2003’e tüm kesimler, en başta da sol, son üç-dört
ayın gelişmelerinin yarattığı karmaşık duygularla
giriyor. Seçimleri AKP’nin kazanması, Irak’a dönük
ABD saldırganlığının giderek yaklaşan bir savaş
tehlikesine dönüşmesi, AB süreci vb., pek çok
faktör belirsizlikleri çoğaltıyor, geniş kesimler
için karamsar bir tablo yaratıyor. AKP kitlesinin
bir bölümü ve oligarşi dışında süreçten olumlu
beklentileri olan kesim bulunmuyor.
Emekçilerin sınırlı bir bölümü güçlü bir umut
taşımadan da olsa, yaşam koşullarında sınırlı
bir iyileşme beklentisi içindeydiler. Ancak AKP
hükümeti belirlediği asgari ücret ve memur maaşlarına
zam oranı ile bu beklentileri daha ilk anda boşa
çıkardı. Tüm emekçiler çarkın eskisi gibi döndüğünü/döneceğini
çok kısa zamanda anladılar/anlıyorlar. Eski karamsar
ve umutsuz ruh hali kısa zamanda yeniden emekçilerin
hayatındaki adeta değişmez yerini alıyor. Öte
yandan, sosyal-demokratlar, kemalistler, MHP’li
faşistler, parlamento dışı kalan tüm düzen partileri
şok, panik, içe çökme, derin bir hayal kırıklığı
ve karamsarlık hallerinin karışımı olan garip
bir tablo oluşturuyorlar. Bu noktadan çıkış için
yeni hareket noktaları belirlemeye çalışıyorlar.
Manzaraya sol hareket açısından bakıldığında,
son yılların gerileyişinin, solun tüm bileşenleri
açısından çarpıcı bir dışavurumu sözkonusudur.
Son iki yılın gelişmeleri, en son olarak da seçim
süreci, legalist liberal soldan, devrimci kesimlere
değin tüm sol hareketin ciddi bir gerileme ve
tasfiye süreci yaşadığını gösteriyor. Emekçilerin
sol seçeneklere yönelmeyişi karamsarlık, emekçilere
dönük öfke, kendine dönük bir güven zayıflaması,
vb. bir duygu ve düşünce kırılması yaratıyor.
Sakin bir kafa ile bakıldığında, emekçilerin istemlerinin
ve politik tercihlerini belirleyen faktörlerin
oldukça yalın olduğu net biçimde görülebilir.
Emekçiler ne istiyordu? Bunu birkaç kelime ile
özetlemek gerekirse; yoksulluğa son verecek yeni
bir siyasal aktör ve bunu yapabilecek siyasal
güç, diyebiliriz. Yoksulluk yaşadığımız sürecin
kilit sözcüğü ve sözlük anlamının çok ötesinde
anlamlarla yüklü. Yoksulluk, açlığı, konutsuzluğu,
düşen hayat standartlarını vb. içeriyor elbette,
ama daha da ötesini yolsuzluğu, hortumculuğu,
fuhuşu, ahlaki düşkünlüğü, baskıları, horlanmayı,
vb. daha pek çok ezilme unsurunu da içeren bir
nitelik kazanıyor günümüzde. Yoksulluk emekçilerin
yaşamının merkezine yerleşmiş durumda. Tam da
bu noktada, emekçiler yoksulluğa son vermeyi vaat
eden ve bunu yapabilme gücüne sahip olduğunu iddia
eden/gösteren ‘yeni’ aktörlere oy verdi.
Oluşan genel toplumsal manzara oligarşinin elini
güçlendiriyor. Seçimleri AKP’nin kazanması her
ne kadar oligarşi açısından uygun bir temsil durumu
yaratmıyor ve temsil krizi bir ölçüde sürüyor
olsa da, gerçek iktidarın kimde olduğunun bilinmesinin
yarattığı rahatlık, ciddi bir kaygının oluşmasını
engelliyor. Solun gerileyişi ve yeni vitrin düzenlemesi
oligarşiye geçici bir rahatlık sağlıyor.
Henüz yeni olan bu tablo, pek çok patlayıcı öğe
ile de yüklü. AKP’nin, temsil ettiği ve henüz
oligarşinin çekirdeğini oluşturan tekeller karşısında
oldukça güçsüz olan Anadolu tekelleri için sömürü
pastasından pay alma çabasına girmesi, türban,
dinsel simgelerin günlük yaşam içindeki rolü vb.
gibi oldukça çatışmalı alanları oluşturan konularda
geliştireceği girişimler ve daha bir çok öğe geleceğin
çatışmalarının döl yatağını oluşturuyorlar. Sadece
bu da değil, kozmetik demokrasinin siyasal gösteri
alanı olan burjuva partileri ve parlamento da
pek çok süpriz gelişme de yeni gerilim ve çatışmaların
taşıyıcısı olacaktır.
Patlayıcı öğelerle yüklü olan, sadece iç toplumsal,
siyasal alan değil. Yanıbaşımızda büyük bir savaşa
doğru adım adım ilerliyoruz. ABD emperyalizmi
dünya hegemonyasının köşe taşlarını oluşturma
planının en önemli bir parçası olan Ortadoğu’yu
düzenleme projesinde, en önemli adımı Irak’ı işgal
ederek atmayı hedefliyor. Hiç kuşkusuz, Irak savaşıyla
Ortadoğu’daki tüm dengelerin alt-üst olmasının,
tüm sınırların yeniden çizilmesinin, tüm dengelerin
yeniden kurulmasının önü açılacak. Bunların tümü
olur mu bilinmez, ancak bunların kapısı aralanmaya
çalışılıyor. Öte yandan, Irak savaşının Afganistan
savaşına benzemeyeceği çok açık. ABD emperyalizmi
büyük olasılıkla binlerce tabut taşıyacak kendi
topraklarına. Sert savaşlar olacak, kent savaşının
yeni ve özgün biçimleri gelişecek ve herşeyin
ötesinde yüzbinlerce yoksul Iraklı, kadın, çocuk
demeden akıllı bombaları ateşleyen akılsız yankee’ler
tarafından katledilecek. TC şimdiden bu savaş
planlarının önemli aktörlerinden biri olmuş durumda.
Irak’a asker yığıyor, askeri üslerini, ülkenin
limanların, havaalanlarını ABD’nin denetimine
ve kullanımına açıyor. ABD askerlerinin üslenmesi
ve Irak’a geçişi için kolaylıklar sağlıyor. ABD
ile birlikte Irak’a doğrudan saldırma olasılığı
da var. Bütün bunlar ağır insani, moral, kültürel
ve ekonomik bedellerin ödenmesi anlamına geliyor.
Elbette bedeli ödeyecek olan esas olarak emekçiler
olacak. Ancak oligarşi bunun toplumsal faturasının
giderek büyüdüğünün de farkında. Krizi yönetmenin,
artık her geçen gün daha da güçleştiğini ve savaşın
bunu daha da zorlaştıracağını görüyorlar. 2003,
bölgemizde sadece Irak’la sınırlı kalmayan giderek
yayılacak büyük savaşlar sürecine girdiğimiz bir
yıl olarak biçimleniyor.
2003’e sadece yaklaşan savaş haberleri ile değil,
halkların umut arayışlarıyla da giriyoruz. İşçi
Partisi önderi Lula’nın Brezilya’daki zaferi,
bir yandan işçi sınıfı temelli ve dinamik bir
kitle hareketine yaslanan bir sol partinin başarısı
olarak sevinç kaynağı olurken, diğer yandan Lula’nın
artık IMF programlarını savunan bir sol liberal
olduğunun bilinmesinin yarattığı burukluk var.
Tüm aldatıcı yanlarına rağmen Latin Amerika’daki
faşizan statükonun bozulmasında ve Latin Amerika’nın
bu en önemli ülkesinde uzun süredir sesiz olan
devrimci dinamiklerin reformist hayallerin etkisinden
kurtulmasında önemli bir rol oynayacaktır. Venezuella
Simon Bolivar Cumhuriyeti’nde halkçı Chavez hükümeti,
ABD emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı direnişle
girdi 2003’e. Chavez iktidarı yeni-sömürgelerdeki
kozmetik demokrasinin teknik bir hatası olarak
görülebilir. Ancak yeni-sömürge devlet aygıtı
bırakalım sosyalist bir partiyi, halkçı bir harekete
kapitalizmin özüne dokunmasa bile yaşama şansı
tanımıyor. ABD emperyalizminin Latin Amerika planlarını
bozan ve halkçı uygulamaları ile kötü örnek oluşturan
Chavez iktidarı, işbirlikçi güçlerin darbe de
dahil olmak üzere yürüttükleri saldırılara karşı
giderek daha açık ve devrimci bir hesaplaşmaya
zorlanıyor. Chavez bir sosyalist değil, dürüst
bir halkçı demokrat, teslim olmuyor, direniyor.
Onun önündeki yegane seçenek sahip olduğu gücü
ve mücadele olanaklarını demokratik bir devrime
yöneltmek ve emperyalizmin işbirlikçilerine karşı
tereddütsüz bir savaşım yürütmek.
Evet, dünyanın neresinde uğursuz bir iş olsa,
emperyalizm, ama en baştada ABD emperyalizmi var
arkasında. Bu yüzden olsa gerek, yankeelerin dünya
çapında yaptıkları bir kamuoyu araştırmasına göre,
İngilizler ve Anglo-sakson ülkeler dışında, dünya
halkları ABD’yi ve ABD’lileri sevmiyor. Onca reklamasyona,
onca çabaya rağmen insanlık yankeelerin gaddarlığından,
saldırganlığından, ikiyüzlülüğünden bıkmış durumda.
2003’ün devraldığı tablo, kimi olumlu yanlarına
karşın, çok iç açıcı değildir; emperyalist savaş
ve saldırganlığın artışı, solun mevcut haliyle
etkisizleşmesi...
Ancak bu tablo asla karamsarlığın nedeni olamaz.
Son on-oniki yılın dünya çapındaki karanlık tablosu
sadece gericiliğin besleneceği zeminler yaratmıyor.
Devrimci seçenek için de oldukça büyük alanlar
açıyor. Tam da bu noktada, sorun devrimci önderlik
meselesinde düğümleniyor. Emekçilerin istemleri
açık; yoksulluktan, baskıdan, aşağılanmadan arınmış
insanca bir yaşam. Bu istem her yerde, her an,
her biçimde ifadesini buluyor. Ancak devrimci
karşılığını bulamıyor. Latin Amerika’daki Chavez
ve Lula örnekleri bu açıdan öğreticidir.
Çok sınırlı bir dönüşüm zemininde dahi emekçilerin
bu istemlerine karşılık oluşturulduğunda, herşeye
rağmen yüz milyonlarca insan halkçı olduğunu düşündüğü
bu seçeneklere yönelebiliyor. Bunlar, Lula örneğinde
olduğu gibi daha baştan sistemle uzlaşmış olabilir
ya da Chavez örneğinde olduğu gibi geleceği belirsiz
olabilir. Sonuç ne olursa olsun, karamsarlığa
yer yok, Latin Amerika’nın güçlü devrimci damarının
akacak nehir arayışlardır bunlar. Kaldı ki, Kolombiya’da,
Peru’da, Nepal’de, Filipinler’de devrimci gerilla
savaşlarıyla somutlaşıyor devrimci seçenekler.
Evet, yok edilemeyen, büyüyen, yeni yeni filizlenen
devrimci damarlarda var, 2003’te. Ancak, henüz
emperyalizme karşı mücadelede eksen oluşturacak,
tüm insanlığı bu eksen etrafında saflaştıracak
bir devrimci tarz bütünlüklü biçimde oluşturulabilmiş
değil.
Ancak böylesi bir devrimci tarzın ve hareketin
yaratılması için yeterince zemin var; coğrafyamızda
da, bölgemiz Ortadoğu’da ve dünyada da.
Halkların, halklarımızın yoksulluğunun derinleşmesi
devrimci çıkışlar için sonsuz kaynaklar yaratıyor.
Emperyalist saldırganlık, başta Ortadoğu coğrafyasında
olmak üzere tüm dünyada, devrim seçeneğini yeniden
güçlü biçimde gündemleştirmenin, anti-emperyalist,
anti-amerikancı, anti-kapitalist mücadelelerin
popülerleşmesinin nesnel zeminlerini olağanüstü
ölçülerde büyütecektir.
Baskının ve horlanmanın her biçimi isyan için
arayışın boy verdiği zeminler olarak giderek büyüyor.
Bunlar ve burada sıralamanın mümkün olmadığı daha
pek çok olgu, çelişki ve dinamiğin büyümesinin
ciddi bir hız kazanacağı yıl olacak 2003.
Nesnel durum bu. Ve devrimci öncüden sözetmediğimiz
sürece, bütün bu zeminler bir anlam ifade etmiyor,
hatta daha da kötüsü gericiliğin boy verdiği zeminlere
dönüşüyor.
Devrimci öncü, evet tüm devrimci çevrelerin vurgu
yaptığı, söylemlerinde çubuğu büktüğü sihirli
kavram ne anlam ifade ediyor? Devrimci sosyalizm
devrimci öncüden ne anlıyor? Devrimci bir parti,
ideolojik, politik, örgütsel vb.. birlik; hayır,
hayatın içinde ezen ve ezilenlerin saflaşmasını
yaratacak devrimci öncü bu değil, daha doğrusu
bunları da içeren ama çok daha ötesine geçen birşey.
Biçimi ve niteliğiyle ezilenlerin tümüne yakınının
içinde yer almak isteyeceği, tüm toplumsal ilişkileri
ezenler ve başta işçi sınıfı olmak üzere ezilenler
olarak ikiye ayıracak devrimci bir eylem tarzı
yaratabilen, tüm emekçileri ortak bir duygu ve
düşünce zemininde bütünleştirebilen, yoksul halkın
kurtuluş gücü olduğunu gösteren, toplumsal kurtuluş
projesini somutlaştırmış bir öncüdür hayatın bizden
beklediği. Öncülük bunu yapabilmektir, ya da hiçbir
şeydir.
Devrimci sosyalizm bu hedefi somutlaştırabilecek
ufka ve düşünsel dinamiklere sahiptir. Olanaklarımız
sınırlıdır, giriştiğimiz iş güçtür. Devrimci sosyalistler
geride bıraktığımız sürecin bugün önümüzde ayak
bağı olan ilişki biçimlerini, çalışma tarzlarını,
ölçülerini kesin biçimde aşmak zorundadırlar.
Hayatın her alanında, sistemin gelişmiş yönetme
ve baskı aygıtlarını darmadağın etmek, emeğin
büyük gücünü ortaya koyacak pratiği geliştirebilmek
için yeni yol ve araçlar bulmak, nesnel çelişki
zeminleri üzerinde yoğunlaşma, sonuç alma, daha
ileri yoğunlaşma diyalektiğini sıkı biçimde uygulamak
hayati bir önem taşıyor. Başarıyı bu doğrultuda
irade yoğunlaşması ve daha büyük emekle kazanacağız.
Öyleyse, 2003’e, devrimci öncünün oluşturulması
yolunda güçlü ilerlemelerin sağlandığı, umudun
büyüdüğü bir yıl yaratma bilinciyle yüklenelim.
|