Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

8 (69). Sayı /Mart 2014

       2014 yılı nereden bakarsak bakalım tarihsel ve yaşamsal bir süreçtir. Yeni yılda, 2014'de başka olguların yanı sıra, iki temel olgu öne çıktı ve bunlar süreci belirleyecektir. Biri birbirini izleyecek olan seçimler, ikincisi ise neo-liberal düzenin krizdir. Bu iki olgu, hem oligarşi içi sorunlar ve yeni dengeleri, hem de sol ve devrimci hareketi etkileyecek, yeni saflaşmalara zemin sunacaktır. Oligarşi içi çelişkiler seçimlerle yeni biçim aldı, alacak, çelişkiler derinleşecek ve çatışma boyutlarına sıçrayacaktır. Öte yandan bunları da kapsayan biçimde sistemde içsel olan kriz, her açıdan, özellikle siyasal açıdan derinleşecektir. Nitekim özünde 2013 yılı bu açıdan önemli ipuçları verdi. Siyasal ve toplumsal kriz, seçim süreciyle hızlandı, sadece oligarşi içi iki ana kutup, yani AKP ile CHP, MHP, Ergenekon değil, bu kez, AKP koalisyonu çatladı ve Fetullah Gülen Cemaati gibi yeni kriz dinamikleri ortaya çıktı.
        Böylesi bir zemin ve çatışma içinde, demokratik tüm sorunlar, bu süreçten bağımsız bir yerde duramaz. Başta Kürt ulusunun özgürlük sorunu olmak üzere tüm demokratik sorunlar, siyasal özgürlük, temel hak ve özgürlükler, din ve vicdan özgürlüğü gibi tüm sorunlar bu zeminde yeniden biçim alacaktır. Kriz ve seçim süreçleri ağırlaşan bu sorunları derinleştirecek, sınıf savaşımı hızlanacak, hatta sol ve devrimci hareket yeniden saflaşacaktır.
        Bu süreç uzakta değil, kapı dışında değil, içinden geçtiğimiz anda, günlük yaşamın içindedir; bu sürecin derin izleri her gün yaşamımıza dokunmakta, yaşamımızı belirlemektedir. Buna her açıdan hazır olmak, buradan devrimci çıkış yolu bulmak güncel görevdir.
        "Yeni Türkiye" sloganı bir süredir, özellikle de liberallerin dillerdedir. AKP ile F. Gülen cemaati çatışması, AKP açısından "darbe", "dost modern darbe", "paralel devlet"dir. Ancak aslında 2013 Aralığından bu yana yaşananlar 12 Eylül hukuku üzerine oturan AKP'nin, bu hukuku bile geride bırakan gerici-faşist-diktatöryal darbesidir. AKP için artık "demokrasi" sözde söylemde bile yoktur, AKP'in tüm "demokrasi paketleri" sahtedir, yaşanan "tek parti-tek adam" ekseninde sürekli faşizmin yeniden biçim almasıdır.
        Tüm bunları devrimci sosyalizm birçok açıdan değerlendirmektedir, değerlendirecektir.
        Derinleşen kriz ve ağırlaşan sorunlar karşısında iki devrimci ve halkçı dinamik vardır. Birincisi, Kürt özgürlük hareketi ve hassas bir çizgide süren direnişidir; ikincisi, Türkiye devrimci hareketi ve Gezi/Haziran halk direnişidir. Her iki direniş dinamiği bir dizi sorun ve zaafı içermektedir; Kürt özgürlük hareketinde ideolojik ve programsal zafiyet, Türkiye devrimci hareketinde politik ve örgütsel zafiyet ağır basmaktadır. Ama böyle de olsa, her iki direniş dinamiği işçi sınıfı ve halkların kurtuluşu için birer ışıktır, umuttur. Bizim görevimiz, devrimci sosyalizmin ideolojik-politik hattı üzerinden her iki ülke direniş dinamiği arasında doğru ve enternasyonal bağ kurmak, Türkiye devrimini ideolojik-politik-örgütsel açıdan ileri taşımak, güncel görevleri stratejik görevlere bağlamak ve bu temelde kavgayı büyütmektir.
        Gün görevlere sarılma ve kavgayı büyütme günüdür.
        Bu noktadan bakarsak, sadece oligarşi açısından değil, sol ve devrimci hareket açısından da 2014 yılı kritiktir, yaşamsaldır. Sol ve devrimci hareket bu kriz sürecinde ya "seyreden" bir yerde olacak, iç çürüme eğilimi derinleşecek, politik süreçlerden kopma eğilimi daha da büyüyecek, en ilerisinden Taksim ara sokaklarında çatışan bir yerde duracak ya da adeta bir "iç devrim" yapıp yeni bir direniş çizgisi geliştirecek, kendini ve halkı örgütleyecek, yenileyecek, yeni bir devrimci seçeneği inşa edecektir. Bunun ortası, "ara aşaması", "bir süre daha idare etme" politikası yoktur.
        Ya yenilenme ve direniş ya çürüme ve örgütsüzlük; sınıf kavgasının bize dayattığı budur!

        Üç Görev
        İşçi sınıfı ve halk ağır bir kuşatma altındadır. İdeolojik, politik, kültürel boyutları olan bu kapsamlı kuşatmayı kolaylaştıran ise, devrimci hareketin zayıf, parçalı ve politik özne olmaktan uzak halidir. Oligarşi hem politik-askeri şiddet aygıtlarıyla hem de ideolojik ve kültürel aygıtlarla saldırıyor, bu saldırılar anlaşılır; ama bizim için asıl sorun sol ve devrimci hareketin yaşadığı krizin aşılamamış olmasıdır. Asıl ana halka budur; bu halkada yoğunlaşmalıyız. Bu kapsamlı kuşatma yarılmadan, bu kuşatmada küçük-büyük gedikler açılmadan, ne devrimci hareket "politik bir hareket" olma düzeyine sıçrar, ne de işçi sınıfı ve halk için devrim "uzak" bir hayal olmaktan çıkıp günlük yaşamın bir parçası olur. Bu kuşatma kırılmazsa, sol ve devrimci hareket için, adeta bir birine benzeyen, aralarında ideolojik-politik farkların silikleştiği, politik gündeme "takılan", "örgütlü örgütsüzlüğü" yaşayan irili-ufaklı kümeciklerden oluşan tablo ortadan kalkmaz.
        Biliyoruz, bu tablo bugüne ait değildir, uzun yılların ortaya çıkardığı bir tablodur. Bu anlamda derindir, ağırdır, bir çırpıda, bir vuruşta değil, kapsamlı ve bütünsel mücadeleyle değişir. Bu tablo kader değildir; bunu yıkmak, değiştirmek, devrim ve sosyalizm için bir başka tablo oluşturmak zorunludur.
        Bu tabloyu değiştirmenin yolu, birinci olarak, bunun nesnel ve öznel nedenlerini ortaya çıkarmak, buradan devrimci temelde, ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel düzeyde yenilenme eylemini sürekli kılmaktır. Yaşamın kendisi, sınıf kavgası bunu şiddetle dayatıyor. Ancak, sol ve devrimci hareket her ne kadar dünden farklı olarak, sınırlı da olsa yenilenme eğilimi içinde olsa da hala tutucu ve inkarcı bir yerde duruyor. Bunun yaratmış olduğu sonuç ise, ideolojik açıdan döneme ışık tutmayan tekrarlar ya da "değişim" adı altında revizyonizm; politik açıdan düzen içi bir devrimcilik ya da bazı zaman düzenin sınırlarını en ilerisinden zorlayan (Gezi ve Haziran halk direnişinde olduğu gibi) bir tutum; örgütsel açıdan "örgütlü örgütsüzlük" ve halkla mesafeli hal; kültürel açıdan devrimci değerlerin erozyonu ve birbirine benzeyen davranış biçimleri.
        İkinci olarak, bu kapsamlı kuşatmayı kırmanın yolu, devrimci yenilenme eylemini sürekli kılan, bunu "devrimci müdahale" ile tamamlayan devrimci çıkıştır. Devrimci çıkış, öncü çıkış, her hangi bir dönemde değil, bu dönemde, yani 4. bunalım döneminde, bu dönemin bir dizi ağırlaşmış sorunlarıyla iç içe, bunların baskısı altında örgütlenecektir. Bu açıdan, sancılıdır, başka dönemlerden farklı ve kapsamlı bir hazırlık sürecini içerir. Bunun bilincinde olmak, ufkumuzu hiç kaybetmeden buna göre hazırlıkları yapmak zorunludur.
        Bu devrimci çıkış olmadan, sol ve devrimci hareketinin bu tablosunun değişme şansı yoktur.
        Üçüncü olarak, bu süreçte, üzerinden atlanamaz bir görev olarak devrimci güçlerin birliğidir. Dikkat edilirse, sol ve devrimci hareket adeta birbirine benziyor, tek tek devrimci hareketlerin yaşadığı sorunlar genel sorunların bir parçasının izlerini taşıyor; ya da kısmi toparlanma ve gerileme ilişkisi önemli ölçüde her devrimci yapıyla paralellikler oluşturuyor. Kürt yurtsever hareket, Kürt özgürlük mücadelesinin ana eksenini oluştururken, bugün Türkiye devrimci hareketi için bu söylenemez. Türkiye devrimci hareketi, belirli eksenlerde yoğunlaşmada zayıftır. Mevcut durumda Kürt coğrafyasında büyük sıçrama, Türkiye coğrafyasında yer yer ileri adımlar olsa da geriye düşüş söz konusudur. Türkiye devrimci hareketi tam bu noktada, sadece dağınık değil, aynı zamanda kendi içinde sıçrama ve geriye düşüş diyalektiğini güçlü yaşamaktadır.
        Bu durumda, bu ağır kuşatma karşısında, devrimci güçlerin birliği önem kazanmaktadır. Bu sadece dönemsel bir sorun ya da ihtiyaç değildir, Gezi ve Haziran günlerinde olsun, ortalığa dökülen, neo-liberal sömürü modelinin "yan ürünü" olan rüşvet, yolsuzluk, yağma düzeninde olsun, AKP'nin "devlet partisi" olması ve sürekli faşizmi yeniden yapılandırmasında olsun, tüm bu güncel süreçlerde devrimci güçlerin birliği büyük önem kazanıyor. İşçi sınıfı ve halka saldırı yoğunlaşıyor, siyasal kriz derinleşiyor, buna karşı direniş ise örgütlü düzeyde değildir. Tek tek zayıf devrimci hareketler bu ağır kuşatmayı kıramıyor, ortak bir programdan yoksun tekil direniş eğilimleri sürece yanıt olmuyor. Kitlelerle bağı zayıf, Taksim ara sokaklarında direnen bir devrimcilik sürece yanıt olmuyor.
        Bu durumda, birleşik devrimci hareket bu kuşatmada gedik açabilir. Bu ağır kuşatmanın çatlaması hem devrimci harekete güç katacak, hem de tek tek devrimci hareketleri yeni bir düzeye sıçratacaktır. Burada diyalektik bir ilişki vardır; sol ve devrimci hareket gelişirse tek tek devrimci hareket de gelişiyor, tek tek devrimci hareketlerin gerilemesi sol ve devrimci hareketi de geriletiyor. Halka ve devrime karşı sorumluluk bu kopmaz bağı görmeyi, irade ve devrimci biçimde aşmayı önümüze koymaktadır.
        Anlaşılacağı üzere, birbiriyle kopmaz bağ içinde, biri olmadan diğeri olmayacak biçimde üç ana görev önümüzde durmaktadır. Bu kuşatma bu üç ana görevin bütünsel ele alınmasıyla kırılabilir.

        Süreci ve Kavgayı Kazanacağız
        Devrimci sosyalizm, 2014 yılını kazanma kararlılığındadır. Hem kendimizi, hem de adım adım işçi sınıfı ve halkı örgütlemek, dönemsel hedefler için böylesi bir süreçte adım atmak zorunludur. Her yer rüşvet her yer yolsuzluk, AKP ve temsil ettiği neo-liberal sömürü düzeni tel tel dökülüyor, oligarşi içi çatlak büyüyor, CHP umut bile olamıyor "eski Türkiye" özlemini aşan tek cümlesi yoktur, halk kitlelelerin düzene tepkileri artıyor, Haziran günleri isyanı ve direnişi mayaladı, neo-liberal sömürü modelinde içsel olan kriz derinleşiyor. Böylesi bir süreçte, bir an, bir gün bile geride durulamaz, şu ya da bu nedenle bu dinamik süreci "izlemek", "işim, aşım, aşkım" mazeretleriyle bir kenara çekilmek, örgütlülüğü biçimde yaşamak işçi sınıfı ve halka ihanettir.
        2014 yılını kazanacağız. Politik açıdan süreci "seyreden" değil, sürecin devrimci öznesi, devrimci bir bileşeni olacağız; örgütsel açıdan "iç devrim", "tüzük devrimciliğinde" ısrar edip sıçrama için güçlü bir zemin oluşturacağız; işçi sınıfı ve halka öncülük eden ideolojimizi daha geniş kesimlere ulaştıracağız.
        Örgüt, örgüt, örgüt; her adımın başı ve sonu bu kavramda düğümlenmektedir. Nesnel koşulların bu kadar olgunlaştığı, ama buna karşılık, devrim için öznel koşulların bu kadar geri olduğu bir süreci yakın tarih görmedi. Bunu kırmak, sadece süreci kazanmak değil, devrim için yeni sıçramaların da zeminini hazırlamaktır. Bunun yolu, her adımı örgütlemekten, örgüt bilinci ve örgüt kavramının somutlaşmasından geçer. Bir yandan mevcut ilişkileri harekete geçirmek ve yeni ilişkilere ulaşmak, çeşitli biçimlerde, legal, yarı- legal "halk örgütleri" örgütlemek; öte yandan çeşitli alanlarda illegal "devrimciler örgütü" inşa etmek görevimizdir. Örgüt kavramı, kafamızda, bilincimizde olmalı, bunu yanı başımızdaki insanlara taşımalı, komite de, çevre ve kitle ilişkisinde inşa etmeliğiz. Örgüt ve örgütlü davranış, sohbetimize, davranışımıza, solla ilişkimize, iç ilişkimize, kitlelerle ilişkimize yansımalı, orada somut biçimler almalıdır. Nasıl konuşacağız, neyi konuşacağız, insanlarla nasıl bir ilişki kuracağız, dost ve düşman karşısında nasıl davranacağız, bir eylemi nasıl örgütleyeceğiz, nasıl bir üslup ve tarzımız olacak; tüm bunlar örgüt kavramında somut biçim alır.
        Mücadele, mücadele, mücadele; süreci kazanmanın bir başka adı budur. Mücadele etmeden, akıp giden siyasal sürece tutunmadan, sürece öncülük etmeden, içe kapanarak, dar dünyamızda "büyük laflar" ederek hiç bir şey kazanamayız. Binler, milyonlar sokakta, alanlarda; binler, milyonlar Haziran halk direnişinde direndi; işyerleri, okullar, mahalleler birer çalışma alanı, gençler, kadınlar, yoksullar, Türk, Kürt, Alevi tüm ezilenler düzene tepkili. Ama bir o kadarda örgütlü mücadeleden uzak, "güven bunalımı" her ilişkiyi etkiliyor. Hiçbir adım, mücadele etmeden, bazı mücadele biçimlerini küçümseyerek kazanılmıyor. Mücadele etmeden, örgütlü mücadele etmeden ne insanları kazanmak, ne de örneğin sıradan bir devrimci kitle örgütünü çalıştırmak bile mümkün değildir. Mevcut sistem insanı parçalıyor, kendine yabancılaştırıyor; bu "örgütlü örgütsüzlük", hiç bir şeyi beğenmeme, kendine "demokratlık", insanları ötekileştirme, konformizm, tembellik biçiminde bizde dışa vuruyor. Her insan bizim gibi düşünmeyebilir, örgütlü mücadelede insan öznedir. Devrimcilik insanlığın en yüksek biçimidir; insani değerlerden yoksun bir devrimcilik devrimcilik değildir. Devrimcilik bu anlamda insanı anlama, insanı değiştirme kavgasıdır. İnsanlarla mücadele içinde çeşitli bağlar kurabilir, onlardan öğrenir, onlara öğretebiliriz.
        Bunun için sokakta, mücadele alanlarında olacağız.
        Güçlerimizi dağıtmadan, her yere koşarak değil belirli hedeflere yoğunlaşarak, yönümüzü işçi sınıfı ve halka dönerek, enerjimizi kendimize ve çevremize yoğunlaştırarak, kitleselleşme ve kadrolaşmayı çalışmamızın merkezine koyarak bu süreci kazanabiliriz. Her alanda ileri sıçrayarak, başkasının eksikliğini perde yapmadan, küçük ve bireysel sorunlar içinde çürümeden, içe kapanıp kaslaşmadan, bütünsel düşünüp partiye sahiplenerek, önümüzde duran görevlere sahip çıkarak, devrimin, sosyalizmin, partinin sorunlarını çözerek ileri adımlar atabilir ve süreci kazanabiliriz.
        Sorunsuz bir devrimcilik yoktur; önemli olan sorunları çözmek ve ilerlemektir. Sınıf kavgası, sadece sınıflar arasında değil, devrimci parti içinde de sürer. Mevcut tablo bize bunu açıkça göstermektedir. Artık gerileme süreci bitti, kısmi gelişme eğilimi ortaya çıktı; ama böylede olsa gri tonlar, geri yanlar vardır. Bir yandan tüm bunların farkında olan, kendini, çalışma alanını, çevresini ve partiyi örgütleyenler, öte yandan "örgütlü örgütsüzlükte" ısrar eden, içe kapanan, kastlaşan, çürüyen, partinin eleştiri ve uyarılarına kulak asmayanlar vardır. Sınıf mücadelesinin yasası budur; her ileri adımda bu kavga çeşitli biçim alır. Her ileri adımda çürüyen, kastlaşan, gerici statüko oluşturanlar mücadeleyi geriye çeker; bun karşılık partiyi ve mücadeleyi ileri taşımağı dert edinenler ön açıcı olur, mücadeleyi büyütür. Bu kavga özgündür, kurallıdır, ahlakidir. Hatta bazı süreçlerde bir çeşit "denge"de oluşur. Ama her denge bir dengesizliktir. Devrimci ve statükocu eğilim belki bir süre, şu ya da bu nedenle yan yana da olabilir, partinin kazanımcı tutumu bu noktada da istismar edilebilir ama bu sonsuza kadar sürdüremez. Statükolar yıkılır, çürüyen yanlar temizlenir, kavganın ateşiyle ileri sıçrayanlar yeni ufuklara kulaç açar.
        Kavga günleri devrimciler için bayram günleridir. Bayram günlerini yaşıyoruz; seçim süreci yeni bir mücadele sürecidir, Mart ayının ateşi her yeri sardı, Mayıs kızıl bir güneş gibi doğacak, Haziran isyanın kendisidir...
        Şehitlerimiz yanı başımızdadır; her adımda onlarlayız. Devrimci çizgimiz büyük bir ufuktur; bu ufuktan gözlerimizi hiç ayırmayacağız.
        Kendimizi örgütleyecek, kavgayı büyütecek ve süreci kazanacağız!

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL