Devrimci Sosyalist Parti, savaş örgütüdür ve
iktidar mücadelesini yönetir, tüm parti yaşamını
da bu temelde örgütler.
Ülkemiz emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge bir
ülkedir.Yeni sömürgecilik ilişkileri, sadece emperyalizme
tam bağımlılığı ifade etmiyor, aynı zamanda tüm
demokratik hak ve özgürlükleri inkâr eden bir
sistemi ve devlet biçimini; sürekli faşizmi ifade
ediyor. Emperyalizme ve oligarşiye dayanan faşizm,
tüm demokratik gelişmelerin önünü tıkıyor, proletarya
ve emekçi sınıfları ve Kürt ulusunun demokratik
haklarını terör yöntemi başta olmak üzere, her
türlü yöntemi kullanarak yok etmeye çalışıyor.
Öte yandan, neo-liberal emperyalist saldırı politikaları
ile özellikle 1980’den bu yana, “özelleştirme”,
“esnek üretim...” vb. adı altında vahşi sömürü
dayatılıyor. Bu vahşi sömürü ilişkilerine karşı
her hak arayışı faşist baskı aygıtları ve terör
yoluyla bastırılmaya çalışılıyor. Faşist baskı
aygıtları ve devlet mekanizması sömürü ilişkilerinin,
sınıf dengelerinin ve uluslararası ilişkilerin
gelişim seyrine bağlı olarak yeni biçimler kazanıyor,
daha inceltilmiş yöntemler geliştiriyor.
Emperyalizm baskı ve egemenliğe, yeni-sömürgeciliğe,
kapitalist barbarlığa, faşist teröre karşı, devrim
zorunlu, güncel ve ertelenemez bir görev olarak
önümüzde duruyor. Bu bağlamda, bu ülkede, anti-emperyalist
anti-oligarşik Demokratik Halk Devrimi (DHD),
sınıfsal, ulusal ve cinsiyete ilişkin çelişkilerin
çözüm platformudur. Demokratik ve sosyalist görevleri
içeren, proletaryanın hegemonyasında, işçi-köylü
temelinde gerçekleşecek bu devrim, hızla ve kesintisiz
biçimde sosyalizme dönüşecektir. Proletarya diktatörlüğünün
özgün bir biçimi olarak ortaya çıkacak, ancak
proletaryanın yanı sıra, tüm emekçi sınıfların
iktidarı paylaşacakları demokratik halk iktidarı,
devrimin temel hedefidir... Demokratik halk iktidarı,
emperyalizmin tüm ilişkilerini dağıtacak, faşizmi
tasfiye edecek, başta Kürt ulusal sorunu olmak
üzere tüm demokratik sorunları çözecektir. Demokratik
halk iktidarı, proletaryanın hegamonyasında bir
iktidar olduğundan, devrimin ertesi günü, kesintisiz
sosyalizme yönelecek, sosyalizmle arasındaki tüm
mesafeyi kısaltacak ve sosyalizm bu ülkede muzaffer
olacaktır.
Anti-emperyalist anti-oligarşık DHD, devrimimizin
stratejik hedefidir; olduğu yerde durmayacak,
sosyalizme yönelecektir. Ve bu stratejik hedefe
ulaşmak, ancak uzun süreli bir halk savaşıyla,
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi (PASS) ile
mümkündür. Halk savaşı, 2. Bunalım Döneminde,
Çin ve Vietnam Devrim deneylerinde, sömürge ve
yarı-sömürge ülkelerde, devrim stratejisi olarak
ortaya çıkmıştır. Bu klasik halk savaşı; silahlı
mücadele temelinde, kısa bir gerilla savaşı ile
halk ordusunun inşa edilmesine, zayıf mahalli
otoritenin parçalanarak iktidarın parça parça
alınmasına, devrimin kırlardan şehirleri kuşatmasına
dayanır... Hiç şüphesiz bu strateji, 2. Bunalım
Dönemi’nin özelliklerini yansıtmaktadır... Bu
dönemde, emperyalist işgal açıktır, ülke yarı-feodaldir,
güçlü merkezi iktidardan öte zayıf mahalli iktidarlar
söz konusu olup, bu mahalli iktidarlar, çeşitli
emperyalist güçlere dayanır. Temel çelişki, emperyalizm
ve feodalizmle, geniş köylü yığınları arasındadır;
nüfusun önemli bir kısmı, %80-90 oranında, kırsal
alanda feodal ve yarı-feodal ilişkiler içinde
yaşar; proletarya liman kentlerde yaygınlaşmıştır,
nicel olarak zayıftır. İşte klasik halk savaşı
bu toplumsal zemin ve ilişkiler üzerinde, Milli
Demokratik Devrime (MDD) ulaşmada stratejik rol
oynamıştır.
Bizim gibi, yeni-sömürge ülkelerde uzun süreli
halk savaşı, bir başka ifade ile PASS, klasik
halk savaşlarından daha geniş niteliklere sahiptir.
Toplumsal süreç, yeni-sömürge ülkelerde, feodal
ve yarı-feodal değil, kapitalisttir. Emperyalist
işgal biçimi açık değil, gizlidir. Bu toplumsal
süreç, güçlü merkezi oligarşileri yaratmış, zayıf
mahalli/feodal otorite tarihe karışmıştır. Şehirleşme
ve devrimde proletaryanın rolü, kapitalist gelişmeye
paralel artmış, feodalizm çözülmüştür. Emperyalizm
ve işbirlikçisi oligarşiye dayanan merkezi iktidar;
faşizm süreklidir ve tüm demokratik hak ve özgürlükler
inkâr edilmiştir. Baş çelişki, emperyalizm-oligarşi
ile tüm emekçi sınıflar arasındadır, emek-sermaye
çelişkisi temeldir... Tüm bunlar; devrim stratejisine
yeni özellikler katıyor, onu zenginleştiriyor.
PASS, uzun süreli halk savaşıdır; Silahlı propaganda
temel olup, şehir-kır diyalektiğine dayanır..
Şehir ve kır gerilla mücadelesini içeren öncü
aşaması, PASS’ın stratejik bir evresidir;bu evre
halk ordusu ile tamamlanır.
Hiç şüphesiz bu mücadeleye Devrimci Sosyalist
Politik İrade/Parti önderlik edecektir. Ancak
tek örgüt biçimi parti değildir, devrim süreci
Parti-Cephe-Ordu örgütlenmeleri sac ayağı üzerinden
gelişecektir ve zafere yürüyecektir.
İşte, Devrimci Sosyalist Parti, parti yaşamını
bu mücadele hattı temelinde ele alacak, leninizmin
temel örgütlenme ilkeleri bu devrim stratejisi
ile ete-kemiğe bürünecektir. Özetle ifade etmek
gerekirse Devrimci Sosyalist Partinin, parti yaşamında
temel ilkeleri şunlardır:
a) Parti ve Cephe üyelerinin Parti Merkezine,
azınlığın çoğunluk iradesine; alt komite ve organların
üst komite ve organlara; bütün komite ve organların
merkez komitesine tabi olduğu demokratik merkeziyetçilik
ilkesi.
b) İlkeli-kurallı bir parti yaşamı için disiplin
ilkesi
c) Parti yaşamının kolektif tarzda büyütülmesi
ve hatalardan ders çıkarabilmesi için, ilkeli-kurallı-disiplinli
eleştiri ve özeleştiri ilkesi.
d) Düşmanın her türden saldırısına karşı her koşul
altında savaşan ve dayanan bir parti ve parti
yaşamı için, illegalitenin önemi ve illegalite
ilkesi...
e) Devrim stratejimizle uyumlu olarak, askeri
önderlik ile politik önderliğin ayrılmaz birliğinin
ve tüm yapısı ile devrimci savaşın içinde olan
bir parti ve cephe yaratma iradesinin ve pratiğinin
ifadesi olarak Politik ve Askeri Liderliğin Birliği
ilkesi.
Bu temel ilkeler birbirinden koparılamaz, birbirlerini
tamamlarlar. Bu ilkeler, Devrimci Politik İradenin
savaş örgütü olması gerçeğine dayanır, mekanik
ele alınamazlar ve Devrimci Politik İradenin sosyalizm
anlayışı ile bütünsellik içerirler. Amaç ile araç
arasındaki ilişki diyalektiktir; bu ilişki doğru
kurulduğu ölçüde ilerleme sağlanır, tersi gerileme
ve körleşmedir. Parti, amaca ulaşmada, stratejik
bir araçtır. Böylesi bir araç olmazsa, proletarya
kendi için sınıf olma rolünü oynayamaz; devrim
ve sosyalizme ulaşmak mümkün değildir. Amaçtan
uzaklaşan, ondan soyutlanan, onunla doğru bağ
kuramayan tüm araçlar yozlaşmaya mahkumdur; bundan
dolayı, Devrimci Sosyalist Parti, sosyalizm anlayışı
ile bütünlüklü bir parti yaşamını örgütler. Hiç
bir araç, “ilke” ya da kural, amaçtan soyut olamaz,
kendi içinde, kendine özgü “amaç” haline gelemez.
Bu tip amaçla araç arasında kopukluk ve yozlaşma
örnekleri, devrim ve sosyalizm tarihinde ve Türkiye
devrimci hareketi’nde de oldukça çoktur. Devrimci
Sosyalizm, tüm bunları eleştirel ele alır, aracın
fetişleştirilmesini, aracın başlı başına amaca
dönüştürülmesini, aracın yozlaştırılıp meşru yöntemlerin
bir yana itilmesini reddeder, parti yaşamında
bunlara izin vermez.
O halde, parti yaşamımızda, her adımda göz önünde
bulundurmamız gereken; devrimci yenilenme sürecimizde,
bir kez daha bilincimize çıkarmamız gereken temel
ilkeleri özetle ele alalım.
Demokratik Merkeziyetçilik İlkesi ve Merkeziyetçilik
Demokratik merkeziyetçilik ilkesi, sadece parti
örgütlenmesinde değil, bir çok örgütlenme biçiminde;
cephe-ordu, daha farklı örgütlenme biçimleri olarak,
sendika-dernek vb. demokratik kitle örgütlenmelerinde
görülür. Elbette, bu ilke, örneğin proletaryanın
partisinde ve DKÖ’de ayrı ayrı işleve/içeriğe
sahiptir. Tüm burjuva partilerinde de zaman zaman
bu ilkeden bahsedilir; istinasız tüm reformist-legalist
partilerde de, devrimci partilerde de bu ilke
tüzüklerde mevcuttur. Ancak, bu ilkenin tüm partilerde
aynı biçimde ele alındığı söylenemez; farklılık,
önemli ölçüde amaçla, gelenekle, demokrasi ve
mücadele kültürü ile kendini açığa vurur. Demokratik
merkeziyetçilik ilkesi “örgütlü güvensizlik”(Lenin)
olan tüzüklerin baş köşesindedir; ama demokratik
merkeziyetçilik adına “bürokratik aygıtlara” veya
“tartışma klubü”ne dönüşen örnekler hiç de az
değildir. Demek ki, bizim ilk elden kavramamız
gereken, bu ilkenin lafzı değil, ruhudur... Proletarya
partisinde, bu ilke, devrim ve sosyalizm bilincinin
ne ölçüde özümsendiğine, parti kültürünün ne ölçüde
içselleştiğine paralel olarak anlam kazanır.
Demokratik merkeziyetçilik ilkesi, çoğu kez “demokrasi”
ve “merkeziyetçilik” olarak ikiye ayrılmakta ve
karşı karşıya getirilerek biri ele alınırken diğeri
dıştalanmaktadır. Bu yanlıştır. Demokratik merkeziyetçilik
ilkesi, tek bir ilkedir; “demokrasi” ve “merkeziyetçilik”
bir bütünün iki yanıdır, bunlar birbirini dıştalamaz,
tam tersine birbirini içerirler. Yanılgıların
aksine, “merkeziyetçilik” kavramının karşıtı “demokrasi”
değil, özerkliktir; “demokrasi” kavramının karşıtı
da “merkeziyetçilik” değil, bürokrasidir, bürokratik
diktatörlüktür. Devrimci Sosyalizm, demokratik
merkeziyetçilik ilkesini, parti yaşamında, olmazsa
olmaz bir ilke olarak ele alırken, bu ilkenin
yozlaştırılmış tüm biçimlerini; bürokratik ve
özerk aygıtları, bunları ifade eden örgütlenme
biçimlerini tümden reddeder.
“Demokrasi” ve “merkeziyetçilik” kendi içinde,
tek başına amaç olamazlar.. Demokratik merkeziyetçilik
ilkesi, elbet nesnel-öznel koşullardan bağımsız
ele alınamaz. Demokrasi, özünde siyasal bir kavram
olup, azınlığın çoğunluğa uyma zorunluluğunu ve
azınlığın haklarını güvence altına almayı içerir.
“Demokrasi” adına, proletarya partisinde, sınırsız
bir “eleştiri özgürlüğü” yoktur; kuralsız-ilkesiz-disiplinden
uzak “demokrasi” olamaz, olan da “demokrasi” değil,
anarşizmdir. Tersinden ele alırsak, “merkeziyetçilik”
adına, demokratik hiçbir hakkın kullanılmadığı,
merkezin sınırsız haklarla donatıldığı ve denetlenemediği
bürokratik bir aygıt da savunulamaz. Eğer, parti
yaşamında “demokrasi” veya “merkeziyetçilik” birbirinden
koparılır, kendi içinde birer amaç haline dönüştürülürse,
işaret ettiğimiz iki yozlaşmış parti modeli örneği
ortaya çıkar. Bu yozlaşmış modeller proletarya
partisi olamaz, onun birer karikatürü olabilirler.
Demek ki, tekrar vurgulanırsa, “demokrasi” ve
“merkeziyetçilik” ayrı ayrı değil, bütünsel ele
alınmalıdır.
Lenin’in de ifade ettiği gibi, parti içinde demokrasinin
iki koşulu var; bunlar “aleniyet/açıklık” ve “seçim”
ilkeleridir. Parti yaşamında bu iki koşul veya
ilke olmazsa, parti içi demokrasi, buna bağlı
olarak demokratik merkeziyetcilik temel ilkesi
uygulanamaz. Proletarya partisinde her şey ilkeli-kurallı-disiplinli
ama tam bir açıklıkla ele alınır. Açıklık veya
aleniyet gizlilik kuralının bir yana atılması
demek değildir. Devrimci Sosyalizm ilişkilerin
gizliliğini ama özellikle düşüncenin açıklığını
savunur. Proletarya partisinde en sıkı gizlilik
uygulanırken, pekala tam bir açıklık veya parti
yasallığı da uygulanabilir. Seçim ilkesi, özünde
demokrasi için bir koşul olurken, aynı zamanda
yönetme sorununu da ifade ediyor. Proletarya partisi,
“yukarıdan aşağıya örgütlenme”yi savunur, ama
“aşağıdan yukarıya” denetim olur, “seçim” ve parti
organları meşru yönetimlere dayanır. Seçim olmazsa,
azınlığın çoğunluğa boyun eğmesi de sözkonusu
olamaz. “Azınlığı” ve “çoğunluğu” ortaya çıkaran
ölçülerden biridir seçim. O halde, proletarya
partisinde, “aleniyet” ve “seçim” parti içi demokrasinin
anlam kazandığı iki temel araçtır.
Ayrıca, unutmamak gerek, demokrasi sorunu, Lenin
ve Stalin’in de işaret ettiği gibi, özünde bir
kültür sorunudur. Eğer bir toplumda veya partide
demokrasi kültürü gelişmemişse, bu yönde bir bilinç
oluşmamışsa, demokrasi sözde kalır. Böyle bir
“demokrasi” sakat, tahrip edici, hatta dönüp proletarya
partisini vurucu nitelik kazanabilir.
Proletarya partisinde irade ve eylem birliği,
ancak demokratik merkeziyetçilik ilkesinin ete-kemiğe
bürünmesi ile sağlanabilir. Parti yaşamında, marksist
kültürü özümlemiş partili bireyin rolü tartışılmaz
önemdedir. Elbet parti, tek tek partili bireyin
veya kadrolarının basit toplamı değildir, çok
daha öte bir şeydir; ama nihayetinde özellikle
temel kadrolar, parti yaşamının adeta “hücreleri”dir,
parti yaşamına karakterini verir. Ayrıca, toplumsal
süreçten, partili kadro ve bireylerden soyut ideolojik
birlik ve ideolojik sağlamlık olamaz. Ve, bu doğal
olarak katılımcılık, parti organlarında bir dizi
eleştiri-öneri-farklı düşüncenin dile getirilmesini
içerir. Katılımcılık, yalnızca partili bireylerin
birer özne olmasının gereği değil, aynı zamanda
sosyalizm anlayışımızın, bürokratizme karşı proletarya
demokrasisinin bir gereğidir. Ve bu “katılımcılık”
prensibinin “iki çizgi...”, “hizip hakkı”, “çoğulcu/kanatlı
parti” gibi anti-marksist anlayışlarla ortak hiçbir
yanı yoktur. Devrimci Sosyalizm, “yekpare” (monolitik
değil) leninist parti anlayışını savunur; parti
içinde farklı düşünce-öneri ve eleştirileri program
ve tüzük çerçevesinde ele alır; farklı düşünce
ve önerileri, partinin iradesini oluşturan program
ve tüzük iradesini yok etmediği sürece zaafiyet
işareti olarak değil, güçlendirici (en azından
doğal bir durum) bir faktör olarak ele alır..
Parti, tek irade ve eylem birliği demektir; katılımcılık,
irade ve eylem birliğini güçlendirir.
Bunlar, parti yaşamında, hak ve görev bilinci
ile ele alınmak zorundadır. Nerede hak varsa,
orada aynı zamanda sorumluluk vardır. Parti yaşamı
ve sorunlar bu bilinçle, bu yaklaşım temelinde
ele alınmalıdır. Proletarya partisinde meşru olmayan
hiçbir yöntem, tavır ve davranış, yabancılaşma
biçimleri, hizip-dedikodu-kumpas-görev savsaklama
vb. proletarya partisinde yaşama hakkına sahip
değildir, hoş görülemez, hiç bir gerekçe ile idare
edici bir tavırla geçiştirilemez. Bunların olduğu
yerde parti yoktur, yoldaşlık yoktur. Partinin
ve yoldaşlık ilişkisinin korunması için bu tür
eğilimler kesin biçimde her durumda yok edilmelidir.
Leninizmin parti sorununda temel mantığı, merkezi
bir örgüttür, “öncü örgüt” fikridir. Yukarıda
ifade ettiğimiz irade ve eylem birliği, ancak
merkeziyetçilik fikri ile, bunun parti yaşamında
somutlanmasıyla mümkündür. Proletarya partisi,
düzen değil, savaş örgütüdür. Savaş örgütü ancak
merkeziyetçi bir yapı ile yaratılabilir ve yönetilebilir.
Merkeziyetçilik, parti yaşamında ademi-merkeziyetçilikle
anlamlıdır; bu aynı zamanda demokratik merkeziyetcilik
ilkesinin, işbölümünün bir gereğidir. Güçlü bir
merkezi yapı, güçlü yerel organlarla mümkündür;
merkeziyetçilik ve ademi- merkeziyetçilik birbirini
besler.
“... Bu bizi, bütün parti örgütünün ve bütün parti
faaliyetinin son derece önemli bir ilkesine vardırıyor:
Bir yandan, hareketin ve proletaryanın devrimci
mücadelesinin ideolojik ve pratik yönetemi açısından
mümkün en fazla merkeziyetçilik gerekliyken, öte
yandan, parti merkezinin (ve dolayısıyla bir bütün
olarak Parti’nin) hareketten sürekli haberdar
edilmesi ve Partiye karşı sorumluluk açısından,
mümkün en fazla ademi-merkeziyetçilik gereklidir....”
(Bir Yoldaşa Mektup/Lenin/ Ö. Üzerine, sf.31)
“...Eğer aynı zamanda, hem merkeze karşı sorumluluk
açısından hem de merkezin, Parti aygıtının bütün
dişli ve çarklarından haberdar edilmesi açısından
azami ademi-merkeziyetçilik uygulamazsak, bu merkez
iktidarsız kalacaktır. Bu ademi-merkeziyetçilik,
genellikle hareketimizin en acil pratik ihtiyaçlarından
biri sayılan işbölümünün öteki yüzünden başka
birşey değildir.” (age. sf.32)
Parti yaşamında, parti içi demokrasinin temel
dayanağından biri olan, yukarıda vurguladığımız
“aleniyet/açıklık” ilkesi, merkeziyetçilik ve
onun güçlenmesini besleyen ademi merkeziyetçilikle
çelişki halinde değildir. Tam tersine, parti kanallarında,
tam bir açıklıkla bilgi akışının sağlanması, parti
merkezinin bu bilgi ile güçlenmesi, yaşamsaldır.
Bu bilgi olmazsa, yönetme de olamaz. Bu mekanizma
nasıl ele alınır? Bunun iki yolu vardır. Birincisi,
parti organlarının düzenli toplanması, eleştiri-özeleştiri
vb. yapması, sorunları ve tüm gelişmeleri rapor
etmesidir. İkincisi, bunun devamı olarak, partinin
tüm yaşamında “rapor-talimat” sisteminin içselleşmesidir.
Parti organlarında, eleştiri-öneri-ideolojik üretim-araştırma-dönem
politikaları vb. tam bir açıklıkla ele alınıp,
bireylerin nitelikleri, yetenekleri, zaafları
vb. tesbit edilir, her partili ve cepheli bu noktalardaki
düşüncelerini tam bir açıklıkla, sürekli biçimde
ifade etmelidir. Parti iradesi ancak bu yapılabildiği
ölçüde, yani parti organları ve partililerin katılımı
temelinde ortak irade olarak sağlıklı ve güçlü
biçimde şekillenir. Bu noktada, her yoldaşın hazırladığı
raporlar hayati öneme sahiptirler, partililerin
parti iradesinin oluşumuna katılımında belirleyici
rol oynarlar. Tüm partili ve cepheliler bu haklara
sahiptir; bu bir hak ve aynı zamanda partiye,
yoldaşlara ve partilinin kendisine karşı sorumluluğudur.
Dahası, parti yaşamının tüm boyutları, parti merkezine
düzenli rapor edilmelidir. Herhangi bir alanda
bir sorun mu vardır? Sorunun çözümü için, tüm
meşru yöntem ve kanallar kullanılır. Elbette burada
tam bir dürüstlük, sorumluluk söz konusudur; parti
karşısında herkes tam bir özgürlüğü yaşamalıdır.
Yani parti ve cephelinin iradesini çarpıtacak
bastırmacı her tür yaklaşım ve tutum bertaraf
edilmelidir. Doğru çözüm, çarpıtılmamış iradeye
dayanan eksiksiz, doğru ve zamanında gelen bilgilerle
mümkündür. Bu noktada, parti merkezinin tüm partililerce
ve birimler tarafından tüm gelişmelere ilişkin
eksiksiz, doğru ve zamanında bilgilendirilmesi
özel bir öneme sahiptir. Doğru ve tam bilgiye
zamanında sahip olan merkez, böylece herhangi
bir alanda vb. yaşanabilecek sorunu da doğru çözme
imkanına kavuşur. Partinin iç yaşamı ve tüm faaliyetlerine
ilişkin güçlü bir bilgi akışına sahip olan bir
parti merkezi; çözümleyici, yönlendirici, müdahaleci
olabilir, yönetme sanatını doğru ele alabilir.
Özcesi, açıklık içinde, ilkeli-kurallı-disiplinli
bir parti yaşamı, rapor-talimat sistemi ile anlamlı
olur.
“...Merkezin düzgün çalışabilmesi için, yerel
komiteler kendilerini yeniden örgütlemelidirler;
uzmanlaşmalı, daha “işbilir” örgütler haline gelmeli
ve şu ya da bu pratik alanda gerçek “yetkinliğe”
erişmelidirler. Merkezin (şimdiye kadar olduğu
gibi) öğüt vermek, ikna etmek ve tartışmakla kalmaması,
orkestrayı gerçekten yönetebilmesi için, kimin
hangi kemanı nerede ve nasıl çaldığını; her çalgının
çalınması için talimatın nerede ve nasıl alındığını
ya da alınmakta olduğunu; (müzik kulak tırmalamaya
başladığında) kimin nerede ve niçin falso yaptığını:
ve falsonun giderilebilmesi için kimin nereye
ve nasıl aktarılması gerektiğini kesin olarak
bilmesi gerekir...” (Age, sf: 33)
Güçlü bir merkezi yapı zorunludur ve yukarıda
vurguladıklarımız ile Lenin’den aktardıklarımız
hayati önemdedir. Parti merkezi herşeyi bilecek,
herşeyden yararlanacak; kadroların-üyelerin-sempatizanların
yapısını, temel özelliklerini, yetenek ve zaaflarını
bilecek. Nerede kim var, hangi parti organı, hangi
taktik politikalar ile süreci ele alıyor, sorunlar
ve çözüm yolları nelerdir vb. tüm bunları tam
bir açıklıkla parti merkezi bilmelidir. İşte,
rapor ve talimat sisteminin düzenli işlemesi bu
açıdan önemlidir. Parti, parti yaşamını zenginleştiren
yaratıcı-katılımcı herşeye açık olmalı, bu temelde
her alanda saygın ve güçlü ilişkiler yaratmalıdır.
İşte, bugün devrimci yenilenme sürecinde, bir
kez daha bize bu gereklidir. Partili ve cepheliler
haklarını kullanmalı, bu tüzel bir haktır, ama
bundan da ötesi saygın ve iç dünyası zengin bir
parti için bu hakkın kullanılması zorunludur.
“... Gizli bir örgüt yönetme sanatı, bütünüyle
mümkün olan herşeyden yararlanmakta, ‘herkese
yapacak bir iş vermekle’ ve aynı zamanda bütün
hareketin önderliğini, sırf bir takım yetkilere
dayanarak değil, saygınlığa, canlılığa, daha fazla
tecrübeye, daha çok-yönlülüğe ve daha fazla yeteneğe
sahip olarak elde tutmakta yatar...” (Age, sf.24
Parti merkezi, parti önderliği (ki, Ortadoğu siyaset
tarzını, kişisel kült yaratmayı reddediyoruz.)
Lenin’in sözlerinde anlamını bulan özelliklere
sahip olmalıdır. Böylesi bir parti merkezinin,
D.M ilkesinin sağlıklı ele alınıp, işlev kazanması
ile kopmaz bağları vardır. Parti yaşamında DM
ilkesi şu veya bu nedenle “rafa kaldırılamaz”.
Sosyalist hareket tarihinde, savaş vb. nedenlerle
bu ilkenin ve onun doğal uzantısı kongre/veya
konferansların toplanıp, seçim yapılmasının askıya
alındığı biliniyor. Bunun birçok örneği var. Ancak,
yine bir örnektir; Ekim devrimi sonrası, emperyalist
kuşatma-iç savaş-yoksullluk-açlıkla mücadele-iktidarın
korunması vb. olağanüstü koşullarda, Lenin önderliğinde,
RKP ve 3. Enternasyonal düzenli kongre ve konferanslarını
yapmıştır. Ancak sonrakı yıllarda bu doğrultuda
bir gevşeme, gerileme olduğu açıktır; 3. Enternasyonalin
feshi bile çok tartışmalıdır. İşte, bu iki dönem
ve sosyalizmin iki otoritesinin Lenin ve Stalin’in
dönemleri, politikaları, politika yapış tarzları
arasındaki fark, sorununun önemini de işaret ediyor.
Elbette, “koşullar” bir olgudur; ancak devrimci
sosyalizm koşulların zorlamasını önüne koyar,
“koşullar” ın kabullenilmesini değil. Bir not
olarak ifade edilen bu örnek, “ reel sosyalizmin”
eleştirel ele alınmasında, devrimci sosyalizmin
çıkarmış olduğu bir dersi de işaret ediyor.
Demek ki, parti içi demokrasi içinde bu ilkenin
önemi tartışılmaz. ML adına “en merkeziyetçilik”
savunuculuğu ile bürokratik diktatörlüklere kapı
aralandığı gibi “doğrudan demokrasi” vb. adı altında
özerkliğe varan anlayışlar, DM adına etrafta dolanıyor.
Tümünü reddiyoruz.
Stalin’in sözü ile bağlayalım:
“Parti, görevlerini gereğince yerine getirebilmek
ve kitlelere sistemli bir şekilde klavuzluk edebilmek
için, merkeziyetçilik ilkesine dayanarak örgütlenmeli,
bir tek tüzüğe demirden parti disiplinine ve tek
bir yönetici organa sahip olmalıdır. Bu organ,
parti kongresi, kongreler arasındaki zamanlarda
parti merkez komitesidir. Partide azınlık çoğunluğa,
tek tek örgütler Merkeze, alt örgütler üst örgütlere
ittat etmelidir.” (Ö. üzerine, sf:138) Özetle
devrimci sosyalizm, sorunu, DM ilkesini ve Leninist
merkeziyetçiliği böyle ele alıyor.
Disiplin Sorunu
Disiplin ilkesi ML parti için yaşamsaldır. Proletarya
partisi ancak gönüllülük temelinde, çelikten bir
disiplinle, emperyalizme, kapitalizme, faşizme
karşı dövüşebilir, saflarında irade ve eylem birliği
sağlayabilir, devrimi zafere ulaştırabilir. Bu
ilkenin şu veya bu nedenle şu veya bu biçimde
yozlaştırılması, iktidar savaşımında proletarya
partisinin geriye düşmesi, yenilgiye kapıyı aralaması
anlamına gelmektedir.
“Bugün artık herkesin, partimizde sıkı disiplin
olmadan, gerçekten demir disiplin olmadan, partimize
işçi sınıfının tüm kitlesinin, yani işçi sınıfı
içinde düşünen, namuslu, fedakâr, etkili ardından
geri kalmış tabakaları sürüklemeye yeteneği olan
ne varsa onun desteği olmadan, boşeviklerin 2,5
yıl değil 2,5 ay bile iktidarda kalamayacaklarını
görebildiği kesindir.” (Sol Komünizm... sf:11)
Ekim devriminden sonra, sosyalist hareketi “sol
komünizme” karşı uyardığı bir dönemde Lenin bu
sözleri söylüyor... Devamla, Lenin şunları söylüyor;
“...İlk önce proleter öncüsünün bilinci, devrim
yolunda fedakarlığı, kendine hakimiyeti, feragat
duygusu, yiğitliğidir. Bundan sonra en geniş anlamıyla
emekçi yığınlarıyla ve ilk önce proletaryanın
kitlesiyle, ama proleter olmayan emekçi yığınlarıyla
da, bağlar kurma yeteneği, onlara yaklaşma ve
eğer isterseniz, bir ölçüye kadar onların içinde
erime yeteneğidir. Üçüncüsü bu öncünün siyasi
doğrultusunun doğruluğudur...” (Sol Komünizm...
sf:12-13)
Bu üç koşul; öncü kadroların/savaşçıların ideolojik
sağlamlığı ve kendini sekınmazlığı, devrime/sosyalizme
adanmışlığı, kitlelerle bağlar ve doğru politikaların
kitlelerin özdeneyleri ile öğrenmesi, proletaryanın
disiplin anlayışında yol göstericidir. Disiplin;
tam bu noktada, ideoloji-gönüllülük-bilinç faktörlerini
içeriyor, dahası bunların kitlelerle ilişkisi
ile güçlenmesi anlamına geliyor. Devrimcilik,
bir siyasal, daha da ötesi yaşamın bütününe dair
bir tercihtir ve bu tercih, aynı zamanda, partili
mücadelede gönüllü parti disiplininin benimsenmesi
anlamına geliyor. Bunu gönüllü benimsemek tek
başına yeterli değil, bunu bilince çıkarmak zorunlu.
Parti bilinci, duygusal-ahlâki tüm bağlardan öte,
yüksek bir politik bilinci, marksizmi kavramayı,
tüm yaşamda bunu eylem kılavuzuna dönüştürmeyi
gerektiriyor. Tüm bunların sınandığı alan kitlelerle
ilişki alanıdır-mücadeledir. Partinin doğru politikalarını
kitlelere taşımak, kitlelerden öğrenmek, ama onları
parti politikası doğrultusunda yönlendirmek, demir
disiplinin içselleşeceği ilişkiler bütününü oluşturur.
Kitlelerden kopuk, tek başına “disiplin” olamaz.
Proletarya Partisi, tek bir tüzükte ifadesini
bulan, tek bir disiplin anlayışına sahiptir. Disiplin;
çevreye, kişiye, yaşa, cinsiyete, statüye, mevkiye
vb. göre ayrı ayrı kuralları içermez, ayrı ayrı
uygulanamaz. Parti karşısında, herkes, tüm parti
üyeleri eşittir, eşit haklara sahiptir; ve tek
bir tüzükte ifadesini bulan kurallar herkesi bağlar,
herkes bu hukuksal çerçeveye göre ele alınır.
Proletarya partisi, her türlü ayrıcalıkları, imtiyazları,
eşit olmayan yaşam biçimlerini, çifte standardı
vb. reddeder. Dahası, en başta parti önderliği,
önder kadrolar, üyeler bu demirden disiplin ilkelerini,
tavır-davranış-yaşam biçimlerinde somutlarlar...
Alt kadroları/sempatizanları ezmek, üst kadrolara
yaltaklanmak; üst kadroların imtiyazlı ilişkiler
içinde olmasına prim vermek; başkasına sekter,
kendine liberal davranmak; illegalitenin kimi
dezavantajlarını disiplin ilkesini ihlal için
kullanmak vb. tutumların asla devrimci sosyalizmle
ilişkisi olamaz, bunlara parti yaşamında müsaade
edilemez. Parti tüzüğünün önemi de buradadır;
tek tüzük ve tek bir disiplin anlayışı, proletarya
partisinin anlayışıdır.
“Parti, pratik çalışmasında, saflarındaki birliği
korumak istiyorsa, hem önderlere hem de sıradan
üyelere, bütün parti üyelerine eşit olarak uygulanan
ortak bir proleter disiplini kurmalıdır. Böylece
parti içerisinde, disipline bağlı olmayan “seçkin
azınlık” ve disipline bağlı olan “çoğunluk” diye
bir bölünme olmayacaktır. Bu önşarta uyulmazsa
partinin bütünlüğü ve parti saflarının birliği
sağlanamaz.” (Stalin, Örgütlenme Üzerine, Sf:
139)
Parti yaşamında, demokratik merkeziyetçilik ilkesini
ele aldığımızda vurguladığımız gibi, parti içi
demokrasi zorunludur. Ama bu demokrasi, disiplin
ilkesi ile bütünseldir, disiplinden uzak, soyut
değildir. Disiplin sorununun bu noktada, aynı
zamanda ideolojik-kültürel bir niteliği olduğu
söylenebilir. Proletaryanın disiplin anlayışının
gönüllü benimsenmesi de, bu ideolojik-kültürel
yanlar ile ilgilidir. Yani, disiplin sorunu, bir
bilinç, ideolojik donanım, kültürel gelişmeyi
ifade ediyor. Proletarya Partisi bu eksende disiplin
sorununu ele alıp, parti yaşamında bunları içselleştirirken;
parti birliğini bozan, anarşist-bireyci tavır
ve anlayışları, özerkliğe ulaşan anti-marksist
parti anlayışını, “eleştiri özgürlüğü” adı altında
partinin tartışma kulübüne dönüştürülmesini, veya
“disiplin” adı altında diktatörlüğü reddeder.
Proletarya Partisi, mevcut kapitalist toplumdan,
bu toplumsal sistemin yarattığı her türlü yozlaşma
ve yabancılaşmadan, egemen ideoloji ve kültürden,
bunların basıncından soyut; bunlarla arasına bir
“Çin Seddi” çekerek varlığını sürdüremez. Doğal
olarak, bu kuşatılmış ilişkiler, bir biçimde proletarya
partisi saflarına sızar, onu etkiler. Çarpık-yoz
ilişkiler, yabancılaşma biçimleri, bir dizi burjuva
ve küçük-burjuva anlayış ve tavır, proletarya
partisinin etrafında dolaşır; bunlara karşı mücadelenin
zayıfladığı noktada da sızar. Bu kuşatmaya karşı
en ciddi mücadele, marksizmin sürekli canlı ve
koşullara uygun yeniden üretimidir; bu temelde
siyasal eğitimin süreklileştirilmesi ve pratik
yaşamın ML temelinde koşullara uygun olarak sürekli
yeni öğelerle zenginleştirilmesidir. Bu okuldan,
yani marksizmden “mezun olma” yoktur, dinlenme,
“tatil” dönemleri yoktur. Marksizmin okulunda
siyasal eğitim ve hayatın devrimci sosyalist temelde
süreğen bir üretimi tüm yaşam boyu sürer. Bu süreç,
aynı zamanda “arınma” ve “bütünleşme” sürecidir.
Yani, marksizm klavuzluğunda partili yaşamda,
bu süreğen mücadele süreciyle, proletaryanın ideolojisi-kültürü
ile bütünleşme yaşanırken, aynı zamanda, böylelikle
kuşatmaya alınan burjuva ve küçük-burjuva anlayış-tavır-yaşam
biçimlerinden arınılır. Bu diyalektik bir ilişkidir;
arınma aynı zamanda bütünleşme anlamına gelir.
Özcesi, proletarya partisinde eğitim ve gündelik
yaşamın ML temelinde yeni ve daha ileri biçimde
üretilmesi süreklidir, sorunun yakalanması gereken
temel halkası da budur.
Ancak, bu tek başına yeterli değildir, bu her
şeyi çözmez. Bundan, bunun devamı olarak, parti
tüzüğünde anlamını bulan, örgütsel tedbirler zorunludur.
Parti yaşamını belirleyen kesin kurallar, kurumlar,
suçlara karşı cezalar, vb..
Nerede suç varsa, orada ceza da olur... Proletaryanın
adalet anlayışı, kısasa kısas değildir, kazanımcıdır,
sosyalist normlardan uzaklaşamaz ve her adımında
geleceğe bir model taşır, örnek olmak zorundadır.
Bu noktada, kimi temel ilkesel yaklaşımlar da
vardır; örneğin, kim ne olursa olsun, “devrimci
şiddet” adına işkence yapılmaz. Veya, sol içi
çatışma hiçbir gerekçe ile savunulamaz.
Elbette parti saflarında, disiplin; eleştiri-ikna-dönüştürme
(ki, eğitimin bir parçasıdır) mücadelesinin dışında
ele alınamaz. Bu çaba, zor ve zahmetlidir; ama
proleter sabırla, emekle, büyük bir sorumlulukla
ele alınır, parti yaşamının bir parçasıdır. Keyfi
yöntemler, eleştiri-ikna-dönüştürme çabalarının
olmadığı uygulamalar, öznel tutum ve tavırlar
devrimci sosyalistlerin işi olamaz. Dünyanın en
zor işi, insan kazanmaktır, insanı değiştirip-dönüştürmektir.
Ama, devrimcilik de budur; sızlanmadan, bir özel
çıkar beklemeden, devrim ve sosyalizmin ağır sorumluluğunu
hep hissederek bu çaba gösterilir. Bundan dolayı,
Lenin’in sözleriyle “örgütlü güvensizlik” olan
tüzükte ifadesini bulan, hukuksal otoriteye baş
vurmak zorunludur. Ama bu, eleştiri-ikna-dönüştürme
mücadelesinin tükendiği yerde gündemleşir. Parti
tüzüğünde suça göre ceza vardır. Uyarı, ağır ihtar,
dondurma, geçici ihraç, ihraç bu ceza biçimleridir.
Elbette bunlar laf olsun diye tüzükte yer almaz;
tek irade için, proletarya partisinde tek bir
disiplin ilkesi için vardır ve uygulanır.
Doğru bir ideolojik-politik hattın yanı sıra,
demirden bir disiplinle saflarını örmeyen bir
parti asla kitlelere ulaşamaz, doğal-manevi otoritesini
kuramaz, dahası emperyalizme ve oligarşiye karşı
dövüşemez. O halde, her adımda, her ilişkide,
partili mücadelenin cidddiyeti ile, kendimizi
ve partili mücadeleyi proleter disiplin ile dolanatmalıyız!
Eleştiri Özeleştiri Üzerine
Parti yaşamında bir başka ilke, eleştiri-özeleştiridir;
bu silahın doğru, verimli ve ilerletici kullanılmasıdır.
Parti içi demokrasinin bir parçası olarak eleştiri
ve özeleştiri doğru ve yerinde kullanıldığı ölçüde
amacına ulaşır, tersi ise amacından uzaklaşmasının,
yıpranmanın kapısını aralar.
Partili mücadele; doğru ve yanlışların birlikte
yaşandığı, farklı tavır-düşünce-alışkanlıkların
olduğu bir alandır. Parti, mevcut toplumsal ilişkilerden
ve anlayışlardan soyut olmadığı gibi, onlara rağmen
sosyalizm yürüyüşünü devam ettirir, bu ilişkiler
içinde en ileri düzeyi temsil eder, bu ilişkiler
içinde kendini örgütler. Mevcut kapiltalist sistem,
sınıflı toplumların en gelişkinidir, bu toplumlara
ait en gerici düşünce-tavır-alışkanlıkları sürekli
biçimde üretir. Dahası, “postmodernizm” üzerine
yazımızda da belirttiğimiz gibi, bu gerici ideolojik-kültürel
öğeler süreklileşmiş saldırı kampanyaları ile
adeta tüm toplumun üzerine püskürtülür. Bu zeminden
beslenir yanlışlar, hatalar, suçlar... Peki nasıl
bunları ele alıp; düzelteceğiz? Nasıl bu kuşatmayı
yarıp, geleceğin toplumunu yaratma savaşını yürüteceğiz?
Parti saflarını nasıl koruyacağız? Sorunlarımızı
ve çözüm yollarını nasıl ele alacağız? Canlı ve
ilerletici bir parti yaşamını nasıl öreceğiz?
Soruları çoğaltmak mümkün; ama, bunların yanıtı,
yukarıda ifade ettiğimiz noktaların yanısıra,
eleştiri ve özeleştiri silahının doğru, yaratıcı
ele alınmasındadır.
Eleştiri ve özeleştiri süreci, bu eksende ilişkilerimize
ve aynı zamanda, kendimize yönelme, kendimizi
tanıma, kendi potansiyelimizi görme, samimiyetimizi
ve inancımızı sınama alanıdır. Demokrasi kültürünün
olmadığı yerde sağlıklı eleştiri ve özeleştiri
olmaz; “eleştiri” veya “özeleştiri” adı altında
yapılan en ilerisinden günü, anı kurtarmak olur.
Bize bu gerekli değildir. Devrim ve sosyalizm
kavgasında samimiyiz, kendimizi tanıyoruz, kendi
gücümüzün, potansiyelimizin farkındayız. O halde
tam bir açıklıkla net ve samimi tarzda, partimizin
ve mücadelemizin önündeki sorunları, doğru ve
yanlışlarımızı çözüm yolllarını ele almalıyız.
Kendimize güvenmeliyiz; aynayı kendimize tutmalı,
eleştirel yöntemle her adımımızı çoğaltmalıyız.
Bürokratik, şeflik kültürüyle sakatlanmış, yarı
mistik bir söylemle kişisel kült yaratmış ve birçok
olumsuzluğun üstünü örtmüş bir tarz bize çok uzaktır,
uzak durmalıdır. Devrimci sosyalizm, bunu siyasal
olarak reddeder ve ilk adımı attığımız tarihsel
andan bu yana, partili mücadelede demokratik bir
geleneğe sahibiz. Hiç kuşkusuz, ciddi eksikliklerimiz
de olmuştur. Ancak daima er ya da geç bunları
aşma iradesi de güçlü biçimde billurlaşmıştır.
Bu bizler için kazanımdır, geliştirmek görevdir.
Aynı biçimde; dedikoducu, kumpascı, hizipçi bir
kültür ile hiçbir düzeyde barışık olmadık, olmayacağız;
“çokseslilik”, “iki çizgi”, “doğrudan demokrasi”
vb. partinin irade ve eylem birliğini sakatlayan,
bir savaş örgütü yaratma perspektifinden uzak
anlayışlarla aramızda kalın bir çizgi vardır.
Kendimize güveniyoruz, samimiyiz ve eleştirel
yöntem geleneğimizde içseldir. Eleştiri ve özeleştiri
silahını daha güçlü biçimde kullanmak, bunu geliştirmek,
partili yaşamımıza çok şey katacaktır. Dahası,
bunu özellikle teşvik etmeliyiz...
Eleştiri ve özeleştiri; somut, ilerletici, amacına
uygun olmalıdır; bu aynı zamanda bir bilinç sorunudur.
Eleştiride, kişiler ve kişilik amaç olamaz; önemli
olan, olgunun kendisidir, onun beslendiği zemindir,
arka planıdır. Parti yaşamının geliştirilmesinde
eleştiri ve özeleştiri, kişileri değil, olumlu
ve olumsuz yanları, bunları besleyen dinamikleri
ve ilişkileri ele almalıdır. Kişiler olumlu yanları
kendilerinde cisimleştirdikleri ölçüde elbette
eleştiri ve özeleştirinin konusu olurlar. Ancak
bu, onların ezilmesi yada yüceltilmesi yönünde
değil, hataların gösterilmesi ve giderilmesi yada
olumlu yanların tüm parti yaşamı için örnek haline
getirilmesi, teşviki amacıyla yapılır. Ve, eleştiri-iknâ-dönüştürme
süreci bu yaklaşım üzerine inşaa edilir. Öznel
düşünce ve davranış; eleştirinin önünü açmaz,
amacından uzaklaştırır; bundan bu tip idealist
tarzdan uzak olmalıyız. Eleştiriler rastgele değil,
somut, sorunun muhataplarına karşı; her yerde
değil, partinin platformlarında yapılmalıdır.
Rastgele yapılan eleştiriler bozguncu, dedikoducu,
kişileri yıpratan, parti ortamını bozan gerici
bir rol oynar. Bu tür eleştiri-özeleştiriler parti
suçudur. Kesin biçimde engellenmeleri zorunludur.
Eleştiri; sorunları, eksik ve zaafları kavramamıza
hizmet etmeli, bireyin, komitenin, partinin önünü
açmalıdır. Yine, bu eksende, özeleştiri; bir “günah
çıkarma” veya “ günü kurtarma” değil, yanlışları
bilince çıkarmadır, kendimizi tanımadır, bir erdemdir.
Eleştiri; açık, net olmalı, liberal yaklaşımları
ve sekter tavırları dıştalayıcı olmalıdır, devrimci
sorumlulukla yapılmalıdır. Eleştiriler, proleter
ahlak ve norma uygun olmalı; çirkin, meşru olmayan
yöntem ve tarz asla benimsenmemelidir. Her eleştiri
aynı zamanda bir paylaşımdır; yaptığımız her eleştiride,
kendi payımız da vardır.
Lenin’in şu sözleri bize yol gösterici olmalıdır;
“Kendi yanlışlarını gören parti, sorunlarını yarı
yarıya çözmüş demektir. İradesini temsil ettiğimiz
sınıfa karşı sorumluluk bunu gerektirir...”
“Bireyler için doğru olan şey oranlar korunmak
şartıyla, siyaset için de, partililer için de
doğru olabilir ve bunlar uygulanabilir. Akıllı
adam yanlış yapmayan adam değildir. Böylesi yoktur
ve olamaz. Akıllı adam odur ki, pek vahim olmayan
yanlışlar yapar ve onları kolayca ve çabuk doğrultur.
(Sol Komünizm... sayfa: 28, dipnot)
Eleştiri ve özeleştiri ilkesi, parti yaşamında,
disiplin ilkesi ve partinin irade ve eylem birliği
ile çelişmez. Tam tersine, partinin irade ve eylem
birliği için zorunludur, disiplini güçlendirir.
Canlı bir parti yaşamı için eleştiri ve özeleştiri
yaşamsaldır.
Stalin’in şu sözleri son derece anlamlıdır, yol
göstericidir:
“...bütün parti üyelerinin irade ve eylem birliği
olmadan partide demir disiplin düşünülemez. Kuşkusuz
ki bu, partide fikir mücadelesi olanağını dışlamaz.
Tam tersine, demir disiplin, eleştiri ve fikir
mücadelesini dıştalamak şöyle dursun, partinin
bağrında eleştiriyi ve fikir mücadelesini şart
koşar. Üstelik bu, disiplin “kör” disiplin olması
demek hiç mi hiç değildir. Tam tersine, demir
disiplin, bilinçli ve gönüllü olarak, kabul edilen
bir itaati öngörür, çünkü ancak bilinçli bir disiplin,
gerçekten demir disiplin olabilir. Ama fikir mücadelesi
bitince, eleştiri tükenip karara varılınca, bütün
parti üyelerinin irade birliği ve eylem birliği
şarttır.” (Örgütlenme Üzerine, Sf: 145)
İllegalitenin Önemi Üzerine
Parti yaşamında, bir başka temel ilke, illegalitedir.
Ve, devrimci sosyalizm için bu ülkede devrimin
zaferine dek bu ilke yaşamsal önemini koruyacaktır.
Elbette, böylesi kesin saptamalar, kimi zaman
problem oluşturur. Ve sınıf, mücadelesi öyle tarihsel
anlar yaratır ki, böylesi yaşamsal bir ilke, şu
veya bu ölçüde esnetilebilir; ama, bu çok özel
tarihsel anlar içindir ve bunu dışta tutuyoruz.
Emperyalizm ve buna uygun olarak günümüzde derinleşen
yeni-sömürgecilik; bu ilişki üzerinde oluşan yeni-sömürgeci
sistem ve sürekli faşizm varlığını sürdürdüğü
ölçüde, illegalite ve gizli çalışma temeldir,
parti yaşamında yaşamsal öneme sahiptir. Bundan,
bu keyfi bir tercih değil, nesnel bir zorunluluktur.
Hep söyledik, tekrar vurgulayalım... Proletaryanın,
onun öncü partisinin esas örgütlenme biçimi illegaldir,
gizli örgütlenmedir. Ancak, emperyalizme ve oligarşiye
karşı mücadelede, kazanılan her mevzi, yasal imkân
sonuna kadar doğru ele alınmak zorundadır. Bundan
dolayı, devrimci sosyalizm, illegaliteyi temel
alır, ama onu fetişleştirmez; Ve, legal, yarı-legal
tüm imkânlar değerlendirilir, bunlara uygun örgüt
biçimleri yaratılır. Sadece mevcut yasal olanaklardan
yararlanmaktan da öte, demokrasi mücadelesinin
meşruluğu ve gelişmesi için devrim ve sosyalizm
fikrinin kitlelere ulaşması için bu zorunludur.
Proletarya partisi politik-ideolojik-ekonomik
ve demokratik alanda, gizli ve açık, illegal-yarı
legal-legal çalışma ve örgütsel bütünlükle savaşır,
devrim yürüyüşüne önderlik eder.
Herkesin her şeyi bildiği, ilişkilerin açık olduğu
bir örgütlenme, adı ne olursa olsun açık örgütlenmedir,
oligarşinin saldırılarına açıktır, asla savaş
örgütünü ifade etmez. Parti kendini korumak için,
oligarşinin ulaşamayacağı bir ilişki ağını örmek,
en sıkı disiplinle, sıkı bir gizlilikle çalışmak
zorundadır. Politik mücadele iktidar mücadelesidir;
ve araçlar ne olursa olsun, politika nihayetinde
emekçi kitlelerin içinde yapılır. Amaç kitleleri
örgütlemek, onları savaştırmaktır ve parti üç
cephede örgütlenerek bunu başarabilir. Politik
düşünceler açıktır, düşünceler gizlenemez, devrimci
sosyalizm bunu düşünmez bile; ama, örgütsel ilişkiler
esas olarak gizli olmak zorundadır... Uzmanlaşma,
işbölümü, alanların birbirinden koparılması, dikey
örgütlenme, yatay ilişkilere müsaade etmeme vb.
bundan zorunludur.
Emperyalizm ve oligarşi büyük maddi güce sahiptir
ve her türlü imkânı, ideolojik-politik-ekonomik-kültürel
saldırıları devrimi tasfiye için kullanmaktadır.
Bugün için, öncünün sadece siyasal üstünlüğü ve
haklılığı vardır, bunu kitlelere mal etmek, kitlelerin
siyasal üstünlüğünü sağlamak, bunu örgütlülük
ve siyasal pratikle maddi güce dönüştürmek amaçtır.
PASS, bunun ilk stratejik evresi olan öncü savaşı,
suni-dengeyi parçalayıp, başta proletarya olmak
üzere emekçi kitleleri devrime kazanacaktır. Bu
uzun süreli bir savaştır ve öncü adım adım bu
savaşı büyütecek, kitleleri örgütleyecektir; işte
o zaman “devrim kitlelerin eseri olacaktır” sözü
anlam kazanacaktır. Amansız ve acımasız bir mücadeledir
bu; ağır bedelleri, inişli-çıkışlı bir süreci
içeriyor. Ve bu süreçte emperyalizm ve oligarşi,
bir dizi manevra ve yöntemle devrimi açığa çıkarmak,
deşifre etmek, tasfiye etmek istiyor... Burası
bıçak sırtıdır; bir çok muharebe bu ilke ile,
illegalite ile kazanılır ve kaybedilir... Bunu
bilince çıkarmak zorunludur. Ve dönemsel bir saptama;
bu ülkede, devrimci sosyalizmin 30 yıllık bir
tarihi, birikimi var... Hatta, bu konuda, illegalite
konusunda kimi tarihsel dönemlerde önemli kazanımlar
da elde edilmiştir, ancak bugün için bunu yeterli
derecede değerlendirdiğimiz söylenemez.
Sorunun gerçek çözümü; sıkı bir örgütlenmedir,
ilkeli-kurallı-disiplinli bir parti yaşamıdır,
ama bu tek başına çözüm değildir, bunun devamı
olarak “kitleselleşme” sorunu anahtar kavramdır.
Devrim, ciddi bir toplumsal eylemdir; devrimcilik
yaşam biçimidir... Boş gevezelik, dedikodu, anlamsız
merak, düşmanı küçümseme vb. çoğu kez ilkeli-kurallı-disiplinli
bir parti yaşamını bozuyor. Alışkanlıklar üzerinden
kurulan ilişkiler düşmanın saldırılarına davet
çıkarıyor. İşbölümünde yaşanan zaafiyet, kadroların
çok yönlü çalışmaması deşifrasyonu beraberinde
getiriyor.. O halde kurallı-ilkeli-disiplinli
bir parti yaşamı için, zaaflarımıza savaş açmamız,
illegaliteyi sıkı örmemiz gereklidir... Bunu laf
olsun diye değil, sabır ve emekle ele almalıyız.
Bu noktada anlamlı sonuçların kısa vade de değil,
orta ve uzun vadede ortaya çıkabileceğini görmek
zorundayız.
Politik ve Askeri Liderliğin Birliği Üzerine
Devrimci sosyalist politik irade, tüm parti yaşamını
PASS’ne göre düzenler; o, savaş örgütüdür, öncü
kurmayıdır. Örgütlenme ve savaş/mücadele sorunu,
asla karşı karşıya konamaz, ikisi birbirini besler,
örgütlenmedeki tüm adımlar, örgütsel açılımlar
savaşın/mücadelenin ihtiyaçlarına göre biçimlenir.
Dönemin taktik politikası ne olursa olsun; stratejik
bakış açısı budur... Herşey PASS’ne göre ele alınır,
tüm çalışmaların merkezine bu konur, ve birbirini
tamamlayan ilişkiler bu ana yönelimi besler, onun
bir halkası olurlar. Bu uzun süreli halk savaşı
stratejisi, yani PASS, örgütsel yapının, kadro
politikasının rengini verir; bu bağlamda, Politik
ve Askeri Liderliğin Birliği (PALB) devrimci sosyalist
politik iradenin temel örgütsel ilkesinden biridir.
PALB, örgütsel bir ilke olup, siyasetin askeri
mücadeleye önderlik etmesini içerir. Politik liderlik
esastır, ancak PASS’ni yürüten bir savaş örgütü,
tek başına siyasal liderlikle yetinemez, bununla
bütünleşen askeri liderlik zorunludur.. Özellikle
öncü savaşı sürecinde, mücadelenin siyasal karakteri
ön plandadır, Politik Askeri Liderliğin Birliği
son derece önemli bir özellik olarak ortaya çıkar.
Parti üyelerinin aynı zamanda cephe üyeleri olmaları,
partinin kuruluşu ve ilk adımında özel olarak
Parti ve Cephe üyelerini ayırmanın gerekmediği
de bu gerçekle bağlantılıdır. Devrimci sosyalizm
PASS’ın mantığına uygun olarak askeri çalışma
ile politik çalışmayı kalın biçimde birbirinden
ayırmaz. Askeri çalışma özellikle öncü savaşı
aşamasında özel olarak siyasal gerçekleri açıklamanın
temel aracıdır. Yani siyasi çalışma ile askeri
çalışma özgün bir biçimde içiçe geçmiştir. Tüm
parti ve cepheliler her an her iki çalışmanın
gereklerinede hazır olmak zorundadır. Partinin
askeri ve politik çalışması tek bir bütün olarak
birleştiğinden partililer, parti organları bu
bütünsel çalışmaya önderlik etmek zorundadır.
PALB ilkesi bunun ifadesidir.
PALB ilkesi, mekanik ele alınamaz; ve işbölümü,
uzmanlaşma ile çelişmez. Yani, parti yaşamında,
tüm alanlarda, politik çalışmanın yanına askeri
çalışma konamaz, her alanda düz bir tarz benimsenemez.
Önemli olan bu ilkenin örgütsel bütünlüğü ifade
etmesidir; parti çalışmalarının çok yönlü olması,
parti kadrolarının bu çok yönlülük içinde savaşa
önderlik etmesidir. Örgüt biçimleri ihtiyaçtan
doğar ve ML partide işbölümü, uzmanlaşma zorundur.
Bundan, Marksist politik irade, pekala dönemin
ihtiyaçlarına bağlı, örneğin legal ve yarı-legal
açılımlar yapabilir; her açılımda, PALB mekanik
ele alınmaz.
Özetle; PALB, politik ve askeri mücadelede politik
yanın ağır bastığı, işbölümü ve uzmanlaşmayı içeren,
partinin bütünsel yapısında, kadro politikasında
temel bir ilkedir. Politik ve askeri çalışması
tek bir bütün olarak birleşmiş olan partinin temel
örgütsel ilkelerinden biridir. Sonuç olarak şu
söylenebilir; Devrimci Yenilenme sürecinde, yakalanması
gereken temel halka, bu devrimci yenilenmenin
örgütsel yapıda karşılığını bulması, parti örgütlülüğünün
inşasıdır. Çok yönlü, sabırlı, kararlı bir çalışma
zorunludur. O halde, parti yaşamında, özetle ifade
ettiğimiz bu temel ilkeler bize rehber olmalı,
onları yaşamımızda ve partili ilişkilerde cisimleştirmeli
ve zenginleştirmeliyiz.
Dönemin ana yönelimlerini, taktik politikasını
kavramamız ve buna uygun adımlar atmamız zorunlu..
Dar-esnafça çalışma-amatörce adımlar dönemin ihtiyacı
değildir. Çok yönlü, Leninist partinin örgütsel
ilkelerini içselleştiren, sınıf mücadelesinin
ihtiyaçlarına yanıt veren bir partinin örgütlenmesi,
politik iradenin etrafını bu temelde sarıp sarmalayan
kurumlaşmaların yaratılması bugünün görevidir.
Bize herhangi bir örgüt değil, devrimci öncü savaş
örgütü gereklidir.
Bugün, TDH’de çok sık kullanıldığı gibi, kendimize
“öncü partiyiz” dememiz yetmez; bunu her alanda
cisimleştirmemiz zorunlu. Politik iddiamız çok
net; ama bu iddianın sınıf savaşımında ete-kemiğe
bürünmesi, iddia ile gerçeklik arasındaki “mesafe”nin
kapanması bugünün görevidir. İddiası olmayanların
hiçbirşeyi olamaz; ancak gerekleri yerine getirilemeyen
bir iddia da boş iddia olmaktan öteye gidemez.
Bu noktada, görev ve sorumluluk tüm devrimci sosyalistlerindir.
TDH’de “önderlik” sorunu vardır. Önderlik boşluğunu
dolduracak tek güç devrimci sosyalizmdir. Devrimci
sosyalizmin yakaladığı halkaları, TDH’de birçok
“parti”nin hayalleri bile yetişemez. Basmakalıp,
aynı cümlelerle herşeyi açıklamaya çalışan ilkel-amatör
siyasal olarak tıkanmış, aşma potansiyeline de
sahip olmayan, “reel politikayı” tek geçerli akçe
sanan, “önderlik” iddiası sahipleri var; devrimci
sosyalizm bunları görüyor ve aşma iradesini ortaya
koyuyor. Bu tarihsel ve siyasal sorumluluk yüklüyor;
öncülük iddiamızı önce kendimizde somutlamalı
ve bunu devrimci harekete yaymalıyız.
O halde, bize kimi zaman küçük gibi görünen, ama
sıçramalı gelişme yollarını açan, yaratıcı bir
çalışma gerek. Öncü olma bilincini tüm Devrimci
Kurtuluşçular donanmalı, politik hedeften zerre
sapmadan, büyük bir enerjiyle parti yaşamını ve
mücadeleyi örmeliyiz. Bu bilinçle görevlerimize
sarılalım, her ilişkiyi, her olanağı parti ilkeleri
ile parti örgütlülüğüne dönüştürelim. Tam bir
emek seferberliği ile, örgütlenelim-kurumlaşalım-savaşalım.
Bunun için bir adım daha; Partiye!
|