Ortalık
fena karıştı değil mi? Şu dershane hikayesini
diyorum, toz duman gidiyor her taraf. İki tarafın
da bavulcuları var; kenarda tuttukları kirli çamaşır
dosyaları var, yakında sıra “o biçim” kasetlere
kadar gelecek, ki zaten işin en zevkli kısmı orası.
Koca koca heriflerin don gömlek manzaraları, tamam,
bir yandan tiksinç oluyor ama öte yandan da anlı
şanlı devletlû şahısların ne marka don giydiğini
bilmek de eğlenceli oluyor yani.
Ama belki de işin daha eğlenceli tarafı, “ne dediğini
bilmezler partisi” haline dönüşmüş düzen muhaliflerinin
bu kör dövüşünün içine burunlarını sokup akıllarınca
iş çıkarmaya çalışmaları. “Ama canım, dershaneler
de bir ihtiyaç” diyor ahmaklık yarışması birincilerinden
biri. Cemaati de yağlayıp ballayan plastik bir
“gülü” bu aralar aday diye hazırlıyorlar ya, komşuda
pişenden bize bi tabakçık düşer mi diye koşuşturuyorlar.
Ama bu arada, kaynayan başka şeyler var dostum,
farkında mısın? Hani şu “devletin parası yok canım”
edebiyatı boylu boyunca nasıl çöküyor? Meğer benim
rahmetli babaannem gibiymiş şu devlet dedikleri;
bana vermezdi hiç de, en sevdiği büyük oğlu, ilk
torunu gelince koynundan neler neler çıkarırdı.
“Size teşvik verelim. Ucuz kredi verelim. Vergi
muafiyeti getirelim. Enerji harcamalarınızda muafiyet
getirelim. Sınıflarda öğrenci garantisi verelim.
Kaç öğrenci buldun, 15. Kalan 15 öğrenci açığının
bedelini maliyet üzerinden biz ödeyelim. Benim
elimde birikmiş öğretmen var diyorsunuz; biz 40
yaşın üstündeki öğretmenleri de KPSS’siz alalım…”
Ben uydurmuyorum bunları, aynen Başbakan söylüyor.
Vay vay vay… Paraya bak sen! Sözü edilen muafiyetlerin,
kolaylıkların, vs. toplam tutarı hakkında bir
fikrin var mı dostum? Yağma Hasan’ın böreği!
Peki, bütün bunların hukuki zemini nedir? Amaaan
canım; onca insanın tutuklanmasının hukuki zemini
vardı da bununki mi eksik kalmış yani!
Peki, merdiven silmek için deterjanı vatandaşa
aldıran Milli Eğitim, bu kadar parayı neresinden
çıkarıp vermeye hazırlanıyor? “Parasız eğitim”
istediğimizde, “la oğlum devletçilik mi yapıyonuz
şimdi” diyen serbest piyasacılar, devletin bu
muazzam kaynaklarına ne diyorlar acaba?
Ben de ayakkabıcı dükkânı açmak istiyorum, misal.
Memlekete eğitim lazım da ayakkabı lazım değil
mi? Öyle büyük hırslarım da yok; Beyoğlu’nda,
cadde üstü bir yer olsun yeter. Kirayı Sanayi
Bakanı ödesin, vergi mergi zaten vermem, elektrik
Tedaş’tan su Terkos’tan; ayrıca müşteri garantisi
de fena olmaz. Üç satmışsam örneğin, üç çift ayakkabının
bedelini de devlet peşin ödesin, başka bir derdim
yok.
Nasıl? Olmaz mı? Neden olmasın? Olur!
“Parasız eğitim” öyle mi, sevgili dostum; işte
sana parasız eğitim. Yani sen para ödüyorsun tabii,
hemen atlama öyle, sen para ödüyorsun da, eğitim
yine de “parasız” oluyor! Biraz karışık bir anlatım
oldu biliyorum ama idare et artık!
Bazen böyle, ortalık toz duman giderken durup
olup bitenlere başka bir yerden bakmak iyi oluyor
değil mi? Tamam, biz milletçe kavga seyretmeyi
severiz; üç sokak ötede kavga çıksa ocaktaki yemeğimizi
bırakıp yetişiriz hemen; bu fena bir şey değil.
Koca heriflerin don gömlek kasetlerini gördüğümüzde,
gizli bir zevk aldığımız da doğru, inkâr edecek
değiliz ama bütün bu aptallıklar bataklığının
içinden şöyle bir kendimizi sıyırıp yüksekçe bir
yerden baktığımızda nasıl da berrak görünüyor
her şey?
Yıllardır nasıl da kazıyıp temizlediler zihnimizi,
bize nasıl da unutturdular, “eğitim hakkı”, “sağlık
hakkı”, “konut hakkı” gibi en temel hakları? Nasıl
da alıştık, suyu parayla almaya, okul müdürüne
“kayıt parası” vermeye, eczaneye “katkı payı”
haracı ödemeye? Nasıl da zihnimize yerleştirdiler
en doğal haklarımızın “lütuf” olduğunu?
İşte bunu söylüyoruz dostum, yıllardır bunu söylüyoruz.
O kirli çıkın orada duruyor; biz vergilerimizle
doldurup duruyoruz o kasaları; ekmek alsak oraya
yüzde bilmemkaçı gidiyor, su alsak yüzde bilmemkaçı.
Ve bir gün, adamın biri, başka birine diyor ki,
“sen benim istediğimi yap, parayı düşünme, kerizlerin
bana verdiklerini ben sana aktarırım.”
Kötü bir duygu değil mi dostum? Kazıklanma duygusu
hiç hoş değil doğrusu.
Ama bir şey öğreniyoruz yine de; işe bir de bu
tarafından bak.
Bu arada, benim ayakkabıcı dükkânını da unutma;
cadde üstünde işte bilirsin.
Kendine iyi bak dostum, umudunu diri tut.
Gelecek, sen nasıl
istiyorsan öyle gelecek!
|