Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

8 (69). Sayı /Mart 2014

       Kapitalizm, daha öncesi sömürüye dayalı toplumlardan farklı olarak, artı-değer sömürüsüne dayanır. Emek, mülksüzleşir, tıpkı başka metalar gibi bir meta olur; bu süreç aynı zamanda karşısında sermayeyi yaratır. Sermaye birikimin tarihi de bir yandan yoksullaşma, emeğin vahşi sömürüsü, öte yandan başka ulus ve hakların sömürgecilik zincirine vurulma tarihidir. Kentler, tüm sömürücü toplumlarda var; ama kapitalizmle birlikte siyasal ve toplumsal yaşamın merkezine oturmuştur. Sermaye birikim süreci ile kentleşme iç içedir; biri olmadan diğeri olmaz. Sermayenin karnını doyuran kentler ve kentleşme süreçleri, feodalizmin çözülme süreciyle birlikte yürüdü; sermaye ve kentleşme süreci, kapitalizm için olmazsa olmaz olan "işsizler ordusu" ve ucuz işgücüyle beslendi. Ucuz işgücü çoğaldıkça, yedek işçi ordusu çoğaldıkça kent yapısı da yeniden biçim aldı. 'Taşı toprağı altın' İstanbul gibi kentler, her türlü kültürel, politik, ekonomik cazibe ritüelleri ile akın akın gelen yoksul köylü sınıfını içine aldı. Her göç dalgası, hem toplumsal yapıyı değiştirdi, yeni ilişki ve çelişkileri ortaya çıkardı, hem de kentleri kozmopolitlikleştirdi, farklı kültürleri harmanladı. Burjuvazi için muazzam bir birikim alanı olan kent ve kentleşme süreçleri bir taraftan da sorun alanları haline geldi.
        Türkiye'de bu kapitalistleşme ve kentleşmenin 200 yıllık bir tarihi var; ama son 60-70 yıl, yani emperyalizmin ihtiyaçları temelinde yeni sömürgeleşme süreci başlı başına bir olgudur. Yukarıdan aşağı, emperyalizm ve yerli tekelci sermayenin ihtiyacına göre biçim alan kapitalizm, bir yandan adım adım feodal ilişkileri çözdü, öte yandan çarpık, çelişkilerin kördüğüm olduğu kentleri ortaya çıkardı. Sadece üretim biçimi değil, sadece yeni sınıf çelişkileri değil, nüfus bileşkesi değişti, kültürler değişti, yaşam biçimi değişti. Kentler giderek ön palana çıktı, çarpık kapitalizmin tüm sorunları kentlerde ağırlaştı ve kentler birer kriz merkezleri haline geldi. Hem ülkemiz için hem de dünya aslında 1980 ve sonrasında yeni bir döneme açıldı. Sermaye birikimi yeni bir düzeye sıçradı, sömürü ve egemenlik biçimi yeniden biçim aldı, neo-liberal sömürü her yerde egemenlik kurdu, işçi sınıfı ve halkların kazandığı tüm haklar budandı ve yok edildi, devlet yeniden biçim aldı ve baskı yeniden kurumsallaştı, sadece devletin şiddet aygıtları değil ideolojik ve kültürel aygıtları da devreye girdi, post modern bir söylem gelişti; tüm bunlar, kulaklara hoş gelecek biçimde sunuldu, küreselleşme söylemi ve kitle kültürü popüler hale getirildi. Aslında bu, yeni bir dönemi işaret ediyordu; bir dönem sona eriyordu, yeni bir dönem başlıyordu. Nihayet reel sosyalizmin çözülmesi her şeyi açığa çıkardı, artık yeni bir dönem başlamıştı. Bin bir çile ile ileri sürülen "küreselleşme" ve "küreselleşme projeleri"; kapitalizmin tıkanan nefes borularını açma, alternatif kaynak arayışları yaratarak yeni rant alanları oluşturma, sadece emeği değil, doğayı ve kentleri talan etme, siyasal özgürlükleri yok ederek "yeniden yapılanma" adı altında devleti (yeni sömürge ülkelerde, Türkiyede sömürge tipi faşizmi) yeniden örgütleme, toplumsal kurtuluşun değil bireyin kurtuluşunu öne alma, kapitalizmden başka bir dünyanın ("sosyalizm öldü" ve "tarihin sonu" söylemleri temelinde) mümkün olmadığı anlayışını yerleştirme sürecinden başka bir şey değildi.
        Kapitalizmin küreselleşme projesi pek çok müdahaleyi de beraberinde getirdi. Eskiyi yıkıp yeni rantlar yaratmanın, yatırımlar örgütlemenin karşılığı olan bu müdahalelerin kaynağı doğanın tahribi ve kentlerin yağmalanması oldu, olmaktadır. Doğal kaynaklar, sular, ormanlar, dereler, HES, altın arama gibi adlar altında talan edildi, ediliyor. "Kentsel dönüşüm" olarak ifade edilen süreç ise, başka projelerle birlikte kentlerin yağmalanmasıdır. Bu projeler, bu saldırılar, kentte yaşayanların; kentin gerçek sahiplerinin, işçilerin, emekçilerin, yoksulların insanca yaşam koşullarının iyileştirilmesi, kentin doğal ve kültürel varlıklarının korunması, doğal afetlere karşı yenilenmesi, kadınların, çocukların, engelli ve yaşlıların yaşamlarını kolaylaştıran alanların oluşturulması, barınma hakkının sağlanması vb. anlamlara gelmiyor. Önce sanayi bölgeleri olarak biçimlenen büyük kentler bugün Türkiye'de finans merkezleri, turizm ve ticaret merkezleri hatta uluslar arası iş merkezleri olarak örgütleniyor. Ancak her ne kadar büyük bir rantın planlı olarak sürdürülen bir süreci olsa da; bağımlı ve çarpık kapitalizmin egemen olduğu ülkemizde her türlü karmaşık ilişkiyi, yağmayı, kayırmayı, yolsuzluğu içinde barındırarak ve hatta kusarak yürüyor.
        "Kentsel dönüşüm" aslında "rantsal dönüşüm"dür. Bu saldırı ile öncelikle 1980 öncesi ucuz işgücü olarak büyük göçlerle kentlerin etrafını çeviren, bu yaşam alanlarında toplana emekçilerin dişleriyle tırnaklarıyla didinerek yaptıkları, yıkımlara karşı canları pahasına savundukları konutları ellerinden alınmaktadır. Yıllarca mahallelerine emek veren, alt yapı hizmetlerini dahi zamanında kendi çabalarıyla dayanışma örnekleriyle oluşturan, yıllardır kentin içinde yaşam mücadelesi veren gecekondular ve gecekondu mahallelerinde, yoksul kent mahallelerinde yaşayanlar, şimdi kentsel/rantsal dönüşüm projelerinin aktörlerinin saldırılarına maruz kalıyorlar. Her türlü ve her koşulda yıkıma uğratılıyorlar. Özensiz ve güvensiz yapılan TOKİ binalarına üstelik borçlandırılarak üst üste yığılmakta ve kentin dışına doğru adeta süpürülmekteler. Dayanışma kültürü, mahalle dokusu, komşuluk ilişkileri de yok olmaktadır.
        Emekçilerin yaşam alanlarına göz dikmiş olan yerli ve yabancı sermaye, burjuva kentler inşa etmekte, rezidanslar, AVM'ler, iş merkezleri yaratırken kentte yaşayan emekçiler, yoksullar üzerinde çok ağır sosyal, mekansal, çevresel, ekonomik baskılar yaratmaktadır. "Kentsel dönüşüm" saldırısı aynı zamanda bir soylulaştırma projesi olarak da karşımıza çıkıyor. Büyük kentlerde burjuva sınıf için özel ve izole edilmiş mekansal yapılar, orta sınıf için güvenlikli bir o kadar da maliyetli yapılar üretiliyor. Kent arazisi yeniden parsellenirken gerçekleşen karşılaşmada emekçilerin yaşam alanları yıkıma uğratılıyor.
        Kentsel rant ve hizmetlerin paylaşımında iktidarın da yerli ve yabancı sermaye ile iç içe olduğunu vurgulamadan geçemeyiz. Başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Mersin, Bursa, Adana, İzmit, Denizli ve kentsel rantı yüksek tüm kentlerde "küresel kent", "marka kentler" yaratma gayretinin bugün en sıkı uygulayıcısı AKP iktidarıdır. AKP iktidarı ile kentsel/rantsal dönüşüm projelerinin sorunsuz uygulanabilmesi için 2000 yılından itibaren her fırsatta yasalar çıkartılarak hukuki alt yapısı hazırlandı. Yerel yönetimler de buna uygun yapılandırıldı; bu temelde bir dizi yasal zemin oluştu.
        Kent yaşamında önemli bir yerde duran yerel yönetimler; mevcut yapıya uygun olarak sadece seçim dönemlerinde bir takım vaatlerle halka yönelmektedir. Bunun dışında büyük ölçüde halkın örgütlü katılım ve denetimine kapalı, mevcut siyasal yapının güdümünde rantsal, finansal yapıdan nemalanan mekanizmalar olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Bu mekanizmalarda emekçiler, ezilenler siyaseten dışlanmakta, örgütsüzlük dayatılarak demokratik katılım ve denetim kanalları kapatılmaktadır. Dolayısıyla siyasal, yönetsel olarak kentsel değişimlerin hiçbir aşamasında işçi sınıfının, emekçilerin, halkın, tüm ezilenlerin, bu toplumsal kesimleri temsil eden siyasal yapıların, demokratik kurumların söz, yetki ve karar hakları yoktur.

        Kentimize Sahip Çıkmak Aynı Zamanda
        Eşitlik, Adalet ve Özgürlük Sorunudur

        4. bunalım döneminde, neo-liberal politikalar, bu politikaların kentlerde somut biçim alması, sınıfsal, ulusal ve cinsler arası çelişkileri büyüttü, toplumsal eşitsizliği genelleştirdi. Sadece bu değil, bunun üzerine kurulu siyasal sistem, yani sömürge tipi faşizm yeniden kurumsallaştı, post modern bir kültürel örtü toplumu kuşattı. Bir yanda, kırk haramiler, bir avuç azınlık, yani oligarşi ve onunla çeşitli bağlar içinde bulunan burjuvalar, diğer yanda işçiler, emekçiler, kent yoksulları ve tüm ezilenler. Toplumsal ve sosyal çelişki büyüdü, sömürü derinleşti, oligarşinin şiddet ve ideolojik aygıtları tüm ezilenler üzerinde baskı kurdu. Hiç şüphesiz bu nesnel durum, eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi gibi talepleri öne çıkardı, bu talepler için mücadele zorunlu hale geldi.
        Kentler toplumsal yapı içinde ön plana çıktı, sınıfsal ve sosyal çelişkiler kentlerde günlük yaşamın bir parçası oldu. Bu aynı zamanda kentlerde mekansal ayrışma anlamını taşır, kentlerde mekanlar, yaşam alanları farklılaştı. Başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde, adeta iki kent oluştu; burjuva kentler/semtler (Etiler, Ataköy, Çankaya, Bornova, Kuzey Adana gibi) ve işçi, emekçi, yoksulların kentleri/semtleri (Gazi, Gülsuyu, Kıraç, Şakirpaşa gibi). Tabi, buların arasında orta sınıfları temsil eden kentler/semtler de var. Bu tablo kentlerin sadece sınıfsal değil, aynı zamanda mekansal ayrışmasıdır. Emekçilerin, yoksulların ve tüm ezilenlerin bugünün kent yaşamında tümüyle dışlandığı, ötekileştirildiği, her alanda ağırlaşan maliyetlerle (ulaşım, su, elektrik, doğal gaz, kira gibi) zor yaşam koşullarına mahkum edildiği bu süreçte, bu sınıf ve katmanlar için, başta temel hak ve özgürlükler olmak üzere demokratik tüm hakları yok sayılmaktadır.
        Ulaşım, elektrik, su, doğal gaz, haberleşme gibi temel alt yapı hizmetleri özelleştirilmektedir. Kamusal kaynaklar yerli ve yabancı tekellere peşkeş çekilmekte yağma düzeni kurulmaktadır. Eğitim, sağlık, kültürel ve çevresel hizmetler özelleştirilmekte, ticarileştirilmektedir. "Müşteri" ve "ticaret" kavramı hayatın her alanında yükselen değer olarak nüfuz etmekte; kamusal hizmet alanları yok edilmektedir. Çevre kirliliği artmakta, yeşil alanlar, sahiller, doğal yaşam alanları, ormanlar, göller ticari yatırımlarla yok edilmektedir.
        Kentlerin yeni yerleşim ve yapılandırma sürecindeki sınıfsal ayrışmayı keskinleştiren bu uygulamalar eşitsizliği, adaletsizliği, siyasal baskıyı derinleştirirken, kentlerin gerçek sahipleri olan işçi sınıfı ve halk "tehlikeli" görülmekte bazı alanlar işçi sınıfı ve halka yasaklanmakta, toplumsal baskı her alanda arttırılmaktadır. Din ve muhafazakarlık da aslında ezilenler içindir. Kadınların, gençlerin, öğrencilerin yaşam alanlarına müdahale edilmekte, zaten oldukça kısıtlı olan özgürlükleri de elinden alınmakta, gerici bir yaşam tarzı dayatılmaktadır.
        Bireyselleştirme, geleceksizleştirme, ötekileştirme, yaşamı parçalama, doğayı tahrip etme, yasaklama, sınırlama, özelleştirme, müşterileştirme, özgürlüklerin yok edilmesi… İşte bizlere, neo- liberal sömürü düzeninin, onun uygulayıcısı olan AKP'nin dayattığı "yeni kent" yapısının özellikleri bunlardır.
        Bu tablo, kapitalizmin, 4. bunalım döneminde kapitalist sömürünün özünü oluşturan neo-liberal sömürünün sonucudur. Sadece kentlerimizi elimizden almıyorlar, demokratik taleplerimizi yok sayıyorlar, insanca yaşam hakkımızı elimizden alıyorlar.
        Ya bu saldırılara karşı direneceğiz, kentimize, sokağımıza, tarihimize, kültürümüze sahip çıkacağız ya da bu bozuk düzenin, çöken ve çürüyen düzenin, hiç bir yeri tutmayan çarkları içinde insan olma özelliklerimizi kaybedeceğiz.
        Duruşumuz ve tavrımız nettir: direneceğiz ve toplumsal kurtuluş için, insanların eşit, özgür, adil ve insanca yaşadığı kentler için mücadele edeceğiz!

        Biz Nasıl Bir Kent İstiyoruz?
        Biz hayatı üretenler, işçiler, emekçiler, tüm ezilenler; artık nefes bile alamadığımız kentler değil, özgür, adil ve eşit koşullarda yaşayabileceğimiz kentler istiyoruz.
        Rant odaklı değil insan odaklı mimari planlamalar istiyoruz.
        Soygun ve zulüm düzenini değil insanca yaşam ve halk için demokrasi istiyoruz.
        Yerel öz yönetim organları olarak örgütlenebilen halk meclislerini oluşturmak istiyoruz.
        Halkın katıldığı, söz ve karar sahibi olduğu, seçilenlerin halk iradesiyle yeniden görevden alındığı, bunun için geri çağrıldığı, bunun koşullarının ve denetim mekanizmalarının oluşturulduğu bir demokrasi istiyoruz.
        Kentsel hizmetlerin insana ve doğaya uyumlu, halkın çıkarlarını gözeten, temel hak ve özgürlükler esas alan bir yaklaşım ve tarzda ele alınmasını istiyoruz.
        Bunun için; kentsel kamu hizmetlerini ticarileştiren özelleştirmeleri ve taşeronlaştırmaları reddediyoruz. Bu bağlamda işçi sınıfı, halk ve tüm ezilenlerin mücadelesi, demokratik halk iktidarının önünü açacak dinamiklerini de yaratacaktır. Bunların tümü devrim ve sosyalizm mücadelesinden ayrı düşünülemez. İşte bu stratejik tarihsel-toplumsal ana temayla birlikte ele alındığında, sağlıklı kent yaşamının da ezilen emekçilerin tarihsel mücadeleleriyle yaratılacağı anlaşılır olacaktır.
        Kentlerimizin yerel yönetimi, Halk İktidarı perspektifinden hareketle, işçi sınıfı ve emekçi halkın demokratik katılım ve denetimi esas alınacaktır. Kent yönetiminde mahalle düzeyinden başlayan, halkın ve kentin ihtiyaçları doğrultusunda örgütlenen demokratik-katılımcı karar alma mekanizmaları üretilecektir.
        Kent yaşamı ve çalışma alanları, örgütlü halk iradesiyle kolektif biçimde insanca yaşam odaklı oluşturulacaktır.
        Sağlıklı bir çevrede yaşamak için açık alan ve yeşil alan düzenlemeleri kamusal alan kapsamında yapılacak, doğal alanlar azami düzeyde korunacaktır.
        Doğal kaynaklar koşulsuz ve istisnasız olarak korunurken, doğal kaynakların ve havzaların olduğu yerlerde hidroelektrik santral, nükleer santral, yapılaşma vb. uygulamalara kesinlikle izin verilmeyecektir.
        Eğitimin parasız, bilimsel, anadilde, eşit, ulaşılabilir olması sağlanacaktır.
        Koruyucu sağlık hizmetlerini temel alan bir yaklaşımla parasız, kolay ulaşılabilir sağlık hizmetleri hayata geçirilecektir.
        Eğitim ve sağlık alanlarında merkezi planlamalarla bağlantılı olarak yerel yönetimler de sorumluluklarını yerine getirecektir.
        Kentlerin tarihsel ve kültürel dokusunu, değerlerini korumak ve yaşama dahil etmek; bütünlüklü bir kent politikası bilinci ve planlaması ile gerçekleştirilecektir. Sanatsal ve kültürel faaliyetler herkes için erişilebilir temel bir hak düzeyinde ele alınacak, kentlerde bu gelişime uygun mekan ve alanlar yapılandırılacaktır.
        Yardım adı altında sadaka kültürünü yayan ve yaygınlaştıran, yoksulluğu olağan gösteren ve aslında kadercilik dağıtan politikalar asla kabul edilmemelidir. Toplumsal dayanışma ve paylaşım kültürü çerçevesinde kamusal kaynakların adaletli, eşitlikçi ve bilimsel olarak planlanması sağlanacaktır.
        Ulaşımda ihtiyaçlar, kaynaklar, amaçlar ve hedefler arasında bilimsel bağlantılar kurularak, her alanda olduğu gibi halkın ihtiyaçları, kentin fiziksel yapısı gibi faktörlere bağlı emek ve meslek örgütlerinin doğal katılımı ile düzenlemeler yapılmalıdır. Dolayısıyla buna uygun olarak toplu ulaşım hizmetleri parasız sağlanacaktır. Yol, su, elektrik, kanalizasyon, telefon, internet gibi teknik alt yapı hizmetleri; bütünlükçü bir anlayışla mikro düzeyde yapılandırılacak ve parasız kamusal hizmetler kapsamında gerçekleştirilecektir.
        Konut sorunu, temel bir hak olan barınma hakkı olarak ele alınmalı, neo- liberal politikaların kentsel dönüşüm projeleri derhal durdurulmalıdır. Barınma hakkı temelinde konut edinme, kamusal bir hizmet alanı olarak planlanmalıdır. Bu doğrultuda kentin yerleşim düzeneği; ortak yaşam ve dayanışma bilincinin geliştirildiği kamusal mekan ve yapılar olarak gerçekleştirilecektir.
        Engellilerin kent yaşamında tecrit edilmeden toplumla iç içe, diğer insanlar gibi yaşaması için gerekli koşullar sağlanmalıdır. Tüm mimari yapılarda, ulaşımda, sosyal ve kültürel etkinliklerde uygun yapılandırma ve düzenlemeler hayata geçirilerek toplumsal yaşama katılımları sağlanmalıdır. Bu hassasiyet çocuklar ve yaşlılar için de gösterilecektir.Kadınların, çocukların, yaşlıların, gençlerin kent toplumsal yaşamında kendilerini üretebilecekleri, sorunlarını çözebilecekleri yaşamsal ve mekansal alanlar oluşturularak gerektiğinde barınma, bakım ve diğer sosyal gereksinimleri giderilmelidir. Kentlerimizde toplumsal yaşam alanları bu temel ihtiyaçlara göre örgütlenip düzenlenecektir. Kent yaşamındaki eşitsizliğin yok edilmesinin yolu; ormanlar, sahiller, dereler vb. doğal kaynakların ve yollar, parklar vb. ortak yaşam alanlarının kamulaştırılmasından geçmektedir. Kamuya ait arazi ve yapıların satışına, özelleştirilmesine son verilecektir.
        Emek ve meslek örgütlerinin, üniversitelerin bilimsel ve insani temellerde karşı çıktığı projeler son bulmalıdır. Dolayısıyla rant temelli hiçbir proje hayata geçirilmeyecektir.
        Bütün ulusal toplulukların değer ve kültürlerinin korunması ve yaşanmasında tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Buna uygun ortam ve mekansal düzenlemelere açık bir yapılanma sağlanacaktır.
        Her türlü afet olasılığına hazır olabilmek için bedelinin halka dayatılmadığı önlemler alınmalıdır. Her türlü afet olasılığına karşı toplumsal bilinç ve bilimsel planlamalarla hareket edilecektir.
        Kent yaşamında, doğal ortamlarda birlikte yaşadığımız doğanın bir parçası olan hayvanların da hakları güvence altına alınmalı, onlara acı verecek, eziyet kapsamına girecek her türden uygulama yasaklanmalıdır. Hayvanların barınma, beslenme sorunları için gerekli kaynak ve ortam sağlanacaktır.
        Yerel kent yaşamımızda ulusal ve cinsel düzeyde her türlü ayrımcılık, baskı ve gericilikle mücadele edilecektir.
        Savaş, yoksulluk, baskı vb. sebeplerle kentlerimize gelen göçmenlerin barınma, çalışma, eğitim, sağlık, güvenlik sorunlarında insanca yaşam koşulları sağlanacaktır.

        Adalet, Eşitlik ve Özgürlük İstiyoruz
        Yoksulluk ve yoksunlukları bize kader diye dayatanlara, emperyalizme, işbirlikçi oligarşiye, bunların yeni politikalarına, rant, yağma, yolsuzluk ve baskıyla, zulümle beslenenlere karşı gücümüz örgütlü birliğimizden gelir. Biz olmazsak hayat durur. Bizler, işçiler, emekçiler, tüm ezilenler olarak bunun bilinciyle hareket edersek bize dayatılan eşitsiz, adaletsiz yaşamdan, kimliksiz kentlerden, zincirlerimizden kurtulabiliriz.
        Geleceğimizi karartanlardan hesap sormak, yaşamı yeniden kurmak bizim ellerimizdedir.
        Adalet, eşitlik ve özgürlük için; yolsuzluğa, hırsızlığa, sömürüye dur demek için,
        Kentlerimizde, köylerimizde nasıl yaşayacağımıza kendimiz karar vermek, her bir tuğlasını kendimizin ördüğü sokaklarımızda, mahallelerimizde özgürce nefes alabilmek için,
        Kadınların öldürülmediği, kendi rızaları dışında hiçbir şeye zorlanmadığı bir yaşam için,
        Hiç kimsenin ulusal, cinsel ve kültürel kimliğinden, inancından dolayı aşağılanmaması, ayrımcılığa uğramaması için,
        İşçi ve emekçilerin rant uğruna evinden, yerinden, yurdundan sürülmediği, baskı ve zulüm görmediği bir ülkeyi hep birlikte yaratmak için,
        Özgür bir ülke ve insanca yaşam için mücadele etmek onurumuzdur.
        Onurumuza, geleceğimize sahip çıkalım; örgütlenelim, birleşelim, mücadele edelim!

 

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL