Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

8 (69). Sayı /Mart 2014

       Türkiye önemli günler yaşıyor. Böylesi bir süreçte Kızıldere; Kızıldere somutunda devrimci sosyalizm bize yol gösteriyor...
        Ülkemiz, emperyalizme bağımlı yeni sömürge ülkedir. Yeni sömürgecilik, 1980 sonrası neo-liberal politikaların önderliğinde derinleşti. Bir yandan içsel olgu olan emperyalizm ve tekelci sermaye vahşi sömürüyle sermayesine sermaye kattı, ama öte yandan açlık, yoksulluk, işsizlik, kitlesel hastalık, kültürel ve ahlaki çöküntü tüm topluma dayatıldı, nufüz etti. Bu sömürü modeli, bu sömürü modeli somutunda kapitalizm artık kendi sınırlarını tüketmiştir. AKP ile son 11 yılda devam eden ve topluma dayatılan bu sömürü modeli emeğin vahşi sömürüsüne dayanıyor, emek "esnek üretim", "teşoranlaşma", sıfır zam, artan vergi vb. ile sömürülüyor, sadece işsizlik, açlık, yoksulluk ile değil, din gibi kültürel unsurlarla da terbiye ediliyor. Sadece emek vahşice sömürülmüyor, küçük üreticiler sömürünün ağır baskısı altına alınıyor, doğal kaynaklar, tarihi ve kültürel değerler talan ediliyor. Kentlerde "kentsel dönüşüm" başta olmak üzere Galata-port, Kasımpaşa-port, 3. köprü, kanal-İstanbul gibi projeler, adeta her dereye kurulan HES'ler bu yağma düzenin dışa vurumu oluyor.
        Neo-liberal sömürü ile "burjuva demokrasisi" yan yana durmaz; yer yüzünde böyle bir ülke, böyle bir örnek yoktur. Neo-liberal sömürü düzeni, yeni sömürgecilik üzerinden biçim alan sürekli faşizmi, yeniden üretti; askeri zor aygıtlarıyla birlikte ideolojik ve kültürel aygıtları daha güçlü devreye soktu, "düşük yoğunluklu demokrasi"yi kurumsallaştırdı. Böylece "burjuva demokrasisiyle" uzaktan yakından ilgisi olmayan, açık ve gizli faşizmin iç içe yeniden sentezlendiği bir devlet biçimi, sömürge tipi faşizm yeni koşullarda örgütlendi.
        Bu sömürü ve zulüm düzenin özeti AKP'dir. AKP, neo-liberalizmin son halkasıdır ve son 11 yılda bu düzeni, ekonomik, siyasal ve kültürel ayaklarıyla örgütleyendir.
        Ama bu sömürü ve zulüm düzenine başkaldırı da vardır. Türkiye halkı, Gezi ve Haziran halk direnişiyle; Kürdistan halkı ise haklı özgürlük kavgasıyla bu sömürü ve zulüm düzenine başkaldırmıştır. Her iki direniş dinamiğinin kendi içinde bir dizi zayıflık taşıdığı açıktır; ama tüm bunlara rağmen bu iki direniş, halkları birleştiriyor, düzende yeni gedikler açıyor.
        Böylesi bir süreçte, dönüp tarihimize, Kızıldere'ye bakarsak, bugün için, içinden geçtiğimiz süreçte bazı noktaların önemini açığa çıkarmaktadır.
        Devrim yürüyüşümüzde, bugün bizim için önemli olan birkaç noktayı ele almakta yarar vardır.

        Kızıldere Ve Devrimci Parti
        Kızıldere, 71 silahlı devrimciliğinin özetidir. 71 devrimciliği, 1965-70 sürecinde, yükselen halk hareketi içinde ortaya çıktı; hem ideolojik-politik alanda, hem de politik-örgütsel alanda bir dizi devrimci kopuşun sonunda silahlı devrimci hareket, bu hareketin öncüsü THKP-C sınıf savaşında yerini aldı. 15-16 Haziran direnişinde anlamını bulan işçi hareketi, üniversitelerde ortaya çıkan ve işgal ve boykotlarla ülke gündemini belirleyen gençlik hareketi, toprak işgallerine kadar uzanan köylü hareketi halk hareketinin aynı kanalda akan bileşenleri oldu. 1965 sonrası giderek yükselen, sonradan "68 hareketi" olarak tanımlanan halk hareketi, 1970 yılında en yüksek noktasına ulaştı. Artık "sosyal uyanış" yeni sömürge kapitalizminin sınırlarını zorlamaktadır. Kendiliğinden karakteri ağır basan bu hareket, sadece bağımlı kapitalist düzene tepkiyi ifade etmedi, bu dönemde ana birer olgu olan sosyalizm ve ulusal kurtuluş hareketlerinden doğrudan etkiledi, bilimsel sosyalizmle sıkı bağ kurdu. Bu süreçte, hem sömürü ve onun sonuçlarına tepki yoğundur, hem de anti-emperyalist tutum ve bilinç daha ön plandadır. Sol ve devrimci hareket doğal olarak bu dönemde şu ya da bu biçimde varlığını sürdüren tüm politik akımlardan etkilenmiş ve onların izini taşımıştır. Bu süreçte tüm sol ve devrimci hareketi kendi çatısı altında toplayan TİP'in yönetimi, kalkınmacı, evrimci, devletçi sosyalizmi temsil ederken, YÖN ve DEVRİM hareketi, Kemalizm'in sol yorumuna dayanmış, Kemalizm ile sosyalizmi harmanlamak istemiştir. MDD hareketi TİP'den kopmuş, TİP'in parlementer çizgisine tepki duymuş, bu açıdan devrimci bir yerde durmuş, ama sosyalizmden Kemalizm'e tüm bu ideolojik çizgileri içinde barındırmıştır.
        Mahir ve öncülerimiz, hem tüm bu süreçlerin içindedir, hem de bu sürecin ürünüdür. Öncülerimiz, bir yandan yükselen halk hareketi içinde en öndedir, diğer yandan yoğun bir ideolojik kavga içindedir. Bilimsel sosyalizmi, Marksizm ve Leninizm'i kendine rehber edinen Mahir ve öncülerimiz, önce TİP'den, sonra MDD'den koptu; bu devrimci kopuş, keyfi, rastgele bir kopuş değil, ideolojik ve örgütsel kopuşlardır. Çeşitli yazılarımızda (MAHİR VE DEVRİM ve MARKSİST DEVRİM TEORİSİ VE DEVRİM STRATEJİSİ çalışmalarımız başta olmak üzere çeşitli yazılarımızda) ele aldığımız üzere, bu süreç aynı zamanda devrimci sosyalizmin hem ideolojik hem de örgütsel açıdan kendini inşa ettiği bir süreçtir. 1970 sonlarında partileşen bu hareket, evrimci sosyalizmin, uzun yıllara yayılan revizyonizmin, Kemalizm'e soldan destek sunmanın, parlamenter mücadelenin, başkasına bel bağlamanın tam karşısında yer aldı, yeni bir devrimcilik inşa etti, silahlı devrimin öncüsü oldu.
        THKP-C, bu sürecin ürünüdür; THKP-C'yi bu süreçten ayrı düşünmek idealizmdir. İdeolojik mücadele, bu sürecin şekillenmesinde önemli bir işlev gördü; KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III, partimizin programatik platformu olarak, bu kavganın içinde somut biçim aldı. Bu ideolojik-politik zemin, THKP-C'yi diğer sol ve devrimci hareketten ayırdı; devrimci sosyalizmin artık bu ülkede politik bir akım oldu.
        71 devrimciliğin ve THKP-C'nin en büyük mirası budur; bu ideolojik-politik çizgidir!
        Sadece bu değil, bu ideolojik-politik çizginin doğal, olmazsa olmaz parçası, temel tezi politikleşmiş askeri savaştır. Partileşme sürecinde ortaya çıkan devrimci eylem biçimleri, daha sonra, partileşince, 12 Mart açık faşizme karşı Elrom eylemine, oradan tutsaklık ve Kızıldere'ye kadar uzanan yaklaşık bir yılı aşkın devrimci pratik örgütlendi. Bunu THKP-C, 1. nolu bülten başta olmak üzere diğer açıklamalarıyla kamuoyuna ilan etti. Bu devrimci pratik, politikleşmiş askeri savaşın ülkemizde aldığı biçimdir; ilktir ve "mükemmel", "dört başı mamur" kurumsallaşmış bir örgüt olmasa da bu genç devrimci parti büyük bir politik etki yaratmıştır. Bugün baktığımızda çeşitli eksiklikleri alt alta yazmak mümkündür; ama tüm bunlar doğaldır ve tarihsel ve siyasal açıdan önemi de yoktur. Eğer bu devrimci pratik örgütlenmeseydi, yeterli hazırlık yapılmadan başlayan devrimci savaş örgütlenmeseydi, ne 71 koşullarında 12 Mart açık faşizmi erken doğum yapardı, ne "eski devrimcilik" aşılırdı, ne de 71 sonrası yeniden biçim alan devrimcilik bugüne kadar uzanırdı. THKP-C'yi, THKP-C yapan, sözü eyleme dönüştürmesidir, bu devrimci pratiktir.
        Politikleşmiş askeri savaşta anlamını bulan bu devrimci pratik, Türkiye devrimine yol göstermiştir, bize, devrimci harekete bırakılan mirastır.
        Anlaşılacağı üzere, THKP-C, bu ideolojik-politik çizgi ve devrimci pratiğin sentezidir. Bu sentez kendini örgütte, örgüte karakterini veren kurucu kadrolarda dışa vurdu, onlarda somut biçim aldı. Mahir, Ulaş, Cevahir; bu devrimci partinin özetidir, kurucu kadro tipidir. Onlar politik ve askeri liderdir, öncüdür, düzenin dayatmış olduğu tüm yaşamı reddedendir; her koşulda devrim ve sosyalizme bağlı, kendini partiden ayrı düşünmeyen, her koşulda mücadele edendir; her politik adımda ders alan, kendini yenileyen, yeniden inşa eylemini sürekli kılandır. THKP-C ile Mahir'in özdeşleşmesi boşuna değildir; sonradan icat edilen "kişi kültünden" uzak ifade ediyoruz, THKP-C Mahirdir, Ulaştır, Cevahirdir, bu öncü yoldaşlarımız THKP-C'dir. Onlar başı sonu belirsiz "partileşme süreci"ne teslim olmadı; KESİNTİSİZ-I'i devrimci savaşın başında, KESİNTİSİZ II-III'ü devrimci savaşın sonlarında yazdılar; parti için tüzüğün önemini biliyorlardı, ama tüzüğü bile kendi savaş deneyleriyle kaleme aldılar. Asıl olan kurucu iradeydi; sınıf savaşı içinde öncü kadrolar yan yana geldiler, soldan esen rüzgarlara kapılmadılar, devrimci partinin önemini kavradılar, "parti biziz" dediler, partiyi kurdular ve devrimci savaşı örgütlediler. Buzu kırdılar, yolu açtılar, cüret ettiler, dava insanı oldular, ölümüne yoldaşlık yaşadılar ve bir dizi eksikliklerine rağmen devrimci değerleri, bilinç ve emekle inşa ettiler.
        THKP-C'nin inşa ettiği ve bize bıraktığı miras budur!
        Kızıldere, 71 silahlı devrimciliğinin özetidir. Kızıldere, emperyalizm ve oligarşinin öncülerimizi katletmesiyle sınırlı değildir. Kızıldere, emperyalizm ve oligarşiye/faşizme karşı direniştir, 12 Mart açık faşizminin yüzünü açığa çıkarmaktır, bugün bir ihtiyaç olan devrimci birliğin somut biçim almasıdır, öncü savaşcı devrimciliktir, Türkiye devrimin yoludur. Bu anlamda bir son değil, başlangıçtır. Daha sonra Devrimci Kurtuluşçuluğun formüle ettiği "Kızıldere Son değil, Savaş Sürecek" şiarı, 71 devrimciliğin ortaya koyduğu devrimci savaş iradesini sürdürmedir. Türkiye devrimi buradan, 71 silahlı devrimciliğinden, Kızıldere'den bugüne uzanmıştır.
        Kızıldere'de THKP-C fiziksel olarak imha oldu. Görev, Mahir Çayan yoldaşın elinde doğan devrimci sosyalizmi politik bir akım olarak güçlendirmek, devrimci partiyi, bugünün ilişki ve çelişkileri üzerinden yeniden inşa etmektir. Tarihsel bir bağ kurarak ifade ediyoruz; Kızılderenin, Haziran şafaklarının birikimi ve politik dersleriyle, bugünün görevi, yeni bir dönemde, bu dönemin nesnel ve öznel tüm koşullarıyla devrimci partiyi inşa etmektir. Yeniden inşa sürecimizin ana hedefi, ana halkası budur. Kızıldere'ye, şehitlerimize layık olmak, bugün, tüm tarihsel ve siyasal birikimimiz üzerinden devrimci partiyi inşa etmekten geçmektedir. 71 silahlı devrimciliğin, onun izinden giden devrimci kurtuluşçuluğun, şehitlerimizin gösterdiği hedef budur.
        Görev bizimdir...
        Her açıdan bu döneme devrimci yanıt olacak bu ana görev tüm çalışmalarımızın merkezinde yerini almaktadır. Önder ve kurucu kadro tipiyle, işleyiş ve kurallarıyla, "tüzük devrimciliği"yle, dost ve düşman karşısında tutumuyla, direnme, savaşma, sahiplenme, yoldaşlık gibi değerleriyle devrimci partiyi biz inşa ediyoruz, edeceğiz!

        Kızıldere Ve Devrimci Halk Hareketi
        Devrimci parti, içinden geçtiğimiz siyasal ve toplumsal süreçten ayrı bir yerde, dar bir dünyada, sadece teorik sözlerle inşa edilemez. Devrimci parti, devrimin tüm sorunlarını devrim ve sosyalizm ekseninde çözme iradesidir; bu anlamda, devrim ve sosyalizmin tüm sorunlarından, sınıf savaşımının düzeyi ve sorunlarından, sınıf savaşının almış olduğu somut biçimlerden ayrı değildir. Devrimin örgütlenmesi, devrimci partinin örgütlenmesidir; devrimci partinin örgütlenmesi, "devrimciler örgütü" ve "halk örgütlerini" örgütlemektir. Devrimci parti, bugün, bu koşullarda, sınıf savaşımın almış olduğu bir dizi biçimler içinde, bu savaşımın öncü güçleriyle örgütlenecektir.
        Bu bir inşa eylemidir; sadece "yıkma" değil, "yeniden kurma" eylemidir. Kendiliğinden, sürece "takılarak" değil, irade, bilinç ve emekle yeniden inşa eylemi sürer. Bu eylem bir günlük, bir anlık değil süreklidir.
        O halde, devrimci partinin inşasıyla, devrimci halk hareketinin inşası iç içe, aynı sürecin, iç içe geçmiş iki halkasıdır. Biri olmadan diğeri olmaz; biri diğerini doğrudan besler, etkiler, güç verir. Buradaki ilişki mekanik değil, dinamiktir, diyalektiktir.
        Bu açıdan bakarsak, tarihsel dönemlere dönerek, bugünün somut görevlerini tanımlarsak, bir kaç ana noktayı görmek; buradan hareketle tüm gücümüzü, irade, eylem ve örgüte yoğunlaştırmak mümkündür.

        Bir: 71 silahlı devrimci hareketi, bunun özeti ve somut biçimi olan THKP-C, 1965-70 halk hareketi, özellikle de devrimci gençlik hareketi içinde filiz verdi; sınıf savaşı içinde ortaya çıkan öncü kadrolara dayandı, ideolojik mücadele içinde kendi yolunu buldu ve partileşti. Kendiliğinden kitle hareketi, bu dönemin izlerini taşıdı; dünyanın 1/3'de zafer kazanan sosyalizmden, emperyalizmi sarsan devrimci ulusal savaşlarından güç aldı. Bu dönemin, giderek yükselen kitle hareketinin birer ürünüydüler; görevleri yükselen kitle hareketine öncü müdahale yapmaktı, öncü devrimciler örgütünü inşa ederek, sürece yön vermekti. Yani onlar kitle hareketi dışında değil, içindeydi; bu kitle hareketinin doğal bir parçasıydılar.
        Bununla birlikte, kendiliğinden halk hareketi ile sosyalist hareket iki ayrı mecrada değil, aynı mecrada akıyordu, aradaki mesafe "geniş" değil, "dar"dı. Halk hareketi, düzen karşısında konumlanırken, elbette "yekpare" değildi, ama daha homojen, farklılığa rağmen yan yana aynı mecrada akma eğilimi içindeydi.

        İki: Bu açıdan bakarsak, bugün başka bir tablo göreceğiz. Kendiliğinden kitle hareketi önemli ölçüde geride kaldı. Yer yer ortaya çıkan kendiliğinden kitle hareketiyse çok daha parçalıdır ve sosyalist hareketle kitle hareketi arasındaki mesafe, sosyalist hareketin yaşadığı krizden kaynaklı geniştir. Sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş savaşları gibi itici moral güçten önemli ölçüde yoksun olan bugünün kitle hareketi, neo-liberal sömürü ve post-modern kültürün oluşturduğu zeminde gelişiyor, doğal olarak bunların izini taşıyor. Parçalılık, alt kimlik ve başlıklarda toplanan direniş eğilimlerin merkezileşmede yaşadığı sorunların iki kaynağı var; biri işaret ettiğimiz bu siyasal-kültürel-toplumsal zemin, ikincisi ise, sosyalist hareketin yaşadığı kriz ve devrimci ve sosyalist önderliğin zayıflığıdır.

        Üç: Buradan çıkan sonuç, bu tablonun bir hayli karmaşık olduğu ve tam bu noktada, devrimci irade, emek ve örgütlenmenin, eskiyle kıyaslarsak çok daha önemli bir yerde durduğudur. Hem devrimci parti, hem de devrimci halk hareketi birden, aniden, bir ya da birkaç hamleyle değil, daha ağır sorunları çözerek, daha örgütlü, iradi, daha uzun vadede, emekle inşa edilecektir. Yükselen ve daha homojen bir halk hareketi üzerinden değil, zaman zaman yükselen, parçalı, sosyalist hareketle sorunlu bir halk hareketi üzerinden bu süreç inşa edilecektir.

        Dört: Gezi, Haziran günleri, Berkin Elvanın ölümsüzlüğe uğurlanması, kısaca son aylar bu konularda önemli dip notlar düşmektedir. Devrimci halk hareketi için, halk hareketinin dinamikleri içinde, işçi, kadın, gençlik, mahalli alan gibi dinamikler içinde, örgütlü güç inşa etmeden, açık ve yarı-açık "halk örgütleri" için yeni mevziler örgütlemeden, bu halk hareketi içinde öncü güçlerle buluşmadan, bunları ortak bir program etrafında birleştirmeden devrimci halk hareketi inşa edilemez.
        Bir başka ifadeyle, dün kendiliğinden kitle hareketi içinde öne çıkan kadrolar "devrimciler örgütünü" oluştururken, bugün daralmış bir devrimci hareket içinde hem "devrimciler örgütü"nü illegal oluşturmak, hem de iki ayrı kanalda ve mesafeli bir yerde duran devrimci ve sosyalist hareket ile halk hareketini aynı kanala taşımak, bunun için açık ve yarı-açık "halk örgütleri" oluşturmak zorundayız. Bu açıdan, "halk örgütleri" inşa etmek, devrimci halk hareketi için zorunludur; bu kendiliğinden, akıp giden bir mecrada değil, sorunlu bir mecrada, iradi ve örgütlü bir biçimde inşa edilecektir.
        Bu görev de bizimdir...
        Bıkıp usanmadan, içinden geçtiğimiz sürecin ağır sorunları altında ezilmeden, kolay devrimcilik hastalıklarına kapılmadan, devrimciliği bir yaşam biçimi olarak bilince çıkarıp, Haziran günlerinde, rüşvet ve yoksullukta, Berkin Elvan'ın ölümsüzlüğe uğurlanmasında açığa çıkan halk hareketini anlayacağız, kendi deneylerimizden yaralanacağız, yeni yollar bulacağız ve iradi-örgütlü bir biçimde devrimci halk hareketinin omurgalarını inşa edeceğiz!
       
        Kızıldere Ve Devrimci Birlik
        Kızıldere, sadece THKP-C için değil, 71 silahlı devrimciliği için önemlidir, onu temsil eder. 71 silahlı devrimciliğinin üç bileşkesi vardır: THKP-C, THKO ve TKP/ML. Mahir, Ulaş, Ziya, Ömer ve Cihan Maltepe zindanından sıcak savaş alanına çıktığında, 71 devrimciliğinin simgesi olan Deniz, Hüseyin ve Yusuf'u kurtarmak ana görev oldu. Mahir ve yoldaşlarımızın önünde iki görev vardı; THKP-C'ye egemen olan sağ sapmayı etkisiz hale getirmek ve silahlı devrimci mücadeleyi sürdürmek. Silahlı devrimci mücadelenin sürdürülmesi Denizlerin özgürleşmesinde anlam bulmuştu. Mahir ve yoldaşlarımız önce sağ sapmayı etkisiz hale getirdi; KESİNTİSİZ DEVRİM I-II sadece bir yılı aşkın devrimci pratiğin sentezi ve formüle edilmesi değil, aynı zamanda bu sağ tasfiyeciliğe devrimci yanıttı.
        Böylesi bir süreçte, küçük farklılıklar bir yana bırakılır, devrim için dövüşenler yan yana gelir. THKO ve THKP-C yan yana geldi; son derece zor koşullarda, Denizler için üç İngiliz tekniksenin kaçırılması eylemi örgütlendi. Kızıldere'de akan kan, bu birliğin, yan yana dövüşenlerin kanıydı. Bu büyük bir mirastır. Bu birlik içinde yazılı protokol yok, ideolojik bazı kavramlar üzerinde fırtına koparma yok, çağrı ve uzun tartışmalar yok. Yaşam iki devrimci örgütü yan yana getirdi, birlikte savaştılar, birlikte şehit düştüler.
        Bugün, bu yalınlıkta bir birlik örgütlemek belki zor; ihtiyaçta çok farklıdır. Ayrışarak, asıl sorunlarda değil farklılıklarda fırtınalar koparılarak şekillenen bir devrimci gelenek vardır. Bu devrimci geleneğin onlarca zaafiyeti vardır; toplumsal zemini zayıftır, küçük bakkal hesabı yapmayı sever, başkasının zayıflığını kendi için güçlülük sanar, ruhu ve inancı zayıflamıştır, güce tapar vb. Bu coğrafyanın son 40 yılına bakalım, Kürt sorunu başta olmak üzere devrimin sorunlarına bakalım, Gezi ve Haziran günlerinden rüşvet ve yolsuzluğa, seçim ve Berkin'in ölümsüzleştiği tabloya bakalım. Görülecek ki, devrimci hareketin birliği, Türkiye halkı ile Kürdistan halkının birliği yaşamsaldır. Eğer biz tek başımıza bu kuşatmayı yıkamıyorsak, bu kuşatmaya karşı direnenlerin birliğine önem vermeliğiz.
        Ortak bir programda, ihtiyaç halinde halka ortak gitmek, halk örgütlülüklerini ortak inşa etmek dahil ortak politik tutum takınmak büyük bir ihtiyaçtır. Mücadele birleştirir. İki büyük resme bakalım: Gezi ve Haziran günleri ve Berkin'i yıldızlara uğurlarken sol ve devrimci hareketin ortak davranışı. Oligarşinin iç çatışması, bin bir komplo teorileri, devrimci hareketi zayıflayan bir dizi söz ve davranış değil, işte bu güç, yolu açacaktır. Bu anlamda, ne kadar geriye çekilirse çekilsin, ne kadar zayıflık olursa olsun, bu noktada devrimci siyasetin yeniden kurulma zemini her zamandan daha güçlüdür; halklar birleşme eğilimi içindedir, devrimci güçler sürece yanıt olmak için, elbette kendi yolunda yürüyecek, ama ortak yolda yan yana yürümek zorunludur.
        Kızıldere'nin politik mirasının biri devrimci birliktir; bugünün ihtiyacı devrimci hareketin güç birliği ve halklar arasında daha güçlü köprü kurmaktır.

        Kızıldere'nin Mirası
 
      Kızıldere Türkiye devriminde bir duraktır; devrim süreklidir, sayısız duraklardan geçerek zafere ulaşacaktır. 71 silahlı devrimciliği, Kızıldere öyle bir durak oldu ki, kendi sonrasını etkiledi ve belirledi. Hatta şunu diyebiliriz; Türkiye devrimci hareketini iki ana döneme (kendi içinde başka ara dönemlere de ayırmak mümkündür) ayırmak mümkündür: 1920-70 ve 1971 günümüz. Farklılık ve özgünlükleri bilerek ifade ediyoruz, 1920-70 dönemi asıl olarak TKP tarihidir; 71 sonrası da THKP-C tarihidir. Türkiye devriminde, özellikle 1970 sonrası en çok tartışılan, devrimin sorunlarını aydınlatan devrimci önder, öldüğünde 26 yaşında olan Mahir Çayan'dır. Mahir Çayan bir okuldur; KESİNTİSİZ DEVRİM bu okulun baş yapıtıdır. Bu okulda okuyan binler oldu, hala okuyoruz; KESİNTİSİZ DEVRİM hala günceldir, hala eskimedi. Tek başına bu bile; Lenin'in, örneğin NE YAPMALI'daki yöntemine sadık kalmaktan öte, o yapıtta ifade ettiği "öncü parti için öncü teori" tezinin 40 yılı aşkın belgesidir.
        Bazı şeyler yaşanarak anlamını bulur. Bu okul, P-C ve Mahir, belki yaşadığı dönemde mücadele ederken bu kadar farkına varmadı, koca bir miras bıraktı. Bu miras, sadece P-C savunucularını değil, dün polemik kokan acemi eleştiri sahiplerini, Mahir karşıtlarını da besledi. 1971 sonrası, P-C savunucuları "kim temsilcisi" tartışmasından bağımsız devrimci hareketin ana gövdesi olurken, diğerleri de bu mirastan dolaylı yararlandı. Biz dahil kimileri savunarak, kimileri eleştirerek kendini var etti; bu akım ve gelenek çeşitli aşamaları yaşayarak bugüne geldi. Tabi, burada altını kalın çizelim, bu son 40 yılı aşkın dönemde savunanlar ya da reddedenler kendine özgü kültür ve gelenek de yarattı.
        Bu devrimci miras devrimci hareket içindi; hala da bu miras devrimci hareketi besliyor.
        Peki, Mahir'i savunanlar bugün yekpare mi? Hayır, dün de değildi, bugün de değil. Dün, örneğin 1974 sonrası devrimci hareket, başka şeylerle birlikte, asıl olarak Kızıldere ve P-C değerlendirmesi ekseninde ayrıştı; o süreçte biz bunu "resmi ve gayri resmi inkarcılar" olarak tasnif ettik. O günlerde Mahir'i, KESİNTİSİZ DEVRİMİ en doğru biz yorumladık ve bunun politik karşılığını örgütledik. O gün de, bugün de devamı biziz; biz bu ideoloji ve devrimciliği temsil ediyoruz. Ama o gün de bugün de, elbette farklı biçimde Mahir savunucuları vardır.
        Bugün, dünden farklı olarak Mahir savunucuları daha belirginleşmiştir; ama bununla birlikte Mahir'den beslenenler çoğalmıştır. Dün Mahir'in ne kadar "küçük burjuva, Troçkist, sol sapma..." olduğunu söyleyenler, bugün dün eleştirdikleri tezleri (yeni sömürge, kapitalizm, oligarşi gibi) savunuyor olması Mahir'in dönemsel değil kalıcı yanına işarettir. Mahir hala günceldir ve devrimci hareketi beslemektedir. Ama dünden farklı olarak, 40 yılı aşkın bir dönemdeki tüm değişim ve farklılaşmayı da göz önüne alarak ifade ediyoruz, Mahir savunucuları azalmıştır, daha belirgin bir biçimde tasnif olmaktadır.
        Mahir savunucularını üç ana grupta toplayabiliriz. Birincisi, evrimindeki zikzaklardan bağımsız ifade ediyoruz, Mahir'i doğmalaştıran, donduran eğilim. Bu eğilim aslında "Mahir" adına Mahir'i bir aziz, kahramana çeviren, aslında Mahir'den çok kendi yöntemi ve geleneğini inşa edendir. Bu eğilim dogmatik, muhafazakar bir devrimciliği temsil ediyor; bu anlamda Mahir'den uzaktır. Mahir'in çeşitli tezlerini "bire bir", "aynen" savunma iddası içinde olabilirler; ama örgüt, politika, dün ile bugün arasında bağ kurma, tarz ve kültürde Mahir'den farklıdır. Bu eğilim Mahir adına bir başka şey, dogmatik devrimcilik inşa ettiler. İkincisi, Mahir'i çok ağzına almıyor, örneğin "yeni sömürge, oligarşi" diyor ama Mahir'i Mahir yapan "politikleşmiş askeri savaş, öncü savaş, silahlı propaganda" gibi ana tezleri yok sayıyor, bunların yanından bile geçmiyor. Bu kesim çeşitli biçimde var, ana gövdesini DY oluşturuyor, post-modern bir devrimcilik yapıyor. Üçüncüsü ise, biziz, devrimci sosyalizmdir. Mahir'i ideolojik anlamda savunan, Mahir'deki yenilenme dinamiğini sürdüren, "donduran" ve inkar" eden değil, geliştiren biziz. Sadece KESİNTİSİZ DEVRİM değil, buradan hareketle ŞAFAK YARGILANAMAZ, SOSYALİZMİN SORUNLARI DOSYASI, MAHİR VE DEVRİM, MARKSİST DEVRİM TEORİSİ VE DEVRİM STRATEJİSİ, HALK DEVRİMİ PROGRAMI, KÜRT SORUNU YAZILARI, PARTİ VE KÜLTÜR YAZILARI, YENİ DÖNEM YAZILARI gibi ana çalışmalarla oluşan devrimci sosyalizmin ideolojik-teorik zemini bizimdir. Bu zemin, devrimci sosyalizmi öncü konumuna yükseltmektedir. Bunun üzerine inşa edilen devrimci parti ve devrimci halk hareketi, politikleşmiş askeri savaşın yeniden ayakları üzerine dikilmesi; Mahir'in yolunda devrimin zaferinin garantisidir.
        Bu onurlu tarihin mirasından tüm devrimciler yararlanmalıdır: biz bu onurlu tarihe yeni halkalar eklemek için şimdi yeni görevlere yoğunlaşacağız.
        Mahir budur; Mahircilik budur!
        Şehitlerimize Selam Olsun

        "Yağmur yağsın isterdin bu sabah
        Merhaba soylu sevdam merhaba
        İpil ipil düşsün betona
        Merhaba sevgili vatan merhaba"

        6 Haziran gazilerimizden olan Ayşe Hülya Şensoy'un bir şiirindeki bu sözler, Ahmet Kaya'nın dilinde şarkı oldu. Şimdi yeni yorumlarla günceldir. Bu şiir zor günlerde, tutsaklık koşullarında yazıldı; ülkeyi, halkı, kavgayı, şehitleri anlattı, onlara olan özlemi dile getirdi. Bu şarkı, Berkin'i sonsuzluğa uğurlarken, bu satırların yazarını da derinden etkiledi, yüzlerce anı, onlarca soru zihnine doluştu. Bu sözlerde düşmana öfke, parti, devrim ve sosyalizme bağlılık var. Bu sözlerde büyük bir aşk var; halka, ülkeye, yoldaşlara, şehitlere büyük aşkla bağlılık var. Büyük aşkın, toplumsal aşkın bir savaşçısı olunmadan bireysel aşkı da inşa etmek mümkün değil. Zorluklar aşkla, devrimcilikte ısrarla yenilir.
        Bu soylu bir kavgadır. Kavganın ortasına ülkeyi, halkı, partiyi, devrimi, sosyalizmi koyanlar, bu kavganın öncüsü olabilirler. Bu kavgada çıkar, hesap, küçük düşünme, bireysel kurtuluş yok, bu kavgada ölüm yok, bu kavga yaşamak için, yaşatmak için, ölümsüzleşmek için. Kavga yaşatır, kavga özgürleştirir, kavga çoğaltır.
        Mahir'den Atilla'ya, Tamer'den Hakkı'ya, Didar Abladan Serpil'e, Talip'e, tüm şehitlerimize merhaba... Devrimci kurtuluş kavgasında kurşun atanlara, zindanda, işkencede, ölüm orucunda, her yerde direnenlere merhaba... Devrimci kurtuluşa bağlı olanlara, düşmana kin, dosta, yoldaşa sevgi dolu olanlara merhaba... Merhaba 40 yıldır kavgayı yürütenler, merhaba devrimci kurtuluşun kapısını çalanlar...
        Şehitlerimiz bizimle, bu tarih bizim; sizinle devrimci kurtuluş kavgası sürüyor, sürecek...
        Mart 2014

 

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL