Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

7 (68). Sayı /Kasım-Aralık 2013

       Kürt ulusunun özgürlük sorunu yeni boyutlar kazanarak derinleşiyor. Kürt ulusal kimliği başta olmak üzere Kürt ulusunun tüm ulusal- demokratik haklarının inkarı, zorla bastırma ve imhası üzerinde kurulan sömürgecilik artık dikiş tutmuyor. Örgütlü bir halk, Kürt halkı kendi özgürlük kavgasını yürütüyor. 100 yıllık bu sorunu yaratan emperyalizm ve Türk burjuvazisidir; Kürt ulusu ve Kürt coğrafyası kendi iradesi dışında parçalanmış, tüm ulusal-demokratik hakları yok sayılmıştır. Kürt ulusunun özgürlük sorunu, demokratik sorunların en başında yerini alıyor; demokrasi mücadelesinde stratejik bir yerde duruyor. Yürütülen sömürge savaşı, buna karşı direniş ise, özellikle Türkiye'de devrimci halk muhalefetinin zayıf olmasından kaynaklı, adeta demokrasinin tüm sorunlarını kilitliyor. Bu anlamda, Kürt ulusunun özgürlüğü sadece stratejik olmakla kalmıyor, aynı zamanda güncel süreçlerde öne çıkan bir sorun oluyor; bu sorun çeşitli boyutlarıyla derinleşerek devam ediyor.
       Bundan dolayı, yer yer gündemden uzaklaşmış gibi görünse de, (örneğin Gezi ve Haziran halk direnişi sürecinde durum biraz budur) Kürt ulusunun özgürlüğü sorunu sürekli gündemde yerini alıyor. Tek bir gün yok ki, Kürt özgürlük sorunu kaynaklı sorunlar şu ya da bu biçimde gündemde yerini almasın; bu doğaldır.
       Neo-liberal ideolojik saldırıların bir parçası olarak, sol ve devrimci hareketin Kürt ulusunun özgürlüğü sorununda etki gücü olmayan, olsa olsa "işleri zorlaştıran, yokuşa süren", mümkünse hiç dikkate alınmaması gereken bir unsur olarak ele alan anlayış ise tam bir sahtekarlık ve halk düşmanlığıdır. Yaratılan algı ve yanılsama, sol ve devrimci hareketin bu soruna yabancı olduğu, tüm tarihinde bu sorunu ele almadığıdır. Sol ve devrimci hareketin kendi içinde bir dizi zaaflı yanlarına rağmen, sanılanın ötesinde, Kürt özgürlük sorununu ana sorunlardan biri olarak ele aldığı; özellikle 1970 ve sonrası çeşitli biçimlerde gündemi olduğu bilinmektedir.
       Devrimci sosyalizm, demokrasinin bu ana sorununda, Türkiye devrimci hareketi içinde doğru ve ciddi yaklaşıma sahip politik akım ve öznedir. Kendi içinde bütünsel bir çizgisi olan devrimci sosyalizmin, her konuda olduğu gibi, Kürt ulusunun özgürlüğü sorununda da sözü vardır; her adımda sözümüz yeniden ve yeniden biçim alacaktır. Dün söylediğimiz sözlerimizi bugün de devam ettiriyoruz, yarın da sözümüzü söylemeye devam edeceğiz.
       
        Gelinen Yer: Tıkanma
       Daha önce çeşitli yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere, artık Kürt coğrafyasında devletlerarası sömürgecilik çöktü. Daha önce Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla iki parçaya bölünen Kürt ülkesi, 1924 Lozan anlaşmasıyla (TC'nin bugünkü sınırı, daha önce ilan edilen Misak-ı Milli'den farklıdır, daha dar bir alanı kapsar. 1920'de Ermenistan ve Sovyetler Birliği ile yapılan iki anlaşmayla, Batı Trakya sınırı Lozan ile belirlenmiş ve 1926 yılında Yunanistan ile yapılan protokol ile netleşmiştir. İran sınırı Kasr-ı Şirin Anlaşmasıyla çizildi; Suriye sınırı 20 Ekim 1921'de Fransızlarla yapılan Ankara Anlaşmasıyla; İngiltere'nin sömürgesi altında olan Irak'la ise, Lozan Anlaşmasıyla çizildi. Lozan Anlaşmasında en çok Musul sorunu tartışıldı ve bu sorun asıl olarak 1926 yılında İngiltere ile yapılan anlaşmaya bağlı olarak resmileşti. Bu ayrıntılara rağmen 1924 Lozan Anlaşması Kürdistan'ın parçalanmasında önemlidir ve simgesel bir değeri vardır) dört parçaya bölündü. Bölünme devletlerarası sömürgecilikte bir başlangıcı ifade ediyor; bunun üzerinden işgal ve asimilasyon, tüm ulusal-demokratik hakların reddi sömürgeciliği oluşturuyor. Ancak bu statü artık önemli ölçüde geride kalıyor. 1990 sonrası emperyalist saldırının Ortadoğu'ya uzanması, 1. Paylaşım Savaşı sonrası oluşan paylaşım ve statülerin yıkılmasına yol açtı. Güney Kürt coğrafyası, bu alt-üst oluşta, emperyalistlere dayanarak federatif bir yapıya kavuştu; bu devletlerarası sömürgeciliğin çözülmesinde ilk adım oldu. İkinci adım ise Rojava'da yaşandı. Rojava Devrimi, hiç bir emperyalist güce dayanmadan ortaya çıktı ve son iki yılda yeni bir model oluşturdu. Kürt coğrafyasının iki parçasında, Rojava ve Güney'de Kürt halkı kendi kaderini eline aldı, yeni bir toplumun inşasına başladı. Kürt coğrafyasının en geniş alanı, hem nüfus hem de coğrafi olarak TC oligarşisinin sömürgesi altındadır; ancak 30 (hatta 40) yıllık özgürlük mücadelesi, bu sömürgeciliği her yerinden aşındırdı, bu haklı ve meşru kavga Kürt ulusuna yeni bir biçim verdi, örgütlü bir halkı inşa etti. Bu açıdan, artık klasik sömürgecilik tutmuyor, inkar ve imha çözüm olmaktan çıkmıştır; ancak Kürt özgürlük mücadelesi Kürt ulusu için de yeni bir statü yaratmış değildir. Bu açıdan bir tür "ara aşama"dan söz edilebilir.
       Bu "ara aşama" bugün ortaya çıkmadı, son 5-6 yılı, oligarşinin şiddetle sorunu çözemeyeceğini kavraması ve "demokratik açılım" söylemini benimsemesinden bu yana olan süreci kapsıyor. Bu "ara aşama" birçok unsuru, kendi içinde, görüşme, bazı kırıntılarla Kürt halkını teslim alma, oyalama, savaş, geri çekilme gibi bir dizi unsuru içeriyor.
       Nihayet, en son uluslararası ve bölgesel gelişmelerin yanı sıra, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin ulaştığı evreye bağlı olarak ortaya çıkan tablo yeni bir sürecin zemini oldu. A. Öcalan'ın başlatmış olduğu, adı sık sık "İmralı süreci", ya da "yeni süreç" olarak da tanımlanan yeni görüşme süreci ise son bir yılı içeriyor. Bu süreç bir anlamda "Oslo süreci"nin devamıdır, ama bir anlamda da "Oslo süreci"nden farklıdır. "Oslo süreci" oligarşik devletin yurtsever hareketle yapmış olduğu doğrudan görüşmedir; bu görüşmede üçüncü bir güç, bir ülke de vardır. İmralı sürecinde ise, üçüncü bir güç dışta tutuldu ve asıl görüşme A. Öcalan üzerinden yürütüldü, yürütülüyor. Bu süreç "Türk tipi" olarak da ifade ediliyor ve kendi içinde bir dizi zaaflı yanları içeriyor. Ancak böylede olsa, Kürt ulusunun özgürlük sorununun demokratik çözümünde bu görüşmeler bir kazanımdır. Bu sürecin asıl politik öznesi ise A. Öcalan'dır; A. Öcalan ve Kürt yurtsever hareketinin omuzlarında gelişen bu sürecin geldiği yer ise gerginlik ve tıkanma olarak ortaya çıkıyor.
       Bu satırların yazıldığı günlerde, bu sürecin esasta bittiği görülüyor, KCK'nin bu yöndeki çeşitli açıklamaları da bunun ifadesi olarak ortaya çıkıyor. Ama hala tümden kopuş söz konusu değildir. Devletin ve AKP'nin değil, asıl olarak A. Öcalan'ın çabasıyla pamuk ipliğine bağlı biçim alan bu sürecin ciddi yaralar aldığı gözlenmektedir. Bu süreç nereye devinir? A. Öcalan'ın işaret ettiği "derinlikli müzakere"ye mi yoksa yeni bir gerginlik ve çatışma ortamına mı? Bunun yanıtını net vermek mümkün değil; ancak AKP'nin oyalama taktiğinde ısrar ettiği, bunu da hem yurtsever hareketin hem de kamuoyunun bildiği söylenebilir. Hala "demokratik açılım" ya da "demokrasi paketi" söylemine yer yer başvuran AKP'nin ortada ciddi bir projesi yoktur.
       Buradan dönüp son bir yıla baktığımızda, "yaşanan nedir" sorusu önem kazanmaktadır. Bunları bazı ana başlıklarla ifade etmekte yarar vardır.
       Bir: A. Öcalan, Oslo sürecinin kesilmesi ve AKP önderliğinde oligarşinin Kürt özgürlük hareketine, Kürt halkına yönelik kapsamlı saldırıları karşısında yeni bir süreç başlattı. Basına yansıyan "görüşme notları"nda bu yeni girişim ve görüşme sürecinin ideolojik-politik zemini, Newroz mesajı ile çizilen politik strateji ve dayanakları bir hayli tartışmalıdır (Buna yönelik eleştiri ve değerlendirmemizi "Yeni Bir Aşama: İmralı Görüşmeleri" ve "Newroz Mesajının Devrimci Eleştirisi" yazılarımızda, BARİKAT Haziran-Temmuz 2013 sayımızda yapmıştık). Ancak her şeye rağmen, bir devlet heyetinin, MİT heyetinin Kürt halkının önderi A. Öcalan ile yapmış olduğu görüşmelerin anlamlı olduğu, Kürt ulusunun özgürlük sorununda önemli bir aşamayı işaret ettiği, bunun bir kazanım olduğu bir gerçektir. Bu görüşmeler bir süre sonra sonuç verdi ve 2013 yılına rengini veren yeni bir süreç ve adımlar atıldı.
       İki: Bugün mevcut tabloya baktığımızda özünde Kürt özgürlük hareketinin tek taraflı adımlar attığını açıkça ifade etmekte hiç bir sakınca yoktur. Bu bir yıl içinde, ortada MİT ve devletin de onayladığı bir yol haritası olmasına rağmen, tüm adımları Kürt yurtsever hareketinin attığı söylenebilir. Kürt yurtsever hareketi, önce elinde bulunan savaş esirlerini serbest bıraktı; bu yeni sürece samimi yaklaşımın bir ifadesiydi. Sonra geri çekilmenin çerçevesi tartışıldı. A. Öcalan ve yurtsever hareketin "üçüncü güç" denetiminde olması, parlamentodan yasal adımların çıkması önerileri reddedildi, T. Erdoğan'ın "bana güvenin" sözü bu geri çekilmede tek güvence oldu. AKP ve oligarşi hiç bir adım atmayınca, yurtsever hareket kendi bildiği yoldan kendi gücüyle geri çekilmeyi başlattı. Görüşmelerin sağlıklı yürümesi için oluşturulan BDP heyetlerine sık sık AKP "ayar" verdi, kim AKP'yi eleştirmişse, kim Gezi direnişine katılmışsa o bir tür "cezalandırıldı". Özünde buradaki tüm yaklaşımların AKP ve oligarşi için soruna nasıl yaklaştığının önemli ipuçlarını taşıdığı açıktı. 1 Haziran, birinci aşamanın tamamlanıp ikinci aşamanın, yani "yasal düzenlemelerin" başlayacağı tarih olarak ortaya çıktı; bundan sonra "yol temizliği" için, "normalleşme" için yasal adımlar atılacaktı, hiç biri yapılmadı, 3 adet "demokrasi paketi" (3, 4 ve en son paket) çıktı, tüm "paketler"de ciddi bir adım atılmadı. Böylece "merdiven teorisi" ilk adımda iflas etti. AKP bu süreci oyalama, sürece yayma, seçimi atlatma ve yeni bir savaşa hazırlanma yönünde kullanmıştır, kullanmaktadır.
       Üç: AKP'nin en ciddi adımı, A. Öcalan ve yurtsever hareketin önerisiyle ortaya çıkan "akil insanlar" adımı olmuştur. "Akil insanlar" oluşumunda A. Öcalan ve yurtsever hareketin önerileri de var, ancak AKP'nin bunları çok dikkate almadığı ve hem oluşumunda hem de görev sınırlarının çizimde ipi elinde tuttuğu açıktır. Kendi içinde AKP'nin çeşitli müdahaleleri olsa da, kamuoyuna adeta AKP'nin "sorunu çözmek için bir adımı" gibi sunulsa da, hem bu adım hem de kangrene dönüşen bu sorunun toplumda yaratmış olduğu beklentiler, demokratik bir barış için güçlü bir zemini ortaya çıkarmıştır. AKP, "akil insanlar raporunu beklediğini, buna göre bir yol haritası çizeceğini" ileri sürdü; ama bu sözleri hemen unuttu, Akil insanların sunduğu raporlar dikkate bile alınmadı ve ciddi bir adım atılmadı.
       Dört: Gezi ve Haziran halk direnişinde görüldüğü gibi, AKP ve oligarşinin "Kürt halkına demokrasi"-"Türkiye halkına baskı" ya da tersini sunması mümkün değildir. Baskı, şiddet, gericilik içseldir; Kürt halkına baskı, inkar, imha aynı zamanda Türkiye halkına baskıdır, şiddettir. Gezi ve Haziran direnişi bu gerçeği bir kez daha açığa çıkarmıştır; nitekim "doğu"da olmayan "demokrasi"nin Gezi ve Haziran halk direnişiyle "batı"da da olmadığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Emperyalizm ve tekelci sermayenin çıkarları temelinde "yeniden yapılanan" sömürü ve devlet biçimi, "demokrasi"yi değil, neo- liberal sömürü modeli üzerinden sömürge tipi faşizmi sürekli kılmıştır. İşçi ve emekçiye ekmek ve özgürlük vermeyen Kürt ulusuna ve tüm ezilenlere ulusal-demokratik haklar veremez. Bu süreç bunu bir kez daha açığa çıkarmıştır.
       Burada sorun şudur: daha özel yerden ifade edersek, AKP'nin, Kürt ulusunun özgürlük sorununda, son bir yılda oyalama taktiği sürpriz mi?
       Hayır, bizim için bu bir sürpriz değildir. Sömürgeciliğin kaynağı emperyalizm ve oligarşidir; emperyalizm ve oligarşinin, demokrasi adına, burjuva demokrasisi adına, bu temelde Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin etmesi adına sunacağı tek bir ciddi projesi yoktur. Emperyalizm siyasal gericilik eğilimidir; Türk burjuvazisinin sınıf olarak ortaya çıktığından bu yana, kendi içinde tekelleşip oligarşik karakter aldığından bu yana, yaklaşık 200 yıllık tarihinden bu yana demokratik hiç bir özelliği olmamıştır, tam tersine ırkçı, şövenist ve gericidir. AKP'nin emperyalizmin desteğini alarak ortaya attığı ve bu süreçte defalarca iflas eden "demokratik açılım" projesi bu anlamda koca bir yalandır; sözde "demokrasi paketleri" ise bu yalanın, oyalama ve gericiliğin öteki adıdır. Kısacası bu sınıf, yani emperyalizm ve oligarşi, her şeyden önce sınıfsal olarak "demokratik" değildir, demokrasinin en baş sorunlarından biri olan Kürt ulusunun özgürlük sorununu çözmekten uzaktır. Bununla birlikte, demokratik tek bir adımı ve geleneği olmayan, neo-liberalizm savunucusu, Dini bu sömürü modeli için kullanan AKP'nin de bu konuda tek bir ciddi politikası, projesi yoktur. 11 yıllık süreç de bunun ifadesidir.
       AKP, bu süreci "çözüm süreci" olarak tanımlamıştı; ama onun "çözüm"den anladığı Kürt halkının silahsızlandırılmasıydı. Ona göre, gerilla sınırlardan çekilip silahsızlanırsa çözüm kendiliğinden olur; eh eğer bu olursa üsten bazı "kırıntı" atılabilir. Nitekim tüm stratejinin özü budur. Ancak bu çözüm değil, çözümsüzlüktür. Kürt ulusu, onun örgütlü gücü, işçi ve emekçi sınıflar, Türkiye halkı için ise çözüm, eşit ve özgür birlikteliktir. Yer ile gök kadar uzak iki strateji; buradan çözüm değil çözümsüzlük çıkar.
       Bundan dolayı bizim için görüşmelerin biçimsel olmaktan öteye gitmemesi, sürecin tıkanması sürpriz değildir. Sürecin tıkanmasının da tek sorumlusu vardır: AKP ve devlettir.

       Rojava Devrimi: Yeni Bir Yol
       Son bir yılın en önemli kazanımı ise, Rojava Devrimi'nin artık somut bir olgu olmasıdır.
       Hemen ifade edelim, Rojava Devrimi demokratik bir devrimdir, ufku demokratik özerklikle sınırlıdır ve bu açıdan politik strateji bağlamında tartışmalıdır. Ama Rojava Devrimi sadece Kürt ulusu için değil, Ortadoğu halkları için de kazanımdır. Reel sosyalizmin çözülmesi ve yaşanan kapitalist restorasyon sonrası, son 30 yılda işçi ve emekçi sınıflara, ezilen halklara dayatılan neo-liberal sömürü ve zulüm saldırılarına verilen en ciddi yanıtlardan (Nepal Devrimi, bu dönemde önemli bir adım olarak ortaya çıktı ama kendi içinde çözülme yaşadı. 4. bunalım döneminde, bunun içine en son Gezi ve Haziran halk direnişi de ekleyerek ifade edelim, Metropollerde yükselen kitle hareketini, Ortadoğu'da yaşanan "Arap baharı" neo-liberal saldırılara karşı önemli bir çıkıştır. Bununla birlikte Kürt halkının son 30 yıldaki direnişi ve kazanımları önemli bir yerde durmaktadır) biridir.
       Rojava Devrimi birinci yılını tamamladı, ikinci yılına girdi ve 19 Temmuz kazanımları çok daha belirginleşti. Kürt halkı, iki yıl önce eşitlik ve özgürlük için alanlara çıktı; iki gerici gücün savaşının yaratmış olduğu çatlaklardan yaralanıp halka dayandı ve kendi kaderini eline aldı. Tüm Kürt parti ve çevreler birleşti, özyönetim organları inşa etti, eğitimden sağlığa, belediyeden silahlı savunmaya kadar her alanda örgütlendi. Esat ve İslamcı gerici güçlere karşı vatanını, kendi yurdunu korudu. Böylece yok sayılan bir halk, eşitlik ve özgürlük için ayağa kalktı, demokratik devrimini yaptı (devrim devam ediyor), sömürge zincirini kırdı ve Ortadoğu'da halklar için yeni bir model ortaya çıktı.
       Bir yanda Esat gericiliği, diğer yanda "Arap baharı"nı emperyalist işgal ve yayılma için kullanan emperyalist ittifak ve gerici güçler. Eşitlik, özgürlük için sokaklara dökülen Ortadoğu halkları, sadece sömürüye değil, aynı zamanda diktatörlüklere karşı isyan etti, bu kıvılcım yeni bir halk hareketi için yeni bir umut oldu. Ancak, yanan eşitlik ve özgürlük kıvılcımının her şeyden önce kendi varlıklarına yöneleceğini bilen emperyalistler işin içine girmekten, kendileri için bunu kullanmaktan kaçınmadı. Mısır örneğinde olduğu gibi, başlayan isyan hareketini önce kontrol etme, sonra ortaya çıkan dengelere bağlı kullanma eğilimi, Libya ve Suriye'de daha sıkı kontrole, buradan kendi pazarı ve çıkarları için kullanmaya yöneldi. Bundan dolayı, Suriye'de, önce eşitlik ve özgürlük için başlayan kitle hareketi, Rojava dışında, emperyalistler, bu arada onların işbirlikçisi Türkiye, Katar, S. Arabistan'ın devreye girmesiyle gerici bir yere devindi. İki yıl önce Suriye halklarının önüne ya Esat diktatörlüğü ya içinde Müslüman kardeşlerinde bulunduğu, emperyalist güçler ve Türkiye, Katar, S. Arabistan'ın elinin olduğu İslamcı gericiler bir seçenek olarak konmuştu. Hesap çok açıktı: iç ve asıl olarak da dış destekle Esat yıkılacak, Suriye emperyalist pazara açılacak, "bir iki haftada Şam'da namaz kılarız" hesabı yapan Türkiye de bundan kendince pay alacaktı. Hesaplar tutmadı: Türkiye ve AKP, yer yer ABD uyarılarına rağmen, futboldan bir terim kullanırsak, açık biçimde, hem de metrelerce ofsayta düştü.
       Burada bir parantez açmakta yarar vardır: Oligarşi ve AKP'nin dış politikası iflas etmiştir ve hem bu iflası örtmek, hem de dış siyaseti iç siyasette kullanıp kendi tabanını kemikleştirmek için her şey yapmaktadır. AKP, "sıfır sorun" siyaseti izleyeceğini açıklamıştı, ama gelinen yerde dış siyaset tam bir çıkmaz ve sorun yumağıdır. Esat'ın hemen yıkılacağı üzerine bir strateji kuran AKP, sadece Suriye'de duvara çarpmakla kalmadı; Mısır'da her türlü desteğini sunduğu Mursi iktidarı da çöktü. Ortadoğu'da sunni bir kesime dayanarak, bu sunni kesimin sözde "abisi" olmaya oynayan AKP, bu politikasıyla emperyalistlerle de çeşitli sıkıntılar yaşadı, yaşıyor. Çok daha kötüsü ve AKP'nin çizgisini ve özünü oluşturan takkiye siyaseti, Suriye'den Mısır'a "özgürlükçü" bir söylemle, bunu iç siyasete dönüştürmek istemesidir.
       Devam edelim; tüm bu hesaplar içinde halka dayanan, eşitlik ve özgürlüğü gerçek anlamda savunan ise Rojava halkı ve devrimi oldu. Rojava'da Kürt halkı kendi yolunda yürüdü; Esat ve İslamcı gericiler dışında üçüncü bir yol olarak özgücüne dayanarak kendi özgürlüğüne sahip çıktı, özyönetim organları oluşturdu.        Rojava, Ortadoğu'da stratejik bir yerde duran Kürt ülkesinin bir parçasıdır. Kürt ülkesi ve Rojava, Ortadoğu'ya açılan bir kapıdır; 4. bunalım döneminde çok daha nesnel zemini ortaya çıkan bölgesel devrimler için önemli bir yerde durmaktadır.
       Hiç şüphesiz, İmralı görüşmelerinin, hatta geri çekilme sürecinin, bu süreçte izlenen taktik politikaların Rojava Devrimiyle doğrudan bağı vardır. Bu bağı hem yurtsever hareket, hem de oligarşi çok iyi bilmektedir. Yurtsever hareketin bu devrimi güçlendirmek, sömürgeci oligarşinin de bu devrimi söndürmek istediği de bir gerçektir. Bu anlamda, bugün Rojava'da yaşananlar, özünde Rojava sınırları içinde yaşanmakla kalmıyor, emperyalist güçlerin, sömürgeci oligarşilerin eli, ayağı oraya kadar uzanıyor.
       Nitekim AKP ve oligarşi, bir yandan İmralı ile görüşme, sahte umut yaratma, çözümü sürece yayma, Kürt sorununu "terör" sorunu olarak görüp gündemden çıkarma taktikleri izlerken, diğer yandan, bizzat örgütlediği paralı-İslamcı çetelerle savaşı Rojava'ya taşımakta, İslamcı-gerici çeteleri Kürt halkının üzerine saldırtmaktadır. "Özgür Suriye Ordusu" denilen işbirlikçi gücün TC oligarşisi tarafından desteklendiği, internetlere düşen adreslerde merkez üssünün Hatay olduğu, Katar, S. Arabistan'ın da destek sunduğu bilinmektedir. El-Nusra çetesi'nin de desteklendiği belgelerle sabittir; dışişleri bakanı Davutoğlu'nun "dostumuz" dediği bilinmektedir. Bu öyle bir ilişki ki, ABD bile bundan rahatsızdır; son günlerde Hakan Fidan tartışmalarının özü de budur. Yani Rojava'da Kürt halkına yönelik katliam ve saldırıların arkasında oligarşi ve AKP vardır.
       Rojava'da Kürt halkına baskı, sadece çetelerin yürütmüş olduğu savaş ve oligarşi ve AKP'nin özel savaş yöntemleriyle sınırlı değildir. Bununla kopmaz biçimde, yine arkasında AKP ve oligarşinin olduğu, KDP üzerinden de kuşatma devam ediyor. KDP, suni biçimde sömürgeciler tarafından çizilen sınırda bu kuşatmaya katılıyor, Rojava halkına yönelik yardım çabalarına kapısını kapatıyor, kendine bağlı ve etkisiz grupların güçlenmesi için çalışıyor, dahası en son Salih Müslim örneğinde olduğu gibi, Rojava halkının iradesini kırmaya çalışıyor. TC oligarşisi suni sınırlarda duvarlar örüyor; KDP oligarşinin baskısıyla Kürt ulusal kongresinin toplanmasını engelliyor, Rojava'ya el uzatmadığı gibi, Rojava'nın tecridinde rol oynuyor.
       Tüm bunlara bağlı olarak, Rojava' yı savunmak, sadece Kürt halkı için değil, Türkiye halkı başta olmak üzere, tüm Ortadoğu halkları için zorunludur, enternasyonal bir görevdir. Rojava özgün bir devrimdir; ufku demokratik özerklikle sınırlıdır, ama halkların özgücüyle kendi özyönetimini kuran, eşitlik ve özgürlüğü eksen alan bir devrimdir. Bir karış bile olsa özgür Kürdistan sadece Kürtler için değil, Ortadoğu'daki tüm halklar için kazanımdır. Bu anlamda Rojava' yı savunmak, devrim ve sosyalizmi savunmaktır, halkların eşitliği ve özgürlüğünü savunmaktır.

       Demokrasi Ve Devrim İçin Kürt Halkı Stratejik Ortaktır
       Hem Gezi ve Haziran halk direnişi, hem de Kürt ulusunun özgürlük mücadelesinin geldiği aşama, bir kez daha, Türkiye halkı ile Kürdistan halkının ilişkisini, bunun güncel süreçlerde aldığı biçimi öne çıkarmıştır. Bu aynı zamanda sol ve devrimci hareket için ayrışma, belirli eksenlerde yeniden saflaşma sürecidir.
Ama sorunu güncel biçimde ele almadan önce, stratejik arka planına yönelik bir özet yapmakta, özetle birkaç noktayı ifade etmekte yarar vardır. Çünkü, bu arka plan ya da stratejik yaklaşımlar anlaşılmazsa, stratejik yaklaşım ile güncel siyaset arasında diyalektik bağ kurulamazsa, sol ve devrimci harekette çeşitli biçimlerde ortaya çıkan tutarsızlıkları anlamak mümkün olmaz. Ayrıca bilinmelidir; güncel siyasal süreç ve politik tutumlar, özünde stratejik yaklaşımların yeniden ve yeniden almış olduğu biçimdir, güncel süreç ve politik tutumlar özünde stratejiyi içerir. Başka biçimde ifade edersek, güncel süreç ve politik tutum, stratejik yönelimden ayrı, ondan bağımsız, ondan kopuk değildir, stratejik yönelim bir dizi güncel süreçler ve politik tutumları doğrudan kesen ana çizgidir. Güncel süreç ve politik tutum stratejik yaklaşımı içinde taşır; stratejik yaklaşım güncel süreç ve politik tutumlarda biçim alır, onun görünümüdür.
       Bir: Türkiye, bir yandan Ortadoğu'ya diğer yandan Avrupa ve Avrasya'ya açılan, kapitalizmin orta düzeyde geliştiği yeni sömürge bir ülkedir. Sadece bu jeo-politik önemden değil, aynı zamanda kapitalizmin gelişme düzeyi, işçi sınıfının nicel ve nitel konumu Türkiye devrimini önemli bir devrimci merkez konumuna yükseltmektedir. Türkiye devrime gebedir, yeni sömürge bu ülkede emperyalist-kapitalist sistemin zincirinin kırılması, bugün, emperyalizmin 4. bunalım döneminde tıpkı Ekim Devrimin oynadığı rol gibi, önemli bir rol oynar. Türkiye devrimi bu potansiyele sahiptir.
       Bu aynı zamanda, tek ülke devrimlerinin bölgesel devrimlere, bölgesel devrimlerin dünya devrimlerine ulaşmasında, Türkiye devrimini öncü konumuna yükseltir, ülke ve bölgesel dinamiklerin işaret ettiği yer budur.
       İki: Kürdistan, Ortadoğu'da stratejik bir yerde durur; bu jeo-politik konum Kürdistan'ı sadece Türkiye'ye değil, İran, Irak, Suriye ve tüm Ortadoğu'ya açar, tüm Ortadoğu halklarıyla komşu yapar, onlarla bir dizi bağ kurar. Bununla birlikte, Kürt özgürlük mücadelesi, örneğin reel sosyalizmin çözülmesi ve sosyalizmin yaşadığı yenilgiye rağmen, böylesi önemli bir süreçte büyüdü, önemli kazanımlar elde etti. Eski devletlerarası sömürge statüsü, iki parçada, Rojava ve güneyde parçalandı, emperyalistler ve sömürgeci güçler tarafından çizilen suni sınırlar giderek anlamını yitirdi, Ortadoğu devrimi ve halkların özgürlüğü için, bu tarihsel süreç Kürt halkını ve örgütlü gücünü öne çıkardı.
       Üç: Türkiye ve Kürdistan iki ayrı, komşu ülkedir; Kürt ve Türk ulusu iki ayrı ama komşu ulustur. Türkiye halkı, sadece Türk ulusundan oluşmaz, içinde Kürtlerinde olduğu çeşitli halklardan oluşur. Aynı biçimde, Kürdistan halkı da sadece Kürt ulusundan oluşmaz, içinde Türklerinde olduğu, çeşitli halklardan oluşur. İki ülke ve iki halk, hem iç sömürgecilik ilişkisi, hem kapitalizmin gelişme düzeyi, hem de tarihsel-sosyal-siyasal olgulara bağlı olarak birbirine bir zincirin iki halkası gibi bağlandı. Bu anlamda Türkiye devrimi Kürdistan devrimini, tersinden Kürdistan devrimi Türkiye devrimini doğrudan etkiledi, etkilemektedir.
       Bu anlamda, hem halkların özgürlük mücadelesi, hem de iki ülke devrimi için, ortak mücadele zorunludur. İşçi sınıfı ve halkların kendi öz örgütlerini inşa etmesi, özgürlük ve devrim için öncü rol oynaması zorunludur, doğaldır. Ama bununla birlikte, eşit ve özgür ilişki temelinde mücadeleyi ortaklaştırmak da zorunludur. Bu açıdan, iki ülke iki devrim; ama ortak mücadele - işte stratejik ve doğru anlayış budur.
       Dört: Türkiye devrimci hareketi, artık önemli ölçüde, Kürt ulusu ve ülkesi için daha doğru bir yerde durmaktadır. Kürtler ulus mu değil mi, Kürtlerin yaşadığı coğrafya ayrı bir ülke mi değil mi; bu tip tartışma ve tezler eskimiştir, artık tarihin çok ama çok gerisinde kalmıştır. Yine bu temelde, 1970 sonrasına ait olan ve sol ve devrimci harekette egemen eğilim olan, Misak-ı Millici, ulusalcı bakış açısı, Türkiye devriminin ya da işçi sınıfının Kürt ulusuna özgürlük vereceği, "önce devrim sonra Kürt halkı için referandum yaparız" anlayışları, bu temelde "büyük abi-küçük kardeş" ilişkisi bugün bir anlam ifade etmiyor. Her şeye rağmen sol ve devrimci hareket içinde bunları savunan yok mu? Elbette var, ama hem reel sosyalizm deneylerinin sonuçları hem de iki ülke-iki devrim gerçeği ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin geldiği yer, özünde o günlerde de doğru olmayan bu tezleri tarihin gerisine atmıştır. Dogmatik ve ulusal sol çizgileri içeren bu eski tezlerin kaynağı ise, işçi sınıfının öncü rolünü kavramayan, demokratik devrim ile sosyalizm arasına mesafe koyan, bunlarla birlikte Kemalizm'e soldan takviye olan ya da yoğun etkisinde olan bir anlayıştır.
       Beş: Türkiye devrimci hareketi, ta ilk adımların atıldığı 1920'li yıllardan bu yana, Kemalizm'in yoğun etkisi altındadır. Bu etki, TKP somutunda, Kemalizm'e bel bağlamak, Kemalizm üzerinden demokrasiyi kazanmak biçiminde ortaya çıkmış, hatta Mustafa Suphi olayına rağmen, Kemalizm'e sınırsız destek sunulmakta kalmamış, 1925-40 Kürt ayaklanmaları ve katliamları karşısında, resmi ideolojinin, Kemalizm'in tezleri savunulmuş, Kürt isyanlarının arkasında "emperyalizm ve feodal gericilik" aranmıştır. Kürt ulusunun özgürlük sorunu ile Kemalizm arasındaki bu bağ, Türkiye devrimi için utanılası bir tablo ortaya çıkarmıştır.
       Kemalizm'in bu etkisi 1960 ve sonrası da devam etmiştir. Türkiye tarihini, örneğin D. Avcıoğlu'nun "Türkiye'nin Düzeni"nden öğrenen sol ve devrimci hareket, belki bu sol Kemalist kesimlerin cuntacı hamlelerine mesafeli oldu ama ideolojik etkisini kırdığı söylenemez. 71 devrimci hareketine de zemin olan ve TİP ve YÖN'de ifadesini bulan, bunu MDD tezleriyle savunan anlayış özünde budur. 71 silahlı devrimci hareketi, bu zeminden kopuşu ifade ediyor. İ. Kaypakkaya'nın Kemalizm eleştirisi ve değerlendirmesi, önemli ölçüde Şrunov'un "Türkiye Proletaryası" kitapçığında ifade edilen değerlendirmelerle birebir, bir kavram dışında (Şrunov, Kemalizm için "diktatörlük" kavramını kullanırken, İ. Kaypakkaya 1928 Kominternin anlayışına da paralel "faşizm" diyor) aynı olsa da çok önemli bir kopuş ifade eder. Aynı biçimde, Mahir Çayan ve öncü yoldaşlarımızın, "sol cuntacılığa" karşı savaşma iradesi koymaları, bu dönemde TİP ve YÖN'ün etkisiyle ifade edilen yanlış Kemalizm tanımlamalarına rağmen politik bir kopuştur. Yine Denizlerin de politik savaşımı "ikinci milli kurtuluş" tezlerine rağmen Kemalizm'den politik kopuş olarak değerlendirmek mümkündür.
       Bu etki çeşitli biçimlerde devam etti. Ancak, en çok da Kürt özgürlük talepleri ve savaşının yükselmesi, bu etkiyi sınırladı. Ama Kemalizm ile Kürt halkının özgürlük mücadelesi arasındaki çelişkiler sol ve devrimci harekete şu ya da bu biçimde yön verdi. Kürt özgürlük savaşı yükseldikçe, Kemalizm'i etkisi azaldı; ancak oligarşi de hiç boş durmadı, örneğin 28 Şubat gibi hamleler yaptı, Kemalizm yeniden parlatıldı, bu karşı devrimci operasyonlar sol ve devrimci hareketi etkiledi. Bu süreç bir hayli karmaşıktır ve bir dizi etki-tepkiyle bugüne ulaşmıştır. Bugün, bu etki 1960-70 dönemleriyle kıyaslarsak bir hayli geridedir, ama güncel süreç ve politik tutumlarda, ulusal sol ve bazı melez hareketleri şu ya da bu biçimde etkilemektedir.
       Bu stratejik yaklaşım ve bazı sonuçları ifade ederek güncele dönersek, iki olgu, iki direniş odağı bugün üst üste düşüp, güncel süreç ve politik tutumlara rengini veriyor. Bunlardan birincisi Gezi ve Haziran halk direnişidir. Sol ve devrimci hareket, başka eksenlerin yanı sıra Gezi ve Haziran halk direnişinin etrafında yeniden saflaşmaktadır. İkincisi ise, Kürt halkının mücadelesi ve onunla ilişkilerdir, bu süreçte yeniden biçimlenen politik tutumlardır. Bu iki dinamik, bu iki dinamikte temsil edilen Türkiye ve Kürdistan halklarının mücadelesi, doğru ve enternasyonal bir çizgide ele alınmazsa, devrim ve sosyalizm mücadelesinin önüne ulusal ve dar anlayışların çıkacağı açıktır.
       Gezi ve haziran halk direnişi, odağına AKP hatta T. Erdoğan'ı aldı; ama asıl zemin ve talepler demokrasi, özgürlük, adalettir. Peki, Kürt ulusu ve tüm ezilenlerin talepleri nedir? Eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasidir. Gezi ve Haziran halk direnişinin talepleriyle Kürt ulusunun talepleri ayrı mı aynı mı? Hayır, ayrı değil, aynıdır. Peki, Gezi ve Haziran halk direnişine katılan politik güçlerin tümü, örneğin Kürt ulusunun özgürlüğünde sorumlu bir yerde mi duruyor? Hayır, durmuyor; hatta CHP, İP gibi politik güçler tümden karşı tarafta duruyor. Peki, Kürt halkı eşitlik, özgürlük, demokrasi için uzun yıllar kavga ediyor, bedel ödüyor mu? Evet, ediyor, bedel ödüyor, hatta bu kavgada, Türkiye sol ve devrimci hareketinin yaşadığı krize bağlı olarak, bu kavganın asıl motor gücü oluyor. Demokrasi mücadelesinde burjuvazi öncülük yapabilir mi? Hayır, yapamaz; burjuvazinin demokrasi için öncü olduğu tarihsel dönem çoktan, 100 yılı aşkın zaman öncesi kapandı. Türk burjuvazisi ilk doğuştan bugüne demokrasi savaşımı verdi mi? Hayır, vermedi, tam tersine o ilk doğuşundan bu yana demokrasiye düşmandır, kendinden zayıf ulus ve halklara karşı düşmanlıkla (Kürtlere, Ermenilere, Rumlara vb) büyüdü, şovenist ve ırkçıdır. Demokrasi mücadelesi, bugün, hatta emperyalist çağda kimlerin, hangi sınıfların omuzlarındadır? İşçilerin, emekçilerin, ezilen halk ve toplumsal kesimlerin. Bu coğrafyada demokrasi ve özgürlük kavgasında kim bedel ödedi, kimler, hangi sınıfların omuzlarında yükselecektir? Türkiye ve Kürdistan sol ve devrimci güçleri, işçi ve emekçiler, Kürt ulusu ve tüm ezilenler bedel ödedi, demokrasi ve özgürlük kavgasını bunlar sürdürdü, bundan sonrada bunların omuzlarında yükselecektir. Bu temelde başka sorularda sormak mümkündür, ama tüm soruların yanıtlar şudur; demokrasi ve özgürlük mücadelesi, burjuvazi ve onun çeşitli partilerinin (AKP, CHP, MHP vb) değil, işçi ve emekçi sınıfların, Aleviler ve farklı inanç sahiplerinin, Kürt ulusu ve tüm ezilenlerin omuzlarındadır.
       Bu ana belirlemeyi yaptıktan sonra devam edelim. Gezi ve Haziran halk direnişinde kendine "Kemalist" olarak tanımlayan toplumsal ve siyasal kesimler şu ya da bu biçimde yer aldığı gibi, özellikle "ulusal sol" bir çizgide ama farklı tonlarda bugün kendini var eden sol ve devrimci kesimler de yer almıştır. AKP karşıtlığı üzerinden CHP, İP gibi karşı devrimci kesimler açık Kemalist kesimlerdir, bunlar demokrasi ve özgürlük için değil, AKP düşmanlığı, T. Erdoğan düşmanlığı için alanlarda şu ya da bu biçimde yerini aldı. Sol ve devrimci hareketin bir parçası olan TKP, ÖDP, Halkevleri, Halk Cephesi gibi kesimler ise Kemalizm ile sorunlu bağlar kuran kesimlerdir. Nitekim bu kesimler hem Gezi ve Haziran halk direnişi sürecinde (ki bu süreç, zayıflasa da devam etmektedir), hem de yine AKP karşıtlığı üzerinden, yer yer birlikte hareket ettikleri açıktır. CHP ve İP karşı devrimci partilerdir; bunların işi "Cumhuriyeti ve Atatürk'ü savunmak"tır, bunların ideolojik- politik zemini Kemalizm'dir. Bunlar Kürt ulusuna düşmandır, Kürt ulusunun özgürlüğünü savunmazlar, tam tersine karşı cephede yer alırlar. Ama yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Kemalizm'in "kapsama alanı", etki sınırı bunlarla sınırlı değildir, Kemalist etki TKP'yi içine alıyor, ÖDP, Halkevleri, Halk Cephesini farkı biçimlerde etkiliyor. Burada, devrimci siyaset açısından tümünü bir torbaya koymak doğru değildir. CHP ve İP dışta tutarsak, diğer ulusal sol kesimler arasında ton farkı vardır, tümünün ortak özelliği Kemalizm'in etkisi, Kürt halkından ve özgürlük hareketinden uzak olmak, demokratik devrim ile sosyalizm arasına mesafe koymak ve demokratizmdir.
       Ama burada şu ana belirlemeyi yapmakta yarar vardır: Kemalizm burjuva ideolojisidir, Türk burjuvazisinin resmi ideolojisidir; politik açıdan, 1920'li yıllarda "kendi pazarına sahip çıkmak" için göstermiş olduğu sınırlı anti- emperyalizmi ise geride (siz bunu anti-Yunan okuyun, Yunanistan İngiltere'nin denetimindedir ve savaş Yunanlılara karşı verilmiştir; İngiltere, İtalya, Fransa ise yapılan anlaşmalarla geri çekilmiştir) kalmıştır, gericidir, ırkçıdır ve Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerine kapalıdır, karşıdır. Bu anlamda, Kemalizm ile Kürt ulusunun özgürlüğü karşıt yerde durur.
       Diğer yandan, Gezi ve Haziran halk direnişi, aynı zamanda Kürt özgürlük hareketi içinde sınav oldu. Kürt özgürlük hareketinin, Gezi ve Haziran halk direnişi sürecinden iki ayrı tutum içinde olduğu, doğal olarak kendi içinde de bir tartışma yaşadığı biliniyor. Gezi ve Haziran halk direnişine mesafe koyan eğilimin milliyetçi bir eğilim içinde olduğu, buna karşı halkçı ve sosyalist eğilimin ise bunu eleştirdiği, Gezi direnişinin talepleriyle Kürt ulusunun taleplerin aynı olduğu, birlikte mücadele edilmesi gerektiği üzerine kıymetli değerlendirmeler vardır.
       Ama şu nesnel bir olgudur; bugün Gezi direnişi ve talepleriyle, Kürt halkının özgürlük talepleri daha güçlü iç içedir; Kürt hareketinde ortaya çıkan "sürece zarar verir" diyerek AKP'ye yakınlaşma eğilimi yada tersinden Kürt halkına mesafe koyan eğilimler çok anlamlı değildir.
       Tüm bunlara bağlı olarak, hem demokrasi ve özgürlük mücadelesinde, hem de devrim ve sosyalizm mücadelesinde Kürt halkı ve onun öncü politik güçleri stratejik ittifaktır. Halkların kardeşliği ve birlikte mücadelesi, sadece demokrasi mücadelesi için değil, devrim mücadelesi için de stratejik önemdedir. Bu anlamda, devrimci sosyalizm yönünü Kemalizm'e değil, Kürt halkına döner. Kemalizm burjuva ideolojisidir, demokratik hiç bir özelliği yoktur, gerici ve ırkçıdır. Bu açıdan hem demokrasi mücadelesinde hem de devrim mücadelesinde stratejik düzeyde devrimci sosyalizmin ittifakı olmaz; olsa olsa, bazı taktik süreçlerde, örneğin AKP'ye karşı mücadelede dikkate alınması gereken politik güç olabilir.
       Peki, bu stratejik boyutları olan ittifak ilişkisi güncel süreçlerde nasıl biçim alır?
       Bu sorunun tek bir yanıtı yoktur; her süreçte kendine özgü dinamiklerle yeniden ve yeniden biçim alacağı açıktır. Nitekim 1960-70 sürecinde Türkiye merkezli, sol ve devrimci hareketin merkezde olduğu, buradan Kürt halkına uzanan bir ilişki söz konusuyken, 1970 ve sonrası Kürt özgürlük sorunun giderek daha güncelleştiği ve "ayrı örgütlenme" adımlarının atıldığı bilinmektedir. 12 Eylül açık faşizmi, sadece Türkiye sol ve devrimci hareketi için değil, Kürdistan sol ve devrimci hareketi için de yenilgi oldu. Ama bu yenilgiden yurtsever hareket başarıyla çıktı, 84 devrimci atılımı yeni bir yol açtı. Türkiye sol ve devrimci hareketinin yenilgisinin "kimlik bunalımına" kadar uzanması, bunun üzerinden sosyalizmin dünya ölçeğinde geriye düşüşü, yenilgiyi derinleştirdi. Ama bu süreçte, Kürt özgürlük mücadelesi yükseldi. Böylece, devrimci merkez Türkiye'den Kürdistan'a kaydı. Tüm bu süreçlerde ise, stratejik ittifak farklı farklı biçimler aldı. Bazen cezaevlerinde ortak direnişte bu somutlandı, bazen sınırlı ittifak ilişkisinde.
       Bu süreçlerde, özellikle 1993 ve sonrası yurtsever hareket "barış" politikasına bağlı olarak yer yer yönünü oligarşiye döndü. Sol ve devrimci hareketin Kürt halkına ve onun örgütlü gücüne yönünü dönmesi, yurtsever hareketin sol ve devrimci harekete yönünü dönmesi, her iki tarafın "ulusalcı" anlayışlarının kırılması ve enternasyonal birliğin somutlanması için önemliydi; ama burada bir dizi sorun alanının da oluştuğu bir gerçektir. Burada bunların ayrıntılarına girmek, bu yazımız kapsamında çok da anlamlı değildir.
       Devrimci siyaset somut yapılır. Bugün, hem sol ve devrimci hareket içinde hem de Kürt yurtsever hareket içinde bu doğru ilişkiyi kuramayan kesimlerin olduğu açıktır. Ancak, buna rağmen, yukarıda da ifade ettik, hem Gezi direnişi, hem de uzun süredir, ortak mücadele eğilimlerin güçlendiği de gözlenmektedir. Bu ortak mücadele eğilimi, farklılığı ortadan kaldırmadığı gibi, iki ülke-iki devrim gerçeğini de ortadan kaldırmıyor. Tam tersine bu gerçeğe bağlı olarak, ortak mücadele eğilimi yeni biçimler alıyor. Bu biçimler hangi mekanizmalarla, nasıl bir örgütle somut biçim alır? Son derece önemli ve somut soru budur; bu sorunun yanıtı, somut taktik ittifakın da biçimini belirlemektedir. Örneğin seçimler gibi taktik süreçlerde yapılan geçici ittifak, daha kapsamlı ve kalıcı bir ittifak ilişkisine dönüşebilir mi, bu konuda somut adım ve gelişmeler nelerdir? Tüm bu ve benzere sorular devrimci sosyalizmin gündemindedir.
       Tüm bunları ayrıştırarak toparlayalım:
       a) Kemalizm Türk burjuvazisin ideoloji olarak doğmuştur ve 1920'lerin "ulusal pazara sahip çıkma" refleksi de tümden aşılmıştır. Kemalizm, ırkçı, gerici ve şovenistir; ittifak siyasetimiz içinde değildir. CHP ve İP Kemalizm'in politik temsilcileri olarak karşı devrimcidir.
       b) Kemalizm'e soldan biçimler verme girişimleri de bugüne ait değildir; Kadro hareketi, Yön ve Devrim dergisi bu yönde rol oynamıştır, bugün sosyalizmle Kemalizm'i birleştirme eğilimleri de asıl buradan kaynaklanır. Bu aynı zamanda Kemalizm için bir örtü, yanılsama yaratır.
       c) Kemalizm'in etkisi altında sol ve devrimci kesimler vardır. Kemalizm'e anti-emperyalizm rolü veren, onu ittifak içinde gören, "ulusal sosyalizm"in çeşitli tonlarına sahip sol ve devrimci hareket ile Kemalistler aynı yerde değildir. Bu sol ve devrimci kesimler, demokrasi ve devrim kavgasında, devrimci sosyalizmin ittifak siyaseti içindedir. Somut şartlara bağlı, bu güçlerle, bugünkü haliyle, çeşitli ittifaklar kurulabilir, yan yana gelinebilir.
       d) Kürt halkı ve onun öncü güçleri ise, devrim ve demokrasi mücadelesinde stratejik ittifaktır. Hem stratejik hem de taktik süreçlerde çeşitli biçimlerde yan yana gelmek, buradan ortak bir mücadele örgütlemek zorunludur.
       Biz, stratejik bir yerde durarak güncel süreçleri ele alırız. Daha önemlisi, kendi çizgimizde, kendi yolumuzda yürürüz. Bizim için, kendi bağımsız çizgimiz ve duruşumuz son derece önemlidir; bu bizim varlık koşullarımızdan biridir. Bizim için "demokrasi" mücadelesi ayrı "devrim" mücadelesi" ayrı değildir; bunlar bir bütünün iki parçasıdır. Gerçek demokrasi, halk için demokrasi, işçi ve emekçi sınıflara, tüm ezilenlere dayanır, onların söz, yetki ve karar sahibi olmasını içerir. Demokratik taleplerin bir kısmı devrim öncesinde, bir kısmı devrim anında, bir kısmı da devrim sonrasında kazanılır; ama tümünün güvencesi halk için demokrasidir. Bu anlamda, devrimden kopuk ve ondan uzak bir demokrasi bizim için söz konusu değildir. Bu kavga uzun sürelidir, bir dizi aşamalardan gerecektir.
       Bu süreçte, politik tutumlar da çeşitli biçimler alacaktır. Sol ve devrimci harekette yer yer görülen bir süreçteki politik tutumu "ilke" adı altında her süreç için savunmak ilkelliği sadece devrimci politika için değil, sorunları açıklamaktan da uzak olduğu için anlamlı değildir. Biz samimi anti-emperyalistleri, samimi Müslümanları da demokrasi kavgasında, ilkel ve kaba bir mantıkla dışta tutmayız; ama bununla birlikte sınıfsal ve politik değerlendirmelerle kimlerin demokrasi kavgasında yerini alacağını da açıkça ilan ederiz.
       Kürt ulusunun özgürlük sorunu aynı zamanda sol ve devrimci hareket için ayrışma ve saflaşma sorunudur. Bu sorun karşısında da duruşumuz, politikamız nettir. Ne sonradan keşfedilen "Kürt severlik" ne de "ulusalcı" eğilimlerle Kürt halkına uzaklık; biz kendi yolumuzda yürürüz, bu yürüyüşte Kürt halkı ve onun öncü güçleriyle yan yana oluruz.
       Bu yürüyüşte eleştiri ve birlik; işte bu stratejik ve taktik yönelimlerde devrimci sosyalizmin ittifak ve birlik politikasının iki ana ekseni budur.

KASIM 1913

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL