Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

 

Geçtiğimiz ay içersinde Türkiye devrimci hareketi uzun süredir pek yaşamadığı için biraz unutur gibi olduğu eski bir hastalığıyla yeniden yüzleşmek zorunda kaldı.
Topkapı ambarlarında Türk-İş’e bağlı Tüm-Tis sendikası ile DİSK’e bağlı Nakliyat-İş arasında uzun süredir yaşanan gerginlik, büyük bir çatışmaya dönüştü ve üç Nakliyat-İş üyesi işçi öldürüldü, ondan fazla işçi de yaralandı.
1970’lerde yaşıyor olsaydık eğer, bu haberi duyduğumuzda belki çok farklı şeyler düşünürdük; örneğin devrimci sendikalaşmayı önlemek isteyen faşistlerin provokasyonundan kuşkulanabilirdik. Ama bugünkü gerçeği hepimiz biliyoruz. Tüm-Tis çevresinde EMEP yoğunluğunun olduğu, Nakliyat-İş’te de Hikmet Kıvılcımlı çizgisinde politika yapan Devrimci Mücadele grubunun ağırlıklı olduğu herkes tarafından biliniyor. Yani sonuçta bu, sadece iki işçi grubunun çatışması değil, iki sol çevrenin çatışması olarak da önümüze geliyor.
Şüphesiz, olayların bütün ayrıntılarına vakıf değiliz. Küllenmekte olan ya da en azından şimdilik öyle görünen bir trajediyi yeniden tartışıp canlandırmak gibi bir niyetimiz de yok. Yalnızca o gün, yalnızca o olaylar itibarıyla kimin ne yaptığı, ne kadar haklı ne kadar haksız olduğu da zaten meselenin özünü oluşturmuyor. Türkiye solunda bu tür çatışmalarda belli bir sabıkası olan, fanatik davranışlarıyla tanınan gruplar, yapılar hep olmuştur. Ölümlerin kavga sırasındaki rastlantısal darbelerle gerçekleşmemesi, önceden hazırlandığı açıkça belli olan bıçakların kullanılması ve yaşamını yitiren üç işçinin de Nakliyat-İş üyesi olması, konuyu tamamen da bulanık bırakmıyor. Dolayısıyla tek tek olayları bilmeden de geçmiş deneyimlerden gelen birikimle bazı yorumlar yapmamız aslında mümkün. Mümkün ama gereksiz. Çünkü asıl sorun bu değildir.
Asıl sorun, her şeyden önce devrimci hareketin ve sınıf hareketinin uzunca bir süredir gerilediği ve düşmanla ciddi bir hesaplaşmaya girerek ona zarar veremediği bir dönemde, böyle bir şiddet potansiyelinin nerelerde, nasıl biriktiği ve böylesi gaddar davranabilen, böylesi çatışmacı bir potansiyelin niye karşı tarafa değil sınıf kardeşlerine yöneldiğidir. Asıl sorun, 1 Mayıslara, Savaş Karşıtı mitinglere bile artık neredeyse sembolik katılımlar gerçekleştiren, neo-liberal iş örgütlenmesi politikalarının önünde direnemeyerek ciddi erezyona uğrayan sendikal hareketin Topkapı’da son yılların en kapsamlı çatışmasını nasıl “becerdiği”dir. Asıl sorun, koskoca 15-16 Haziran olaylarında verdiğimiz şehit sayısının daracık Topkapı ambarlarına nasıl sığdırıldığıdır.
Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye devrimci hareketinin, sol içi ilişkiler ve devrimci kültür üzerine bir kez daha düşünmeye gereksinmesi vardır. Yeniden ve yüzlerce kez daha ben-merkezci mantıkla hesaplaşmak zorundayız gibi görünüyor; çünkü bütün bu olan bitenler anlık öfkelerin eseri değildir ya da eğer öyleyse bu “öfke” nöbetleri de kendi dışındaki devrimci güçleri yok sayan, dünyanın merkezinde oturduğuna inanan çarpık bir “marksizm” anlayışı tarafından beslenmektedir.
Ve yeniden, yeniden hep aynı şeyi bıkmadan söylemek gerekiyor: Devrimci mücadele içinde bulunan, düzene karşı bir duruş sergileyen her insanın canı, kimliği, onuru, hatta bu insanlar sosyalist olmasalar bile, hatta yalnızca devrimcileri şu ya da bu nedenle sevmekle yetinen insanla olsalar bile, kutsaldır. Kimse, herhangi bir öznel belirlemeyle bu insanların canına, kimliğine, onuruna kastedemez, hatta onun tırnağına bile zarar veremez, vermemelidir. Bu, sosyalist etiğin ilk ve en temel ilkesidir.
Oğuzhan Menek, Cemil Ballı, Şerif Akbulut... Üç genç işçi... Tarihe böyle geçmeyi, polisin-medyanın ağzına sakız olmayı üçü de istemezdi. Kimsenin de onlara böyle bir kaderi biçmeye hakkı yoktu.
Türkiyeli devrimciler bir kez daha, bir kez daha düşünmelidirler. Yeni kayıplar verilmeden.


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul