Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

7 (68). Sayı /Kasım-Aralık 2013

       Ortalık fena karıştı değil mi? Şu dershane hikayesini diyorum, toz duman gidiyor her taraf. İki tarafın da bavulcuları var; kenarda tuttukları kirli çamaşır dosyaları var, yakında sıra “o biçim” kasetlere kadar gelecek, ki zaten işin en zevkli kısmı orası. Koca koca heriflerin don gömlek manzaraları, tamam, bir yandan tiksinç oluyor ama öte yandan da anlı şanlı devletlû şahısların ne marka don giydiğini bilmek de eğlenceli oluyor yani.
        Ama belki de işin daha eğlenceli tarafı, “ne dediğini bilmezler partisi” haline dönüşmüş düzen muhaliflerinin bu kör dövüşünün içine burunlarını sokup akıllarınca iş çıkarmaya çalışmaları. “Ama canım, dershaneler de bir ihtiyaç” diyor ahmaklık yarışması birincilerinden biri. Cemaati de yağlayıp ballayan plastik bir “gülü” bu aralar aday diye hazırlıyorlar ya, komşuda pişenden bize bi tabakçık düşer mi diye koşuşturuyorlar.
        Ama bu arada, kaynayan başka şeyler var dostum, farkında mısın? Hani şu “devletin parası yok canım” edebiyatı boylu boyunca nasıl çöküyor? Meğer benim rahmetli babaannem gibiymiş şu devlet dedikleri; bana vermezdi hiç de, en sevdiği büyük oğlu, ilk torunu gelince koynundan neler neler çıkarırdı.
        “Size teşvik verelim. Ucuz kredi verelim. Vergi muafiyeti getirelim. Enerji harcamalarınızda muafiyet getirelim. Sınıflarda öğrenci garantisi verelim. Kaç öğrenci buldun, 15. Kalan 15 öğrenci açığının bedelini maliyet üzerinden biz ödeyelim. Benim elimde birikmiş öğretmen var diyorsunuz; biz 40 yaşın üstündeki öğretmenleri de KPSS’siz alalım…” Ben uydurmuyorum bunları, aynen Başbakan söylüyor.
        Vay vay vay… Paraya bak sen! Sözü edilen muafiyetlerin, kolaylıkların, vs. toplam tutarı hakkında bir fikrin var mı dostum? Yağma Hasan’ın böreği!
        Peki, bütün bunların hukuki zemini nedir? Amaaan canım; onca insanın tutuklanmasının hukuki zemini vardı da bununki mi eksik kalmış yani!
        Peki, merdiven silmek için deterjanı vatandaşa aldıran Milli Eğitim, bu kadar parayı neresinden çıkarıp vermeye hazırlanıyor? “Parasız eğitim” istediğimizde, “la oğlum devletçilik mi yapıyonuz şimdi” diyen serbest piyasacılar, devletin bu muazzam kaynaklarına ne diyorlar acaba?
        Ben de ayakkabıcı dükkânı açmak istiyorum, misal. Memlekete eğitim lazım da ayakkabı lazım değil mi? Öyle büyük hırslarım da yok; Beyoğlu’nda, cadde üstü bir yer olsun yeter. Kirayı Sanayi Bakanı ödesin, vergi mergi zaten vermem, elektrik Tedaş’tan su Terkos’tan; ayrıca müşteri garantisi de fena olmaz. Üç satmışsam örneğin, üç çift ayakkabının bedelini de devlet peşin ödesin, başka bir derdim yok.
        Nasıl? Olmaz mı? Neden olmasın? Olur!
        “Parasız eğitim” öyle mi, sevgili dostum; işte sana parasız eğitim. Yani sen para ödüyorsun tabii, hemen atlama öyle, sen para ödüyorsun da, eğitim yine de “parasız” oluyor! Biraz karışık bir anlatım oldu biliyorum ama idare et artık!
        Bazen böyle, ortalık toz duman giderken durup olup bitenlere başka bir yerden bakmak iyi oluyor değil mi? Tamam, biz milletçe kavga seyretmeyi severiz; üç sokak ötede kavga çıksa ocaktaki yemeğimizi bırakıp yetişiriz hemen; bu fena bir şey değil. Koca heriflerin don gömlek kasetlerini gördüğümüzde, gizli bir zevk aldığımız da doğru, inkâr edecek değiliz ama bütün bu aptallıklar bataklığının içinden şöyle bir kendimizi sıyırıp yüksekçe bir yerden baktığımızda nasıl da berrak görünüyor her şey?
        Yıllardır nasıl da kazıyıp temizlediler zihnimizi, bize nasıl da unutturdular, “eğitim hakkı”, “sağlık hakkı”, “konut hakkı” gibi en temel hakları? Nasıl da alıştık, suyu parayla almaya, okul müdürüne “kayıt parası” vermeye, eczaneye “katkı payı” haracı ödemeye? Nasıl da zihnimize yerleştirdiler en doğal haklarımızın “lütuf” olduğunu?
        İşte bunu söylüyoruz dostum, yıllardır bunu söylüyoruz. O kirli çıkın orada duruyor; biz vergilerimizle doldurup duruyoruz o kasaları; ekmek alsak oraya yüzde bilmemkaçı gidiyor, su alsak yüzde bilmemkaçı. Ve bir gün, adamın biri, başka birine diyor ki, “sen benim istediğimi yap, parayı düşünme, kerizlerin bana verdiklerini ben sana aktarırım.”
        Kötü bir duygu değil mi dostum? Kazıklanma duygusu hiç hoş değil doğrusu.
        Ama bir şey öğreniyoruz yine de; işe bir de bu tarafından bak.
        Bu arada, benim ayakkabıcı dükkânını da unutma; cadde üstünde işte bilirsin.
        Kendine iyi bak dostum, umudunu diri tut.
        Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL