Türkiye
önemli günler yaşıyor. Böylesi bir süreçte Kızıldere;
Kızıldere somutunda devrimci sosyalizm bize yol
gösteriyor...
Ülkemiz, emperyalizme bağımlı yeni sömürge ülkedir.
Yeni sömürgecilik, 1980 sonrası neo-liberal politikaların
önderliğinde derinleşti. Bir yandan içsel olgu
olan emperyalizm ve tekelci sermaye vahşi sömürüyle
sermayesine sermaye kattı, ama öte yandan açlık,
yoksulluk, işsizlik, kitlesel hastalık, kültürel
ve ahlaki çöküntü tüm topluma dayatıldı, nufüz
etti. Bu sömürü modeli, bu sömürü modeli somutunda
kapitalizm artık kendi sınırlarını tüketmiştir.
AKP ile son 11 yılda devam eden ve topluma dayatılan
bu sömürü modeli emeğin vahşi sömürüsüne dayanıyor,
emek "esnek üretim", "teşoranlaşma",
sıfır zam, artan vergi vb. ile sömürülüyor, sadece
işsizlik, açlık, yoksulluk ile değil, din gibi
kültürel unsurlarla da terbiye ediliyor. Sadece
emek vahşice sömürülmüyor, küçük üreticiler sömürünün
ağır baskısı altına alınıyor, doğal kaynaklar,
tarihi ve kültürel değerler talan ediliyor. Kentlerde
"kentsel dönüşüm" başta olmak üzere
Galata-port, Kasımpaşa-port, 3. köprü, kanal-İstanbul
gibi projeler, adeta her dereye kurulan HES'ler
bu yağma düzenin dışa vurumu oluyor.
Neo-liberal sömürü ile "burjuva demokrasisi"
yan yana durmaz; yer yüzünde böyle bir ülke, böyle
bir örnek yoktur. Neo-liberal sömürü düzeni, yeni
sömürgecilik üzerinden biçim alan sürekli faşizmi,
yeniden üretti; askeri zor aygıtlarıyla birlikte
ideolojik ve kültürel aygıtları daha güçlü devreye
soktu, "düşük yoğunluklu demokrasi"yi
kurumsallaştırdı. Böylece "burjuva demokrasisiyle"
uzaktan yakından ilgisi olmayan, açık ve gizli
faşizmin iç içe yeniden sentezlendiği bir devlet
biçimi, sömürge tipi faşizm yeni koşullarda örgütlendi.
Bu sömürü ve zulüm düzenin özeti AKP'dir. AKP,
neo-liberalizmin son halkasıdır ve son 11 yılda
bu düzeni, ekonomik, siyasal ve kültürel ayaklarıyla
örgütleyendir.
Ama bu sömürü ve zulüm düzenine başkaldırı da
vardır. Türkiye halkı, Gezi ve Haziran halk direnişiyle;
Kürdistan halkı ise haklı özgürlük kavgasıyla
bu sömürü ve zulüm düzenine başkaldırmıştır. Her
iki direniş dinamiğinin kendi içinde bir dizi
zayıflık taşıdığı açıktır; ama tüm bunlara rağmen
bu iki direniş, halkları birleştiriyor, düzende
yeni gedikler açıyor.
Böylesi bir süreçte, dönüp tarihimize, Kızıldere'ye
bakarsak, bugün için, içinden geçtiğimiz süreçte
bazı noktaların önemini açığa çıkarmaktadır.
Devrim yürüyüşümüzde, bugün bizim için önemli
olan birkaç noktayı ele almakta yarar vardır.
Kızıldere Ve Devrimci
Parti
Kızıldere, 71 silahlı
devrimciliğinin özetidir. 71 devrimciliği, 1965-70
sürecinde, yükselen halk hareketi içinde ortaya
çıktı; hem ideolojik-politik alanda, hem de politik-örgütsel
alanda bir dizi devrimci kopuşun sonunda silahlı
devrimci hareket, bu hareketin öncüsü THKP-C sınıf
savaşında yerini aldı. 15-16 Haziran direnişinde
anlamını bulan işçi hareketi, üniversitelerde
ortaya çıkan ve işgal ve boykotlarla ülke gündemini
belirleyen gençlik hareketi, toprak işgallerine
kadar uzanan köylü hareketi halk hareketinin aynı
kanalda akan bileşenleri oldu. 1965 sonrası giderek
yükselen, sonradan "68 hareketi" olarak
tanımlanan halk hareketi, 1970 yılında en yüksek
noktasına ulaştı. Artık "sosyal uyanış"
yeni sömürge kapitalizminin sınırlarını zorlamaktadır.
Kendiliğinden karakteri ağır basan bu hareket,
sadece bağımlı kapitalist düzene tepkiyi ifade
etmedi, bu dönemde ana birer olgu olan sosyalizm
ve ulusal kurtuluş hareketlerinden doğrudan etkiledi,
bilimsel sosyalizmle sıkı bağ kurdu. Bu süreçte,
hem sömürü ve onun sonuçlarına tepki yoğundur,
hem de anti-emperyalist tutum ve bilinç daha ön
plandadır. Sol ve devrimci hareket doğal olarak
bu dönemde şu ya da bu biçimde varlığını sürdüren
tüm politik akımlardan etkilenmiş ve onların izini
taşımıştır. Bu süreçte tüm sol ve devrimci hareketi
kendi çatısı altında toplayan TİP'in yönetimi,
kalkınmacı, evrimci, devletçi sosyalizmi temsil
ederken, YÖN ve DEVRİM hareketi, Kemalizm'in sol
yorumuna dayanmış, Kemalizm ile sosyalizmi harmanlamak
istemiştir. MDD hareketi TİP'den kopmuş, TİP'in
parlementer çizgisine tepki duymuş, bu açıdan
devrimci bir yerde durmuş, ama sosyalizmden Kemalizm'e
tüm bu ideolojik çizgileri içinde barındırmıştır.
Mahir ve öncülerimiz,
hem tüm bu süreçlerin içindedir, hem de bu sürecin
ürünüdür. Öncülerimiz, bir yandan yükselen halk
hareketi içinde en öndedir, diğer yandan yoğun
bir ideolojik kavga içindedir. Bilimsel sosyalizmi,
Marksizm ve Leninizm'i kendine rehber edinen Mahir
ve öncülerimiz, önce TİP'den, sonra MDD'den koptu;
bu devrimci kopuş, keyfi, rastgele bir kopuş değil,
ideolojik ve örgütsel kopuşlardır. Çeşitli yazılarımızda
(MAHİR VE DEVRİM ve MARKSİST DEVRİM TEORİSİ VE
DEVRİM STRATEJİSİ çalışmalarımız başta olmak üzere
çeşitli yazılarımızda) ele aldığımız üzere, bu
süreç aynı zamanda devrimci sosyalizmin hem ideolojik
hem de örgütsel açıdan kendini inşa ettiği bir
süreçtir. 1970 sonlarında partileşen bu hareket,
evrimci sosyalizmin, uzun yıllara yayılan revizyonizmin,
Kemalizm'e soldan destek sunmanın, parlamenter
mücadelenin, başkasına bel bağlamanın tam karşısında
yer aldı, yeni bir devrimcilik inşa etti, silahlı
devrimin öncüsü oldu.
THKP-C, bu sürecin
ürünüdür; THKP-C'yi bu süreçten ayrı düşünmek
idealizmdir. İdeolojik mücadele, bu sürecin şekillenmesinde
önemli bir işlev gördü; KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III,
partimizin programatik platformu olarak, bu kavganın
içinde somut biçim aldı. Bu ideolojik-politik
zemin, THKP-C'yi diğer sol ve devrimci hareketten
ayırdı; devrimci sosyalizmin artık bu ülkede politik
bir akım oldu.
71 devrimciliğin ve
THKP-C'nin en büyük mirası budur; bu ideolojik-politik
çizgidir!
Sadece bu değil, bu
ideolojik-politik çizginin doğal, olmazsa olmaz
parçası, temel tezi politikleşmiş askeri savaştır.
Partileşme sürecinde ortaya çıkan devrimci eylem
biçimleri, daha sonra, partileşince, 12 Mart açık
faşizme karşı Elrom eylemine, oradan tutsaklık
ve Kızıldere'ye kadar uzanan yaklaşık bir yılı
aşkın devrimci pratik örgütlendi. Bunu THKP-C,
1. nolu bülten başta olmak üzere diğer açıklamalarıyla
kamuoyuna ilan etti. Bu devrimci pratik, politikleşmiş
askeri savaşın ülkemizde aldığı biçimdir; ilktir
ve "mükemmel", "dört başı mamur"
kurumsallaşmış bir örgüt olmasa da bu genç devrimci
parti büyük bir politik etki yaratmıştır. Bugün
baktığımızda çeşitli eksiklikleri alt alta yazmak
mümkündür; ama tüm bunlar doğaldır ve tarihsel
ve siyasal açıdan önemi de yoktur. Eğer bu devrimci
pratik örgütlenmeseydi, yeterli hazırlık yapılmadan
başlayan devrimci savaş örgütlenmeseydi, ne 71
koşullarında 12 Mart açık faşizmi erken doğum
yapardı, ne "eski devrimcilik" aşılırdı,
ne de 71 sonrası yeniden biçim alan devrimcilik
bugüne kadar uzanırdı. THKP-C'yi, THKP-C yapan,
sözü eyleme dönüştürmesidir, bu devrimci pratiktir.
Politikleşmiş askeri
savaşta anlamını bulan bu devrimci pratik, Türkiye
devrimine yol göstermiştir, bize, devrimci harekete
bırakılan mirastır.
Anlaşılacağı üzere,
THKP-C, bu ideolojik-politik çizgi ve devrimci
pratiğin sentezidir. Bu sentez kendini örgütte,
örgüte karakterini veren kurucu kadrolarda dışa
vurdu, onlarda somut biçim aldı. Mahir, Ulaş,
Cevahir; bu devrimci partinin özetidir, kurucu
kadro tipidir. Onlar politik ve askeri liderdir,
öncüdür, düzenin dayatmış olduğu tüm yaşamı reddedendir;
her koşulda devrim ve sosyalizme bağlı, kendini
partiden ayrı düşünmeyen, her koşulda mücadele
edendir; her politik adımda ders alan, kendini
yenileyen, yeniden inşa eylemini sürekli kılandır.
THKP-C ile Mahir'in özdeşleşmesi boşuna değildir;
sonradan icat edilen "kişi kültünden"
uzak ifade ediyoruz, THKP-C Mahirdir, Ulaştır,
Cevahirdir, bu öncü yoldaşlarımız THKP-C'dir.
Onlar başı sonu belirsiz "partileşme süreci"ne
teslim olmadı; KESİNTİSİZ-I'i devrimci savaşın
başında, KESİNTİSİZ II-III'ü devrimci savaşın
sonlarında yazdılar; parti için tüzüğün önemini
biliyorlardı, ama tüzüğü bile kendi savaş deneyleriyle
kaleme aldılar. Asıl olan kurucu iradeydi; sınıf
savaşı içinde öncü kadrolar yan yana geldiler,
soldan esen rüzgarlara kapılmadılar, devrimci
partinin önemini kavradılar, "parti biziz"
dediler, partiyi kurdular ve devrimci savaşı örgütlediler.
Buzu kırdılar, yolu açtılar, cüret ettiler, dava
insanı oldular, ölümüne yoldaşlık yaşadılar ve
bir dizi eksikliklerine rağmen devrimci değerleri,
bilinç ve emekle inşa ettiler.
THKP-C'nin inşa ettiği
ve bize bıraktığı miras budur!
Kızıldere, 71 silahlı
devrimciliğinin özetidir. Kızıldere, emperyalizm
ve oligarşinin öncülerimizi katletmesiyle sınırlı
değildir. Kızıldere, emperyalizm ve oligarşiye/faşizme
karşı direniştir, 12 Mart açık faşizminin yüzünü
açığa çıkarmaktır, bugün bir ihtiyaç olan devrimci
birliğin somut biçim almasıdır, öncü savaşcı devrimciliktir,
Türkiye devrimin yoludur. Bu anlamda bir son değil,
başlangıçtır. Daha sonra Devrimci Kurtuluşçuluğun
formüle ettiği "Kızıldere Son değil, Savaş
Sürecek" şiarı, 71 devrimciliğin ortaya koyduğu
devrimci savaş iradesini sürdürmedir. Türkiye
devrimi buradan, 71 silahlı devrimciliğinden,
Kızıldere'den bugüne uzanmıştır.
Kızıldere'de THKP-C
fiziksel olarak imha oldu. Görev, Mahir Çayan
yoldaşın elinde doğan devrimci sosyalizmi politik
bir akım olarak güçlendirmek, devrimci partiyi,
bugünün ilişki ve çelişkileri üzerinden yeniden
inşa etmektir. Tarihsel bir bağ kurarak ifade
ediyoruz; Kızılderenin, Haziran şafaklarının birikimi
ve politik dersleriyle, bugünün görevi, yeni bir
dönemde, bu dönemin nesnel ve öznel tüm koşullarıyla
devrimci partiyi inşa etmektir. Yeniden inşa sürecimizin
ana hedefi, ana halkası budur. Kızıldere'ye, şehitlerimize
layık olmak, bugün, tüm tarihsel ve siyasal birikimimiz
üzerinden devrimci partiyi inşa etmekten geçmektedir.
71 silahlı devrimciliğin, onun izinden giden devrimci
kurtuluşçuluğun, şehitlerimizin gösterdiği hedef
budur.
Görev bizimdir...
Her açıdan bu döneme
devrimci yanıt olacak bu ana görev tüm çalışmalarımızın
merkezinde yerini almaktadır. Önder ve kurucu
kadro tipiyle, işleyiş ve kurallarıyla, "tüzük
devrimciliği"yle, dost ve düşman karşısında
tutumuyla, direnme, savaşma, sahiplenme, yoldaşlık
gibi değerleriyle devrimci partiyi biz inşa ediyoruz,
edeceğiz!
Kızıldere Ve Devrimci
Halk Hareketi
Devrimci parti, içinden
geçtiğimiz siyasal ve toplumsal süreçten ayrı
bir yerde, dar bir dünyada, sadece teorik sözlerle
inşa edilemez. Devrimci parti, devrimin tüm sorunlarını
devrim ve sosyalizm ekseninde çözme iradesidir;
bu anlamda, devrim ve sosyalizmin tüm sorunlarından,
sınıf savaşımının düzeyi ve sorunlarından, sınıf
savaşının almış olduğu somut biçimlerden ayrı
değildir. Devrimin örgütlenmesi, devrimci partinin
örgütlenmesidir; devrimci partinin örgütlenmesi,
"devrimciler örgütü" ve "halk örgütlerini"
örgütlemektir. Devrimci parti, bugün, bu koşullarda,
sınıf savaşımın almış olduğu bir dizi biçimler
içinde, bu savaşımın öncü güçleriyle örgütlenecektir.
Bu bir inşa eylemidir;
sadece "yıkma" değil, "yeniden
kurma" eylemidir. Kendiliğinden, sürece "takılarak"
değil, irade, bilinç ve emekle yeniden inşa eylemi
sürer. Bu eylem bir günlük, bir anlık değil süreklidir.
O halde, devrimci
partinin inşasıyla, devrimci halk hareketinin
inşası iç içe, aynı sürecin, iç içe geçmiş iki
halkasıdır. Biri olmadan diğeri olmaz; biri diğerini
doğrudan besler, etkiler, güç verir. Buradaki
ilişki mekanik değil, dinamiktir, diyalektiktir.
Bu açıdan bakarsak,
tarihsel dönemlere dönerek, bugünün somut görevlerini
tanımlarsak, bir kaç ana noktayı görmek; buradan
hareketle tüm gücümüzü, irade, eylem ve örgüte
yoğunlaştırmak mümkündür.
Bir: 71 silahlı
devrimci hareketi, bunun özeti ve somut biçimi
olan THKP-C, 1965-70 halk hareketi, özellikle
de devrimci gençlik hareketi içinde filiz verdi;
sınıf savaşı içinde ortaya çıkan öncü kadrolara
dayandı, ideolojik mücadele içinde kendi yolunu
buldu ve partileşti. Kendiliğinden kitle hareketi,
bu dönemin izlerini taşıdı; dünyanın 1/3'de zafer
kazanan sosyalizmden, emperyalizmi sarsan devrimci
ulusal savaşlarından güç aldı. Bu dönemin, giderek
yükselen kitle hareketinin birer ürünüydüler;
görevleri yükselen kitle hareketine öncü müdahale
yapmaktı, öncü devrimciler örgütünü inşa ederek,
sürece yön vermekti. Yani onlar kitle hareketi
dışında değil, içindeydi; bu kitle hareketinin
doğal bir parçasıydılar.
Bununla birlikte,
kendiliğinden halk hareketi ile sosyalist hareket
iki ayrı mecrada değil, aynı mecrada akıyordu,
aradaki mesafe "geniş" değil, "dar"dı.
Halk hareketi, düzen karşısında konumlanırken,
elbette "yekpare" değildi, ama daha
homojen, farklılığa rağmen yan yana aynı mecrada
akma eğilimi içindeydi.
İki: Bu açıdan
bakarsak, bugün başka bir tablo göreceğiz. Kendiliğinden
kitle hareketi önemli ölçüde geride kaldı. Yer
yer ortaya çıkan kendiliğinden kitle hareketiyse
çok daha parçalıdır ve sosyalist hareketle kitle
hareketi arasındaki mesafe, sosyalist hareketin
yaşadığı krizden kaynaklı geniştir. Sosyalizm
ve devrimci ulusal kurtuluş savaşları gibi itici
moral güçten önemli ölçüde yoksun olan bugünün
kitle hareketi, neo-liberal sömürü ve post-modern
kültürün oluşturduğu zeminde gelişiyor, doğal
olarak bunların izini taşıyor. Parçalılık, alt
kimlik ve başlıklarda toplanan direniş eğilimlerin
merkezileşmede yaşadığı sorunların iki kaynağı
var; biri işaret ettiğimiz bu siyasal-kültürel-toplumsal
zemin, ikincisi ise, sosyalist hareketin yaşadığı
kriz ve devrimci ve sosyalist önderliğin zayıflığıdır.
Üç: Buradan
çıkan sonuç, bu tablonun bir hayli karmaşık olduğu
ve tam bu noktada, devrimci irade, emek ve örgütlenmenin,
eskiyle kıyaslarsak çok daha önemli bir yerde
durduğudur. Hem devrimci parti, hem de devrimci
halk hareketi birden, aniden, bir ya da birkaç
hamleyle değil, daha ağır sorunları çözerek, daha
örgütlü, iradi, daha uzun vadede, emekle inşa
edilecektir. Yükselen ve daha homojen bir halk
hareketi üzerinden değil, zaman zaman yükselen,
parçalı, sosyalist hareketle sorunlu bir halk
hareketi üzerinden bu süreç inşa edilecektir.
Dört: Gezi,
Haziran günleri, Berkin Elvanın ölümsüzlüğe uğurlanması,
kısaca son aylar bu konularda önemli dip notlar
düşmektedir. Devrimci halk hareketi için, halk
hareketinin dinamikleri içinde, işçi, kadın, gençlik,
mahalli alan gibi dinamikler içinde, örgütlü güç
inşa etmeden, açık ve yarı-açık "halk örgütleri"
için yeni mevziler örgütlemeden, bu halk hareketi
içinde öncü güçlerle buluşmadan, bunları ortak
bir program etrafında birleştirmeden devrimci
halk hareketi inşa edilemez.
Bir başka ifadeyle,
dün kendiliğinden kitle hareketi içinde öne çıkan
kadrolar "devrimciler örgütünü" oluştururken,
bugün daralmış bir devrimci hareket içinde hem
"devrimciler örgütü"nü illegal oluşturmak,
hem de iki ayrı kanalda ve mesafeli bir yerde
duran devrimci ve sosyalist hareket ile halk hareketini
aynı kanala taşımak, bunun için açık ve yarı-açık
"halk örgütleri" oluşturmak zorundayız.
Bu açıdan, "halk örgütleri" inşa etmek,
devrimci halk hareketi için zorunludur; bu kendiliğinden,
akıp giden bir mecrada değil, sorunlu bir mecrada,
iradi ve örgütlü bir biçimde inşa edilecektir.
Bu görev de bizimdir...
Bıkıp usanmadan, içinden
geçtiğimiz sürecin ağır sorunları altında ezilmeden,
kolay devrimcilik hastalıklarına kapılmadan, devrimciliği
bir yaşam biçimi olarak bilince çıkarıp, Haziran
günlerinde, rüşvet ve yoksullukta, Berkin Elvan'ın
ölümsüzlüğe uğurlanmasında açığa çıkan halk hareketini
anlayacağız, kendi deneylerimizden yaralanacağız,
yeni yollar bulacağız ve iradi-örgütlü bir biçimde
devrimci halk hareketinin omurgalarını inşa edeceğiz!
Kızıldere Ve Devrimci
Birlik
Kızıldere, sadece
THKP-C için değil, 71 silahlı devrimciliği için
önemlidir, onu temsil eder. 71 silahlı devrimciliğinin
üç bileşkesi vardır: THKP-C, THKO ve TKP/ML. Mahir,
Ulaş, Ziya, Ömer ve Cihan Maltepe zindanından
sıcak savaş alanına çıktığında, 71 devrimciliğinin
simgesi olan Deniz, Hüseyin ve Yusuf'u kurtarmak
ana görev oldu. Mahir ve yoldaşlarımızın önünde
iki görev vardı; THKP-C'ye egemen olan sağ sapmayı
etkisiz hale getirmek ve silahlı devrimci mücadeleyi
sürdürmek. Silahlı devrimci mücadelenin sürdürülmesi
Denizlerin özgürleşmesinde anlam bulmuştu. Mahir
ve yoldaşlarımız önce sağ sapmayı etkisiz hale
getirdi; KESİNTİSİZ DEVRİM I-II sadece bir yılı
aşkın devrimci pratiğin sentezi ve formüle edilmesi
değil, aynı zamanda bu sağ tasfiyeciliğe devrimci
yanıttı.
Böylesi bir süreçte,
küçük farklılıklar bir yana bırakılır, devrim
için dövüşenler yan yana gelir. THKO ve THKP-C
yan yana geldi; son derece zor koşullarda, Denizler
için üç İngiliz tekniksenin kaçırılması eylemi
örgütlendi. Kızıldere'de akan kan, bu birliğin,
yan yana dövüşenlerin kanıydı. Bu büyük bir mirastır.
Bu birlik içinde yazılı protokol yok, ideolojik
bazı kavramlar üzerinde fırtına koparma yok, çağrı
ve uzun tartışmalar yok. Yaşam iki devrimci örgütü
yan yana getirdi, birlikte savaştılar, birlikte
şehit düştüler.
Bugün, bu yalınlıkta
bir birlik örgütlemek belki zor; ihtiyaçta çok
farklıdır. Ayrışarak, asıl sorunlarda değil farklılıklarda
fırtınalar koparılarak şekillenen bir devrimci
gelenek vardır. Bu devrimci geleneğin onlarca
zaafiyeti vardır; toplumsal zemini zayıftır, küçük
bakkal hesabı yapmayı sever, başkasının zayıflığını
kendi için güçlülük sanar, ruhu ve inancı zayıflamıştır,
güce tapar vb. Bu coğrafyanın son 40 yılına bakalım,
Kürt sorunu başta olmak üzere devrimin sorunlarına
bakalım, Gezi ve Haziran günlerinden rüşvet ve
yolsuzluğa, seçim ve Berkin'in ölümsüzleştiği
tabloya bakalım. Görülecek ki, devrimci hareketin
birliği, Türkiye halkı ile Kürdistan halkının
birliği yaşamsaldır. Eğer biz tek başımıza bu
kuşatmayı yıkamıyorsak, bu kuşatmaya karşı direnenlerin
birliğine önem vermeliğiz.
Ortak bir programda,
ihtiyaç halinde halka ortak gitmek, halk örgütlülüklerini
ortak inşa etmek dahil ortak politik tutum takınmak
büyük bir ihtiyaçtır. Mücadele birleştirir. İki
büyük resme bakalım: Gezi ve Haziran günleri ve
Berkin'i yıldızlara uğurlarken sol ve devrimci
hareketin ortak davranışı. Oligarşinin iç çatışması,
bin bir komplo teorileri, devrimci hareketi zayıflayan
bir dizi söz ve davranış değil, işte bu güç, yolu
açacaktır. Bu anlamda, ne kadar geriye çekilirse
çekilsin, ne kadar zayıflık olursa olsun, bu noktada
devrimci siyasetin yeniden kurulma zemini her
zamandan daha güçlüdür; halklar birleşme eğilimi
içindedir, devrimci güçler sürece yanıt olmak
için, elbette kendi yolunda yürüyecek, ama ortak
yolda yan yana yürümek zorunludur.
Kızıldere'nin politik
mirasının biri devrimci birliktir; bugünün ihtiyacı
devrimci hareketin güç birliği ve halklar arasında
daha güçlü köprü kurmaktır.
Kızıldere'nin
Mirası
Kızıldere Türkiye
devriminde bir duraktır; devrim süreklidir, sayısız
duraklardan geçerek zafere ulaşacaktır. 71 silahlı
devrimciliği, Kızıldere öyle bir durak oldu ki,
kendi sonrasını etkiledi ve belirledi. Hatta şunu
diyebiliriz; Türkiye devrimci hareketini iki ana
döneme (kendi içinde başka ara dönemlere de ayırmak
mümkündür) ayırmak mümkündür: 1920-70 ve 1971
günümüz. Farklılık ve özgünlükleri bilerek ifade
ediyoruz, 1920-70 dönemi asıl olarak TKP tarihidir;
71 sonrası da THKP-C tarihidir. Türkiye devriminde,
özellikle 1970 sonrası en çok tartışılan, devrimin
sorunlarını aydınlatan devrimci önder, öldüğünde
26 yaşında olan Mahir Çayan'dır. Mahir Çayan bir
okuldur; KESİNTİSİZ DEVRİM bu okulun baş yapıtıdır.
Bu okulda okuyan binler oldu, hala okuyoruz; KESİNTİSİZ
DEVRİM hala günceldir, hala eskimedi. Tek başına
bu bile; Lenin'in, örneğin NE YAPMALI'daki yöntemine
sadık kalmaktan öte, o yapıtta ifade ettiği "öncü
parti için öncü teori" tezinin 40 yılı aşkın
belgesidir.
Bazı şeyler yaşanarak
anlamını bulur. Bu okul, P-C ve Mahir, belki yaşadığı
dönemde mücadele ederken bu kadar farkına varmadı,
koca bir miras bıraktı. Bu miras, sadece P-C savunucularını
değil, dün polemik kokan acemi eleştiri sahiplerini,
Mahir karşıtlarını da besledi. 1971 sonrası, P-C
savunucuları "kim temsilcisi" tartışmasından
bağımsız devrimci hareketin ana gövdesi olurken,
diğerleri de bu mirastan dolaylı yararlandı. Biz
dahil kimileri savunarak, kimileri eleştirerek
kendini var etti; bu akım ve gelenek çeşitli aşamaları
yaşayarak bugüne geldi. Tabi, burada altını kalın
çizelim, bu son 40 yılı aşkın dönemde savunanlar
ya da reddedenler kendine özgü kültür ve gelenek
de yarattı.
Bu devrimci miras
devrimci hareket içindi; hala da bu miras devrimci
hareketi besliyor.
Peki, Mahir'i savunanlar
bugün yekpare mi? Hayır, dün de değildi, bugün
de değil. Dün, örneğin 1974 sonrası devrimci hareket,
başka şeylerle birlikte, asıl olarak Kızıldere
ve P-C değerlendirmesi ekseninde ayrıştı; o süreçte
biz bunu "resmi ve gayri resmi inkarcılar"
olarak tasnif ettik. O günlerde Mahir'i, KESİNTİSİZ
DEVRİMİ en doğru biz yorumladık ve bunun politik
karşılığını örgütledik. O gün de, bugün de devamı
biziz; biz bu ideoloji ve devrimciliği temsil
ediyoruz. Ama o gün de bugün de, elbette farklı
biçimde Mahir savunucuları vardır.
Bugün, dünden farklı
olarak Mahir savunucuları daha belirginleşmiştir;
ama bununla birlikte Mahir'den beslenenler çoğalmıştır.
Dün Mahir'in ne kadar "küçük burjuva, Troçkist,
sol sapma..." olduğunu söyleyenler, bugün
dün eleştirdikleri tezleri (yeni sömürge, kapitalizm,
oligarşi gibi) savunuyor olması Mahir'in dönemsel
değil kalıcı yanına işarettir. Mahir hala günceldir
ve devrimci hareketi beslemektedir. Ama dünden
farklı olarak, 40 yılı aşkın bir dönemdeki tüm
değişim ve farklılaşmayı da göz önüne alarak ifade
ediyoruz, Mahir savunucuları azalmıştır, daha
belirgin bir biçimde tasnif olmaktadır.
Mahir savunucularını
üç ana grupta toplayabiliriz. Birincisi, evrimindeki
zikzaklardan bağımsız ifade ediyoruz, Mahir'i
doğmalaştıran, donduran eğilim. Bu eğilim aslında
"Mahir" adına Mahir'i bir aziz, kahramana
çeviren, aslında Mahir'den çok kendi yöntemi ve
geleneğini inşa edendir. Bu eğilim dogmatik, muhafazakar
bir devrimciliği temsil ediyor; bu anlamda Mahir'den
uzaktır. Mahir'in çeşitli tezlerini "bire
bir", "aynen" savunma iddası içinde
olabilirler; ama örgüt, politika, dün ile bugün
arasında bağ kurma, tarz ve kültürde Mahir'den
farklıdır. Bu eğilim Mahir adına bir başka şey,
dogmatik devrimcilik inşa ettiler. İkincisi, Mahir'i
çok ağzına almıyor, örneğin "yeni sömürge,
oligarşi" diyor ama Mahir'i Mahir yapan "politikleşmiş
askeri savaş, öncü savaş, silahlı propaganda"
gibi ana tezleri yok sayıyor, bunların yanından
bile geçmiyor. Bu kesim çeşitli biçimde var, ana
gövdesini DY oluşturuyor, post-modern bir devrimcilik
yapıyor. Üçüncüsü ise, biziz, devrimci sosyalizmdir.
Mahir'i ideolojik anlamda savunan, Mahir'deki
yenilenme dinamiğini sürdüren, "donduran"
ve inkar" eden değil, geliştiren biziz. Sadece
KESİNTİSİZ DEVRİM değil, buradan hareketle ŞAFAK
YARGILANAMAZ, SOSYALİZMİN SORUNLARI DOSYASI, MAHİR
VE DEVRİM, MARKSİST DEVRİM TEORİSİ VE DEVRİM STRATEJİSİ,
HALK DEVRİMİ PROGRAMI, KÜRT SORUNU YAZILARI, PARTİ
VE KÜLTÜR YAZILARI, YENİ DÖNEM YAZILARI gibi ana
çalışmalarla oluşan devrimci sosyalizmin ideolojik-teorik
zemini bizimdir. Bu zemin, devrimci sosyalizmi
öncü konumuna yükseltmektedir. Bunun üzerine inşa
edilen devrimci parti ve devrimci halk hareketi,
politikleşmiş askeri savaşın yeniden ayakları
üzerine dikilmesi; Mahir'in yolunda devrimin zaferinin
garantisidir.
Bu onurlu tarihin
mirasından tüm devrimciler yararlanmalıdır: biz
bu onurlu tarihe yeni halkalar eklemek için şimdi
yeni görevlere yoğunlaşacağız.
Mahir budur; Mahircilik
budur!
Şehitlerimize Selam
Olsun
"Yağmur yağsın
isterdin bu sabah
Merhaba soylu sevdam
merhaba
İpil ipil düşsün betona
Merhaba sevgili vatan
merhaba"
6 Haziran gazilerimizden
olan Ayşe Hülya Şensoy'un bir şiirindeki bu sözler,
Ahmet Kaya'nın dilinde şarkı oldu. Şimdi yeni
yorumlarla günceldir. Bu şiir zor günlerde, tutsaklık
koşullarında yazıldı; ülkeyi, halkı, kavgayı,
şehitleri anlattı, onlara olan özlemi dile getirdi.
Bu şarkı, Berkin'i sonsuzluğa uğurlarken, bu satırların
yazarını da derinden etkiledi, yüzlerce anı, onlarca
soru zihnine doluştu. Bu sözlerde düşmana öfke,
parti, devrim ve sosyalizme bağlılık var. Bu sözlerde
büyük bir aşk var; halka, ülkeye, yoldaşlara,
şehitlere büyük aşkla bağlılık var. Büyük aşkın,
toplumsal aşkın bir savaşçısı olunmadan bireysel
aşkı da inşa etmek mümkün değil. Zorluklar aşkla,
devrimcilikte ısrarla yenilir.
Bu soylu bir kavgadır.
Kavganın ortasına ülkeyi, halkı, partiyi, devrimi,
sosyalizmi koyanlar, bu kavganın öncüsü olabilirler.
Bu kavgada çıkar, hesap, küçük düşünme, bireysel
kurtuluş yok, bu kavgada ölüm yok, bu kavga yaşamak
için, yaşatmak için, ölümsüzleşmek için. Kavga
yaşatır, kavga özgürleştirir, kavga çoğaltır.
Mahir'den Atilla'ya,
Tamer'den Hakkı'ya, Didar Abladan Serpil'e, Talip'e,
tüm şehitlerimize merhaba... Devrimci kurtuluş
kavgasında kurşun atanlara, zindanda, işkencede,
ölüm orucunda, her yerde direnenlere merhaba...
Devrimci kurtuluşa bağlı olanlara, düşmana kin,
dosta, yoldaşa sevgi dolu olanlara merhaba...
Merhaba 40 yıldır kavgayı yürütenler, merhaba
devrimci kurtuluşun kapısını çalanlar...
Şehitlerimiz bizimle,
bu tarih bizim; sizinle devrimci kurtuluş kavgası
sürüyor, sürecek...
Mart 2014
|