11 Eylül eylemlerini gerekçe yapan
ABD’nin belirlediği ve 17 Eylül 2002 tarihinde,
Başkan Bush tarafından açıklanan yeni “Ulusal Güvenlik
Stratejisi” “Pre-emtive strike!” olarak tanımlanıyor:
“O vurmadan sen vur!”
“Çözülüş” ve “Angajman
Stratejisi”
Bilindiği gibi, reel sosyalizmin çözülmesiyle
birlikte dünya, emperyalist sistemin başatlığını
ifade eder biçimde “tek kutuplu” hale gelmişti.
Ama bir yandan da dünya, emperyalist devletlerin
“yayılmacı” emellerinin çatıştığı “çok parçalı”
bir oluşum sergilenmekteydi. Bir yanda ABD emperyalizminin
tüm politikalarını destekleyen İngiltere ve Kanada’yla
birlikte ABD omurgalı emperyalist bir güç odağı
oluştu. Fransa ve Almanya’nın omurgasını oluşturduğu
Avrupa Birliği emperyalistleri de ayrı bir güç
odağı oluşturdular. Rusya ve Çin de farklı bağlaşık
ilişkileri geliştirdiler. Ekonomik gücüne karşın
askeri-siyasi olarak güçsüz Japonya ise, bu güçsüzlüğüyle
örtüşük olarak farklı politik gelişmeler karşısında
farklı emperyalist güç odaklarını destekler durumdaydı.
İşte bu dönemde, 1992’de, Başkan seçilen Clinton,
ABD’nin “küresel liderliğini” ilan ederek, “küresel
hegemonik güç” olma yolunda yeni bir “Ulusal Güvenlik
Stratejisi” açıkladı. “Angajman Stratejisi” olarak
bilinen bu stratejinin temel kriterleri şöyle
özetlenebilir:
1- ABD, “küresel lider”dir. Ülkenin, “ekonomik,
askeri, siyasi, kültürel ve teknolojik özelliklerinin
bileşkesi ABD’yi, dünyanın “tek küresel gücü”
yapmıştır ve bu anlamda “küresel lider” ülke konumuna
uygun olarak, dünyadaki her türden ilişkileri
belirleme, dünya düzenini sağlama hakkına sahiptir.
2- Dünya hegemonyasını ele geçirmeyi hedefleyen
bu tratejinin askeri konseptleri de şöyle belirtilmiştir:
A) Ülke güvenliğinin arttırılması.
Bu konseptle birlikte, silahlanmaya ayrılan kaynaklar
çoğaltılmış ve Pentagon bütçesi, “yeni askeri
müdahaleler yapılma zorunluluğu” gerekçelendirmesiyle
birlikte yükselme trendine girmiş ve 2. Paylaşım
Savaşı sonrasında, ilk defa yeni bir askeri güç
oluşturulmuştur. Önceki yıllarda ortalama 250-270
milyar dolar civarı seyreden Pentagon bütçesi,
1999 yılında en yüksek miktara ulaşarak 281 milyar
dolara yükseltilmiştir. Yine, 1 Temmuz 1995 tarihinde,
“ABD 5. Filosu” olarak tanımlanan yeni bir askeri
güç oluşturularak, Körfez’de konuşlandırılmıştır.
Öte yandan, ABD; tüm dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı
bu planına, öncelikle NATO üyesi ülkeleri ve bağlaşıklarını
angaje etmeye çalışmıştır. 1990’lı yıllar boyunca
buna uygun saldırılarda bulunan NATO, ABD’nin
gündeme getirdiği “tehdit ve tehlikeler”i, 23-25
Nisan 1999’da Washington’daki toplantısında görüşmüş
ve buna uygun kararlar alınmıştır. “NATO Stratejik
Konsepti” (“The Alliance’s Strategic Concept/ASC”)
olarak tanımlanan bu yeni konseptte, ABD’nin “Ulusal
Güvenliği”ni olumsuz etkilediği belirtilen “tehdit
ve tehlikeler” özetlenmiştir
B) Askeri güçlerin etkin kılınması.
Bu anlayışa uygun olarak; “Denizaşırı askeri gücün
idamesi, krizlere hızla müdahale, stratejik intikal
yeteneği, nükleer silahlar dahil caydırma, dünya
denizlerinin serbestçe kullanılması, uzayda liderliğin
idame ettirilmesi.” (bkz. Radikal, agy) tespitleri
yapılmış ve güçler buna uygun olarak düzenlenmiştir.
11 Eylül ve “Serseri Devletler”
11 Eylül’de, “İkiz Kuleler”e yönelik eylemler
ABD’nin “dünya imparatoru” olma yolunda gerekli
adımları atmasına gerekçe olmuştur.
11 Eylül’den hemen sonra harekete geçen ABD, ülke
içinde “temel hak ve özgürlüklerin” kısıtlanması,
Pentagon Bütçesi’nin artırılması vb. gibi önlemler
alırken; “dünya imparatorluğu”na giden yoldaki
dış engelleri de ortadan kaldırıcak türden adımlar
attı. Bunlardan bazılarını özetleyecek olursak:
A) 26 Ekim 2002 tarihinde kabul edilen
“Patriot Yasası”na göre, yürütme ve yargı organlarının
alıkoyma/izleme yetkileri genişletiliyor ve hükümete
herhangi bir yerli ya da yabancı grubu “terörist”
olarak nitelendirme hakkı veriyor.
B) ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in, 28 Ekim
2001 günü CNN’e yaptığı açıklamaya göre; Başkan
Bush, CIA’nın suikast, darbe organizasyonu vb.
gibi “gizli operasyonlar” üzerindeki 25 yıllık
yasağı kaldırıyor.
C) 281 milyar dolar olan Pentagon bütçesi,
40 milyar dolar ek bütçeyle 320 milyar doların
üzerine çıkartılmıştır. Böylece, dev silah tekellerinin
kasası daha fazla dolacaktır. Zaten, 11 Eylül’den
sonraki on gün içinde, silah tekellerinin borsadaki
hisseleri de yükselmişti. ABD’nin önde gelen silah
tekellerinden Raytheon’un hisseleri, %37; L3 Communications’ın
%35.8, EDO’nun %24.8 ve Alliant Tech Systems’ın
%23.5 değeğr kazandı. (bkz. Radikal, 21 Ekim 2002)
Yine, Boeing, Nortman Grup vb. silah tekellerinin
de hisseleri artmış ve silah tekelleri, ekonomik
durgunluğu azami karlarla geçirmişlerdir...
D) 13 Aralık 2002’de Bush, 1972’de SSCB
ile imzalanan ve mükleer silahların sınırlandırılmasını
koşullayan, “Anti-Balistik Füze Anlaşması”ndan
çekildiğini açıkladı.
E) 17 Nisan 2002 tarihinde, Savunma Bakanı
Rumsfeld, “Birleşik Komuta Planı”ndaki değişikliği
açıkladı. Bu değişikliğe göre, ABD askeri gücünün
yapılanması, sadece kendini ve bağlaşıklarını
koruma amaçlı konuşlanmayı ortadan kaldırarak,
tüm dünyayı kapsayacak şekilde konuşlanmaya uygun
olarak düzenlendi.
F) ABD, 6 Mayıs 2002’de, savaş suçlamalarını
kabul etmeyeceğini bildirerek; “Uluslararası Suç
Mahkemeleri” nezdinde herhangi bir yükümlülük
taşımayacağını açıkladı.
Tüm bunların yanısıra ABD, üç temel noktada daha
harekete geçti. Bunları özetleyecek olursak:
Öncelikle, Başkan Clinton’un “Angajman
Stratejisi”nde belirtilen “terörizm” ve “hukukdışı
devletler” konseptine uygun olarak, bu iki tehlikeyi
güncelleştirdi ve 11 Eylül’ün mağduru sıfatıyla,
“Terörist Devletler”, “Serseri Devletler” -Rouge
States- kavramını tüm dünyaya baskıyla/zorbalıkla
kabul ettirerek, kendi çıkarları önünde “tehdit”
olarak gördüğü her ülkeye saldırı ve işgal etme
meşruluğunu sağlamaya çalıştı.
İkinci olarak ABD, 11 Eylül’deki eylemi
gerekçe göstererek; kuruluşundan bu yana ilk kez
NATO’nun 5. maddesinin uygulanmasını istedi ve
bu doğrultuda NATO’dan karar çıkartarak, Afganistan
saldırı/işgaline tüm NATO üyesi ülkeleri dahil
etti.
Üçüncü olarak ise ABD; Birleşmiş Milletler’den,
Afganistan’a yönelik “askeri müdahalede bulunma”
kararının çıkartılmasını sağladı. Bu kararın çıkartılmasında
çok da zorlanmadığını söyleyebiliriz. Zira, “saldırıya
uğrayan mağdur” konumunda bulunuyor ve böylesi
bir kararın çıkartılması için, tüm olanaklarını
seferber ediyordu.
“Pre-emptive Strike!”:
Önleyici Darbe!
17 Eylül 2002 tarihinde, Başkan Bush tarafından
açıklanan ve “Önleyici Darbe!” olarak da tanımlanan
“Pre-emptive Strike!” stratejisi, ABD’nin, “dünya
İmparatorluğu”nu gerçekleştirme yolundaki yeni
stratejisidir.
11 Eylül sonrası gelişmelerde, köşe taşlarını
ortaya koyduğumuz bu yeni stratejinin temel kriterlerini
de şöyle özetlemek olası:
A) ABD, “küresel sorumluluğa” sahiptir.
Bu anlayış, Clinton’un “Angajman Stratejisi’ndeki
“ABD Küresel Liderdir” konseptinin, daha geliştirilmiş
halidir. Buna göre, “küresel sorumluluk” ABD’ye;
aynı zamanda “küresel güç dengelerini sağlama”
hakkını da vermektedir. ABD’nin “yeni etki ve
nüfus alanlarını sahiplenme”sinin önünde engel
teşkil eden diğer emperyalist güç odaklarının,
yegane “küresel sorumluluğa” sahip ABD’nin politikaları
önündeki direnişleri/karşı çıkışları önlenmelidir.
Avrupa Birliği, Rusya ve Çin gibi emperyalist
güç odakları her yolla durdurulmalı/geriletilmeli
ve “küresel denge”ye uygun davranmaları sağlanmalıdır.
“Küresel denge”nin ikinci somutlanış biçimi ise,
diğer emperyalist güç odaklarının, ABD karşısında
geriletilişine paralel olarak; “yeni etki ve nüfuz
alanları”ndan daha fazla pay almaktır. Zaten,
11 Eylül gerekçe gösterilerek Kafkaslar ve Orta
Asya’ya yerleşmiş bulunan ABD, Ortadoğu’ya yeni
askeri güç yığınağı yapmakta ve yayılmacı politikalarını
“küresel” düzeye taşımaktadır.
B) ABD, “küresel güvenliği sağlamak” zorundadır.
11 Eylül’de görüldüğü üzere, “terörizm” ve “kitle
imha silahları”, yerkürenin tamamını tehdit etmekte
ve “sinsi tehlike”nin kimi ne zaman ve hangi biçimde
vuracağı belli olmamaktadır. “Kitle imha silahları”na
sahip olan “serseri devletler” ya da “terörist
gruplar”, her an harekete geçerek insanlığa zarar
verebilecektir. Ve bu zarar, sadece “ABD ve müttefiklerinin”
değil, aynı zamanda “dostlarının güvenliğini (de)
tehdit etmektedir”. Konumu gereği ABD, bu “tehdit”i
bertaraf edecek yegane güçtür.
C) ABD “askeri yetenekleri”, “küresel güvenliğe”
uygun olarak düzenlenecektir.
ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’ce açıklanan, “Birleşik
Komuta Planı”ndaki değişiklikle; ABD askeri gücü,
artık sadece kendi sınırlarının, bağlaşıklarının
ve dostlarının güvenliğini değil, tüm dünyayı
kapsayacak şekilde konuşlanacaktır. Bu nedenledir
ki, “Askeri gücün denizaşırı bölgelerde varlığını
idame ettirmesi, sensörlerle uzaktan keşif yeteneği,
uzun menzilli kesin vuruş ve geliştirilmiş manevra
yetenekleri, sefer güçleri, anavatan savunması,
bilgi harekatı, uzak harekat bölgelerine intikal
ve uzaydaki ABD altyapısının korunması, sözkonusu
stratejinin gerektirdiği askeri yeteneklerdir.”
(Radikal, 3 Ekim 2002)
D) ABD, potansiyel tehlikeleri “önleyici darbe”lerle
yok edecektir.
“ABD’nin, kendini küresel dengelerin sağlanmasından
sorumlu tutması, potansiyel tehditlerin önleyici
darbelerle yok edilmelerinin öngörülmesi ve bölgesel
krizlere, davet olmasa bile müdahale kararlılığı,”
(Radikal, 3 Ekim 2002) bu yeni stratejinin ana
noktasını oluşturmaktadır. “Terörizm” ve kitlesel
imha silahları”nın, yerkürenin tamamını “tehdit
ettiğini söyleyen ABD, bu “sinsi tehlikeyi” bertaraf
etmek için, “önleyici darbe” ile harekete geçecektir.
Böylece, “terörizme” ve “kitle imha silahları”na
başvuracak olan “terörist gruplar” veya “serseri
devletler”, henüz “potansiyel tehlike” oldukları
andan itibaren; onlara yönelik olarak geliştirilecek
“önleyici darbe” ile etkisiz kılınacak ve onun
yol açacağı zararlar, peşinen önlenmiş olacaktır.
ABD’nin, potansiyel tehlikelere karşı harekete
geçmesi için de, özel olarak bir “davet” gerekmeyecektir.
Elbette bu “önleyici darbe”yi vurmak için, NATO’dan
karar çıkartılacaktır. Zira, NATO’nun blok tavrı,
Birleşmiş Milletler’in olası “muhalif” kesiminin
etkisini azaltacaktır. Bunun için;
“NATO’nun yeni koşullara uygun olarak genişletilmesi,
yeniden yapılandırılması ve yeni yeteneklerle
teçhiz edilmesi” (Radikal, 3 Ekim 2002) gerekmektedir.
Bu nedenledir ki ABD; NATO üyesi ülkelerin savunma
bakanlarının sonbahar toplantısında bir öneri
yaparak; “NATO Karşılık Gücü” olarak adlandırılan
yeni bir askeri güç oluşturulmasını gündeme getirdi.
NATO’nun görev alanı dışında da faaliyet gösterecek
bu güç; “tugay” bünyesinde olacak ve 20 bin askerden
oluşacaktır.
ABD’nin, Birleşmiş Milletler ve NATO’dan, “önleyici
darbe”ye ilişkin bir karar çıkartmaması halinde,
“tek başına vur” ilkesi çerçevesinde hareket etmesi,
yeni stratejinin bir diğer unsurudur. 11 Eylül
eylemiyle, “yenilmez, dokunulmaz güç” imajı zedelenen
“küresel güç” ABD; “önleyici darbe” stratejisiyle
bir kez daha saldırgan yüzünü ortayaçıkartarak,
“dünya imparatoru” olmak istiyor.
ABD’nin, yeni-sömürge ülkeler halklarına topyekün
savaş açarak, barbarca yürüttüğü yayılmacı politikalara
karşı çıkmak, devrimci sosyalistler için ertenelemez
bir görevdir. Bu bilinçle hareket etmesi gereken
devrimci sosyalistlerin görevi, iki noktada somutlanıyor.
Bunlardan bir anti-emperyalsit mücadeleyi yerkürenin
her yanına yaymak iken, halkların bölgesel ittifakını
örmek, kendini daha da yakıcı olarak öne çıkarıyor.
Bölgemiz devrimci sosyalistlerinin, Ortadoğu Devrimci
Çemberi’yle örtüşük, Ortadoğu Devrimci Hareketi’ni
yaratma çabaları, gelip kendini dayatıyor.
Bir diğer görev ise; her ülkenin devrimci sosyalistleri,
kendi ülkelerinin somut koşullarıyla örtüşük devrim
stratejileri doğrultusunda harekete geçerek, emperyalizm
ve onun yerli işbirlikçisi gerici/faşist ve oligarşik
yönetimleri alt etme mücadelesini ivmelendirmektir.
Devrimci sosyalistlerin bu coğrafyadaki temsilcileri
olarak, tarihsel sorumluluğumuzun omuzlarımıza
yüklediği bu onurlu görevi yerine getirebilmek
için; “Tek yol devrimci yenilenme, tek yol devrim!”
şiarını içselleştirmeliyiz!
Unutmayalım ki; içe dönüklük ve çürüme, “Devrimci
Yenilenme”yle ve politik durağanlık, “Devrim”le
aşılabilir....
|