Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

8 (69). Sayı /Mart 2014

       17 Aralık 2013 adeta bir milat oldu. "Adeta" diyoruz; çünkü, asıl milat Gezi ve Haziran halk direnişidir, halkın gücünün sokakları özgürleştirmesidir, 17 Aralık bu sürecin önemli bir aşamasıdır.
        Bir sabah ülke ve halk "rüşvet ve yolsuzluk operasyonu" ile uyandı. Ve artık hiç bir şey eskisi gibi olmadı; Haziran günlerinde darbe alan, baş aşağı giden AKP çatırdadı, sadece AKP için değil, tüm iktidar organlarının meşruluğu yerle bir oldu, yağma düzeni açığa çıktı, pislik her yere saçıldı. Ne 11 yıllık AKP iktidarı, ne "egemen sınıfların yönetim kurulu" olan oligarşik devlet, ne "tarihin sonu" yalanlarıyla kutsanan neo-liberal sömürü düzeni, ne ülke ve halk, ne bu coğrafyanın ağırlaşmış sorunları, ne de sol ve devrimci hareket; hiç bir şey eski konumda değil. Her şey yeniden biçim alıyor; yeni bir yerden yaşama ve sorunlara bakılıyor, devrimcilik yeniden üretiliyor, eski ilişki ve örgüt biçimleri sürece yanıt vermiyor, ayrışma, yeniden saflaşma, yeni ilişki ve ittifak biçimleri ortaya çıkıyor.
        Tüm bunlar birden, aniden, bir hamlede yaşanmıyor, sancılı, çatışmalı, sürece yayılarak yaşanıyor.
        Bu açıdan, 17 Aralık adeta bir milat oldu...
        Biliniyor, devrimci sosyalizm, burada, Barikat Dergisinde, çeşitli yazılarımızda, neo-liberalizmin kriz sarmalından kurtulamadığını, kendi sınırlarını tükettiğini ifade ediyor, devrimin güncelliğinin altını çiziyor. Bu rastgele, aklımıza esince yapılan bir değerlendirme değil, bilimsel sosyalizm ışığında, tarihsel ve sosyal olgulara dayanıyor. Bu gerçek şimdi günlük ilişki içinde her gün, her saat karşımıza çıkıyor; Gezide, Haziran günlerinde, rüşvet ve yolsuzlukta, ortaya dökülen yağma düzeninde, oligarşi içi çatışmada, seçimde, sokakta, Roboskide, Berkin Elvan için yürüyen milyonlarda çıkıyor.
        17 Aralık 2013'de, rüşvet ve yolsuzluk çuvalı açılınca, rezillik ortalığa dökülünce, sadece AKP çökmedi, AKP somutunda neo-liberal sömürü düzeni, onun üzerinde biçim alan sömürge tipi faşizm tel tel döküldü. "Hak- hukuk" koca bir yalan oldu; adalet, mülk sahiplerin temelidir, adalet hırsızları, arsızları, emperyalizmin işbirlikçisi sermayeyi korumakla mükelleftir. Burjuva demokrasisinde temel ilke olan "kuvvetler ayrılığı" sözlerine artık kimse inanmıyor. İktidar olan, çeşitli iktidar odakları her şeyi kendisi için yapıyor; dün "darbeci" olan halk düşmanı İ. Başbuğ, bugün "kahraman" oluyor. "Demokrasi", oligarşi ve onun partilerinin dilinden düşmüyor; hırsızlık, arsızlık, yağma için "demokrasi", halk için diktatörlük olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Aman tanrım; "koca cumhuriyet tarihi" nasıl da, Osmanlıdan devir alınan, her gün üzerine konularak güncelleşen kontra, kirli savaşlar tarihiymiş; AKP-cemaat çatışmasında etrafa dökülen bu kontra taktikler, çeteler savaşıdır. "İleri demokrasi" mi, haydi oradan, bal gibi sürekli faşizm var, "demokrasi paketleri" boş, faşizm "tek parti-tek adam" diktatörlüğü biçiminde tezahür ediyor. T. Erdoğan kim; Başbakan mı, AKP genel başkanı mı, belediye başkanı mı, park ve bahçeler müdürü mü, imar müdürü mü, ihale takipcisi mi, gazete müdürü mü, imam mı, içişleri bakanı mı, dışişleri bakanı mı, adalet yüksek bakanı mı, futbol takımı kaptanı mı, şirket yöneticisi mi, Halk Bankası müdürü mü, işadamlarından haraç toplayan mafya mı, canı sıkılınca bizi azarlayan baba mı, "İslam aleminin lideri" mi, "BOP eşbaşkanı" mı... yoksa aklınıza ne gelirse bunların tümü mü? "Kimsenin yaşam biçimine karışmadık"; yıllardır tekrar edilen yalanlardan biri, kaç çocuk doğuracağımıza, içki içip içmeyeceğimize, her şeyimize karışıyor, dahası yeni bir toplum mühendisliği yapıyor. "Özgür basın" mı kontra güçlerin silahı mı; şimdi AKP ve cemaat yayınlarına bakınca bu gerçek daha iyi anlaşılıyor. Eskiden Afrika ülkeleri için söylenirdi, "erken kalkan darbe yapar" diye; şimdi kim erken kalkarsa, T. Erdoğan ya da F. Gülen kim erken kalkarsa o diğerine "darbe" yapıyor, ortalık rüşvetten, yolsuzluktan, telefon tapelerinden, kasetlerden, yalandan geçilmiyor. Haziran günlerinde "destan yazan polisim" bu kez "paralel devlet, ajan" oluyor. Haziran günlerinde bizim çocuklar ölüyor, onların çocukları hırsızlığa, hem de babaları tarafından ortak ediliyor...
        Kısaca bir şarkı sözleriyle, nereden baksak tutarsızlık nereden baksak ahmakça. AKP ve T. Erdoğan bizim aklımızla, zekamızla alay ediyor...
        AKP 11 yıl içinde, sadece neo-liberal sömürüyü, vahşi kapitalizmi halka dayatmadı, bununla birlikte, emperyalizm ve tekelci sermayeye dayanan, burjuva demokrasisiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan sömürge tipi faşizmi "yeniden yapılanma" adı altında yeniden dizayen etti, post-modern söylemle gerici-muhafazakar bir yaşamı adım adım örgütledi. 12 Eylülden bu yana neo-liberal sömürü oturdu, sadece işçi ve emekçilerin emeği çalınmadı, kentler, doğal kaynaklar vahşice talan edildi; emperyalizm ve tekelci sermayenin "yönetim kurulu" olan devlet, demokratik değil, tam da bu sömürüyü sürdürmek için "baskı ayğıtı" olarak örgütlendi; faşizm yeniden ve yeniden kurumsallaştı; topluma deli gömleği giydirildi, her alanda gerici yaşam dayatıldı.
        Hiç şüphesiz bu "değişim"di. Bu değişim, en çok da liberallerin dilinde, AKP "eski Türkiye"yi değiştiriyor, "yeni Türkiye"yi inşa ediyordu. Evet, bir "değişim" vardı; ama bu "değişim" öze ilişkin değildi, biçimdeydi. Öz; yeni sömürgecilikti, emperyalizme bağımlılıktı, yeni sömürgecilik üzerine inşa olan devlet biçimiydi, sömürge tipi faşizmdi. Biçim ise, tüm bu sömürü ve egemenlik biçiminin 4. bunalım döneminde, 2000'li yıllarda yeniden biçim almasıydı, buna AKP'nin öncülük etmesiydi. Yani, yaşanan bu süreç aslında "yeni" ve "eski" diye sınıflanan iki ayrı Türkiye değildi; aynı Türkiye'nin iki farklı dönemde yeniden biçim almasıydı. Liberaller bu "değişimi" abartı, başka anlamlar yükledi, buradan demokrasi bekledi; statükocular bu süreci anlamadı, görmedi, kimi 1930 Türkiye'sini özledi, kimi her şeyi iki kalıplaşmış sözle ifade etti.
        Tamda bundan dolayı, yani asıl olan öz olduğu için, tüm "demokrasi ve özgürlük" yalanları, sahte "demokrasi paketleri" Haziran günleri ve 17 Aralık sonrasında patladı; ne "ileri demokrasi" kaldı, ne "İslam", "hak"; şapka düştü kel göründü, oligarşik devlet, Ergenekoncu, AKP'ci, Cemaatçi çetelerden oluşuyordu, tümü halk düşmanıydı, tümü hırsız, arsız, yalancı ve katildi.
        Tabi, bu durum, sürekli krizin tepe noktasıydı, hatta daha öte kaotik bir durumdu.
        AKP, can derdine düştü, üst üste yeni yasalar çıkardı; bu haliyle aslında tüm ülkeye, tüm halka darbe yaptı....

        Gezi Ve Haziran Halk Direnişi
        Yolu Açtı
        Nereden bakarsak bakalım, tüm nesnel koşullar neo-liberal düzenin tükendiğini, içsel olan kriz dinamiklerin sürekli "patlayıcı madde" biriktirdiğini bize ifade ediyor. Ama bu işin bir tarafıdır; eğer işin bu tarafı, yani nesnel koşullar öznel koşullarla üst üste düşmezse, toplumun çok daha derin çürüyeceği de bir gerçektir. Bu açıdan bakarsak, neo-liberal düzenin oturma sürecini, bir anlamda "çürüme" süreci olarak da tanımlayabiliriz. Unutmayalım, kapitalizm ne kadar tükenirse tükensin, eğer devrimci ve halkçı bir irade devreye girmezse, şu ya da bu biçimde, sömürü ve egemenliği daha da derinleştirerek varlığını sürdürür.
        AKP neo-liberal düzenin özetidir; o, hem ekonomik, hem sosyal, hem de siyasal düzeyde bu düzenin savunucusu ve yürütücüsüdür. Biriken nesnel dinamikler, "patlayıcı maddeler" Gezi ve Haziran halk direnişinde karşılık buldu; böylece sadece AKP için değil, neo-liberal sömürü düzeni için sonun başlangıcı oldu, yol açıldı. Halk direnişi, neo-liberal sömürüye, onu yürüten AKP'ye karşı büyük başkaldırıdır. Haziran direnişi, düzenin savunucularıyla düzenin ezdiği tüm kesimleri yeni bir potaya soktu; tüm ezilenler için umut oldu, sadece başkaldırı değil, "nasıl bir gelecek" fikri ve sorusu için güçlü veriler sundu. Halk Haziran günlerinde korku duvarını yıktı, kendi kaderini eline alma iradesi gösterdi. Sokaklar, alanlar direnişle özgürleşti; formlar halk demokrasisi için filiz oldu. Birlikte direnenler birlikte, barış içinde yaşadı; siyasal gidişatla çelişkiye düşen orta sınıflar dahil, yaşam biçiminden dolayı kaygı duyanlar dahil, oldukça geniş bir kesim direnişin çatısı altında saf tuttu. Bundan çok sesli, çok katmanlı, çok renkli bir özellik gösterdi.
        Haziran günleri ezilenler için bayram günleri oldu...
        Yeni bir Türkiye için, sol ve devrimci hareketin kendini yeniden kurması için asıl milatta Gezi ve Haziran direnişidir.

