Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

KAVRAM

 

Geçen sayımızda bu bölümümüzde yer alan faşizm kavramı, ortaya çıktığı her yerde farklı bir biçimlenişe sahip olmuştur demiştik. Faşizm, bu tür bölgesel farklılıklarından başka tarihsel ve ekonomik zeminli değişimlere bağlı olarak bugün çok daha farklı bir biçimlenişle karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde yeni-sömürgelerde sömürge tipi faşizm olarak ortaya çıkan bu farklılaşmayı gelişimi içersinde ele almaya çalışalım.
II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın dünya çapında faşizmin yenilgiye uğratılarak sonuçlandırılması, aynı zamanda artık bu rejimin, tüm dünya halklarınca lanetlenmesi anlamına da geliyordu. Ancak emperyalist-kapitalist kamp, dünya halklarının bilincindeki faşizm olgusunu Hitler ve Musolini’nin hastalıklı kişiliklerinin bağlamına hapsetmek için elinden geleni yapıyordu. Kendi tarihsel/felsefi/politik duruşlarına uygun olarak bu rejimi ekonomi-politik bilimince somutlanan zemininden koparmak için demagoji mekanizmalarını sınırsızca çalıştırıyorlardı. Bu şekilde kendi müttefikleri olan Portekiz’deki Salazar ve İspanya’daki Franko faşizmiyle işbirliği suçlarını da örtmeye çalışıyorlardı.
Portekiz ve İspanya’nın konumları bir yana, faşizmin Komünist Enternasyonal’de yapılan “tekelci burjuvazinin en gerici, en şöven, en emperyalist unsurlarının açık, terörcü diktatörlüğü” biçimindeki tanımının da o dönemdeki marksizmin donuklaştırılması yönündeki genel eğilimine uygun olarak ezberci kavranışı, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasındaki süreçte sömürge ve yeni-sömürgelerde ortaya çıkan faşizmin tespit edilebilmesinde bir takım sorunlar çıkarabilmiştir. Tanıma uygun olması için sömürge ve yeni-sömürgelerde “tekelci burjuvazi”, “en emperyalist unsur” arayanlar (ve doğal olarak bulamayanlar) varolan sistemi siyasal nitelik boyutuyla tanımlamakta bir tıkanıklık yaşıyorlardı, Oysa ki bu tanımlamanın geliştirildiği yıllardaki Bulgaristan faşizmi örneği dahi, böylesi mutlak bir çerçevenin çizilemeyeceğini, çizilmemesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasındaki süreçte emperyalizm yeni-sömürgecilik biçiminde bir sömürü politikası geliştirmişti. Dönemin ulusal kurtuluşçuluk dalgasının da etkisiyle ortaya çıkan yeni devletlerin benimsedikleri ulusal sanayi/kalkınma politikalarına uygun olarak pazarlarını emperyalist yatırımcılara açmalarıyla gelişen ekonomik ablukanın sonrasında da siyasal denetimin tamamen ele geçirilmesi ile emperyalizm, kendini yerli işbirlikçileri aracılığıyla içsel bir olgu olarak inşa etmişti. Böylelikle yeni-sömürgelerde daha başlangıcından itibaren tekelci karakterde olan, serbest rekabet dönemini hiç yaşamamış bir kapitalizm, emperyalizmin eliyle biçimlendiriliyordu.
Kapitalizmin kendi iç dinamiğiyle geliştiği ülkelerde serbest rekabet, denk düştüğü burjuva demokrasisi ile birlikte aynı zamanda kapitalist sistemin toplumsal meşruiyetini de inşa etmiştir. Yeni-sömürgelerde bu aşama yaşanmadığı için ve bu ülkelerin ortaya çıkışı emperyalizm yani tekelci kapitalizm çağında gerçekleştiğinden böylesi bir aşamanın yaşanma olasılığı da kalmıyordu. Emperyalizmin eliyle oluşturulan politik sistemin bu anlamıyla bir toplumsal meşruiyet kazanabilme şansı da yoktu. Bu bağlamda yeni-sömürgelerdeki politik rejimler bu meşruiyet açığını emperyalizmin de her tür desteğiyle uyguladıkları baskı ve zor yoluyla kapatmak zorundaydılar.
Öte yandan iç dinamikleriyle gelişmeyen, tamamen emperyalizme bağımlı olarak ve ona kaynak aktarmak üzere biçimlenmiş olan yeni-sömürge kapitalizmlerinin kendilerini ekonomik bunalımdan kurtarabilmesinin olanağı da yoktu. Emperyalizmin kendi bunalımını yeni-sömürgelere ihraç etmesinin bir aracı olan bu bağımlı kapitalizmin neredeyse tüm artı-değeri emperyalizme sunması, yeni-sömürgelerin emekçi halklarının varolan sisteme karşı hoşnutsuzluğunun ancak baskı ve zor yoluyla kontrol altında tutulabilmesini de beraberinde getiriyordu.
Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri, ezilen emekçi halkların bilincini uyuşturabilmek ve dikkatini kendi açlığından farklı yönlere çekebilmek için uluslararası düşmanlıklar yaratıyor ve bunu hiç durmaksızın geliştiriyorlardı. Hatta bazen ezilenlerin açlığını buna malzeme yapıp, sözgelimi Musul ve Kerkük petrolleriyle açların doyabileceği yalanlarını yayarak şövenizmi körüklüyorlardı. Hitler’in tüm kötülükleri Yahudilere bağlaması gibi, tüm olumsuzlukların kaynağını bir başka ulusa havale ederek gerçek halk düşmanlarını gizleyip, yapay düşmanlıklar yaratıyorlardı. Böylece yaratılan savaş kışkırtıcılığı, anormal silahlanma yoluyla emperyalistlerin kasalarına kâr olarak akıyordu ve yeni-sömürgelerde faşizmin en temel unsurlarından olan şövenizm boyutlandırılıyordu. Bugün Türkiye’nin tüm komşularıyla düşmanca ilişkilere sahip olması, bunun en tipik örneğidir.
Buraya kadar ortaya koyduklarımızı bir sentezde somutlayacak olursak, yeni-sömürgelerde rejimi daha net görebiliriz. Bu rejimde emperyalizmin işbirlikçisi ve baştan itibaren tekelci olan egemen sınıflar, dayandıkları toplumsal, ekonomik ve siyasi zeminin yapaylığı ve güçsüzlüğünden dolayı kendi iktidarını sürdürmekte en gerici yöntemlere başvurmak zorundadır. Yine iç sömürüyü maskelemek ve dönemin egemen emperyalist gücü olan ABD emperyalizminin tüm ekonomisini askerileştirmesi sonucunda ortaya çıkan askeri pazar ihtiyacını karşılamak üzere aşırı silahlanmanın toplumsal zeminini oluşturmak için en şövenist politikaları uygular. İçsel bir olgu olan emperyalizmin işbirlikçi oligarşi aracılığıyla ülkenin insanal ve doğal kaynaklarını hesapsızca emperyalizme akıtarak kurutmasında ortaya çıkan, ancak sömürgeciliğin ilk dönemlerinde rastlanabilecek denli en emperyalist politikaların yapısal olarak uygulandığı bu rejimin adı sömürge tipi faşizmdir.
Yeni-sömürgelerde kapitalizm, emperyalizm tarafından, yukarıdan aşağıya, baştan itibaren tekelci karakterde inşa edildiği için, sömürge tipi faşizm de bir faşist kitle hareketi ile, Hitler ve Musolini örneğindeki gibi aşağıdan yukarıya iktidara gelmeyip, yukarıdan aşağıya, emperyalizm eliyle inşa edilmiştir.
Yine sömürge tipi faşizmin toplumsal zemininin gerek ekonomik, gerekse de siyasal zayıflığından dolayı bu rejim, kendini parlamenter bir maskenin ardına gizleyerek kendisine karşı gelişebilecek tepkileri yumuşatmaya, farklı hedeflere yönlendirmeye çalışır. Sömürge tipi faşizmin görece hafif bir şiddette seyrettiği bu süreçlere “gizli faşizm” denir. Dışsal görünüşü herhangi bir burjuva demokrasisinden farklı olmayan bu süreçlerde faşizmin gerçek yüzüyle karşılaşmak için sistem içindeki herhangi bir düşünce ya da yapıya değil de sistemin kendisine muhalif olmak yeterli olacaktır.
Emperyalizmin ve işbirlikçi oligarşinin iktidarını sürdürmesinde parlamenter araçların yeterli olmadığı, tıkandığı, toplumsal muhalefeti sistem içi araç ve yöntemlerle sindirebilme olanaklarının ortadan kalktığı koşullarda ise sömürge tipi faşizm, kendini “açık faşizm” uygulamalarıyla ortaya koyar.
Buraya kadar genel olarak anlattığımız sömürge tipi faşizm olgusunun ülkemizde biçimlenişinde birçok özelliğin tipik uygulanışının yanı sıra diğer yeni-sömürgelerde en azından bizdeki boyutuyla pek rastlanamayacak bir ölçüde şövenizm faktörünün gelişmesinde en önemli etken ise Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesidir. Bu savaşımın gelişim sürecinde ülkemizde faşizm olgusu şövenizm üzerinden kendini geliştirerek şu sürece kadar sahip olamadığı bir toplumsal zemini de bulabilmiştir.

 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul