından doğal bir durum) bir faktör olarak ele alır.. Parti, tek irade ve eylem birliği demektir; katılımcılık, irade ve eylem birliğini güçlendirir.
Bunlar, parti yaşamında, hak ve görev bilinci ile ele alınmak zorundadır. Nerede hak varsa, orada aynı zamanda sorumluluk vardır. Parti yaşamı ve sorunlar bu bilinçle, bu yaklaşım temelinde ele alınmalıdır. Proletarya partisinde meşru olmayan hiçbir yöntem, tavır ve davranış, yabancılaşma biçimleri, hizip-dedikodu-kumpas-görev savsaklama vb. proletarya partisinde yaşama hakkına sahip değildir, hoş görülemez, hiç bir gerekçe ile idare edici bir tavırla geçiştirilemez. Bunların olduğu yerde parti yoktur, yoldaşlık yoktur. Partinin ve yoldaşlık ilişkisinin korunması için bu tür eğilimler kesin biçimde her durumda yok edilmelidir.
Leninizmin parti sorununda temel mantığı, merkezi bir örgüttür, “öncü örgüt” fikridir. Yukarıda ifade ettiğimiz irade ve eylem birliği, ancak merkeziyetçilik fikri ile, bunun parti yaşamında somutlanmasıyla mümkündür. Proletarya partisi, düzen değil, savaş örgütüdür. Savaş örgütü ancak merkeziyetçi bir yapı ile yaratılabilir ve yönetilebilir. Merkeziyetçilik, parti yaşamında ademi-merkeziyetçilikle anlamlıdır; bu aynı zamanda demokratik merkeziyetcilik ilkesinin, işbölümünün bir gereğidir. Güçlü bir merkezi yapı, güçlü yerel organlarla mümkündür; merkeziyetçilik ve ademi- merkeziyetçilik birbirini besler.
“... Bu bizi, bütün parti örgütünün ve bütün parti faaliyetinin son derece önemli bir ilkesine vardırıyor: Bir yandan, hareketin ve proletaryanın devrimci mücadelesinin ideolojik ve pratik yönetemi açısından mümkün en fazla merkeziyetçilik gerekliyken, öte yandan, parti merkezinin (ve dolayısıyla bir bütün olarak Parti’nin) hareketten sürekli haberdar edilmesi ve Partiye karşı sorumluluk açısından, mümkün en fazla ademi-merkeziyetçilik gereklidir....” (Bir Yoldaşa Mektup/Lenin/ Ö. Üzerine, sf.31) “...Eğer aynı zamanda, hem merkeze karşı sorumluluk açısından hem de merkezin, Parti aygıtının bütün dişli ve çarklarından haberdar edilmesi açısından azami ademi-merkeziyetçilik uygulamazsak, bu merkez iktidarsız kalacaktır. Bu ademi-merkeziyetçilik, genellikle hareketimizin en acil pratik ihtiyaçlarından biri sayılan işbölümünün öteki yüzünden başka birşey değildir.” (age. sf.32)
Parti yaşamında, parti içi demokrasinin temel dayanağından biri olan, yukarıda vurguladığımız “aleniyet/açıklık” ilkesi, merkeziyetçilik ve onun güçlenmesini besleyen ademi merkeziyetçilikle çelişki halinde değildir. Tam tersine, parti kanallarında, tam bir açıklıkla bilgi akışının sağlanması, parti merkezinin bu bilgi ile güçlenmesi, yaşamsaldır. Bu bilgi olmazsa, yönetme de olamaz. Bu mekanizma nasıl ele alınır? Bunun iki yolu vardır. Birincisi, parti organlarının düzenli toplanması, eleştiri-özeleştiri vb. yapması, sorunları ve tüm gelişmeleri rapor etmesidir. İkincisi, bunun devamı olarak, partinin tüm yaşamında “rapor-talimat” sisteminin içselleşmesidir. Parti organlarında, eleştiri-öneri-ideolojik üretim-araştırma-dönem politikaları vb. tam bir açıklıkla ele alınıp, bireylerin nitelikleri, yetenekleri, zaafları vb. tesbit edilir, her partili ve cepheli bu noktalardaki düşüncelerini tam bir açıklıkla, sürekli biçimde ifade etmelidir. Parti iradesi ancak bu yapılabildiği ölçüde, yani parti organları ve partililerin katılımı temelinde ortak irade olarak sağlıklı ve güçlü biçimde şekillenir. Bu noktada, her yoldaşın hazırladığı raporlar hayati öneme sahiptirler, partililerin parti iradesinin oluşumuna katılımında belirleyici rol oynarlar. Tüm partili ve cepheliler bu haklara sahiptir; bu bir hak ve aynı zamanda partiye, yoldaşlara ve partilinin kendisine karşı sorumluluğudur.
Dahası, parti yaşamının tüm boyutları, parti merkezine düzenli rapor edilmelidir. Herhangi bir alanda bir sorun mu vardır? Sorunun çözümü için, tüm meşru yöntem ve kanallar kullanılır. Elbette burada tam bir dürüstlük, sorumluluk söz konusudur; parti karşısında herkes tam bir özgürlüğü yaşamalıdır. Yani parti ve cephelinin iradesini çarpıtacak bastırmacı her tür yaklaşım ve tutum bertaraf edilmelidir. Doğru çözüm, çarpıtılmamış iradeye dayanan eksiksiz, doğru ve zamanında gelen bilgilerle mümkündür. Bu noktada, parti merkezinin tüm partililerce ve birimler tarafından tüm gelişmelere ilişkin eksiksiz, doğru ve zamanında bilgilendirilmesi özel bir öneme sahiptir. Doğru ve tam bilgiye zamanında sahip olan merkez, böylece herhangi bir alanda vb. yaşanabilecek sorunu da doğru çözme imkanına kavuşur. Partinin iç yaşamı ve tüm faaliyetlerine ilişkin güçlü bir bilgi akışına sahip olan bir parti merkezi; çözümleyici, yönlendirici, müdahaleci olabilir, yönetme sanatını doğru ele alabilir. Özcesi, açıklık içinde, ilkeli-kurallı-disiplinli bir parti yaşamı, rapor-talimat sistemi ile anlamlı olur.
“...Merkezin düzgün çalışabilmesi için, yerel komiteler kendilerini yeniden örgütlemelidirler; uzmanlaşmalı, daha “işbilir” örgütler haline gelmeli ve şu ya da bu pratik alanda gerçek “yetkinliğe” erişmelidirler. Merkezin (şimdiye kadar olduğu gibi) öğüt vermek, ikna etmek ve tartışmakla kalmaması, orkestrayı gerçekten yönetebilmesi için, kimin hangi kemanı nerede ve nasıl çaldığını; her çalgının çalınması için talimatın nerede ve nasıl alındığını ya da alınmakta olduğunu; (müzik kulak tırmalamaya başladığında) kimin nerede ve niçin falso yaptığını: ve falsonun giderilebilmesi için kimin nereye ve nasıl aktarılması gerektiğini kesin olarak bilmesi gerekir...” (Age, sf: 33)
Güçlü bir merkezi yapı zorunludur ve yukarıda vurguladıklarımız ile Lenin’den aktardıklarımız hayati önemdedir. Parti merkezi herşeyi bilecek, herşeyden yararlanacak; kadroların-üyelerin-sempatizanların yapısını, temel özelliklerini, yetenek ve zaaflarını bilecek. Nerede kim var, hangi parti organı, hangi taktik politikalar ile süreci ele alıyor, sorunlar ve çözüm yolları nelerdir vb. tüm bunları tam bir açıklıkla parti merkezi bilmelidir. İşte, rapor ve talimat sisteminin düzenli işlemesi bu açıdan önemlidir. Parti, parti yaşamını zenginleştiren yaratıcı-katılımcı herşeye açık olmalı, bu temelde her alanda saygın ve güçlü ilişkiler yaratmalıdır. İşte, bugün devrimci yenilenme sürecinde, bir kez daha bize bu gereklidir. Partili ve cepheliler haklarını kullanmalı, bu tüzel bir haktır, ama bundan da ötesi saygın ve iç dünyası zengin bir parti için bu hakkın kullanılması zorunludur.
“... Gizli bir örgüt yönetme sanatı, bütünüyle mümkün olan herşeyden yararlanmakta, ‘herkese yapacak bir iş vermekle’ ve aynı zamanda bütün hareketin önderliğini, sırf bir takım yetkilere dayanarak değil, saygınlığa, canlılığa, daha fazla tecrübeye, daha çok-yönlülüğe ve daha fazla yeteneğe sahip olarak elde tutmakta yatar...” (Age, sf.24
Parti merkezi, parti önderliği (ki, Ortadoğu siyaset tarzını, kişisel kült yaratmayı reddediyoruz.) Lenin’in sözlerinde anlamını bulan özelliklere sahip olmalıdır. Böylesi bir parti merkezinin, D.M ilkesinin sağlıklı ele alınıp, işlev kazanması ile kopmaz bağları vardır. Parti yaşamında DM ilkesi şu veya bu nedenle “rafa kaldırılamaz”. Sosyalist hareket tarihinde, savaş vb. nedenlerle bu ilkenin ve onun doğal uzantısı kongre/veya konferansların toplanıp, seçim yapılmasının askıya alındığı biliniyor. Bunun birçok örneği var. Ancak, yine bir örnektir; Ekim devrimi sonrası, emperyalist kuşatma-iç savaş-yoksullluk-açlıkla mücadele-iktidarın korunması vb. olağanüstü koşullarda, Lenin önderliğinde, RKP ve 3. Enternasyonal düzenli kongre ve konferanslarını yapmıştır. Ancak sonrakı yıllarda bu doğrultuda bir gevşeme, gerileme olduğu açıktır; 3. Enternasyonalin feshi bile çok tartışmalıdır. İşte, bu iki dönem ve sosyalizmin iki otoritesinin Lenin ve Stalin’in dönemleri, politikaları, politika yapış tarzları arasındaki fark, sorununun önemini de işaret ediyor. Elbette, “koşullar” bir olgudur; ancak devrimci sosyalizm koşulların zorlamasını önüne koyar, “koşullar” ın kabullenilmesini değil. Bir not olarak ifade edilen bu örnek, “ reel sosyalizmin” eleştirel ele alınmasında, devrimci sosyalizmin çıkarmış olduğu bir dersi de işaret ediyor.
Demek ki, parti içi demokrasi içinde bu ilkenin önemi tartışılmaz. ML adına “en merkeziyetçilik” savunuculuğu ile bürokratik diktatörlüklere kapı aralandığı gibi “doğrudan demokrasi” vb. adı altında özerkliğe varan anlayışlar, DM adına etrafta dolanıyor. Tümünü reddiyoruz.
Stalin’in sözü ile bağlayalım:
“Parti, görevlerini gereğince yerine getirebilmek ve kitlelere sistemli bir şekilde klavuzluk edebilmek için, merkeziyetçilik ilkesine dayanarak örgütlenmeli, bir tek tüzüğe demirden parti disiplinine ve tek bir yönetici organa sahip olmalıdır. Bu organ, parti kongresi, kongreler arasındaki zamanlarda parti merkez komitesidir. Partide azınlık çoğunluğa, tek tek örgütler Merkeze, alt örgütler üst örgütlere ittat etmelidir.” (Ö. üzerine, sf:138) Özetle devrimci sosyalizm, sorunu, DM ilkesini ve Leninist merkeziyetçiliği böyle ele alıyor.

Disiplin Sorunu
Disiplin ilkesi ML parti için yaşamsaldır. Proletarya partisi ancak gönüllülük temelinde, çelikten bir disiplinle, emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı dövüşebilir, saflarında irade ve eylem birliği sağlayabilir, devrimi zafere ulaştırabilir. Bu ilkenin şu veya bu nedenle şu veya bu biçimde yozlaştırılması, iktidar savaşımında proletarya partisinin geriye düşmesi, yenilgiye kapıyı aralaması anlamına gelmektedir.
“Bugün artık herkesin, partimizde sıkı disiplin olmadan, gerçekten demir disiplin olmadan, partimize işçi sınıfının tüm kitlesinin, yani işçi sınıfı içinde düşünen, namuslu, fedakâr, etkili ardından geri kalmış tabakaları sürüklemeye yeteneği olan ne varsa onun desteği olmadan, boşeviklerin 2,5 yıl değil 2,5 ay bile iktidarda kalamayacaklarını görebildiği kesindir.” (Sol Komünizm... sf:11)
Ekim devriminden sonra, sosyalist hareketi “sol komünizme” karşı uyardığı bir dönemde Lenin bu sözleri söylüyor... Devamla, Lenin şunları söylüyor;
“...İlk önce proleter öncüsünün bilinci, devrim yolunda fedakarlığı, kendine hakimiyeti, feragat duygusu, yiğitliğidir. Bundan sonra en geniş anlamıyla emekçi yığınlarıyla ve ilk önce proletaryanın kitlesiyle, ama proleter olmayan emekçi yığınlarıyla da, bağlar kurma yeteneği, onlara yaklaşma ve eğer isterseniz, bir ölçüye kadar onların içinde erime yeteneğidir. Üçüncüsü bu öncünün siyasi doğrultusunun doğruluğudur...” (Sol Komünizm... sf:12-13)
Bu üç koşul; öncü kadroların/savaşçıların ideolojik sağlamlığı ve kendini sekınmazlığı, devrime/sosyalizme adanmışlığı, kitlelerle bağlar ve doğru politikaların kitlelerin özdeneyleri ile öğrenmesi, proletaryanın disiplin anlayışında yol göstericidir. Disiplin; tam bu noktada, ideoloji-gönüllülük-bilinç faktörlerini içeriyor, dahası bunların kitlelerle ilişkisi ile güçlenmesi anlamına geliyor. Devrimcilik, bir siyasal, daha da ötesi yaşamın bütününe dair bir tercihtir ve bu tercih, aynı zamanda, partili mücadelede gönüllü parti disiplininin benimsenmesi anlamına geliyor. Bunu gönüllü benimsemek tek başına yeterli değil, bunu bilince çıkarmak zorunlu. Parti bilinci, duygusal-ahlâki tüm bağlardan öte, yüksek bir politik bilinci, marksizmi kavramayı, tüm yaşamda bunu eylem kılavuzuna dönüştürmeyi gerektiriyor. Tüm bunların sınandığı alan kitlelerle ilişki alanıdır-mücadeledir. Partinin doğru politikalarını kitlelere taşımak, kitlelerden öğrenmek, ama onları parti politikası doğrultusunda yönlendirmek, demir disiplinin içselleşeceği ilişkiler bütününü oluşturur. Kitlelerden kopuk, tek başına “disiplin” olamaz.
Proletarya Partisi, tek bir tüzükte ifadesini bulan, tek bir disiplin anlayışına sahiptir. Disiplin; çevreye, kişiye, yaşa, cinsiyete, statüye, mevkiye vb. göre ayrı ayrı kuralları içermez, ayrı ayrı uygulanamaz. Parti karşısında, herkes, tüm parti üyeleri eşittir, eşit haklara sahiptir; ve tek bir tüzükte ifadesini bulan kurallar herkesi bağlar, herkes bu hukuksal çerçeveye göre ele alınır. Proletarya partisi, her türlü ayrıcalıkları, imtiyazları, eşit olmayan yaşam biçimlerini, çifte standardı vb. reddeder. Dahası, en başta parti önderliği, önder kadrolar, üyeler bu demirden disiplin ilkelerini, tavır-davranış-yaşam biçimlerinde somutlarlar... Alt kadroları/sempatizanları ezmek, üst kadrolara yaltaklanmak; üst kadroların imtiyazlı ilişkiler içinde olmasına prim vermek; başkasına sekter, kendine liberal davranmak; illegalitenin kimi dezavantajlarını disiplin ilkesini ihlal için kullanmak vb. tutumların asla devrimci sosyalizmle ilişkisi olamaz, bunlara parti yaşamında müsaade edilemez. Parti tüzüğünün önemi de buradadır; tek tüzük ve tek bir disiplin anlayışı, proletarya partisinin anlayışıdır.
“Parti, pratik çalışmasında, saflarındaki birliği korumak istiyorsa, hem önderlere hem de sıradan üyelere, bütün parti üyelerine eşit olarak uygulanan ortak bir proleter disiplini kurmalıdır. Böylece parti içerisinde, disipline bağlı olmayan “seçkin azınlık” ve disipline bağlı olan “çoğunluk” diye bir bölünme olmayacaktır. Bu önşarta uyulmazsa partinin bütünlüğü ve parti saflarının birliği sağlanamaz.” (Stalin, Örgütlenme Üzerine, Sf: 139)
Parti yaşamında, demokratik merkeziyetçilik ilkesini ele aldığımızda vurguladığımız gibi, parti içi demokrasi zorunludur. Ama bu demokrasi, disiplin ilkesi ile bütünseldir, disiplinden uzak, soyut değildir. Disiplin sorununun bu noktada, aynı zamanda ideolojik-kültürel bir niteliği olduğu söylenebilir. Proletaryanın disiplin anlayışının gönüllü benimsenmesi de, bu ideolojik-kültürel yanlar ile ilgilidir. Yani, disiplin sorunu, bir bilinç, ideolojik donanım, kültürel gelişmeyi ifade ediyor. Proletarya Partisi bu eksende disiplin sorununu ele alıp, parti yaşamında bunları içselleştirirken; parti birliğini bozan, anarşist-bireyci tavır ve anlayışları, özerkliğe ulaşan anti-marksist parti anlayışını, “eleştiri özgürlüğü” adı altında partinin tartışma kulübüne dönüştürülmesini, veya “disiplin” adı altında diktatörlüğü reddeder.
Proletarya Partisi, mevcut kapitalist toplumdan, bu toplumsal sistemin yarattığı her türlü yozlaşma ve yabancılaşmadan, egemen ideoloji ve kültürden, bunların basıncından soyut; bunlarla arasına bir “Çin Seddi” çekerek varlığını sürdüremez. Doğal olarak, bu kuşatılmış ilişkiler, bir biçimde proletarya partisi saflarına sızar, onu etkiler. Çarpık-yoz ilişkiler, yabancılaşma biçimleri, bir dizi burjuva ve küçük-burjuva anlayış ve tavır, proletarya partisinin etrafında dolaşır; bunlara karşı mücadelenin zayıfladığı noktada da sızar. Bu kuşatmaya karşı en ciddi mücadele, marksizmin sürekli canlı ve koşullara uygun yeniden üretimidir; bu temelde siyasal eğitimin süreklileştirilmesi ve pratik yaşamın ML temelinde koşullara uygun olarak sürekli yeni öğelerle zenginleştirilmesidir. Bu okuldan, yani marksizmden “mezun olma” yoktur, dinlenme, “tatil” dönemleri yoktur. Marksizmin okulunda siyasal eğitim ve hayatın devrimci sosyalist temelde süreğen bir üretimi tüm yaşam boyu sürer. Bu süreç, aynı zamanda “arınma” ve “bütünleşme” sürecidir. Yani, marksizm klavuzluğunda partili yaşamda, bu süreğen mücadele süreciyle, proletaryanın ideolojisi-kültürü ile bütünleşme yaşanırken, aynı zamanda, böylelikle kuşatmaya alınan burjuva ve küçük-burjuva anlayış-tavır-yaşam biçimlerinden arınılır. Bu diyalektik bir ilişkidir; arınma aynı zamanda bütünleşme anlamına gelir. Özcesi, proletarya partisinde eğitim ve gündelik yaşamın ML temelinde yeni ve daha ileri biçimde üretilmesi süreklidir, sorunun yakalanması gereken temel halkası da budur.
Ancak, bu tek başına yeterli değildir, bu her şeyi çözmez. Bundan, bunun devamı olarak, parti tüzüğünde anlamını bulan, örgütsel tedbirler zorunludur. Parti yaşamını belirleyen kesin kurallar, kurumlar, suçlara karşı cezalar, vb..
Nerede suç varsa, orada ceza da olur... Proletaryanın adalet anlayışı, kısasa kısas değildir, kazanımcıdır, sosyalist normlardan uzaklaşamaz ve her adımında geleceğe bir model taşır, örnek olmak zorundadır. Bu noktada, kimi temel ilkesel yaklaşımlar da vardır; örneğin, kim ne olursa olsun, “devrimci şiddet” adına işkence yapılmaz. Veya, sol içi çatışma hiçbir gerekçe ile savunulamaz.
Elbette parti saflarında, disiplin; eleştiri-ikna-dönüştürme (ki, eğitimin bir parçasıdır) mücadelesinin dışında ele alınamaz. Bu çaba, zor ve zahmetlidir; ama proleter sabırla, emekle, büyük bir sorumlulukla ele alınır, parti yaşamının bir parçasıdır. Keyfi yöntemler, eleştiri-ikna-dönüştürme çabalarının olmadığı uygulamalar, öznel tutum ve tavırlar devrimci sosyalistlerin işi olamaz. Dünyanın en zor işi, insan kazanmaktır, insanı değiştirip-dönüştürmektir. Ama, devrimcilik de budur; sızlanmadan, bir özel çıkar beklemeden, devrim ve sosyalizmin ağır sorumluluğunu hep hissederek bu çaba gösterilir. Bundan dolayı, Lenin’in sözleriyle “örgütlü güvensizlik” olan tüzükte ifadesini bulan, hukuksal otoriteye baş vurmak zorunludur. Ama bu, eleştiri-ikna-dönüştürme mücadelesinin tükendiği yerde gündemleşir. Parti tüzüğünde suça göre ceza vardır. Uyarı, ağır ihtar, dondurma, geçici ihraç, ihraç bu ceza biçimleridir. Elbette bunlar laf olsun diye tüzükte yer almaz; tek irade için, proletarya partisinde tek bir disiplin ilkesi için vardır ve uygulanır.
Doğru bir ideolojik-politik hattın yanı sıra, demirden bir disiplinle saflarını örmeyen bir parti asla kitlelere ulaşamaz, doğal-manevi otoritesini kuramaz, dahası emperyalizme ve oligarşiye karşı dövüşemez. O halde, her adımda, her ilişkide, partili mücadelenin cidddiyeti ile, kendimizi ve partili mücadeleyi proleter disiplin ile dolanatmalıyız!

Eleştiri Özeleştiri Üzerine
Parti yaşamında bir başka ilke, eleştiri-özeleştiridir; bu silahın doğru, verimli ve ilerletici kullanılmasıdır. Parti içi demokrasinin bir parçası olarak eleştiri ve özeleştiri doğru ve yerinde kullanıldığı ölçüde amacına ulaşır, tersi ise amacından uzaklaşmasının, yıpranmanın kapısını aralar.
Partili mücadele; doğru ve yanlışların birlikte yaşandığı, farklı tavır-düşünce-alışkanlıkların olduğu bir alandır. Parti, mevcut toplumsal ilişkilerden ve anlayışlardan soyut olmadığı gibi, onlara rağmen sosyalizm yürüyüşünü devam ettirir, bu ilişkiler içinde en ileri düzeyi temsil eder, bu ilişkiler içinde kendini örgütler. Mevcut kapiltalist sistem, sınıflı toplumların en gelişkinidir, bu toplumlara ait en gerici düşünce-tavır-alışkanlıkları sürekli biçimde üretir. Dahası, “postmodernizm” üzerine yazımızda da belirttiğimiz gibi, bu gerici ideolojik-kültürel öğeler süreklileşmiş saldırı kampanyaları ile adeta tüm toplumun üzerine püskürtülür. Bu zeminden beslenir yanlışlar, hatalar, suçlar... Peki nasıl bunları ele alıp; düzelteceğiz? Nasıl bu kuşatmayı yarıp, geleceğin toplumunu yaratma savaşını yürüteceğiz? Parti saflarını nasıl koruyacağız? Sorunlarımızı ve çözüm yollarını nasıl ele alacağız? Canlı ve ilerletici bir parti yaşamını nasıl öreceğiz? Soruları çoğaltmak mümkün; ama, bunların yanıtı, yukarıda ifade ettiğimiz noktaların yanısıra, eleştiri ve özeleştiri silahının doğru, yaratıcı ele alınmasındadır.
Eleştiri ve özeleştiri süreci, bu eksende ilişkilerimize ve aynı zamanda, kendimize yönelme, kendimizi tanıma, kendi potansiyelimizi görme, samimiyetimizi ve inancımızı sınama alanıdır. Demokrasi kültürünün olmadığı yerde sağlıklı eleştiri ve özeleştiri olmaz; “eleştiri” veya “özeleştiri” adı altında yapılan en ilerisinden günü, anı kurtarmak olur. Bize bu gerekli değildir. Devrim ve sosyalizm kavgasında samimiyiz, kendimizi tanıyoruz, kendi gücümüzün, potansiyelimizin farkındayız. O halde tam bir açıklıkla net ve samimi tarzda, partimizin ve mücadelemizin önündeki sorunları, doğru ve yanlışlarımızı çözüm yolllarını ele almalıyız. Kendimize güvenmeliyiz; aynayı kendimize tutmalı, eleştirel yöntemle her adımımızı çoğaltmalıyız. Bürokratik, şeflik kültürüyle sakatlanmış, yarı mistik bir söylemle kişisel kült yaratmış ve birçok olumsuzluğun üstünü örtmüş bir tarz bize çok uzaktır, uzak durmalıdır. Devrimci sosyalizm, bunu siyasal olarak reddeder ve ilk adımı attığımız tarihsel andan bu yana, partili mücadelede demokratik bir geleneğe sahibiz. Hiç kuşkusuz, ciddi eksikliklerimiz de olmuştur. Ancak daima er ya da geç bunları aşma iradesi de güçlü biçimde billurlaşmıştır. Bu bizler için kazanımdır, geliştirmek görevdir. Aynı biçimde; dedikoducu, kumpascı, hizipçi bir kültür ile hiçbir düzeyde barışık olmadık, olmayacağız; “çokseslilik”, “iki çizgi”, “doğrudan demokrasi” vb. partinin irade ve eylem birliğini sakatlayan, bir savaş örgütü yaratma perspektifinden uzak anlayışlarla aramızda kalın bir çizgi vardır. Kendimize güveniyoruz, samimiyiz ve eleştirel yöntem geleneğimizde içseldir. Eleştiri ve özeleştiri silahını daha güçlü biçimde kullanmak, bunu geliştirmek, partili yaşamımıza çok şey katacaktır. Dahası, bunu özellikle teşvik etmeliyiz...
Eleştiri ve özeleştiri; somut, ilerletici, amacına uygun olmalıdır; bu aynı zamanda bir bilinç sorunudur. Eleştiride, kişiler ve kişilik amaç olamaz; önemli olan, olgunun kendisidir, onun beslendiği zemindir, arka planıdır. Parti yaşamının geliştirilmesinde eleştiri ve özeleştiri, kişileri değil, olumlu ve olumsuz yanları, bunları besleyen dinamikleri ve ilişkileri ele almalıdır. Kişiler olumlu yanları kendilerinde cisimleştirdikleri ölçüde elbette eleştiri ve özeleştirinin konusu olurlar. Ancak bu, onların ezilmesi yada yüceltilmesi yönünde değil, hataların gösterilmesi ve giderilmesi yada olumlu yanların tüm parti yaşamı için örnek haline getirilmesi, teşviki amacıyla yapılır. Ve, eleştiri-iknâ-dönüştürme süreci bu yaklaşım üzerine inşaa edilir. Öznel düşünce ve davranış; eleştirinin önünü açmaz, amacından uzaklaştırır; bundan bu tip idealist tarzdan uzak olmalıyız. Eleştiriler rastgele değil, somut, sorunun muhataplarına karşı; her yerde değil, partinin platformlarında yapılmalıdır. Rastgele yapılan eleştiriler bozguncu, dedikoducu, kişileri yıpratan, parti ortamını bozan gerici bir rol oynar. Bu tür eleştiri-özeleştiriler parti suçudur. Kesin biçimde engellenmeleri zorunludur. Eleştiri; sorunları, eksik ve zaafları kavramamıza hizmet etmeli, bireyin, komitenin, partinin önünü açmalıdır. Yine, bu eksende, özeleştiri; bir “günah çıkarma” veya “ günü kurtarma” değil, yanlışları bilince çıkarmadır, kendimizi tanımadır, bir erdemdir. Eleştiri; açık, net olmalı, liberal yaklaşımları ve sekter tavırları dıştalayıcı olmalıdır, devrimci sorumlulukla yapılmalıdır. Eleştiriler, proleter ahlak ve norma uygun olmalı; çirkin, meşru olmayan yöntem ve tarz asla benimsenmemelidir. Her eleştiri aynı zamanda bir paylaşımdır; yaptığımız her eleştiride, kendi payımız da vardır.
Lenin’in şu sözleri bize yol gösterici olmalıdır;
“Kendi yanlışlarını gören parti, sorunlarını yarı yarıya çözmüş demektir. İradesini temsil ettiğimiz sınıfa karşı sorumluluk bunu gerektirir...”
“Bireyler için doğru olan şey oranlar korunmak şartıyla, siyaset için de, partililer için de doğru olabilir ve bunlar uygulanabilir. Akıllı adam yanlış yapmayan adam değildir. Böylesi yoktur ve olamaz. Akıllı adam odur ki, pek vahim olmayan yanlışlar yapar ve onları kolayca ve çabuk doğrultur. (Sol Komünizm... sayfa: 28, dipnot)
Eleştiri ve özeleştiri ilkesi, parti yaşamında, disiplin ilkesi ve partinin irade ve eylem birliği ile çelişmez. Tam tersine, partinin irade ve eylem birliği için zorunludur, disiplini güçlendirir. Canlı bir parti yaşamı için eleştiri ve özeleştiri yaşamsaldır.
Stalin’in şu sözleri son derece anlamlıdır, yol göstericidir:
“...bütün parti üyelerinin irade ve eylem birliği olmadan partide demir disiplin düşünülemez. Kuşkusuz ki bu, partide fikir mücadelesi olanağını dışlamaz. Tam tersine, demir disiplin, eleştiri ve fikir mücadelesini dıştalamak şöyle dursun, partinin bağrında eleştiriyi ve fikir mücadelesini şart koşar. Üstelik bu, disiplin “kör” disiplin olması demek hiç mi hiç değildir. Tam tersine, demir disiplin, bilinçli ve gönüllü olarak, kabul edilen bir itaati öngörür, çünkü ancak bilinçli bir disiplin, gerçekten demir disiplin olabilir. Ama fikir mücadelesi bitince, eleştiri tükenip karara varılınca, bütün parti üyelerinin irade birliği ve eylem birliği şarttır.” (Örgütlenme Üzerine, Sf: 145)

İllegalitenin Önemi Üzerine
Parti yaşamında, bir başka temel ilke, illegalitedir. Ve, devrimci sosyalizm için bu ülkede devrimin zaferine dek bu ilke yaşamsal önemini koruyacaktır.
Elbette, böylesi kesin saptamalar, kimi zaman problem oluşturur. Ve sınıf, mücadelesi öyle tarihsel anlar yaratır ki, böylesi yaşamsal bir ilke, şu veya bu ölçüde esnetilebilir; ama, bu çok özel tarihsel anlar içindir ve bunu dışta tutuyoruz. Emperyalizm ve buna uygun olarak günümüzde derinleşen yeni-sömürgecilik; bu ilişki üzerinde oluşan yeni-sömürgeci sistem ve sürekli faşizm varlığını sürdürdüğü ölçüde, illegalite ve gizli çalışma temeldir, parti yaşamında yaşamsal öneme sahiptir. Bundan, bu keyfi bir tercih değil, nesnel bir zorunluluktur.
Hep söyledik, tekrar vurgulayalım... Proletaryanın, onun öncü partisinin esas örgütlenme biçimi illegaldir, gizli örgütlenmedir. Ancak, emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadelede, kazanılan her mevzi, yasal imkân sonuna kadar doğru ele alınmak zorundadır. Bundan dolayı, devrimci sosyalizm, illegaliteyi temel alır, ama onu fetişleştirmez; Ve, legal, yarı-legal tüm imkânlar değerlendirilir, bunlara uygun örgüt biçimleri yaratılır. Sadece mevcut yasal olanaklardan yararlanmaktan da öte, demokrasi mücadelesinin meşruluğu ve gelişmesi için devrim ve sosyalizm fikrinin kitlelere ulaşması için bu zorunludur. Proletarya partisi politik-ideolojik-ekonomik ve demokratik alanda, gizli ve açık, illegal-yarı legal-legal çalışma ve örgütsel bütünlükle savaşır, devrim yürüyüşüne önderlik eder.
Herkesin her şeyi bildiği, ilişkilerin açık olduğu bir örgütlenme, adı ne olursa olsun açık örgütlenmedir, oligarşinin saldırılarına açıktır, asla savaş örgütünü ifade etmez. Parti kendini korumak için, oligarşinin ulaşamayacağı bir ilişki ağını örmek, en sıkı disiplinle, sıkı bir gizlilikle çalışmak zorundadır. Politik mücadele iktidar mücadelesidir; ve araçlar ne olursa olsun, politika nihayetinde emekçi kitlelerin içinde yapılır. Amaç kitleleri örgütlemek, onları savaştırmaktır ve parti üç cephede örgütlenerek bunu başarabilir. Politik düşünceler açıktır, düşünceler gizlenemez, devrimci sosyalizm bunu düşünmez bile; ama, örgütsel ilişkiler esas olarak gizli olmak zorundadır... Uzmanlaşma, işbölümü, alanların birbirinden koparılması, dikey örgütlenme, yatay ilişkilere müsaade etmeme vb. bundan zorunludur.
Emperyalizm ve oligarşi büyük maddi güce sahiptir ve her türlü imkânı, ideolojik-politik-ekonomik-kültürel saldırıları devrimi tasfiye için kullanmaktadır. Bugün için, öncünün sadece siyasal üstünlüğü ve haklılığı vardır, bunu kitlelere mal etmek, kitlelerin siyasal üstünlüğünü sağlamak, bunu örgütlülük ve siyasal pratikle maddi güce dönüştürmek amaçtır. PASS, bunun ilk stratejik evresi olan öncü savaşı, suni-dengeyi parçalayıp, başta proletarya olmak üzere emekçi kitleleri devrime kazanacaktır. Bu uzun süreli bir savaştır ve öncü adım adım bu savaşı büyütecek, kitleleri örgütleyecektir; işte o zaman “devrim kitlelerin eseri olacaktır” sözü anlam kazanacaktır. Amansız ve acımasız bir mücadeledir bu; ağır bedelleri, inişli-çıkışlı bir süreci içeriyor. Ve bu süreçte emperyalizm ve oligarşi, bir dizi manevra ve yöntemle devrimi açığa çıkarmak, deşifre etmek, tasfiye etmek istiyor... Burası bıçak sırtıdır; bir çok muharebe bu ilke ile, illegalite ile kazanılır ve kaybedilir... Bunu bilince çıkarmak zorunludur. Ve dönemsel bir saptama; bu ülkede, devrimci sosyalizmin 30 yıllık bir tarihi, birikimi var... Hatta, bu konuda, illegalite konusunda kimi tarihsel dönemlerde önemli kazanımlar da elde edilmiştir, ancak bugün için bunu yeterli derecede değerlendirdiğimiz söylenemez.
Sorunun gerçek çözümü; sıkı bir örgütlenmedir, ilkeli-kurallı-disiplinli bir parti yaşamıdır, ama bu tek başına çözüm değildir, bunun devamı olarak “kitleselleşme” sorunu anahtar kavramdır.
Devrim, ciddi bir toplumsal eylemdir; devrimcilik yaşam biçimidir... Boş gevezelik, dedikodu, anlamsız merak, düşmanı küçümseme vb. çoğu kez ilkeli-kurallı-disiplinli bir parti yaşamını bozuyor. Alışkanlıklar üzerinden kurulan ilişkiler düşmanın saldırılarına davet çıkarıyor. İşbölümünde yaşanan zaafiyet, kadroların çok yönlü çalışmaması deşifrasyonu beraberinde getiriyor.. O halde kurallı-ilkeli-disiplinli bir parti yaşamı için, zaaflarımıza savaş açmamız, illegaliteyi sıkı örmemiz gereklidir... Bunu laf olsun diye değil, sabır ve emekle ele almalıyız. Bu noktada anlamlı sonuçların kısa vade de değil, orta ve uzun vadede ortaya çıkabileceğini görmek zorundayız.

Politik ve Askeri Liderliğin Birliği Üzerine
Devrimci sosyalist politik irade, tüm parti yaşamını PASS’ne göre düzenler; o, savaş örgütüdür, öncü kurmayıdır. Örgütlenme ve savaş/mücadele sorunu, asla karşı karşıya konamaz, ikisi birbirini besler, örgütlenmedeki tüm adımlar, örgütsel açılımlar savaşın/mücadelenin ihtiyaçlarına göre biçimlenir. Dönemin taktik politikası ne olursa olsun; stratejik bakış açısı budur... Herşey PASS’ne göre ele alınır, tüm çalışmaların merkezine bu konur, ve birbirini tamamlayan ilişkiler bu ana yönelimi besler, onun bir halkası olurlar. Bu uzun süreli halk savaşı stratejisi, yani PASS, örgütsel yapının, kadro politikasının rengini verir; bu bağlamda, Politik ve Askeri Liderliğin Birliği (PALB) devrimci sosyalist politik iradenin temel örgütsel ilkesinden biridir.
PALB, örgütsel bir ilke olup, siyasetin askeri mücadeleye önderlik etmesini içerir. Politik liderlik esastır, ancak PASS’ni yürüten bir savaş örgütü, tek başına siyasal liderlikle yetinemez, bununla bütünleşen askeri liderlik zorunludur.. Özellikle öncü savaşı sürecinde, mücadelenin siyasal karakteri ön plandadır, Politik Askeri Liderliğin Birliği son derece önemli bir özellik olarak ortaya çıkar. Parti üyelerinin aynı zamanda cephe üyeleri olmaları, partinin kuruluşu ve ilk adımında özel olarak Parti ve Cephe üyelerini ayırmanın gerekmediği de bu gerçekle bağlantılıdır. Devrimci sosyalizm PASS’ın mantığına uygun olarak askeri çalışma ile politik çalışmayı kalın biçimde birbirinden ayırmaz. Askeri çalışma özellikle öncü savaşı aşamasında özel olarak siyasal gerçekleri açıklamanın temel aracıdır. Yani siyasi çalışma ile askeri çalışma özgün bir biçimde içiçe geçmiştir. Tüm parti ve cepheliler her an her iki çalışmanın gereklerinede hazır olmak zorundadır. Partinin askeri ve politik çalışması tek bir bütün olarak birleştiğinden partililer, parti organları bu bütünsel çalışmaya önderlik etmek zorundadır. PALB ilkesi bunun ifadesidir.
PALB ilkesi, mekanik ele alınamaz; ve işbölümü, uzmanlaşma ile çelişmez. Yani, parti yaşamında, tüm alanlarda, politik çalışmanın yanına askeri çalışma konamaz, her alanda düz bir tarz benimsenemez. Önemli olan bu ilkenin örgütsel bütünlüğü ifade etmesidir; parti çalışmalarının çok yönlü olması, parti kadrolarının bu çok yönlülük içinde savaşa önderlik etmesidir. Örgüt biçimleri ihtiyaçtan doğar ve ML partide işbölümü, uzmanlaşma zorundur. Bundan, Marksist politik irade, pekala dönemin ihtiyaçlarına bağlı, örneğin legal ve yarı-legal açılımlar yapabilir; her açılımda, PALB mekanik ele alınmaz.
Özetle; PALB, politik ve askeri mücadelede politik yanın ağır bastığı, işbölümü ve uzmanlaşmayı içeren, partinin bütünsel yapısında, kadro politikasında temel bir ilkedir. Politik ve askeri çalışması tek bir bütün olarak birleşmiş olan partinin temel örgütsel ilkelerinden biridir. Sonuç olarak şu söylenebilir; Devrimci Yenilenme sürecinde, yakalanması gereken temel halka, bu devrimci yenilenmenin örgütsel yapıda karşılığını bulması, parti örgütlülüğünün inşasıdır. Çok yönlü, sabırlı, kararlı bir çalışma zorunludur. O halde, parti yaşamında, özetle ifade ettiğimiz bu temel ilkeler bize rehber olmalı, onları yaşamımızda ve partili ilişkilerde cisimleştirmeli ve zenginleştirmeliyiz.
Dönemin ana yönelimlerini, taktik politikasını kavramamız ve buna uygun adımlar atmamız zorunlu.. Dar-esnafça çalışma-amatörce adımlar dönemin ihtiyacı değildir. Çok yönlü, Leninist partinin örgütsel ilkelerini içselleştiren, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt veren bir partinin örgütlenmesi, politik iradenin etrafını bu temelde sarıp sarmalayan kurumlaşmaların yaratılması bugünün görevidir. Bize herhangi bir örgüt değil, devrimci öncü savaş örgütü gereklidir.
Bugün, TDH’de çok sık kullanıldığı gibi, kendimize “öncü partiyiz” dememiz yetmez; bunu her alanda cisimleştirmemiz zorunlu. Politik iddiamız çok net; ama bu iddianın sınıf savaşımında ete-kemiğe bürünmesi, iddia ile gerçeklik arasındaki “mesafe”nin kapanması bugünün görevidir. İddiası olmayanların hiçbirşeyi olamaz; ancak gerekleri yerine getirilemeyen bir iddia da boş iddia olmaktan öteye gidemez. Bu noktada, görev ve sorumluluk tüm devrimci sosyalistlerindir.
TDH’de “önderlik” sorunu vardır. Önderlik boşluğunu dolduracak tek güç devrimci sosyalizmdir. Devrimci sosyalizmin yakaladığı halkaları, TDH’de birçok “parti”nin hayalleri bile yetişemez. Basmakalıp, aynı cümlelerle herşeyi açıklamaya çalışan ilkel-amatör siyasal olarak tıkanmış, aşma potansiyeline de sahip olmayan, “reel politikayı” tek geçerli akçe sanan, “önderlik” iddiası sahipleri var; devrimci sosyalizm bunları görüyor ve aşma iradesini ortaya koyuyor. Bu tarihsel ve siyasal sorumluluk yüklüyor; öncülük iddiamızı önce kendimizde somutlamalı ve bunu devrimci harekete yaymalıyız.
O halde, bize kimi zaman küçük gibi görünen, ama sıçramalı gelişme yollarını açan, yaratıcı bir çalışma gerek. Öncü olma bilincini tüm Devrimci Kurtuluşçular donanmalı, politik hedeften zerre sapmadan, büyük bir enerjiyle parti yaşamını ve mücadeleyi örmeliyiz. Bu bilinçle görevlerimize sarılalım, her ilişkiyi, her olanağı parti ilkeleri ile parti örgütlülüğüne dönüştürelim. Tam bir emek seferberliği ile, örgütlenelim-kurumlaşalım-savaşalım.
Bunun için bir adım daha; Partiye!


 

 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul