Öncelikle bir saptama yapmak gerekiyor:
Sosyalist hareketin yaşadığı dönemsel yenilgide,
temel nedenlerden biri, sosyalist harekette yaşanan
teorik durgunluk-donukluk-kaba tekrar ve bunların
sonucu yaşanan teorik krizdir.
Konunun daha iyi anlaşılması için, -ulusal ve
uluslararası boyutları olan- temel noktaları birkez
daha vurgulamakta yarar vardır. Bunlar; hem yaşanan
“teorik kriz”in tarihselliğine ilişkin notlar
olurken, aynı zamanda bu “teorik kriz”den devrimci
sosyalizmin çıkışı için önden notlar olacağı açıktır.
Hemen ifade edelim, bu çıkış noktaları geliştirilmeye
muhtaçtır ve “teorik kriz”in aşılması, tek tek
kadroların veya Devrimci Sosyalist öznelerin/partilerin
tek başına yapabileceklerini aşan bir çabayı gerektiriyor.
Yenilenme ve aydınlanma ilişkisi diyalektik bir
ilişkidir; ve bu bir tarihsel dönemi ifade edecektir,
çok yönlü çaba ile bu süreç yaşanacaktır. Dahası,
uluslararası bir sınıf olan proletaryanın yeni
bir devrimci atılıma önderlik etmesinin, bu yenilenme-aydınlanma
süreciyle kopmaz bağları vardır. Bu nedenle, bu
süreç, ulusal-yerel bir mücadele ile değil, uluslararası,
evrensel bir mücadeleyle kazanılacaktır. Ülkemizde
devrimci sosyalizm, bu uluslararası-evrensel kavganın
bir parçasıdır, bileşenidir, devrimci sosyalizmin
önüne koyduğu devrimci yenilenme süreci, giderek
bu ülkede, emperyalist-kapitalist sistemin bu
zayıf halkasında zinciri parçalayacak, devrimi
başaracak, sosyalizm zafer kazanacaktır. Bundan
zerre kuşku yoktur.
Marksizm dogma değil, eylem klavuzudur. Marksizm;
burjuva aydınlanma döneminin tüm sonuçlarından,
kazanımlarından yararlanarak, kendinden önceki
birikim üzerinden, bunu “inkar” eylemi ile değil,
“aşma” eylemi ile ele alıp, kendi sistemini kurmuştur.
İngiliz ekonomi-politiğinden, Fransız sosyalizminden,
Alman Felsefesinden kopuşu ifade eden marksizm,
diyalektik ve materyalist yöntemle bunu gerçekleştirmiştir.
Bu süreç aynı zamanda süreklilik içinde kopma
diyalektiğidir. Ekonomi-politik alanında, klasik
burjuva ekonomi politiğin eleştirisi üzerinde,
kapitalizmin “hücresi” olan metanın çözümlenmesi
ile işe başlanmış, kapitalizmin bütünsel devrimci
eleştirisine ulaşılmıştır. Felsefi alanda, Hegel’in
idealizmi, Feuerbach’ın kaba materyalizmi ile
hesaplaşılmış, marksist diyalektik ve tarihsel
materyalizmin köşe taşları yerli yerine oturtulmuştur.
Başta ütopik sosyalizm olmak üzere, liberalizmle,
anarşizmle hesaplaşılmış, sınıf mücadelesi proletarya
diktatörlüğü gerçeğine kadar açımlanmış ve sosyalizmin
önden temel köşe taşları kurgulanmıştır. Marksizm,
sadece bir fikirler mücadelesi alanını değil,
sınıflar savaşımı alanını ele alır, onun ürünüdür.
İlk kez 1847-48 Avrupa devrim deneylerinde sınanan
Marksizm, Paris Komünü deneyimi, Ekim sosyalist
devrimi, Doğu Avrupa devrimleri, Çin, Vietnam,
Küba devrim deneyleri ile zenginleşmiştir. Kapitalizmin
devrimci eleştirisi üzerinde yükselen bu birikim;
bugün de proletaryanın elinde, dünya halklarının
mücadelesine klavuzluk etmektedir
Leninizm: Çağımızın Marksizmi
Çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır.
Marksizm, bu çağın temel niteliklerini/özelliklerini
çözümleyen Lenin’in elinde zenginleştirilmiş ve
haklı olarak Marksizm-Leninizm olarak tanımlanmıştır.
Lenin’in mücadelesi ve eserleri Marksizmin, emperyalist
çağda geliştirilmesinin somut bir ifadesidir.
“Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” ve “Emperyalizm...”,
Marx’ın “Kapital”de ifadesini bulan kapitalizm
çözümlemelerinin doğrudan devamıdır. “Devlet ve
İhtilal”, “Sol Komünizm” başta olmak üzere, proletarya
diktatörlüğünün önündeki bir dizi soruna ilişkin
çözümlemeleri, devlet ve sosyalizme yönelik temel
önermeleri içermekle birlikte, aynı zamanda strateji-taktik
ilişkisinin parlak çözümlemelerini de kapsar.
Lenin’de devrim sorunu, hep başat sorun olmuştur;
ilk programatik makalesi olan “Programımız”dan
tutalım, “İki Taktik” ve “Nisan Tezleri”ne kadar,
bir dizi çözümlemede devrim ve program sorunu
ele alınmıştır. “Ne Yapmalı” ve “Bir Adım İleri
İki Adım Geri” eserleri başta olak üzere bir dizi
çalışmasında parti-sınıf-bilinç çözümlenmeleri
yapılır, Marksizm bu alanda yeni mesafe alır.
“Materyalizm ve Ampriokritisizm” eserinde Lenin,
Marx ve Engels’e dayanarak, yenilgi yıllarında
ortaya çıkan felsefi idealizmle hesaplaşır...
Özetle; Marksist hareketin “kriz” yaşadığı bir
tarihsel dönemde, krizin marksizme dayanarak aşılmasını
ifade eder leninizm... Bundan Marksizm, Lenin
ve bolşeviklerin elinde bir yeniden kurma eylemi,
yenilenme-sıçrama yaşamıştır.
Elbette, 130 yıllık tarihsel dönemde, Marksizmin
birikimi bununla sınırlı değildir. 2. Bunalım
döneminde, başta Mao ve ÇKP olmak üzere, özellikle
uzun süreli Halk Savaşı stratejisi üzerine çözümlemeler,
Marksizmin donuklaşmasına karşı devrimci yenilenmeyi
ifade eder. Ho Amca-Giap ve Vietnam İşçi Partisi,
yine bu mevzide önemli bir çabayı, devrimci sosyalizmi
temsil ederler. Che-Fidel-Mahir ve diğer proleter
devrimciler, 3. Bunalım döneminin temel çözümlemelerini
yaparak, dönemin yenilenme atılımının temsilcileri
olmuşlardır... Hepsi bu değil. Marx-Engels-Lenin-Stalin-Mao-Che-Mahir
devrimci sosyalizmin doğrultusunu ifade ederken,
elbette her bir deney, eleştirel ele alınmak zorundadır.
Ama, yine de bu ana doğrultu, bir geleneği ifade
ediyor, eleştirel yaklaşımla bu geleneği üretmek,
devrimci duruşu bize öğretiyor. Marksist birikimi
yukardakilerle sınırlamak doğru değil... Genel
olarak marksizm içinde ele alınabilecek, devrimci
sosyalizmle mesafeli ara duraklar vardır; Rosa-Troçki-Gramsci
vb... devrimci sosyalizm bu “ara duraklar”a mesafelidir,
ama kaba bir yaklaşımla bunları dıştalamaz. Resmi
sosyalizm tarihinde birçok örneği olan, “karşı-devrimci”,
hatta “faşist...” tanımlamaları itibar edilecek
tanım/tespit/tavırlar değildir. Zaten, bir anlamda,
“teorik kriz”in nedenleri içinde bu tip kaba yaklaşımların
da olduğu açıktır. Devrimci sosyalizm, resmi sosyalizme
eleştirel yaklaşır ve bu “ara durakları” marksizm
içinde görürken, sorunu bilimsel ele alır. Marksizmin
yeniden üretimi eylemi de, ancak böylesi bir yaklaşımla
amacına ulaşabilir.
Böylesi bir bakış açısı ve yöntemle 150 yıllık
marksist birikimi ele almak gerekiyor. Bu zorunludur;
çünkü, yenilenme ve sıçrama diyalemtiği bu tarihsel-siyasal
zemine sıkı sıkı basmayı gerektiriyor. Ancak,
bu tarihsel süreçte, Marksizmin özellikle 1930’lu
yıllarda bir durgunluk dönemine girdiği ifade
edilebilir. Dahası, uluslararası sosyalist harekette,
bu teorik alanda yaşanan durgunluk, revizyonizmin
elinde Marksizmin bozulup yozlaşmasına yol açmış,
“teorik kriz”in tüm koşulları oluşmuştur. Lenin’in
öğrencisi ve izleyicisi olarak Stalin, bazı teorik
hatalarına rağımen (ki, bunları çeşitli yazılarımızda
ele aldık...), marksist teorik zemindedir. Marksizmi,
özellikle Leninizmi tekrar eder. Resmi sosyalizmin,
bir dönem, Stalin’i oldukça abarttığı, “teorik
katkılar” yaptığı vurgulanmıştır; revizyonizmin,
yine resmi sosyalizm zemininde Stalin’e saldırdığı
da biliniyor. Ancak, ulusal sorun ve sosyalizmin
kuruluşuna ilişkin sorunlara yaklaşımı, hatta
en son “Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” çalışması,
Stalin için önemli çabalardır, marksizmin hazinesini
zenginleştirir. Keza Mao’nun “Sovyet İktisadının
Eleştirisi”, ekonomik indirgemeciliğe karşı önemli
bir çabadır; Halk Savaşı Stratejisi çözümlemeleri
ise devrimci sosyalizm için önemli katkıdır...
Yine, aynı biçimde, Che’nin ekonomi-politik yazıları,
siyasal çözümlemeleri önemlidir... Yine de, bunlardan
öte baktığımızda görülecektir ki, 1930’lardan
bu yana doğa bilimlerinde ve toplumsal ilişkilerde
önemli gelişmeler yaşanmasına rağmen sosyalist
harekette revizyonizmin basıncı ile adım adım
“teorik kriz”e sürüklenmiştir.
Diyalektik yöntem, kaba bir tasnifi, basit bir
mantıkla olguları toplamayı reddeder. Diyalektik
yöntem, aynı zamanda ayrıştırma ve birleştirmeyi
benimser. 150 yıllık marksist birikimi ve tarihi
toptancı bir mantıkla değil, ayrıştırma-bütünleşme
diyalektiği ile ele almak zorunludur. devrimci
sosyalizm için önemli adımlar ile, örneğin revizyonizmin
elinde yozlaşma örneklerini yerli yerine oturtmak
lazım. Bu birikimi ele alırken devrimci sosyalizm
ile revizyonizm arasında bir “eşittir” işareti
yoktur, elmalar ile armutlar toplanamaz. Ama,
genel bir ifade ile sosyalist hareket, tüm bu
süreçten ve olgulardan soyut değildir... Olumlu,
devrimci adımlara rağmen, bugün çok net ortaya
çıkan “teorik kriz”, bu süreçte uç vermiştir.
Yenilenme-Sıçrama
İşte, bugün devrimci sosyalizmin yenilenme-sıçrama;
ve çok daha kapsamlı bir süreci ve bileşkeyi ifade
eden Sosyalist Aydınlanma Projesi, yaşanan “teorik
krize” kendi cephemizden yanıtı ifade ediyor.
Sadece bu değil... Ülkemiz devrimi açısından,
TDH’nin konumu ve ulaştığı evre de önemli bir
yer tutar. Ana hatları ile şunlar söylenebilir;
TDH’nin yaklaşık yüzyıllık tarihi var. Ama en
önemli tarihsel-siyasal süreç, bir “yol ayrımını”
ifade eden ‘71 devrimci mücadelesi ve sonrasıdır.
Marksizm, özünde modernleşmenin kapitalist sürecin
bütünsel ilişkilerinin ürünüdür. Modern kapitalist
toplumun iki ana sınıfı, burjuvazi ve proletarya
uluslararası iki sınıftır. Kapitalizmin ulusal
sınırları aşıp evrensel bir niteliğe ulaşması,
aynı zamanda, kapitalizmin ürünü olan proletaryanın
marksizmle bütünleşmesine de evrensel bir karakter
kazandırmıştır. Bu sürecin doğal bir sonucu, ülkemizde
marksizmin filizlenmesinde, Avrupa devrimlerinin,
özellikle Paris Komünü’nün etkisinin olduğu söylenebilir.
Ve, modern bir sınıf olarak proletaryanın ortaya
çıkması, marksizmin toplumsal zemin bulmasını
sağlamıştır. Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun
son dönemlerinde, Balkanlar ve İstanbul gibi liman
kentlerde proletarya, modernleşmenin kültürel
değerlerine (pozitivizme, aydınlanmaya...) ve
bu arada marksizme kapılarını aralar. Elbette
bu dönemde, proletaryanın elinde marksizmle başlı
başına kendi sistemini kurduğu söylenemez. Ancak,
proletaryanın ve aydın hareketinin marksizmden
etkilendiği, yarı-feodal, yarı-sömürge toplumsal
sisteme tepki içinde olduğu açıktır. İlk kez,
Ekim Sosyalist Devriminin etkisi ile, farklı ve
parçalı sosyalist çevreleri birleştirmeyi önüne
koyan TKP, marksist iradeyi temsil etmiştir. TKP’nin,
M. Suphi şahsında, Kemalizm tarafından vahşi-terörist
yöntemle tasfiye edilmesi; sonrasında ise, Komüntern’in
bir seksiyonu olmasına rağmen, kişiliksiz, kemalizme
soldan takviye olmayı içeren politikalar izlemesi,
ilk çıkış iradesini önemli ölçüde sakatlamıştır.
TKP tarihi tasfiyecilik, demokratizm, kemalizme
destek tarihidir. Demokratizm, kemalizm ve Kürt
ulusal sorununda sosyal şövenizmle beslenmiş;
bunlar ideolojik tasfiyecilğin kaynağı olmuştur.
Ancak, TKP tarihi, bundan öte, ayrıca bununla
bağlantılı olarak, örgütsel tasfiyeciliğin de
diz boyu yaşandığı bir süreci içerir. Abartılar
bir yana, bu açıdan TKP’nin TDH’de çok önemli,
kalıcı bir yeri yoktur.
2. Paylaşım Savaşı sonrası, devrimci sosyalizmin
literatüründe etraflıca ele alınan yeni-sömürgecilik
ve bu eksende gelişen kapitalizm egemen toplumsal
süreç olmuştur. 1960’lı yıllar, yeni-sömürgecilik
ekseninde, yukarıdan aşağı gelişen kapitalizmin
sınıf ilişkilerinin tüm açıklığı ile görüldüğü
dönemdir. Bu dönem, aynı zamanda, sosyalizmin
ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin etkisi ile
dünya ölçeğinde bir canlanmanın yaşandığı dönemdir;
bunun da etkisi ile ülkede işçi-köylü-gençlik
hareketi önemli bir canlanma içindedir. Kendiliğindenci
yönü ağır basan, ama marksizmle/sosyalizmle ciddi
bağlar kurmaya çalışan işçi hareketinin bu dönemdeki
doruk noktası 15-16 Haziran direnişidir. l5-16
Haziran direnişinin, kendiliğinden bir sınıf durumunda
olan proletaryanın kendisi için sınıf olması yönünde
önemli bir işlevi olduğu açıktır. Özellikle 1965
sonrası canlanan devrimci-gençlik hareketi, çok
yönlü gelişen sınıf savaşımında önemli rol oynamış,
hatta işçi hareketinin marksizmle bağlar kurmasında
işlev yüklenmiştir. Dünyanın her yerinde böyle
olmuştur; Marksizm öncelikle aydın hareketi içinden
çıkmış, sınıfla bağ kurduğu ölçüde de devrimin
politik öznesi olmuştur. Bu dönemde TIP’te ifadesini
bulan parlamenter-evrimci sosyalizm, “barışçıl
yoldan sosyalizme geçiş” revizyonist tezleri kemalizmin
kalkınmacı tezlerini ambalajlayan YÖN; TDH’de
önemli bir yol ayrımı olan SD-MDD tartışmaları
önemli bir yer tutmuşlardır. Bu dönemde kemalizmin
etkisi oldukça önemlidir; anti-emperyalist mücadelede
haketmediği ölçüde abartılmış, hatta kimilerince
kemalizm ile sosyalizm eşitlenmiştir. Sosyalizm
adeta bir kalkınma sorununa indirgenmiş, evrimci
bir mevzide konumlandırılmaya çalışılmıştır. Bu
süreç, özünde devrimci-demokrasi düzlemini ifade
eder; MDD tezi devrimci bir zemindedir, ama ufku
sosyalizme kapalıdır, SD savunucuları reformist
ve demokratizm zeminindedir.
Burada bir parantez açmakta yarar var; konumuzla
bağı açısından, 1930’larda TKP’ye muhalefet geliştiren
H. Kıvılcımlı dışta tutulursa (ki, H. Kıvılcımlı’nın
kemalizmin etkisi altındaki birçok tezi bir yana,
özellikle resmi sosyalizme yönelik kimi eleştirileri,
Kürt ulusal sorununda dönemin en ileri tezlerini
savunması, Mezopotamya’nın sömürge olduğu, Kürt
ulusunun ayrı örgütlenme hakkını kullanabileceği
tezleri oldukça önemlidir. ‘70 sonrası ise birçok
nedene bağlı olarak, H. Kıvılcımlı TDH’de hakettiği
ilgiyi göremiyor; bu nedenle teorik birikim açısından
önemli bir çabayı ifade eden H. Kıvılcımlı adeta
unutulmuştur. Bugün, Kıvılcımcı yapıları dışta
tutarsak, H. Kıvılcımlı’nın, özellikle siyasal-teorik
açıdan yeteri derecede tanınmaması bir negatifliği
işaret eder.) TDH’de siyasal-teorik alanda ciddi
bir çaba yoktur. Bu toplumsal-siyasal ortamda,
birazda bu ortamın izlerini taşıyarak Hareketimizin
öncüleri, TİP ve MDD süreçleri sonrası, KESİNTİSİZ
DEVRİM I-II-III’te ifadesini bulan programatik
tezlerle, ilk kez devrimci sosyalizmi bir politik
özne olarak somutladılar. Mahir ve programatik
platformumuz olan K. DEVRİM I-II-III; devrimci
sosyalist çözümlemeyi politik mücadelenin merkezine
koyarak, Türkiye devriminin yolunu aydınlatmıştır.
Eleştirel yaklaşım içselleştirilmiş, bunun sonucu
süreklilik içinde kopuş, sadece politik-örgütsel
süreçte değil, aynı zamanda politik-teorik alanda
yaşanmıştır. Evrimci-parlementarist sosyalizm
reddedilmiş, silahların eleştirel gücü iktidar
mücadelesinin merkezine konmuştur. 3. Bunalım
Dönemi’nin ve ülkenin somut toplumsal-siyasal
yapısı çözümlenmiş, devrimin temel sorunları bu
çerçevede formüle edilmiştir. Elbette bu dönemde,
içinden çıkılan toplumsal-siyasal ortamın izleri
de vardır. Kemalizm sorunu bunun somut ifadesidir...
Politik açıdan kemalizmden tam bir kopuş gerçekleşmiş
olsa da, dönemin siyasal, teorik izleri, kemalizmin
teorik çözümlenmesinde görülür. Elbette bu tespitler
politik-teorik bir hatayı ifade ediyor; ve devrimci
sosyalizm bu hatayı görüp, sonraki yıllarda, ‘87’lerde
aşmıştır. Bugün bu konuda doğru çözümlemelere
sahibiz. Yine bu dönemde, ‘70’li yıllarda, DHD’nin
en temel sorunlarından biri olan, Kürt ulusal
sorunu, tam olarak çözüme kavuşturulamamıştır;
bu görevi sonradan devrimci sosyalizm tamamlamıştır...
Özcesi; K. DEVRİM I-II-III, kimi eksikliklere
rağmen, partimizin programatik platformudur, bütünsel
bir çerçeveyi ifade eder, bütünsel bir siyaset
belgesidir.
Sıfırdan Başlamıyoruz
Hareketimizin tarihimizde 2. dönem olarak tanımlayabileceğimiz
‘75 sonrası ise, devrimci sosyalizm, ilk önce
TDH’de bir dönüm noktası olan ‘71 silahlı devrimci
atılımını ve bunun siyasal-teorik çerçevesi olan
K. DEVRİM I-II-III’i savunma zemininde ele alır.
Bu, bir anlamda doğal; çünkü, ‘75-’80 döneminin
siyasal atmosferi önemli ölçüde bunun nedenlerini
üretiyordu. Ancak, yine de, tıpkı örneğin Narodnizmin
yoğun etkisi ile, Rusya’da bir dönem Devrimci
Sosyalistlerin politik mücadeleye ve onun en önemli
aracı olan partiye yeteri derecede önem vermemeleri
ve bu savunmacı tutum bir eksikliği işaret etmesi
gibi; ‘79-’80 döneminde de, devrimci sosyalizm
kendini “savunma” zemininde tutması (burada siyasal-teorik
alan söz konusudur) bir eksikliktir. Mahir’den
bu yana eleştirel yaklaşımı içselleştiren Devrimci
Sosyalist gelenek, elbette teoriyi donuklaştıramaz,
donduramaz. 12 Eylül TDH’de bir yenilgiyi ifade
eder; bu yenilginin belkide en önemli kazanımı,
bu dönemde, kendini teorik-siyasal alanda sınırlayan
bir tarzın değil, yenileyen bir tarzın içselleştirilmesi
olmuştur. Doğru bir dönem ve ülke çözümlemesini
etraflıca ele alan “ŞAFAK YARGILANAMAZ” bu dönemin
bir kazanımıdır. Aynı zamanda yenilgi yıllarının,
geçmiş sürecin bir değerlendirmesi-özeleştirisi
olan 3. O.K. Belgeleri ve bu eksende yaşanan bir
dizi iç tartışma; kemalizmin ve ulusal sorunun
doğru bir çözüme bağlanması önemli bir ilerlemeyi
ifade eder.
“Reel Sosyalizmin” çözülmesi, yaşanan kapitalist
restorasyon yeni bir dönemin kapısını araladı.
Bu aynı zamanda, niyetlerden bağımsız nesnel bir
özellik olarak ortaya çıkan, sadece “yıkma...”
görevini değil, “yeniden kurma...” görevini de
benimseyen Devrimci Sosyalistler için, oldukça
boş bir alanı ifade eden sosyalizm ve sorunları
alanının doldurulması görevini içerdi... “Sosyalizmin
Sorunları Dosyası...”, bu alanın doldurulması
ve “reel sosyalizmin” eleştirisi üzerinden sosyalizm
anlayışının ipuçlarının geliştirilmesini ifade
etti... “Mahir ve Devrim” ideolojik-politik evrimimizin,
sıçrama noktalarımızın ele alınmasını olduğu gibi,
aynı zamanda program sorununun teorik arka planını
ele aldı. Parti-kadro-çalışma tarzı üzerine bir
dizi açılım yine bu dönemin yenilenme çabasının
bir ifadesi olup, bir kazanım olarak ortaya çıktı.
Tüm bunlar, Devrimci Sosyalist Hareketimizin birikiminde
önemli adımlardır. Ve bugün, “Devrimci Yenilenme
İçin Tek Yol Devrim” projesi, bu birikim üzerinde
yükselmektedir. Dahası bu projenin köşe taşları
olan; “2000’li Yıllarda Silahlı Mücadele”, “İdeolojik
Yenilenme-Sıçrama ve Manifesto”, “Gericiliğin
Yeni İdeolojik Zemini: Postmodernizm”, “İşçi Sınıfı
ve Görevlerimiz”, “Devlet Üzerine Notlar” bugünden
aldığımız mesafeyi, mevcut politik-teorik birikimimize
eklenen yeni halkaları ifade ediyor. Bu birikim,
muazzam bir güçtür; 30 yıllık bir evrimin ve ideolojik
birliğimizin zeminidir. Yönümüzü geleceğe döndük;
bu birikimden güç alarak geleceğe yürüyoruz.
Bugün sosyalist hareket çok yönlü basınç altındadır.
Nesnel zemini olan, bu nesnel zeminden beslenen
liberal-tasfiyeci basınç, ideolojik-teorik alanı
da tümden sakatlamaktadır. Liberal sol ve bu eksenli
arayışlar, devrimci zeminden uzaklaşıp teorik-ideolojik
arayışını marksizmden kopma, sivil toplumculuğa
yelken açma ile tamamlıyor. Çoğu devrimci yapı,
kaba bir tekrarla yetinmekte, devrimci-demokrasi
ve ilkel bir popülizmle teorik-ideolojik alan
sakatlanmaktadır. Herşey karmakarışıktır. Sınıf
mücadelesi ve bu mücadelenin ana ekseni olan siyasal
sorunlar, yukarıda belirttiğimiz iki tarz rüzgar
ile bulanıklaştırılıyor. devrimci sosyalizm ile
devrimci demokrasi; Legalizmle illegal mücadele;
silahlı mücadele ile geleneksel pasifist mücadele;
milliyetçilikle enternasyonalizm; Ulusal sorunda
misak-ı millicilik ve kemalizmin gölgesinde bir
çözüm ile proleter enternasyonal çözüm; anti-emperyalizm
zemininde “AB”, “küreselleşme” vb. sorunlarda
kapitalizme eklenen bir sol ile cepheden tavır
alan bir sol; Ulus devlet sorunu ve bu eksende
yeni tasnifler vb. önemli yol ayrımlarıdır. İşte
bu yol ayrımlarında, örneğin anti-emperyalist
bir zeminde “küreselleşme” saldırılarına tavır
alan bir sol, pekala Kürt ulusal sorununda misak-ı
millici, kemalizm savunucusu, “ulus devlet”çi
bir konumda olabilmektedir. Veya “emeğin Avrupası”
gibi saçmalıklar, enternasyonalizm adına savunulmaktadır.
Kürt ulusal sorununda, Kürt liberal burjuvazisinin
elinde, “D. Cumhuriyet” projesi ile Mezopotamya
devrimi tasfiye edilirken, birçok kesimin kafası
karışmakta, “demokrasi” laflarına sığınmaktadırlar.
Örnekleri çoğaltmak mümkün; ve tüm bunlar mevcut
tablonun bir hayli karışık olduğunu, bu eksenlerde
ayrışmaların güncelliğini koruduğunu gösteriyor.
Elbette devrimci sosyalizmin, anti-emperyalist
anti-oligarşik mücadelede, tüm bu alanları doğrudan
kesen bir zeminde bulunduğu, doğru bir doğrultuya
sahip olduğu açıktır. Ancak bu tek başına yeterli
de değildir, dahası sosyalist dokunun bu teorik-ideolojik
karmaşasını da önleme gücüne tek başına sahip
değildir. İşte bu tabloda “teorik kriz” vardır.
Tüm bunlar, ilk elden “karamsar” bir tablo gibi
görülebilir; ancak, böylesi bir sonuç yanılsamayı
içerir, özünde tabloyu tam ifade etmez. Marksizme
karşı, çok yönlü bir “haçlı seferi” olduğu açık;
bundan zaferle çıkmak için devrimci yenilenme
zorunludur. Sosyalist hareketin uzun yıllara yayılmış
olan yenilgisine rağmen, bu alacakaranlık tablodan
aydığınlığa çıkış mümkündür, çıkacaktır da. Bunun
için, hiç kimsenin elinde, nevi şahsına münasır
kurtuluş reçeteleri yoktur, bilinmeyen bir yerden
“mehdi” de gelmeyecektir. Marksizmin çok yönlü
yeniden üretimi ve devrimci yenilenme ile bir
sıçramayı gerçekleştirmesi zorunludur; devrimci
sosyalizmin önündeki temel görevlerden biri budur.
Hiçkimse, “ısmarlama” teorik çözümlemeleri veya
sınıflar savaşımından kopuk “teorik metin”leri
beklemesin; buna ihtiyaçta yoktur. Aranan herşey,
en başta Devrimci Sosyalist yöntem, 150 yıllık
tarihsel-siyasal birikimde mevcuttur, buna dayanarak,
ipin ucu buradan tutularak, yenilenme ve sıçrama
diyalektiği somutlaşacaktır. Yani, zaman zaman,
150 yıllık marksist birikim ve bunun yanında 30
yıllık öz birikimimiz olarak ifade ettiğimiz,
kimi yanlarına yukarda işaret ettiğimiz bu muazzam
birikimde, aranan birçok şey vardır, bunlar geliştirilmeye
muhtaçtır. Herşey sınıf mücadelesinin mihenk taşına
vurulacaktır; birikime dayanarak ileri yürüyeceğiz
ve bu evrensel nitelikteki görevi omuzladık, başaracağız.
Hareketimizin tarihindeki önemli teorik-ideolojik
kazanımlar, özünde bu alanda mütevazi adımlardır...
Bunu devrimci kurtuluş kavgasının öznesi olan
herkes özümsemeli, devrimci yenilenme mücadelesine
katkı sunulmalıdır.
O halde, yapılması gereken; devrimci sosyalizmin
eleştirel gücü ile, inkar ve dogmatizmle aramıza
kalın bir çizgi çizerek, Devrimci Sosyalist teorinin
bütünselliğini kavramak, yeniden üretmek, bunu
eylem klavuzu olarak içselleştirmektir.
İnkârcılığı ve Dogmatizmi Aşmak
Böylesi dönemler için Lenin bize yol gösterici
olmuştur. Hatırlanmalıdır; Lenin yaklaşık 100
yıl önce, marksizmin revizyonizmle kuşatıldığı
bir dönemde, Rusya’da Narodnizmle kabalaştırıldığı
ve bundan “marksizmin krizi” tespiti yapıldığı
bir dönemde, iki temel noktanın altını çizmiştir.
“Programımız” (1889) adlı makalesinde Lenin, marksizmin
bütünlüğünü yeniden kurma mücadelesinde, bunun
için parti örgütlenmesinin temel halka olarak
kavrandığı bir dönemde, şu iki noktayı ele almıştır...
Birincisi: “Biz tümüyle marksist teorik taban
üzerindeyiz: yalnızca bu teori, sosyalizmi bir
ütopya olmaktan çıkararak bilim haline getirmiş,
bu bilimi sağlam temeller üzerine oturtmuş ve
bu bilimi daha da geliştirmek ve tüm ayrıntıları
ile işlemek için tutulması gereken yolu göstermiştir.”
(İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, Sf:143-144) Bu;
hem yöntemi, hem de durulması gereken zemini,
dayanılması gereken birikimi ifade ediyor. İkincisi;
“Biz Marx’ın teorisini, bitirilmiş ve dokunulmaz
birşey olarak asla görmüyoruz; tersine bizim inancımıza
göre bu teori yalnızca, sosyalistlerin, yaşamın
gerisinde kalmak istemiyorlarsa, her yönde daha
da geliştirmk zorunda oldukları, bilimin temelini
atmıştır. Bizim kanımızca, Marx’ın teorisini bağımsız
olarak daha çok geliştirmek, özellikle Rus sosyalistleri
için zorunludur.” (A.g.e. Sf: 145) Bugün, biz
de gerekli olan marksizmin bu yöntemidir.
Anlaşılacagı üzere, bu çok yönlü üretim, “reel
politika” tarzı ile teorinin kabalaştırılmasını,
marksizmden uzaklaşılmasını veya tersten sınıf
mücadelesinden uzak entellektüel gevezelikleri
dıştalar. Kuru laf kalabalığına, “teori” adına
kaba ajitasyona, marksizmden uzaklaşarak popülizmle
karışık marksizmin ve sınıf öğretisinin küçümsenmesine,
en temel marksist önermelerin “bize uymaz” diye
ters yüz edilmesine vb. ihtiyaç yoktur, tüm bu
tip yöntem ve anlayışları dıştalamak zorunludur.
Politika somut zeminde yapılır; ama devrimci teori
alanı, sadece politik alanla sınırlı değildir.
Teorik alan ile politik alan birbirinden kopuk
değildir, ama aynı da değildir. devrimci sosyalizm
iktidar mücadelesini tüm faaliyetlerinin odağına
koyar, politik alanda dövüşürken, bu mücadelenin
arka planını doğru ele almak, yolumuzu aydınlatan
teorik alanı inşa etmek zorundadır. Dahası, politik
alanı, strateji ve taktik bütünlüğü içinde ele
alır, kendini günlük politika ile sınırlamaz.
Günlük ve somut olanı boş bırakmaz, bunun üzerine
taktik politikaları inşa eder; ama, bunu bir tarihsel
dönemi kapsayan bütünlüklü bir stratejinin bir
parçası olarak ele alır. Bu anlamda, devrimci
sosyalizm, “reel politika” yapma tavrını, popülist
bir söylem ve tarzı ve kitlelerin geri yanlarına
hitap etmeyi reddeder. devrimci sosyalizm, kendi
tarzı ile taktik politikları ele alır, bunu stratejik
bir bütünlüğe bağlar, dahası tüm bunların teorik
çerçevesini, marksizme dayanarak; bağımsız olarak
geliştirir. Devrimci teori ile devrimci pratik
ancak böyle doğru ele alınabilir. Tersi ya teorinin
küçümsenmesine, birçok örneğinde görüldüğü gibi
dar pratikçiliğe, veya pratikten kopuk bir teorik
kurguya kapı aralar. Her iki sapma da bizden uzak
dursun!
Evet, TDH’de devrimci teori, tasfiyeci-liberal-dogmatik
basınçla, demokratizm ve canlandırılmaya çalışılan
kemalizmin kuşatması eşliğinde amacından uzaklaştırılmaya
çalışılıyor. Ama, öte yandan, tüm bu alacakaranlık
tabloya rağmen, devrimin nesnel koşulları olgunlaşıyor.
Devrimin nesnel koşulları ile öznel koşulları
arasındaki açı bir hayli problemli bir noktadır.
Kitlelerin düzene yönelik beklentileri zayıflıyor,
ama aynı zamanda devrimci harekete olan mesafesi
de son yıllarda önemli bir sorun olarak ortada
duruyor. Bunlar devrimci sosyalizmin gündemidir,
bütünsellik içinde ele alınması zorunludur. Ancak,
yeni sömürge Türkiye, emperyalist-kapitalist sistemin
zayıf halkasıdır, ulusal-sınıfsal-cinsel çelişkiler
yoğundur, devrim zorunlu bir duraktır. Tüm yalan,
yanılsama ve manipülasyona rağmen, demokratik
hiçbir sorun çözülmemiştir. Ulusal-sınıfsal-cinsel
çelişkilerin çözüm platformu; yönü sosyalizme
dönük DHD’dir. Bu keyfi bir tercih değil, nesnel
zorunluluğun, toplumsal-siyasal koşulların bir
sonucudur. Neo-liberal programların, emperyalist
saldırı programlarının adeta denek alanıdır Türkiye;
ve 20 yıldır yürütülen kapitalist restorasyonun
sonuçları her açıdan açığa çıkmıştır. Açlık, yoksulluk,
ahlaki çözülme, yabancılaşma, vahşi sömürü, koyu
bir baskı politikası ile kapitalist sömürü ve
barbarlığın faşizmin kurumsallaşmasının devam
ettiği bir tarihsel dönemde, devrim ve sosyalizmin
tüm nesnel zemini çok daha güçlüdür. AB ve “küreselleşme”
masalları, Türkiye toplumunu, emperyalist-kapitalist
sistemin zayıf halkası olmaktan çıkarmıyor. Anti-emperyalizm
-1960-70’lerin bir “anısı” değil- içsel olgu olan
emperyalist sömürünün günlük yaşamda işimizden,
aşımıza-ekmeğimize değin her alanda görüldüğü
koşullarda güncel, zorunlu bir devrimci duruştur.
Başta ulusal sorun olmak üzere tüm demokratik
sorunların çözümü ve faşizmin tasfiyesi ancak
ve ancak devrimle mümkündür. Özce, anti-emperyalist
anti-oligarşik DHD zorunlu bir duraktır, devrimin
tüm nesnel koşulları birçok yanılsamaya rağmen
mevcuttur, devrim günceldir. Demokratik ve sosyalist
görevleri içeren DHD, kesintisiz sosyalizme ulaşacaktır.
Yani “tarihin sonu...” palavralarına rağmen, yeni
bir Ekim Devrimi mümkündür, Türkiye proletaryası
bu tarihsel rolü oynayacak potansiyele sahiptir.
Lenin’in “Ne Yapmalı” eserinde, Rus proletaryasına
ilişkin sözleri; ortaya koyduğu görev, bugün bizim
için de son derece anlamlıdır, yol göstericidir.
“...Tarih önümüze şimdi, herhangi bir başka ülkenin
proleteryasının karşı karşıya kaldığı bütün acil
görevlerin en devrimcisi olan bir acil görev koymuştur.
Bu görevin gerçekleşmesi, sadece Avrupa gericilğinin
değil, aynı zamanda (şimdi diyebiliriz ki) Asya
gericiliğinin de en güçlü dayanağının yıkılması,
Rus proletaryasını, uluslararası devrimci proletaryanın
öncü müfrezesi durumuna getircektir...” (S. Eserler-2
Sf:58)
Lenin’in kahince sözleri Ekim Devrimi ile doğrulanmıştır.
Ve bu sözler, bizlere; sadece özgüvenimizin ve
yeni bir Ekim Devrimi için proletaryanın potansiyelinin
değil, somut görevimizin ifadesidirler. Buzun
kırılıp yolun açılması, proletaryanın öncüsünün
ancak güçlü bir teorik bütünlükle donanması ile
mümkündür. Devrim ve sosyalizmin güncelliği ve
bu noktadaki görevlerimiz bu sorunun öneminin
altını çiziyor.
Ayrıca, bu temel görevle bağlantılı olarak şu
saptamalar yapılabilir:
Birincisi; Ülkemizde devrimci sosyalizmin 30 yıllık
bir tarihsel-siyasal birikimi vardır; ama, bugün
devrimci sosyalizm bu temel görevi omuzlamaktan
uzaktır... Bugün, politik bir özne olarak çok
yönlü kurumlaşma, sınıflar savaşımına politik
mücadele ekseninde bütünsel müdahale etme, adına
layık bir parti kimliğine ulaşma güncel görevdir.
Tarih düz bir hat izlemiyor, kendi gerçeğine karşı
samimi olan devrimci sosyalizm, tarihin ve devrim
ve sosyalizmin karşısında görevlerini bildiği
gibi, eksik ve zaaflarının da farkındadır. Bu
“farkında olma” veya bilince çıkarma, bir “iç
geçirme” veya dönüp dönüp “sızlanma” ile olduğu
yerde saymayı değil, görevimizin ciddiyetini anlatıyor.
devrimci sosyalizm samimidir ve görevlerinin bilincindedir.
İkincisi; Devrimci Sosyalist hareket, proletaryanın
uluslararası bir sınıf olması gerçeğinden hareketle
enternasyonalisttir. Bu, dünyanın her parçasındaki
deneylere-mücadelelere karşı görevi ifade ettiği
gibi, o deneyleri eleştirel bir tarzda ele almayı
da bir görev olarak önümüze koyuyor. Ve bu görev,
kendi cephemizde, bütünün bir parçası olarak görevi
omuzlama anlamına geliyor. Bu iki saptama; devrimin
temel sorunu olan iktidar sorunundan bağımsız
değildir. Ve tüm bunlar, devrimci teorinin öneminin
bilinçlere çıkarılmasını ifade ediyor.
Lenin’in şu sözlerini hiç unutmayalım;
“...Öncü savaşçı rolünü ancak bir öncü-teorinin
klavuzluk ettiği bir partinin yerine getireceğine
işaret etmek istiyorum...” (S. Eserler-2 Sf:56)
Görevi Bilince Çıkarmak
Politik, ideolojik, kültürel, örgütsel tüm alanlarda,
Devrimci Sosyalist zeminde, devrimci yenilenmeyi
önüne koymuş, bu yönde ciddi bir iradeyi temsil
eden ve bunu dost-düşmana ilan eden bu gelenek,
her şeyden önce kendi özgücüne güvenmelidir. Lenin’in
yukarıdakı sözleri de bu anlamda önemlidir. Kendimize
güvenmek için çok nedenimiz var; tarihimiz, birikimimiz,
partili yaşamda içselleşen eleştirel yöntem, politik
tarzımız vb... Mahir Yoldaştan bu yana Devrimci
Sosyalist gelenek, hep en ileri öncü-teoriyi,
süreklilik içinde kopuş diyalektiği ile kurmuştur;
bu aynı zamanda ideolojik-politik birliğimizin
zeminidir. Elbette bu noktada durmak, mevcut birikimle
yetinmek, kuru ajitatif söylemle dar pratikçiliğe
kapı aralamak mümkün değildir. Gücümüzü, ideolojik-politik
birliğimizden, tarihimizden, birikimimizden, yöntemimizden,
tarzımızdan alıyoruz ve akıp giden süreçte, nesnel
olarak ortaya çıkan çok güçlü sınıf mücadelesi
ve sorunlarında daha ileri olanı inşa edeceğimiz
açıktır.
Politik ve örgütsel olarak, güç biriktirme, Devrimci
Sosyalist politik iradenin etrafını çok yönlü
ve sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına göre örme
güncel, ertelenemez görevdir. Bu görev, devrimci
yenilenme ile ele alınıyor. Konumuza paralel olarak,
yaşadığımız yeni dönemde politik-teorik alan,
ilk elden bir Manifesto ile netleştirilmek isteniyor.
Önüne ciddi bir politik-ideolojik açılım projesi
koyamayanlar, iddiaları ne olursa olsun, en çok
yeni bir tekrar yapmaktan öteye gidemezler. Yeni
bir manifesto platformu, bu yönlü ideolojik-politik-teorik
mücadele, aynı zamanda çok daha kapsamlı devrimci
yenilenme projesinin önemli bir ayağıdır... Bu
hedefle yürüyelim, görevlerimize sahip çıkalım...
Her devrimci kurtuluşçu bunu bilince çikarmalıdır.
Unutmayalım; bu, aynı zamanda enternasyonal/evrensel
boyutlu görevin kendi cephemizden omuzlanmasıdır.
Devrimci yenilenme, sadece bizim önümüzde bir
hedef değil, tüm dünya proleter devrimcilerinin
hedefidir. Evet, devrimci yenilenme süreciyle,
marksizmi-leninizmi yeniden üreteceğiz, ve “teorik
kriz” bu devrimci yenilenme ile aşılacaktır. Bunu
yaparken, dünyanın başka kara parçalarındaki proleter
devrimcilerle birlikte düşünüp, onlara katıp,
onlardan öğrenerek bu süreci yaşayacağız. Bu,
aynı zamanda, bugünden yarına “yaptım, tamam”
denilecek, hemen “tamamlanan” bir süreç olmadığı
açıktır. Alınacak çok yol var, bu yol adım adım,
çoğu kez koşularak alınacaktır.
Daha önce vurgulandı, tekrar vurgulanmasında,
hatırlanmasında sakınca yok; bu aynı zamanda,
göreve sahip çıkma iddiasıdır, buna çağrıdır.
Tüm devrimci kurtuluşçular buna yanıt olmalıdırlar;
bu kapsamlı ve bütünsel projeye sahip çıkılması,
dahası bu sürecin öznesi olmalıdırlar. Bunun anlamı
çok net; kapalı devre, dar pratikçi, doğmatik,
şabloncu, tek yanlı, devrimci teorinin önemini
küçümseyen, düzen kişiliğiyle hesaplaşmamış, boş
gevezeliği devrimcilik sanan, konformist v.b.
tüm sınıf dışı devrimciliğin reddidir. Devrimci
kurtuluşçuluk her düzeyde yeniden üretilmelidir.
Bu elimizi taşın altına sokmadır, dahası o taşı
kaldırmadır. Nihayetinde, şu veya bu düzeyde bu
devrimci yenilenmenin önündeki engelleri, alışkanlıkları
aşmak zorunludur. Partili yaşam ve bu yaşamın
öznesi örgütlü bireyle bu büyütülecek, olgunlaştırılacaktır;
bu eksende devrime yürüme, devrimci kurtuluşçunun
varlık koşuludur. Kendimize güveniyoruz; ancak,
dünyanında kendi etrafımızda dönmediğini de biliyoruz.
Elbette bu zorlu yolu özgücümüzle aşacağız; ama
tüm samimi birey, çevre ve örgütlü güçlerle bu
görevi paylaşmaya açığız... Bu yöndeki her çaba,
örneğin bağımsız bir aydının bile olsa çabası
bizim için değerlidir.
Devrimci yenilenme ekseninde, ideolojik-politik
birliğimiz zemininde, bugün dışımızda olan tüm
samimi bireyleri, çevreleri, örgütlü güçleri mücadele
yoldaşlığına çağırıyoruz... Devrim ve sosyalizmin
çıkarları, günün devrimci görevleri bunu emrediyor.
O halde; Marksizmin sık sık vurguladığı “Devrimci
Teori Olmadan Devrimci Pratik Olmaz” ve “Marksizm
Dogma Değil, Eylem Klavuzudur” boş sözler değil,
bizler için yol göstericidir. Görevlerimiz nettir;
devrimci teorinin önemini kavrayalım ve görevlerimize
sahip çıkalım!
|