        Kürt Ulusu İçin Özgürlük
        Bu ülkenin en ağır sorununun başında Kürt ulusunun özgürlük sorunu gelir. Bu demokratik sorun, demokrasi mücadelesinin kendisi değil, ama ana halkası durumundadır. Bu sorun çözülmeden, demokratik hiç bir sorun çözülemez; çünkü bu ana sorun demokrasi mücadelesinin ana halkasıdır ve tüm sorunları adeta bloke etmektedir.
        AKP, bakmayın siz, TV reklamlarında bu sorunu çözdüğünü iddia etmesine; AKP bu sorunu çözmedi, çözmek için irade de koymadı, ikiyüzlülük ve takiyeyle "Kürt var ama sorunu yok" dedi, Kürt ulusunun demokratik hiç bir hakkını tanımadı, sorunu "bireysel özgürlük" noktasına çekti, ancak özgürlüklere düşman bir çizgide iktidarını sürdürdü. AKP, 11 yıllık iktidarında sorunu çözmedi, sorunu kontrol etme siyaseti izledi.
        Son bir yılda ne oldu? Daha önce bu süreci ayrıntılı ele aldık. A. Öcalan'ın başlatmış olduğu "görüşme süreci"ne AKP ve devlet yanıt verdi, ancak ciddi tek bir adım atılmadı. AKP'nin taktiği oyalamaydı, seçimleri atlatmaydı; bunun için A. Öcalan ile görüşüldü, ama bu süreç tıkandı. İçte ve dışta siyasal gericiliğin temsilcisi olan AKP, bu demokratik sorunu çözemez, çözmek içinde bir politikası, planı yoktur. Bu gerçek, son bir yılda bir kez daha anlaşıldı. AKP, Kürt ulusunun özgürlük sorununu çözmek değil, kontrol etmek siyaseti izledi. A. Öcalan ile MİT görüşmesi, özünde budur; sorunu kontrol etme siyasetidir.
        Gezi ve Haziran günlerinde halka saldıran AKP, Kürt halkına barış eli uzatmaz. Şimdi can derdine düştü AKP; bir yandan Ergenekoncularla "yeniden yargılana" adıyla ittifak kurdu, Kürt halkıyla da "görüşme" adıyla oyalama taktiğine başvurdu. AKP, demokratik bir adım atmak için Kürt halkına, işçi sınıfı ve Türkiye halkına el uzatmak zorundadır. Ama AKP'nin "demokrasi" derdi yoktur; böylesi bir adım için niyeti de, politikası da yoktur. Bundan dolayı zor günler yaşayan AKP, Ergenekon'a sarıldı; "yeniden yargılanma" hamlesi, İ. Başbuğ ve tüm Ergenekoncuların tahliyesi budur.

        Bir Deney: Seçim
 
      Tüm bu kaos içinde yerel seçim gündemdedir. 2014 yılı, seçim ve kriz yılı olacaktır; yaşanan tamı tamına budur.
        Başta AKP olmak üzere, CHP, MHP ve diğer burjuva partiler, bu sömürü ve zulüm düzenini nasıl sürdüreceklerinin hesabını yapıyor. Tümü neo-liberal yerel yönetim programına sahiptir; her şeyi çürüttüler, halkı da bu çürümüş ilişki içinde kendine bağlama gayreti içindeler. Projeler savaşı, aş, iş, ihale vaatleri budur. Tümü hırsızlıkta, yolsuzlukta, yağmada yarışıyor.
        Bunların karşısına hem program olarak hem de siyasal güç olarak çıkmak zorunlu oluyor. Her seçimde "yaşasın devrim ve sosyalizm" demek bir hedefi işaret ediyor, ama işçi sınıfı ve halkın karşısına somut bir programla çıkmak önem kazanıyor. Çok daha önemlisi, Kürt coğrafyasında özyönetim için, Türkiye coğrafyasında direniş ve özyönetim tohumları atmak için, yerel seçimler bir çok imkan sunuyor. Demokratik ve halkçı yerel yönetim programıyla işçi sınıfı ve halkın karşısına çıkmak; cephe siyasetiyle, tüm ezilenleri birleştirmek, burada güç birliği yapmak önem kazanıyor.
        Devrimci sosyalizm bu sorumlulukla yerel seçim taktiğini belirledi ve bu taktik politika doğrultusunda adımlar attı...

        Kızıldere Meşalemizdir
        Yerel seçimler ile Kızıldere üst üste düşüyor. Kızıldere, bizim için hem siyasal hem de tarihsel açıdan son derece önemli bir yerde durmaktadır; bizim için varlık-yokluk sorunudur. Tarihine, şehitlerine sahip çıkamayan ne güncel süreçleri kazanabilir, ne de dönemsel ve stratejik hedeflere yönelebilir.
        Bu tarih bizim; Kızıldere'den Haziran'a bu tarih bizim...
        Bu tarihsel-siyasal kavşak, yani Kızıldere, tüm tarihimizde, 40 yılı aşkın mücadelemizde bize yol gösterdi. Hiç şüphesiz, Mahir ve yoldaşlarımızın yakmış olduğu bu meşale, sadece bizi aydınlatmadı, 40 yılı aşkın devrim tarihimizi aydınlattı. Bu 40 yılı aşkın tarihte Mahir ve Kızıldere, yol ayrımı oldu; Mahir'in düşüncesi, döneminde kıvılcım oldu, bu kıvılcım ışık oldu ve günümüze dek bizi, devrimci hareketi aydınlattı.
        Hiçbir olgu belirli kalıplara sığamaz, o tarihle sınırlı kalmaz, donmaz; her siyasal-tarihsel olgu, sadece ortaya çıktığı dönemi değil, sonrasını da etkiler, çok daha önemlisi yeniden ve yeniden biçim alır. Mahir'in mirası tartışmaları yeniden, güncel süreçlerle biçim alıyor. Mahir'i donduran, bu anlamda daraltan bir yaklaşımda, Mahir'i inkar eden, yok sayan bir yaklaşımda, Mahir'i kendi konumuna, "isyan değil müzakere" konumuna indirgeyip buradan tarihle bağ kurmaya çalışan yaklaşımda Mahir'i anlamayan yaklaşımlardır.
        Mahir; her hangi bir devrimci değildir, devrimci sosyalizmi kuramlaştıran önderdir, yenilenmecidir, kurucu irade sahibidir, isyancıdır...
        Mahir'in inşa ettiği devrimci ve sosyalist ideoloji, devrimci duruş, politik tavır, yenilenmeci ve devrimci irade bizimdir. Mahir'in bizlere bıraktığı mirastan birileri yararlanabilir, bu miras sol ve devrimci hareketi besliyor. Ama Mahir'i biz temsil ediyoruz; ideolojide, politikada, örgütte, kültürde, biz, devrimci sosyalizm temsil ediyor.

        Sol Ve Devrimci Hareket Yeni Bir
        Yol Ayrımındadır
     
  Bu tarihsel ve siyasal birikim üzerinden geleceği kurmalıyız. Bu konuda "yeni" ve "sıfır"dan başlayan bir yerde değiliz, oldukça güçlü bir birikime sahibiz. Türkiye devrimine yol gösteren 40 yılı aşkın eskimeyen, tam tersine bu süreçte yenilenme eylemini içselleştiren devrimci ideolojimiz en güçlü yanımızdır. Sadece bu değil, büyük bir direniş tarihi, yenilgi ve zaferlerle dolu politik süreçler, silahlı ve barışçıl bir dizi mücadele biçimi, hatta devrimci bir geleneğimiz var.
        Gezi ve Haziran günleri, alaca karanlık günler içinde yeni bir umut, geleceği kurma iradesi, asıl milatsa; bu siyasal ve tarihsel birikim üzerinden kendimizi, devrimci hareketi ve geleceği yeniden kurmalıyız.
        Tam bu noktada, Gezi ve Haziran günlerinde direnişe katkı sunan, öncü değil artçı olan sol ve devrimci hareket, oturup kendine, sürece, halka karşı samimi bir hesaplaşma içinde olması gerekirken, bu hesaplaşmadan doğru ve devrimci sonuçlar çıkarması gerekirken, elbete bu yönde samimi adım atanları göz ardı etmeden ifade edelim, bu konuda zayıf kaldı. Devrimci hareket, hem ideoloji ve politika, hem örgüt ve devrimci pratik, hem de halkla ilişkide yeni bir düzey inşa etmelidir. Bunun için önce "niyet" etmeli, bu yönde güçlü bir irade ortaya koymalı, sonra bunların gereğini yapmalıdır. Zayıflıkta buradadır; ders alma değil, bilineni tekrar varsa, basit biçimde kendi kendini övme seansları varsa, orada sorun var demektir. Hem sol ve devrimci hareketin oluşturduğu çeşitli platformlara, buradaki düzey ve ilişkiye bakalım, hem de Gezi, rüşvet ve yolsuzluk, seçim gibi süreçlere bakalım, zayıflıkları gözlemek mümkündür.
        Burada, "bundan bir şey çıkmaz" demek belki bir söylem, ama boş bir söylemdir. Buradan çok şey çıkacağını Gezi ve Haziran günlerinde, formlarda, artan ve azalan sokak eylemlerinde, en son Berkin Elvan'ı ölümsüzlüğe uğurlarken gördük. Devrimcinin işi devrim yapmaktır, devrimcinin işi "boş" şeylerden yeni bir yaşam ve politik tutum çıkarmaktır, devrimcinin işi kendini, çevresini, halkı örgütlemektir, devrimcinin işi devrimci bir hareketi inşa etmektir.
        Ufku daralan, küçük dünyasında var olanla yetinen, nereden aldığı bile artık çok anlam ifade etmediği bir-iki kalıplaşmış sözle her şeyi açıklamaya çalışan sol ve devrimci hareket, sınıfta kalmaya mahkumdur. Az çok direnen, Geziden bu yana, toplum ve sınıflar alt-üst olurken, devrim için nesnel koşullar son derece uygunken, kendine, solla ciddi bir önermede bulunmayan, klavye devrimciliğime meyil eden ve kim tarafından çağrıldığı bile bilinmeden Taksim ara sokaklarda az çok dövüşen bir devrimcilik, yeniden kuruluş iradesine yanıt olamaz. Gezide birleşik irade ve tavrı kaçırdık, tamam; peki, rüşvet ve yolsuzlukta, seçimlerde ne yaptık? Onardık mı, yoksa 40 yıldır ezberlediğimizi mi savunduk; direnişi, halkı mı öne aldık, devrimci siyaseti mi yoksa dar dünyamızı mı buradan kurduk?
        Stratejik ve dönemsel hedefler için, neo- liberalizmin, AKP'nin çöküş yaşadığı bu günlerde güncel süreçleri yakalamak son derece yaşamsaldır. Bunun için hem programa hem de iradeye sahip olmak zorunludur. Günceli görmeden stratejik olanları yenileyen; stratejik olanı unutan güncelin içinde boğulan bir sol ve devrimci hareket kendini yeniden inşa edemez. "Bu pisliği devrim temizler" demek, doğrudur; ama bu tek başına eksiktir, siz bununla birlikte halkın içinde çıkan şiarlara da sahip çıkacaksınız. Güncel süreçlere yönelik programınızda, bu ilişkiyi kurmuyorsanız, ortaya çıkan şu ya da bu talebi, örneğin "hükümet istifa" talebini kalıpçı bir mantıkla "bunu reformistler/ulusalcılar söylüyor" biçiminde yok sayıyorsanız, kendinizi nasıl tarif ederseniz edin, siz ne süreçten, ne de görevlerden hiç bir şey anlamamışsınız demektir.
        Sol ve devrimci hareket yeniden tasnif oluyor, olacaktır; böylesi ağır sorunlar içinde, böylesi süreçler bunu zorunlu kılıyor, kimse bundan kaçamaz.

        Devrimin Yolu:
        Devrimci Kurtuluş
     
  Yeniden kuruluş, kapsamlı siyasal projedir, yaklaşımdır; ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel ayakları vardır. Bu kavram ve bu kavramda ifadesini bulan devrimci içerik kapsamlı hedef ve görevleri ifade ediyor. Bu anlamda, kısa süreli, güncel değil, dönemsel karakteri içerir. Ancak bu dönemsel hedef, her gün, her güncel süreçte, örneğin Gezi, rüşvet ve yolsuzluk, seçim gibi her güncel süreçte yeniden üretilir. Eğer siz bu bağı kuramazsanız, stratejik ve dönemsel görevlerle güncel görevler arasında sıkı ilişkiyi kuramazsanız, "yeniden kuruluş" gibi kapsamlı politik projenin kağıt üzerinde kalmasını önleyemezsiniz.
        Yeniden kuruluş, her alanda yeniden inşa demektir; ideolojide, siyasette, örgütte, kişilikte, örgütsel ilişkiler ve halkla ilişkide, günlük yaşamda, bir görevi yaparken, bir eylemi örgütlerken her alanda kendini dışa vurur. Bu sürekli eylem, büyük bir irade, emek, sabırla yapılabilir. Bu eyleme yön veren, günlük başarı ya da başarısızlık değil, sabırla, inatla, sürekli bir devrimciliktir. Ufuk net, hedef net, berrak bir bilinç, bıkıp usanmaz bir enerji, başkası üzerinden kendini tarif etme değil görevler üzerinden kendini tarif etme, sosyalizme, devrime, partiye bağlılık ve inanç, günlük yaşamın içinde erime değil her alanda direniş ve kendini inşa etme; tüm bunlar üzerinden yeni bir devrimcilik.
        İşte yeniden kuruluş ve inşa için bize gerekli olan budur!
        Devrimci sosyalizm, böylesi bir süreçte, bu irade ve hedefi yeniden tarif ediyor. Bu dağınık, örgütsüz, zayıf sol ve devrimci hareket içinde bir başkaldırıdır, isyandır, kendini yeniden örgütlemek, yolu açmak iradesidir.
        Bu irade ve perspektif bizde vardır. Bıkıp usanmadan bu hedef için ilerleyeceğiz...
        Devrimciliğin yeniden sınandığı, halkın direnişi az çok öğrendiği, düzenin çürüdüğü ve döküldüğü, devrim için nesnel koşulların son derece olgunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu süreçte, bir kez daha kendimize dönüp samimi bir devrimcilikte ısrar edip, bir adım öne çıkıyor ve yeniden kuruluşun, kapsamlı görev ve hedeflerin altını çiziyoruz.
        Kolay bir devrimcilikten bahsetmiyoruz, basit görevlerden söz etmiyoruz. Büyük bir dava ortaya koyduk, bunun altını çiziyoruz. Bu zorlu, zahmetli, bedel ödenen bir yoldur; kolayı hiç seçmedik, bu yoldan ilerleyeceğiz. Kendimizi yeniden örgütleyeceğiz, devrimci kurtuluşun yolunda yeniden kuruluş/inşanın sürecinin birer savaşçısı olacağız. Tüm geri, zayıf, hatta çürüyen yanlarımızı temizleyecek, yıkma ve yeniden yapma eylemini sürekli kılacağız.
        Kızıldere'yi, Mahir ve şehitlerimizi andığımız bugünlerde, bu görevler için, şehitlerimiz bize yol gösteriyor. Bu günlerde, bir yandan bir dizi imkanın ortaya çıktığı, diğer yandan tarihsellik içinde ortaya çıkan çürüme eğilimlerin solu, devrimci hareketi, bizi şu ya da bu biçimde etkilediği bu günlerde, "nasıl devrimcilik", "nasıl kadro", nasıl örgüt", "nasıl devrim", "nasıl sosyalizm" gibi can alıcı soruların yanıtı çok açıktır.
        Bu soruların yanıtı, parti çizgimizde, ideolojik-politik tezlerimizde, strateji, program ve taktiklerimizde vardır; bu soruların yanıtı, Mahir, Ulaş, Cevahir, Atilla, Tamer gibi kurucu kadrolarımızda somut biçim almıştır.
        Bize lazım olan, eskimeyen, yorulmayan bir devrimcilikle ileri taşıyan her şey burada, parti çizgimiz ve değerlerimizde vardır. Buradan güç alıp ileri bir değil, birkaç adım öne fırlayalım. Görevlere sım sıkı sarılalım; her şey parti için, her şey devrim için!

 

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL