Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Yakın dönemde Latin Amerika halk hareketleri üzerine yazan en önemli kalemlerden biri olan James Petras’ın Küreselleşme kavramına ilişkin bir dizi makalesi geçtiğimiz aylarda Cosmopolitik kitaplığı tarafından Türkçeye çevrilerek yayınlandı. Daha önceleri ABD üzerine yazdığı “İmparatorluk mu Cumhuriyet mi?” kitabı da Türkçe’de yayınlanan Petras, “Küreselleşme ve Direniş”te özellikle Latin Amerika deneyimlerinden hareketle emperyalist politikaları olduğu kadar, bu politikaları yanlış kavramsal çerçevelere oturtmaya çalışan aydınları ve STK’ları da ele alıyor. Öncelikle küreselleşme kavramının kendisini sorgulayarak işe başlayan Petras, kavramın, devlet yetkililerinden icazetli medya kalemşörlerine; emperyal devletlerin desteğini arkasını almış STK’lardan bazı “sol” aydınlara kadar nasıl kullanıldığının örneklerini veriyor.
Kitabının ilk bölümünde 1990’larla doruk noktasına varan küreselleşmenin yarattığı bir dizi tartışmaya da değinen yazar yeni süreçte ulus devletlerin rolünün azalıp azalmadığı sorusunun yanıtını arıyor. Petras söz konusu dönemde özellikle de yeni sömürge devletleriyle merkez batı devletlerinin ilişkilerine dikkat çekerek hiçbir surette devlet aygıtının rolünün azalmadığını ve tam tersine gerek ABD içersinde askeri Keynesçilik (savaş harcamalarının arttırılması) yoluyla yeni sömürgelerde ise devlet aygıtının ekonomik-askeri-politik gelişim süreçlerinin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılarak güçlendirildiğine dikkat çekiyor. Petras küreselleşme süreci üzerine değerlendirmelerde bulunan tarafların devlet-sermaye ilişkisinde devletin özerkliği meselesini fazlasıyla abarttıklarına değinerek emperyalizm kavramına yeniden ve acilen dönülmesi çağrısında bulunuyor.
Çokuluslu şirketlerin yeni sömürgelerle ilişkilerinin emperyal devletler aracılığıyla yürütüldüğünün ve çıkar birlikleri ve ihtilaflarının bu doğrultuda doğduğuna dikkat çeken yazar, yeni dünya efendilerinin savaşını ABD, AB ve Japon devletleri arasında olduğunu belirtiyor. Petras aynı zamanda devletlerin çokuluslu şirketler karşısında anlamlarını yitirdiğinden hareketle “sistem”in bir “merkez”i yoktur yargısına ulaşan post-marksist düşünürlerle hesaplaşarak bunların banka ve sanayilerin kurumsal iktidarını anlayamamakla suçluyor.
Emperyal devletlerin ekonomik rolü kadar askeri ve politik faaliyetlerine de değinerek kukla ve işbirlikçi orduların genişletildiğini ve kitle iletişim ağının hakimiyetiyle bunların çok daha kolay meşrulaştırıldığına değiniyor. Küreselleşme teorisyenlerinin yeni sömürge ülkelerinin değişen özelliklerini es geçtiğini düşünen Petras’a göre bu teorisyenler eski sömürgelerle yeni sömürge devletlerin özelliklerini ayrıştıramaz; bu ülkelerin serbest pazar ekonomisi için gerekli koşulların sağlanmasının hevesli olduğunu göremez; bu ülkelerin gündemiyle merkez ülkelerin liberal gündemi arasındaki farkı göremez; devlet içinde hakim sınıf konumuna yükselen yeni liberal ulus aşırı sınıfı değerlendiremez ve devletin topluma müdahalesini eksik değerlendirirler.
Yeni sömürgelerin değişen dönemde belli başlı özelliklerine değinen Petras, şunların ön plana çıkarıldığını söyler: Özelleştirme politikaları, Uyum Politikalarının Dayatılması, Esnek Çalışma, Devletin Merkezileşmesi, Finansal Deregülasyon vb. Sistemin krizinin sistematik olduğunu çünkü sadece işçileri ve işsizleri değil bunların yanı sıra sermaye birikim mekanizmalarının da yara aldığını ve neo-merkantilizm döneminin açıldığını iddia eden Petras, neo-merkantilizmi rekabetçi olmayan yerli kapitalistlerin emperyal devletler tarafından korunması ve yeni sömürgelerdeki pazarların diğer emperyal rakiplerin aleyhine olacak şekilde zoraki açılması olarak tanımlamaktadır. Ayrıca küreselleşme karşıtı hareketlere de değinen Petras “reklam değerleri yüksek olsa da, bu eylemciler, emperyal ve yeni sömürge iktidarlarının temellerine ve yapılarına meydan okumazlar” yorumunda bulunmaktadır. Ona göre “küreselleşme karşıtı ideoloji, IMF-DB’nin ve çokuluslu şirketlerin özerkliğini abartarak emperyal devletlerin merkeziliğini ve onların dünya hakimiyeti itkilerini karartmaktadır. İkincisi, küreselleşme karşıtı eylemciler, gündelik örgütlenme ve mücadelede az şey yaparken, esasen periyodik dramatik olaylara yoğunlaşıyorlar... asıl mesele bunları bölgesel ve ulusal kitle mücadeleleriyle birleştirmektir.”

11 Eylül: ABD Hegemonyasının Tesisi mi? Çöküşü mü?
Kitabın ikinci önemli değerlendirme kısmını 11 Eylül ve sonrası emperyalist merkezlerin kendi aralarındaki hesaplaşmaların, Ortadoğu, Latin Amerika ve Asya’daki karışıklıkların hizaya çekilmesi, küreselleşme karşıtlarının bastırılması, devlet harcamalarının ve belli sektörlerin vergilerden muaf tutulması uygulamaları oluşturuyor. Petras ayrıca 7 Ekim’deki ABD saldırıları sonrasında Ortadoğu, Latin Amerika ve Orta Asya’daki birçok rejimin muhalif halk hareketlerini ezmeye başladığına değinmektedir. Bush yönetiminin yeni dönem politikalarının yalnızca İsrail tarafından Filistinlilere karşı, Türkiye tarafından Kürtlere karşı ve Cezayir’in Berberilere karşı uyguladığı devlet politikaları tarafından benimsendiğine dikkat çeken Petras ABD’nin bu defa işinin zor olduğuna değiniyor.

STK'lar: Mücadele Alanı mı?
Emperyalist Oyunlar mı?

Petras, sivil toplum kuruluşlarını üçe ayırarak bunlardan ilkinin uluslararası kurum ve devletlerden büyük miktarlarda fonlarla çalıştığını (FPP 300 milyon dolar, MISEREOR 214 milyon $, World Vision 500 milyon$, CARE 50 milyon $) ve neo-liberalizmin aktif teşvikçisi olduğunu; ikinci gruptakilerin serbest piyasanın aşırılıklarını düzeltmek için oluşturulmuş orta çapta mali destek alan reformist STK’lar olduğunu; üçüncü gruptakilerin ise radikal küreselleşme, ırkçılık, cinsiyetçilik karşıtı çevreler olduğunu ve bunların taktikler (sivil itaatsizlik, doğrudan eylem), hedefler ve alternatifler (ekoloji, sosyalizm, özyönetimcilik) bakımından farklılığına değiniyor. Yugoslavya, Afganistan, Irak’a yapılan emperyalist müdahalelere karşı STK’ların bilinçli-bilinçsiz verdikleri yanıt ve handikapları örnekleyen Petras bazı STK çizgilerinin taktik ödünler, serpilen ve pahalı bir bürokrasiyi ve altyapıyı sürdürmek için ilkelerin feda edildiği stratejik boyun eğişlere dönüşebildiğini buna karşı sınıf bağlılığı, ilkelere derinden kök salmış bir program, berrak bir ideolojinin şart olduğunu vurguluyor. STK’ların siyasi karakterine ilişkin kafa karışıklığının bu kuruluşların 1970’li yıllardaki askeri diktatörlüklere karşı verdikleri mücadeleden kaynaklandığını ve bu STK’ların insan hakları ihlallerine karşı mücadele ederken kendilerini finanse eden ABD’li ve Avrupalı danışmanları ve neo-liberal ekonomi politikalarını eleştirmekten kaçındıkları, insan hakları ihlallerinin emperyalist sistemle bağlantılarını açığa vurmadıklarına değiniliyor.
Diğer yandan “kendi kendine yardım”, “halk eğitimi” gibi projelerle, sistem içinde revizyonlarla mücadele etmeye çalışan STK’larda Petras’ın komprodor siyaset tarzı olarak kınadığı hedefler arasındadır. Petras ayrıca eski marksistlerin yanı sıra çoğu post-marksistin de STK formüllerine katılarak devlet karşıtlığının, sınıf siyasetinden “topluluk kalkınmasına” indirgendiğinin altını çiziyor.
Bolivya, Şili, Brezilya, El Salvador deneyimlerinden zengin örnekler ve alınacak dersler veren Petras MST, ADC oluşumlarını diğerlerinden ayrı tutuyor. STK’ların ideolojik saldırılarından da örnekler verilen kitapta “solun gerileyişinden, kapitalizmin zaferinden, marksizmin krizinden, orduların ve ABD’nin baskıcı gücünden” dem vurularak Dünya Bankasının yapısal uyum programlarına kucak açıldığını belirtir.
1960’lardan bu yana sol hareketlerin ve aydınların sosyolojik-siyasal ayrışmaları hakkında da oldukça doyurucu bilgilere yer verilen kitapta, yeni toplumsal hareketlerin en önemli özelliğinin doğrudan eyleme başvurma, iktidar yapısıyla karşı karşıya gelme, kitleleri seferber edebilme gücü olduğu belirtildikten sonra bunların bazılarının reformist politikalar izlediği bazılarının ise yeni bir sosyalist toplum yaratma arayışındaki devrimci hareketler olduğuna değiniliyor. Bu hareketler ailesi içersinde EZLN (Meksika), FARC ve ELN (Kolombiya), MST (Brezilya), Cocalerolar (Bolivya), CONAIE (EL Salvador)’i sayan Petras, bunların düzene entegre olmuş sendika ve solcu partilerden ayrı bir siyasal anlayışın takipçisi olduğuna değiniyor. Ancak yine de bu ülkelerdeki temel sorunun (kitlesel eylemlerin varlığına rağmen) yerel ve dağınık örgütleri birleştirebilecek bir ulusal ve siyasal önderlik eksikliği (Meksika, Arjantin, Paraguay) olduğuna vurgu yapılmaktadır. Latin Amerika’daki toplumsal hareketlerin gelişimini üçe ayıran yazar birinci dönemin 1970 sonlarından 1980’lerin ortalarına kadar ekoloji, feminist ve etnik hareketlerden meydana geldiğini; ikinci grubun daha etkili olabilen köylü ve tarım işçilerinden meydana gelen yukarıda saydığımız hareketlerden oluştuğunu; üçüncü grup ise Arjantin, Dominik Cumhuriyeti, Venezüella vb. kent merkezli hareketliliklerin görüldüğü dönemdir.
Tüm bu hareketlerin olumluluklarına ve umut verici olmalarına rağmen bunların evrilen emperyal sistemin çelişkilerinin ve krizlerinin doğasının teorik bir kavrayışından yoksun olduğu; kent ve kır hareketleri, iç kesimler ve kıyılar arasında ve hareketlerin bazıları içinde şahsiyetlere, taktiklere vb. dayanan bir birlik eksikliği ve eşitsiz gelişimlerinin olduğu; çoğunun militan taktiklere girişerek radikal programları dillendirmesine rağmen sürekli müzakerelere oturarak sistem içi baskı gruplarına indirgendiklerine dikkat çekiliyor.
Ayrıca Petras’ın devrimci hareketlere de bazı önerileri var: “İnsani değerlere dayanan devrimci bir militanın inşası, örnek aracılığıyla gerçekleşir, vaazla değil. Önderler dayanışmayı öğretip ayrıcalıkları korudukları zaman, taban arasında sinizim üretirler. Önderlerin ideolojik ve pratik tutarlılıkları anahtar bir öğedir. İkinci olarak devrimci pratikler kamu alanlarından özel haneye uzatılmalıdır. Brezilyalı bir militanın şikayet ettiği gibi, “kocalarımız, halk arasındayken Che Guevara, evdeyken Pinochet oluyorlar.”

Aydınlar ve Toplumsal Ricat
Başkan Carter’ın Angola, Mozambik, Nikaragua ve Afganistan’daki emperyalist senaryolarına aydınların nasıl eklemlendiklerinden çarpıcı örnekler veren Petras entelektüel sol içinde de ayrımlara gider. Bunlardan birinci gruptakiler mülkiyet rejimlerini sorgulayanlar; ikinci gruptakiler sonuçsuz tartışmaların soyut teorisyenliğini yapan post-yapısalcı düşünürler; üçüncü gruptakiler ise apolitik oluşumların “yeni politika aracı” olduğu yönünde teorisyenlik yapanlar; son olarak da anti-komünizm düşmanlıklarıyla medya tekellerinde öğrenci gençliğin Stalinizm hakkındaki yanılsamaları üzerine söz alan akıl hocalarıdır.
Entelektüellerin toplumsal koşulları ve politik eğilimlerine bağlı olarak sisteme farklı yanıtlar verebildiğini belirten Petras postmodern ve postmarksist düşünürlerin toplumsal hareketlere mesafeli duruşlarını eleştirir ve bunları elitist olmakla suçlar. Yenilgi dönemlerinin de bu aydınlar üzerinde oldukça etkili olduğuna dikkat çekerek değişim fikrinden tümüyle vazgeçtiklerinin altını çizer. Politik tavır almak konusunda atıl kalan bu kişilerin karşısına “saygısız ve adanmış entelektüeller” dediği ve toplumsal hareketlerle dirsek teması olan Gramsci’nin organik aydın kavramına başvurur. Saygısız entelektüeller burjuvazinin sol içindeki hegemonya savaşına karşı mücadele verir ve gerektiğinde tüm saygın olarak bilinen ünvan ve ödülleri reddederek kendi kavramlarını oluşturmanın mücadelesini verirler (küreselleşme yerine emperyalizm; emek esneklği yerine yaygın sömürü vb.). Petras bir başka ayrım noktası olarak da masa başı aydınlar ve saha aydınları ayrımlarına gider. Saha aydınları sınıfın yaşam ortamlarında eğitim verirler; masa başı aydınlar ise “saygın” üniversiteler ve burjuva kent merkezlerinde iş görürler (kariyer hesaplarından örnekler verir).
“Küreselleşme ve Direniş” adlı çalışmada ayrıca sistemin köylülükle girdiği yeni ilişkilerin farklı boyutlarından zengin örnek ve verilerle yeni sömürge ülkelerin yaşadığı değişim ele alınmakta; kültür emperyalizminin günümüzdeki siyasal-toplumsal sonuçları tartışılmaktadır.
Sosyalizm ve sosyalist iktidar üzerine de oldukça ufuk açıcı beyin jimnastikleri veren Petras “sosyalizm bir olay değil süreçtir: Değerler ve kültür, yaşam alanlarının çeşitliliği içinde bireyle kolektif arasında sürekli bir karşılıklı etkileşimi gerektirir...küçük zaferler, büyük hareketleri yaratır ve büyük hareketler, tarihsel alternatifi ortaya atar” eklemesinde bulunarak umutlu olmak için nedenlerimiz var çağrısında bulunuyor.

 

 
 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul