Kürt
ulusunun özgürlük sorunu yeni boyutlar kazanarak
derinleşiyor. Kürt ulusal kimliği başta olmak
üzere Kürt ulusunun tüm ulusal- demokratik haklarının
inkarı, zorla bastırma ve imhası üzerinde kurulan
sömürgecilik artık dikiş tutmuyor. Örgütlü bir
halk, Kürt halkı kendi özgürlük kavgasını yürütüyor.
100 yıllık bu sorunu yaratan emperyalizm ve Türk
burjuvazisidir; Kürt ulusu ve Kürt coğrafyası
kendi iradesi dışında parçalanmış, tüm ulusal-demokratik
hakları yok sayılmıştır. Kürt ulusunun özgürlük
sorunu, demokratik sorunların en başında yerini
alıyor; demokrasi mücadelesinde stratejik bir
yerde duruyor. Yürütülen sömürge savaşı, buna
karşı direniş ise, özellikle Türkiye'de devrimci
halk muhalefetinin zayıf olmasından kaynaklı,
adeta demokrasinin tüm sorunlarını kilitliyor.
Bu anlamda, Kürt ulusunun özgürlüğü sadece stratejik
olmakla kalmıyor, aynı zamanda güncel süreçlerde
öne çıkan bir sorun oluyor; bu sorun çeşitli boyutlarıyla
derinleşerek devam ediyor.
Bundan
dolayı, yer yer gündemden uzaklaşmış gibi görünse
de, (örneğin Gezi ve Haziran halk direnişi sürecinde
durum biraz budur) Kürt ulusunun özgürlüğü sorunu
sürekli gündemde yerini alıyor. Tek bir gün yok
ki, Kürt özgürlük sorunu kaynaklı sorunlar şu
ya da bu biçimde gündemde yerini almasın; bu doğaldır.
Neo-liberal
ideolojik saldırıların bir parçası olarak, sol
ve devrimci hareketin Kürt ulusunun özgürlüğü
sorununda etki gücü olmayan, olsa olsa "işleri
zorlaştıran, yokuşa süren", mümkünse hiç
dikkate alınmaması gereken bir unsur olarak ele
alan anlayış ise tam bir sahtekarlık ve halk düşmanlığıdır.
Yaratılan algı ve yanılsama, sol ve devrimci hareketin
bu soruna yabancı olduğu, tüm tarihinde bu sorunu
ele almadığıdır. Sol ve devrimci hareketin kendi
içinde bir dizi zaaflı yanlarına rağmen, sanılanın
ötesinde, Kürt özgürlük sorununu ana sorunlardan
biri olarak ele aldığı; özellikle 1970 ve sonrası
çeşitli biçimlerde gündemi olduğu bilinmektedir.
Devrimci
sosyalizm, demokrasinin bu ana sorununda, Türkiye
devrimci hareketi içinde doğru ve ciddi yaklaşıma
sahip politik akım ve öznedir. Kendi içinde bütünsel
bir çizgisi olan devrimci sosyalizmin, her konuda
olduğu gibi, Kürt ulusunun özgürlüğü sorununda
da sözü vardır; her adımda sözümüz yeniden ve
yeniden biçim alacaktır. Dün söylediğimiz sözlerimizi
bugün de devam ettiriyoruz, yarın da sözümüzü
söylemeye devam edeceğiz.
Gelinen Yer: Tıkanma
Daha
önce çeşitli yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere,
artık Kürt coğrafyasında devletlerarası sömürgecilik
çöktü. Daha önce Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla iki
parçaya bölünen Kürt ülkesi, 1924 Lozan anlaşmasıyla
(TC'nin bugünkü sınırı, daha önce ilan edilen
Misak-ı Milli'den farklıdır, daha dar bir alanı
kapsar. 1920'de Ermenistan ve Sovyetler Birliği
ile yapılan iki anlaşmayla, Batı Trakya sınırı
Lozan ile belirlenmiş ve 1926 yılında Yunanistan
ile yapılan protokol ile netleşmiştir. İran sınırı
Kasr-ı Şirin Anlaşmasıyla çizildi; Suriye sınırı
20 Ekim 1921'de Fransızlarla yapılan Ankara Anlaşmasıyla;
İngiltere'nin sömürgesi altında olan Irak'la ise,
Lozan Anlaşmasıyla çizildi. Lozan Anlaşmasında
en çok Musul sorunu tartışıldı ve bu sorun asıl
olarak 1926 yılında İngiltere ile yapılan anlaşmaya
bağlı olarak resmileşti. Bu ayrıntılara rağmen
1924 Lozan Anlaşması Kürdistan'ın parçalanmasında
önemlidir ve simgesel bir değeri vardır) dört
parçaya bölündü. Bölünme devletlerarası sömürgecilikte
bir başlangıcı ifade ediyor; bunun üzerinden işgal
ve asimilasyon, tüm ulusal-demokratik hakların
reddi sömürgeciliği oluşturuyor. Ancak bu statü
artık önemli ölçüde geride kalıyor. 1990 sonrası
emperyalist saldırının Ortadoğu'ya uzanması, 1.
Paylaşım Savaşı sonrası oluşan paylaşım ve statülerin
yıkılmasına yol açtı. Güney Kürt coğrafyası, bu
alt-üst oluşta, emperyalistlere dayanarak federatif
bir yapıya kavuştu; bu devletlerarası sömürgeciliğin
çözülmesinde ilk adım oldu. İkinci adım ise Rojava'da
yaşandı. Rojava Devrimi, hiç bir emperyalist güce
dayanmadan ortaya çıktı ve son iki yılda yeni
bir model oluşturdu. Kürt coğrafyasının iki parçasında,
Rojava ve Güney'de Kürt halkı kendi kaderini eline
aldı, yeni bir toplumun inşasına başladı. Kürt
coğrafyasının en geniş alanı, hem nüfus hem de
coğrafi olarak TC oligarşisinin sömürgesi altındadır;
ancak 30 (hatta 40) yıllık özgürlük mücadelesi,
bu sömürgeciliği her yerinden aşındırdı, bu haklı
ve meşru kavga Kürt ulusuna yeni bir biçim verdi,
örgütlü bir halkı inşa etti. Bu açıdan, artık
klasik sömürgecilik tutmuyor, inkar ve imha çözüm
olmaktan çıkmıştır; ancak Kürt özgürlük mücadelesi
Kürt ulusu için de yeni bir statü yaratmış değildir.
Bu açıdan bir tür "ara aşama"dan söz
edilebilir.
Bu
"ara aşama" bugün ortaya çıkmadı, son
5-6 yılı, oligarşinin şiddetle sorunu çözemeyeceğini
kavraması ve "demokratik açılım" söylemini
benimsemesinden bu yana olan süreci kapsıyor.
Bu "ara aşama" birçok unsuru, kendi
içinde, görüşme, bazı kırıntılarla Kürt halkını
teslim alma, oyalama, savaş, geri çekilme gibi
bir dizi unsuru içeriyor.
Nihayet,
en son uluslararası ve bölgesel gelişmelerin yanı
sıra, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin ulaştığı
evreye bağlı olarak ortaya çıkan tablo yeni bir
sürecin zemini oldu. A. Öcalan'ın başlatmış olduğu,
adı sık sık "İmralı süreci", ya da "yeni
süreç" olarak da tanımlanan yeni görüşme
süreci ise son bir yılı içeriyor. Bu süreç bir
anlamda "Oslo süreci"nin devamıdır,
ama bir anlamda da "Oslo süreci"nden
farklıdır. "Oslo süreci" oligarşik devletin
yurtsever hareketle yapmış olduğu doğrudan görüşmedir;
bu görüşmede üçüncü bir güç, bir ülke de vardır.
İmralı sürecinde ise, üçüncü bir güç dışta tutuldu
ve asıl görüşme A. Öcalan üzerinden yürütüldü,
yürütülüyor. Bu süreç "Türk tipi" olarak
da ifade ediliyor ve kendi içinde bir dizi zaaflı
yanları içeriyor. Ancak böylede olsa, Kürt ulusunun
özgürlük sorununun demokratik çözümünde bu görüşmeler
bir kazanımdır. Bu sürecin asıl politik öznesi
ise A. Öcalan'dır; A. Öcalan ve Kürt yurtsever
hareketinin omuzlarında gelişen bu sürecin geldiği
yer ise gerginlik ve tıkanma olarak ortaya çıkıyor.
Bu
satırların yazıldığı günlerde, bu sürecin esasta
bittiği görülüyor, KCK'nin bu yöndeki çeşitli
açıklamaları da bunun ifadesi olarak ortaya çıkıyor.
Ama hala tümden kopuş söz konusu değildir. Devletin
ve AKP'nin değil, asıl olarak A. Öcalan'ın çabasıyla
pamuk ipliğine bağlı biçim alan bu sürecin ciddi
yaralar aldığı gözlenmektedir. Bu süreç nereye
devinir? A. Öcalan'ın işaret ettiği "derinlikli
müzakere"ye mi yoksa yeni bir gerginlik ve
çatışma ortamına mı? Bunun yanıtını net vermek
mümkün değil; ancak AKP'nin oyalama taktiğinde
ısrar ettiği, bunu da hem yurtsever hareketin
hem de kamuoyunun bildiği söylenebilir. Hala "demokratik
açılım" ya da "demokrasi paketi"
söylemine yer yer başvuran AKP'nin ortada ciddi
bir projesi yoktur.
Buradan
dönüp son bir yıla baktığımızda, "yaşanan
nedir" sorusu önem kazanmaktadır. Bunları
bazı ana başlıklarla ifade etmekte yarar vardır.
Bir:
A. Öcalan, Oslo sürecinin kesilmesi ve AKP önderliğinde
oligarşinin Kürt özgürlük hareketine, Kürt halkına
yönelik kapsamlı saldırıları karşısında yeni bir
süreç başlattı. Basına yansıyan "görüşme
notları"nda bu yeni girişim ve görüşme sürecinin
ideolojik-politik zemini, Newroz mesajı ile çizilen
politik strateji ve dayanakları bir hayli tartışmalıdır
(Buna yönelik eleştiri ve değerlendirmemizi "Yeni
Bir Aşama: İmralı Görüşmeleri" ve "Newroz
Mesajının Devrimci Eleştirisi" yazılarımızda,
BARİKAT Haziran-Temmuz 2013 sayımızda yapmıştık).
Ancak her şeye rağmen, bir devlet heyetinin, MİT
heyetinin Kürt halkının önderi A. Öcalan ile yapmış
olduğu görüşmelerin anlamlı olduğu, Kürt ulusunun
özgürlük sorununda önemli bir aşamayı işaret ettiği,
bunun bir kazanım olduğu bir gerçektir. Bu görüşmeler
bir süre sonra sonuç verdi ve 2013 yılına rengini
veren yeni bir süreç ve adımlar atıldı.
İki:
Bugün mevcut tabloya baktığımızda özünde Kürt
özgürlük hareketinin tek taraflı adımlar attığını
açıkça ifade etmekte hiç bir sakınca yoktur. Bu
bir yıl içinde, ortada MİT ve devletin de onayladığı
bir yol haritası olmasına rağmen, tüm adımları
Kürt yurtsever hareketinin attığı söylenebilir.
Kürt yurtsever hareketi, önce elinde bulunan savaş
esirlerini serbest bıraktı; bu yeni sürece samimi
yaklaşımın bir ifadesiydi. Sonra geri çekilmenin
çerçevesi tartışıldı. A. Öcalan ve yurtsever hareketin
"üçüncü güç" denetiminde olması, parlamentodan
yasal adımların çıkması önerileri reddedildi,
T. Erdoğan'ın "bana güvenin" sözü bu
geri çekilmede tek güvence oldu. AKP ve oligarşi
hiç bir adım atmayınca, yurtsever hareket kendi
bildiği yoldan kendi gücüyle geri çekilmeyi başlattı.
Görüşmelerin sağlıklı yürümesi için oluşturulan
BDP heyetlerine sık sık AKP "ayar" verdi,
kim AKP'yi eleştirmişse, kim Gezi direnişine katılmışsa
o bir tür "cezalandırıldı". Özünde buradaki
tüm yaklaşımların AKP ve oligarşi için soruna
nasıl yaklaştığının önemli ipuçlarını taşıdığı
açıktı. 1 Haziran, birinci aşamanın tamamlanıp
ikinci aşamanın, yani "yasal düzenlemelerin"
başlayacağı tarih olarak ortaya çıktı; bundan
sonra "yol temizliği" için, "normalleşme"
için yasal adımlar atılacaktı, hiç biri yapılmadı,
3 adet "demokrasi paketi" (3, 4 ve en
son paket) çıktı, tüm "paketler"de ciddi
bir adım atılmadı. Böylece "merdiven teorisi"
ilk adımda iflas etti. AKP bu süreci oyalama,
sürece yayma, seçimi atlatma ve yeni bir savaşa
hazırlanma yönünde kullanmıştır, kullanmaktadır.
Üç:
AKP'nin en ciddi adımı, A. Öcalan ve yurtsever
hareketin önerisiyle ortaya çıkan "akil insanlar"
adımı olmuştur. "Akil insanlar" oluşumunda
A. Öcalan ve yurtsever hareketin önerileri de
var, ancak AKP'nin bunları çok dikkate almadığı
ve hem oluşumunda hem de görev sınırlarının çizimde
ipi elinde tuttuğu açıktır. Kendi içinde AKP'nin
çeşitli müdahaleleri olsa da, kamuoyuna adeta
AKP'nin "sorunu çözmek için bir adımı"
gibi sunulsa da, hem bu adım hem de kangrene dönüşen
bu sorunun toplumda yaratmış olduğu beklentiler,
demokratik bir barış için güçlü bir zemini ortaya
çıkarmıştır. AKP, "akil insanlar raporunu
beklediğini, buna göre bir yol haritası çizeceğini"
ileri sürdü; ama bu sözleri hemen unuttu, Akil
insanların sunduğu raporlar dikkate bile alınmadı
ve ciddi bir adım atılmadı.
Dört:
Gezi ve Haziran halk direnişinde görüldüğü gibi,
AKP ve oligarşinin "Kürt halkına demokrasi"-"Türkiye
halkına baskı" ya da tersini sunması mümkün
değildir. Baskı, şiddet, gericilik içseldir; Kürt
halkına baskı, inkar, imha aynı zamanda Türkiye
halkına baskıdır, şiddettir. Gezi ve Haziran direnişi
bu gerçeği bir kez daha açığa çıkarmıştır; nitekim
"doğu"da olmayan "demokrasi"nin
Gezi ve Haziran halk direnişiyle "batı"da
da olmadığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Emperyalizm
ve tekelci sermayenin çıkarları temelinde "yeniden
yapılanan" sömürü ve devlet biçimi, "demokrasi"yi
değil, neo- liberal sömürü modeli üzerinden sömürge
tipi faşizmi sürekli kılmıştır. İşçi ve emekçiye
ekmek ve özgürlük vermeyen Kürt ulusuna ve tüm
ezilenlere ulusal-demokratik haklar veremez. Bu
süreç bunu bir kez daha açığa çıkarmıştır.
Burada
sorun şudur: daha özel yerden ifade edersek, AKP'nin,
Kürt ulusunun özgürlük sorununda, son bir yılda
oyalama taktiği sürpriz mi?
Hayır,
bizim için bu bir sürpriz değildir. Sömürgeciliğin
kaynağı emperyalizm ve oligarşidir; emperyalizm
ve oligarşinin, demokrasi adına, burjuva demokrasisi
adına, bu temelde Kürt ulusunun kendi kaderini
kendisinin tayin etmesi adına sunacağı tek bir
ciddi projesi yoktur. Emperyalizm siyasal gericilik
eğilimidir; Türk burjuvazisinin sınıf olarak ortaya
çıktığından bu yana, kendi içinde tekelleşip oligarşik
karakter aldığından bu yana, yaklaşık 200 yıllık
tarihinden bu yana demokratik hiç bir özelliği
olmamıştır, tam tersine ırkçı, şövenist ve gericidir.
AKP'nin emperyalizmin desteğini alarak ortaya
attığı ve bu süreçte defalarca iflas eden "demokratik
açılım" projesi bu anlamda koca bir yalandır;
sözde "demokrasi paketleri" ise bu yalanın,
oyalama ve gericiliğin öteki adıdır. Kısacası
bu sınıf, yani emperyalizm ve oligarşi, her şeyden
önce sınıfsal olarak "demokratik" değildir,
demokrasinin en baş sorunlarından biri olan Kürt
ulusunun özgürlük sorununu çözmekten uzaktır.
Bununla birlikte, demokratik tek bir adımı ve
geleneği olmayan, neo-liberalizm savunucusu, Dini
bu sömürü modeli için kullanan AKP'nin de bu konuda
tek bir ciddi politikası, projesi yoktur. 11 yıllık
süreç de bunun ifadesidir.
AKP,
bu süreci "çözüm süreci" olarak tanımlamıştı;
ama onun "çözüm"den anladığı Kürt halkının
silahsızlandırılmasıydı. Ona göre, gerilla sınırlardan
çekilip silahsızlanırsa çözüm kendiliğinden olur;
eh eğer bu olursa üsten bazı "kırıntı"
atılabilir. Nitekim tüm stratejinin özü budur.
Ancak bu çözüm değil, çözümsüzlüktür. Kürt ulusu,
onun örgütlü gücü, işçi ve emekçi sınıflar, Türkiye
halkı için ise çözüm, eşit ve özgür birlikteliktir.
Yer ile gök kadar uzak iki strateji; buradan çözüm
değil çözümsüzlük çıkar.
Bundan
dolayı bizim için görüşmelerin biçimsel olmaktan
öteye gitmemesi, sürecin tıkanması sürpriz değildir.
Sürecin tıkanmasının da tek sorumlusu vardır:
AKP ve devlettir.
Rojava
Devrimi: Yeni Bir Yol
Son
bir yılın en önemli kazanımı ise, Rojava Devrimi'nin
artık somut bir olgu olmasıdır.
Hemen
ifade edelim, Rojava Devrimi demokratik bir devrimdir,
ufku demokratik özerklikle sınırlıdır ve bu açıdan
politik strateji bağlamında tartışmalıdır. Ama
Rojava Devrimi sadece Kürt ulusu için değil, Ortadoğu
halkları için de kazanımdır. Reel sosyalizmin
çözülmesi ve yaşanan kapitalist restorasyon sonrası,
son 30 yılda işçi ve emekçi sınıflara, ezilen
halklara dayatılan neo-liberal sömürü ve zulüm
saldırılarına verilen en ciddi yanıtlardan (Nepal
Devrimi, bu dönemde önemli bir adım olarak ortaya
çıktı ama kendi içinde çözülme yaşadı. 4. bunalım
döneminde, bunun içine en son Gezi ve Haziran
halk direnişi de ekleyerek ifade edelim, Metropollerde
yükselen kitle hareketini, Ortadoğu'da yaşanan
"Arap baharı" neo-liberal saldırılara
karşı önemli bir çıkıştır. Bununla birlikte Kürt
halkının son 30 yıldaki direnişi ve kazanımları
önemli bir yerde durmaktadır) biridir.
Rojava
Devrimi birinci yılını tamamladı, ikinci yılına
girdi ve 19 Temmuz kazanımları çok daha belirginleşti.
Kürt halkı, iki yıl önce eşitlik ve özgürlük için
alanlara çıktı; iki gerici gücün savaşının yaratmış
olduğu çatlaklardan yaralanıp halka dayandı ve
kendi kaderini eline aldı. Tüm Kürt parti ve çevreler
birleşti, özyönetim organları inşa etti, eğitimden
sağlığa, belediyeden silahlı savunmaya kadar her
alanda örgütlendi. Esat ve İslamcı gerici güçlere
karşı vatanını, kendi yurdunu korudu. Böylece
yok sayılan bir halk, eşitlik ve özgürlük için
ayağa kalktı, demokratik devrimini yaptı (devrim
devam ediyor), sömürge zincirini kırdı ve Ortadoğu'da
halklar için yeni bir model ortaya çıktı.
Bir
yanda Esat gericiliği, diğer yanda "Arap
baharı"nı emperyalist işgal ve yayılma için
kullanan emperyalist ittifak ve gerici güçler.
Eşitlik, özgürlük için sokaklara dökülen Ortadoğu
halkları, sadece sömürüye değil, aynı zamanda
diktatörlüklere karşı isyan etti, bu kıvılcım
yeni bir halk hareketi için yeni bir umut oldu.
Ancak, yanan eşitlik ve özgürlük kıvılcımının
her şeyden önce kendi varlıklarına yöneleceğini
bilen emperyalistler işin içine girmekten, kendileri
için bunu kullanmaktan kaçınmadı. Mısır örneğinde
olduğu gibi, başlayan isyan hareketini önce kontrol
etme, sonra ortaya çıkan dengelere bağlı kullanma
eğilimi, Libya ve Suriye'de daha sıkı kontrole,
buradan kendi pazarı ve çıkarları için kullanmaya
yöneldi. Bundan dolayı, Suriye'de, önce eşitlik
ve özgürlük için başlayan kitle hareketi, Rojava
dışında, emperyalistler, bu arada onların işbirlikçisi
Türkiye, Katar, S. Arabistan'ın devreye girmesiyle
gerici bir yere devindi. İki yıl önce Suriye halklarının
önüne ya Esat diktatörlüğü ya içinde Müslüman
kardeşlerinde bulunduğu, emperyalist güçler ve
Türkiye, Katar, S. Arabistan'ın elinin olduğu
İslamcı gericiler bir seçenek olarak konmuştu.
Hesap çok açıktı: iç ve asıl olarak da dış destekle
Esat yıkılacak, Suriye emperyalist pazara açılacak,
"bir iki haftada Şam'da namaz kılarız"
hesabı yapan Türkiye de bundan kendince pay alacaktı.
Hesaplar tutmadı: Türkiye ve AKP, yer yer ABD
uyarılarına rağmen, futboldan bir terim kullanırsak,
açık biçimde, hem de metrelerce ofsayta düştü.
Burada
bir parantez açmakta yarar vardır: Oligarşi ve
AKP'nin dış politikası iflas etmiştir ve hem bu
iflası örtmek, hem de dış siyaseti iç siyasette
kullanıp kendi tabanını kemikleştirmek için her
şey yapmaktadır. AKP, "sıfır sorun"
siyaseti izleyeceğini açıklamıştı, ama gelinen
yerde dış siyaset tam bir çıkmaz ve sorun yumağıdır.
Esat'ın hemen yıkılacağı üzerine bir strateji
kuran AKP, sadece Suriye'de duvara çarpmakla kalmadı;
Mısır'da her türlü desteğini sunduğu Mursi iktidarı
da çöktü. Ortadoğu'da sunni bir kesime dayanarak,
bu sunni kesimin sözde "abisi" olmaya
oynayan AKP, bu politikasıyla emperyalistlerle
de çeşitli sıkıntılar yaşadı, yaşıyor. Çok daha
kötüsü ve AKP'nin çizgisini ve özünü oluşturan
takkiye siyaseti, Suriye'den Mısır'a "özgürlükçü"
bir söylemle, bunu iç siyasete dönüştürmek istemesidir.
Devam
edelim; tüm bu hesaplar içinde halka dayanan,
eşitlik ve özgürlüğü gerçek anlamda savunan ise
Rojava halkı ve devrimi oldu. Rojava'da Kürt halkı
kendi yolunda yürüdü; Esat ve İslamcı gericiler
dışında üçüncü bir yol olarak özgücüne dayanarak
kendi özgürlüğüne sahip çıktı, özyönetim organları
oluşturdu.
Rojava, Ortadoğu'da stratejik bir
yerde duran Kürt ülkesinin bir parçasıdır. Kürt
ülkesi ve Rojava, Ortadoğu'ya açılan bir kapıdır;
4. bunalım döneminde çok daha nesnel zemini ortaya
çıkan bölgesel devrimler için önemli bir yerde
durmaktadır.
Hiç
şüphesiz, İmralı görüşmelerinin, hatta geri çekilme
sürecinin, bu süreçte izlenen taktik politikaların
Rojava Devrimiyle doğrudan bağı vardır. Bu bağı
hem yurtsever hareket, hem de oligarşi çok iyi
bilmektedir. Yurtsever hareketin bu devrimi güçlendirmek,
sömürgeci oligarşinin de bu devrimi söndürmek
istediği de bir gerçektir. Bu anlamda, bugün Rojava'da
yaşananlar, özünde Rojava sınırları içinde yaşanmakla
kalmıyor, emperyalist güçlerin, sömürgeci oligarşilerin
eli, ayağı oraya kadar uzanıyor.
Nitekim
AKP ve oligarşi, bir yandan İmralı ile görüşme,
sahte umut yaratma, çözümü sürece yayma, Kürt
sorununu "terör" sorunu olarak görüp
gündemden çıkarma taktikleri izlerken, diğer yandan,
bizzat örgütlediği paralı-İslamcı çetelerle savaşı
Rojava'ya taşımakta, İslamcı-gerici çeteleri Kürt
halkının üzerine saldırtmaktadır. "Özgür
Suriye Ordusu" denilen işbirlikçi gücün TC
oligarşisi tarafından desteklendiği, internetlere
düşen adreslerde merkez üssünün Hatay olduğu,
Katar, S. Arabistan'ın da destek sunduğu bilinmektedir.
El-Nusra çetesi'nin de desteklendiği belgelerle
sabittir; dışişleri bakanı Davutoğlu'nun "dostumuz"
dediği bilinmektedir. Bu öyle bir ilişki ki, ABD
bile bundan rahatsızdır; son günlerde Hakan Fidan
tartışmalarının özü de budur. Yani Rojava'da Kürt
halkına yönelik katliam ve saldırıların arkasında
oligarşi ve AKP vardır.
Rojava'da
Kürt halkına baskı, sadece çetelerin yürütmüş
olduğu savaş ve oligarşi ve AKP'nin özel savaş
yöntemleriyle sınırlı değildir. Bununla kopmaz
biçimde, yine arkasında AKP ve oligarşinin olduğu,
KDP üzerinden de kuşatma devam ediyor. KDP, suni
biçimde sömürgeciler tarafından çizilen sınırda
bu kuşatmaya katılıyor, Rojava halkına yönelik
yardım çabalarına kapısını kapatıyor, kendine
bağlı ve etkisiz grupların güçlenmesi için çalışıyor,
dahası en son Salih Müslim örneğinde olduğu gibi,
Rojava halkının iradesini kırmaya çalışıyor. TC
oligarşisi suni sınırlarda duvarlar örüyor; KDP
oligarşinin baskısıyla Kürt ulusal kongresinin
toplanmasını engelliyor, Rojava'ya el uzatmadığı
gibi, Rojava'nın tecridinde rol oynuyor.
Tüm
bunlara bağlı olarak, Rojava' yı savunmak, sadece
Kürt halkı için değil, Türkiye halkı başta olmak
üzere, tüm Ortadoğu halkları için zorunludur,
enternasyonal bir görevdir. Rojava özgün bir devrimdir;
ufku demokratik özerklikle sınırlıdır, ama halkların
özgücüyle kendi özyönetimini kuran, eşitlik ve
özgürlüğü eksen alan bir devrimdir. Bir karış
bile olsa özgür Kürdistan sadece Kürtler için
değil, Ortadoğu'daki tüm halklar için kazanımdır.
Bu anlamda Rojava' yı savunmak, devrim ve sosyalizmi
savunmaktır, halkların eşitliği ve özgürlüğünü
savunmaktır.
Demokrasi
Ve Devrim İçin Kürt Halkı Stratejik Ortaktır
Hem
Gezi ve Haziran halk direnişi, hem de Kürt ulusunun
özgürlük mücadelesinin geldiği aşama, bir kez
daha, Türkiye halkı ile Kürdistan halkının ilişkisini,
bunun güncel süreçlerde aldığı biçimi öne çıkarmıştır.
Bu aynı zamanda sol ve devrimci hareket için ayrışma,
belirli eksenlerde yeniden saflaşma sürecidir.
Ama sorunu güncel biçimde ele almadan önce, stratejik
arka planına yönelik bir özet yapmakta, özetle
birkaç noktayı ifade etmekte yarar vardır. Çünkü,
bu arka plan ya da stratejik yaklaşımlar anlaşılmazsa,
stratejik yaklaşım ile güncel siyaset arasında
diyalektik bağ kurulamazsa, sol ve devrimci harekette
çeşitli biçimlerde ortaya çıkan tutarsızlıkları
anlamak mümkün olmaz. Ayrıca bilinmelidir; güncel
siyasal süreç ve politik tutumlar, özünde stratejik
yaklaşımların yeniden ve yeniden almış olduğu
biçimdir, güncel süreç ve politik tutumlar özünde
stratejiyi içerir. Başka biçimde ifade edersek,
güncel süreç ve politik tutum, stratejik yönelimden
ayrı, ondan bağımsız, ondan kopuk değildir, stratejik
yönelim bir dizi güncel süreçler ve politik tutumları
doğrudan kesen ana çizgidir. Güncel süreç ve politik
tutum stratejik yaklaşımı içinde taşır; stratejik
yaklaşım güncel süreç ve politik tutumlarda biçim
alır, onun görünümüdür.
Bir:
Türkiye, bir yandan Ortadoğu'ya diğer yandan Avrupa
ve Avrasya'ya açılan, kapitalizmin orta düzeyde
geliştiği yeni sömürge bir ülkedir. Sadece bu
jeo-politik önemden değil, aynı zamanda kapitalizmin
gelişme düzeyi, işçi sınıfının nicel ve nitel
konumu Türkiye devrimini önemli bir devrimci merkez
konumuna yükseltmektedir. Türkiye devrime gebedir,
yeni sömürge bu ülkede emperyalist-kapitalist
sistemin zincirinin kırılması, bugün, emperyalizmin
4. bunalım döneminde tıpkı Ekim Devrimin oynadığı
rol gibi, önemli bir rol oynar. Türkiye devrimi
bu potansiyele sahiptir.
Bu
aynı zamanda, tek ülke devrimlerinin bölgesel
devrimlere, bölgesel devrimlerin dünya devrimlerine
ulaşmasında, Türkiye devrimini öncü konumuna yükseltir,
ülke ve bölgesel dinamiklerin işaret ettiği yer
budur.
İki:
Kürdistan, Ortadoğu'da stratejik bir yerde durur;
bu jeo-politik konum Kürdistan'ı sadece Türkiye'ye
değil, İran, Irak, Suriye ve tüm Ortadoğu'ya açar,
tüm Ortadoğu halklarıyla komşu yapar, onlarla
bir dizi bağ kurar. Bununla birlikte, Kürt özgürlük
mücadelesi, örneğin reel sosyalizmin çözülmesi
ve sosyalizmin yaşadığı yenilgiye rağmen, böylesi
önemli bir süreçte büyüdü, önemli kazanımlar elde
etti. Eski devletlerarası sömürge statüsü, iki
parçada, Rojava ve güneyde parçalandı, emperyalistler
ve sömürgeci güçler tarafından çizilen suni sınırlar
giderek anlamını yitirdi, Ortadoğu devrimi ve
halkların özgürlüğü için, bu tarihsel süreç Kürt
halkını ve örgütlü gücünü öne çıkardı.
Üç:
Türkiye ve Kürdistan iki ayrı, komşu ülkedir;
Kürt ve Türk ulusu iki ayrı ama komşu ulustur.
Türkiye halkı, sadece Türk ulusundan oluşmaz,
içinde Kürtlerinde olduğu çeşitli halklardan oluşur.
Aynı biçimde, Kürdistan halkı da sadece Kürt ulusundan
oluşmaz, içinde Türklerinde olduğu, çeşitli halklardan
oluşur. İki ülke ve iki halk, hem iç sömürgecilik
ilişkisi, hem kapitalizmin gelişme düzeyi, hem
de tarihsel-sosyal-siyasal olgulara bağlı olarak
birbirine bir zincirin iki halkası gibi bağlandı.
Bu anlamda Türkiye devrimi Kürdistan devrimini,
tersinden Kürdistan devrimi Türkiye devrimini
doğrudan etkiledi, etkilemektedir.
Bu
anlamda, hem halkların özgürlük mücadelesi, hem
de iki ülke devrimi için, ortak mücadele zorunludur.
İşçi sınıfı ve halkların kendi öz örgütlerini
inşa etmesi, özgürlük ve devrim için öncü rol
oynaması zorunludur, doğaldır. Ama bununla birlikte,
eşit ve özgür ilişki temelinde mücadeleyi ortaklaştırmak
da zorunludur. Bu açıdan, iki ülke iki devrim;
ama ortak mücadele - işte stratejik ve doğru anlayış
budur.
Dört:
Türkiye devrimci hareketi, artık önemli ölçüde,
Kürt ulusu ve ülkesi için daha doğru bir yerde
durmaktadır. Kürtler ulus mu değil mi, Kürtlerin
yaşadığı coğrafya ayrı bir ülke mi değil mi; bu
tip tartışma ve tezler eskimiştir, artık tarihin
çok ama çok gerisinde kalmıştır. Yine bu temelde,
1970 sonrasına ait olan ve sol ve devrimci harekette
egemen eğilim olan, Misak-ı Millici, ulusalcı
bakış açısı, Türkiye devriminin ya da işçi sınıfının
Kürt ulusuna özgürlük vereceği, "önce devrim
sonra Kürt halkı için referandum yaparız"
anlayışları, bu temelde "büyük abi-küçük
kardeş" ilişkisi bugün bir anlam ifade etmiyor.
Her şeye rağmen sol ve devrimci hareket içinde
bunları savunan yok mu? Elbette var, ama hem reel
sosyalizm deneylerinin sonuçları hem de iki ülke-iki
devrim gerçeği ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin
geldiği yer, özünde o günlerde de doğru olmayan
bu tezleri tarihin gerisine atmıştır. Dogmatik
ve ulusal sol çizgileri içeren bu eski tezlerin
kaynağı ise, işçi sınıfının öncü rolünü kavramayan,
demokratik devrim ile sosyalizm arasına mesafe
koyan, bunlarla birlikte Kemalizm'e soldan takviye
olan ya da yoğun etkisinde olan bir anlayıştır.
Beş:
Türkiye devrimci hareketi, ta ilk adımların atıldığı
1920'li yıllardan bu yana, Kemalizm'in yoğun etkisi
altındadır. Bu etki, TKP somutunda, Kemalizm'e
bel bağlamak, Kemalizm üzerinden demokrasiyi kazanmak
biçiminde ortaya çıkmış, hatta Mustafa Suphi olayına
rağmen, Kemalizm'e sınırsız destek sunulmakta
kalmamış, 1925-40 Kürt ayaklanmaları ve katliamları
karşısında, resmi ideolojinin, Kemalizm'in tezleri
savunulmuş, Kürt isyanlarının arkasında "emperyalizm
ve feodal gericilik" aranmıştır. Kürt ulusunun
özgürlük sorunu ile Kemalizm arasındaki bu bağ,
Türkiye devrimi için utanılası bir tablo ortaya
çıkarmıştır.
Kemalizm'in
bu etkisi 1960 ve sonrası da devam etmiştir. Türkiye
tarihini, örneğin D. Avcıoğlu'nun "Türkiye'nin
Düzeni"nden öğrenen sol ve devrimci hareket,
belki bu sol Kemalist kesimlerin cuntacı hamlelerine
mesafeli oldu ama ideolojik etkisini kırdığı söylenemez.
71 devrimci hareketine de zemin olan ve TİP ve
YÖN'de ifadesini bulan, bunu MDD tezleriyle savunan
anlayış özünde budur. 71 silahlı devrimci hareketi,
bu zeminden kopuşu ifade ediyor. İ. Kaypakkaya'nın
Kemalizm eleştirisi ve değerlendirmesi, önemli
ölçüde Şrunov'un "Türkiye Proletaryası"
kitapçığında ifade edilen değerlendirmelerle birebir,
bir kavram dışında (Şrunov, Kemalizm için "diktatörlük"
kavramını kullanırken, İ. Kaypakkaya 1928 Kominternin
anlayışına da paralel "faşizm" diyor)
aynı olsa da çok önemli bir kopuş ifade eder.
Aynı biçimde, Mahir Çayan ve öncü yoldaşlarımızın,
"sol cuntacılığa" karşı savaşma iradesi
koymaları, bu dönemde TİP ve YÖN'ün etkisiyle
ifade edilen yanlış Kemalizm tanımlamalarına rağmen
politik bir kopuştur. Yine Denizlerin de politik
savaşımı "ikinci milli kurtuluş" tezlerine
rağmen Kemalizm'den politik kopuş olarak değerlendirmek
mümkündür.
Bu
etki çeşitli biçimlerde devam etti. Ancak, en
çok da Kürt özgürlük talepleri ve savaşının yükselmesi,
bu etkiyi sınırladı. Ama Kemalizm ile Kürt halkının
özgürlük mücadelesi arasındaki çelişkiler sol
ve devrimci harekete şu ya da bu biçimde yön verdi.
Kürt özgürlük savaşı yükseldikçe, Kemalizm'i etkisi
azaldı; ancak oligarşi de hiç boş durmadı, örneğin
28 Şubat gibi hamleler yaptı, Kemalizm yeniden
parlatıldı, bu karşı devrimci operasyonlar sol
ve devrimci hareketi etkiledi. Bu süreç bir hayli
karmaşıktır ve bir dizi etki-tepkiyle bugüne ulaşmıştır.
Bugün, bu etki 1960-70 dönemleriyle kıyaslarsak
bir hayli geridedir, ama güncel süreç ve politik
tutumlarda, ulusal sol ve bazı melez hareketleri
şu ya da bu biçimde etkilemektedir.
Bu
stratejik yaklaşım ve bazı sonuçları ifade ederek
güncele dönersek, iki olgu, iki direniş odağı
bugün üst üste düşüp, güncel süreç ve politik
tutumlara rengini veriyor. Bunlardan birincisi
Gezi ve Haziran halk direnişidir. Sol ve devrimci
hareket, başka eksenlerin yanı sıra Gezi ve Haziran
halk direnişinin etrafında yeniden saflaşmaktadır.
İkincisi ise, Kürt halkının mücadelesi ve onunla
ilişkilerdir, bu süreçte yeniden biçimlenen politik
tutumlardır. Bu iki dinamik, bu iki dinamikte
temsil edilen Türkiye ve Kürdistan halklarının
mücadelesi, doğru ve enternasyonal bir çizgide
ele alınmazsa, devrim ve sosyalizm mücadelesinin
önüne ulusal ve dar anlayışların çıkacağı açıktır.
Gezi
ve haziran halk direnişi, odağına AKP hatta T.
Erdoğan'ı aldı; ama asıl zemin ve talepler demokrasi,
özgürlük, adalettir. Peki, Kürt ulusu ve tüm ezilenlerin
talepleri nedir? Eşitlik, özgürlük, adalet ve
demokrasidir. Gezi ve Haziran halk direnişinin
talepleriyle Kürt ulusunun talepleri ayrı mı aynı
mı? Hayır, ayrı değil, aynıdır. Peki, Gezi ve
Haziran halk direnişine katılan politik güçlerin
tümü, örneğin Kürt ulusunun özgürlüğünde sorumlu
bir yerde mi duruyor? Hayır, durmuyor; hatta CHP,
İP gibi politik güçler tümden karşı tarafta duruyor.
Peki, Kürt halkı eşitlik, özgürlük, demokrasi
için uzun yıllar kavga ediyor, bedel ödüyor mu?
Evet, ediyor, bedel ödüyor, hatta bu kavgada,
Türkiye sol ve devrimci hareketinin yaşadığı krize
bağlı olarak, bu kavganın asıl motor gücü oluyor.
Demokrasi mücadelesinde burjuvazi öncülük yapabilir
mi? Hayır, yapamaz; burjuvazinin demokrasi için
öncü olduğu tarihsel dönem çoktan, 100 yılı aşkın
zaman öncesi kapandı. Türk burjuvazisi ilk doğuştan
bugüne demokrasi savaşımı verdi mi? Hayır, vermedi,
tam tersine o ilk doğuşundan bu yana demokrasiye
düşmandır, kendinden zayıf ulus ve halklara karşı
düşmanlıkla (Kürtlere, Ermenilere, Rumlara vb)
büyüdü, şovenist ve ırkçıdır. Demokrasi mücadelesi,
bugün, hatta emperyalist çağda kimlerin, hangi
sınıfların omuzlarındadır? İşçilerin, emekçilerin,
ezilen halk ve toplumsal kesimlerin. Bu coğrafyada
demokrasi ve özgürlük kavgasında kim bedel ödedi,
kimler, hangi sınıfların omuzlarında yükselecektir?
Türkiye ve Kürdistan sol ve devrimci güçleri,
işçi ve emekçiler, Kürt ulusu ve tüm ezilenler
bedel ödedi, demokrasi ve özgürlük kavgasını bunlar
sürdürdü, bundan sonrada bunların omuzlarında
yükselecektir. Bu temelde başka sorularda sormak
mümkündür, ama tüm soruların yanıtlar şudur; demokrasi
ve özgürlük mücadelesi, burjuvazi ve onun çeşitli
partilerinin (AKP, CHP, MHP vb) değil, işçi ve
emekçi sınıfların, Aleviler ve farklı inanç sahiplerinin,
Kürt ulusu ve tüm ezilenlerin omuzlarındadır.
Bu
ana belirlemeyi yaptıktan sonra devam edelim.
Gezi ve Haziran halk direnişinde kendine "Kemalist"
olarak tanımlayan toplumsal ve siyasal kesimler
şu ya da bu biçimde yer aldığı gibi, özellikle
"ulusal sol" bir çizgide ama farklı
tonlarda bugün kendini var eden sol ve devrimci
kesimler de yer almıştır. AKP karşıtlığı üzerinden
CHP, İP gibi karşı devrimci kesimler açık Kemalist
kesimlerdir, bunlar demokrasi ve özgürlük için
değil, AKP düşmanlığı, T. Erdoğan düşmanlığı için
alanlarda şu ya da bu biçimde yerini aldı. Sol
ve devrimci hareketin bir parçası olan TKP, ÖDP,
Halkevleri, Halk Cephesi gibi kesimler ise Kemalizm
ile sorunlu bağlar kuran kesimlerdir. Nitekim
bu kesimler hem Gezi ve Haziran halk direnişi
sürecinde (ki bu süreç, zayıflasa da devam etmektedir),
hem de yine AKP karşıtlığı üzerinden, yer yer
birlikte hareket ettikleri açıktır. CHP ve İP
karşı devrimci partilerdir; bunların işi "Cumhuriyeti
ve Atatürk'ü savunmak"tır, bunların ideolojik-
politik zemini Kemalizm'dir. Bunlar Kürt ulusuna
düşmandır, Kürt ulusunun özgürlüğünü savunmazlar,
tam tersine karşı cephede yer alırlar. Ama yukarıda
da ifade ettiğimiz gibi, Kemalizm'in "kapsama
alanı", etki sınırı bunlarla sınırlı değildir,
Kemalist etki TKP'yi içine alıyor, ÖDP, Halkevleri,
Halk Cephesini farkı biçimlerde etkiliyor. Burada,
devrimci siyaset açısından tümünü bir torbaya
koymak doğru değildir. CHP ve İP dışta tutarsak,
diğer ulusal sol kesimler arasında ton farkı vardır,
tümünün ortak özelliği Kemalizm'in etkisi, Kürt
halkından ve özgürlük hareketinden uzak olmak,
demokratik devrim ile sosyalizm arasına mesafe
koymak ve demokratizmdir.
Ama
burada şu ana belirlemeyi yapmakta yarar vardır:
Kemalizm burjuva ideolojisidir, Türk burjuvazisinin
resmi ideolojisidir; politik açıdan, 1920'li yıllarda
"kendi pazarına sahip çıkmak" için göstermiş
olduğu sınırlı anti- emperyalizmi ise geride (siz
bunu anti-Yunan okuyun, Yunanistan İngiltere'nin
denetimindedir ve savaş Yunanlılara karşı verilmiştir;
İngiltere, İtalya, Fransa ise yapılan anlaşmalarla
geri çekilmiştir) kalmıştır, gericidir, ırkçıdır
ve Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerine
kapalıdır, karşıdır. Bu anlamda, Kemalizm ile
Kürt ulusunun özgürlüğü karşıt yerde durur.
Diğer
yandan, Gezi ve Haziran halk direnişi, aynı zamanda
Kürt özgürlük hareketi içinde sınav oldu. Kürt
özgürlük hareketinin, Gezi ve Haziran halk direnişi
sürecinden iki ayrı tutum içinde olduğu, doğal
olarak kendi içinde de bir tartışma yaşadığı biliniyor.
Gezi ve Haziran halk direnişine mesafe koyan eğilimin
milliyetçi bir eğilim içinde olduğu, buna karşı
halkçı ve sosyalist eğilimin ise bunu eleştirdiği,
Gezi direnişinin talepleriyle Kürt ulusunun taleplerin
aynı olduğu, birlikte mücadele edilmesi gerektiği
üzerine kıymetli değerlendirmeler vardır.
Ama
şu nesnel bir olgudur; bugün Gezi direnişi ve
talepleriyle, Kürt halkının özgürlük talepleri
daha güçlü iç içedir; Kürt hareketinde ortaya
çıkan "sürece zarar verir" diyerek AKP'ye
yakınlaşma eğilimi yada tersinden Kürt halkına
mesafe koyan eğilimler çok anlamlı değildir.
Tüm
bunlara bağlı olarak, hem demokrasi ve özgürlük
mücadelesinde, hem de devrim ve sosyalizm mücadelesinde
Kürt halkı ve onun öncü politik güçleri stratejik
ittifaktır. Halkların kardeşliği ve birlikte mücadelesi,
sadece demokrasi mücadelesi için değil, devrim
mücadelesi için de stratejik önemdedir. Bu anlamda,
devrimci sosyalizm yönünü Kemalizm'e değil, Kürt
halkına döner. Kemalizm burjuva ideolojisidir,
demokratik hiç bir özelliği yoktur, gerici ve
ırkçıdır. Bu açıdan hem demokrasi mücadelesinde
hem de devrim mücadelesinde stratejik düzeyde
devrimci sosyalizmin ittifakı olmaz; olsa olsa,
bazı taktik süreçlerde, örneğin AKP'ye karşı mücadelede
dikkate alınması gereken politik güç olabilir.
Peki,
bu stratejik boyutları olan ittifak ilişkisi güncel
süreçlerde nasıl biçim alır?
Bu
sorunun tek bir yanıtı yoktur; her süreçte kendine
özgü dinamiklerle yeniden ve yeniden biçim alacağı
açıktır. Nitekim 1960-70 sürecinde Türkiye merkezli,
sol ve devrimci hareketin merkezde olduğu, buradan
Kürt halkına uzanan bir ilişki söz konusuyken,
1970 ve sonrası Kürt özgürlük sorunun giderek
daha güncelleştiği ve "ayrı örgütlenme"
adımlarının atıldığı bilinmektedir. 12 Eylül açık
faşizmi, sadece Türkiye sol ve devrimci hareketi
için değil, Kürdistan sol ve devrimci hareketi
için de yenilgi oldu. Ama bu yenilgiden yurtsever
hareket başarıyla çıktı, 84 devrimci atılımı yeni
bir yol açtı. Türkiye sol ve devrimci hareketinin
yenilgisinin "kimlik bunalımına" kadar
uzanması, bunun üzerinden sosyalizmin dünya ölçeğinde
geriye düşüşü, yenilgiyi derinleştirdi. Ama bu
süreçte, Kürt özgürlük mücadelesi yükseldi. Böylece,
devrimci merkez Türkiye'den Kürdistan'a kaydı.
Tüm bu süreçlerde ise, stratejik ittifak farklı
farklı biçimler aldı. Bazen cezaevlerinde ortak
direnişte bu somutlandı, bazen sınırlı ittifak
ilişkisinde.
Bu
süreçlerde, özellikle 1993 ve sonrası yurtsever
hareket "barış" politikasına bağlı olarak
yer yer yönünü oligarşiye döndü. Sol ve devrimci
hareketin Kürt halkına ve onun örgütlü gücüne
yönünü dönmesi, yurtsever hareketin sol ve devrimci
harekete yönünü dönmesi, her iki tarafın "ulusalcı"
anlayışlarının kırılması ve enternasyonal birliğin
somutlanması için önemliydi; ama burada bir dizi
sorun alanının da oluştuğu bir gerçektir. Burada
bunların ayrıntılarına girmek, bu yazımız kapsamında
çok da anlamlı değildir.
Devrimci
siyaset somut yapılır. Bugün, hem sol ve devrimci
hareket içinde hem de Kürt yurtsever hareket içinde
bu doğru ilişkiyi kuramayan kesimlerin olduğu
açıktır. Ancak, buna rağmen, yukarıda da ifade
ettik, hem Gezi direnişi, hem de uzun süredir,
ortak mücadele eğilimlerin güçlendiği de gözlenmektedir.
Bu ortak mücadele eğilimi, farklılığı ortadan
kaldırmadığı gibi, iki ülke-iki devrim gerçeğini
de ortadan kaldırmıyor. Tam tersine bu gerçeğe
bağlı olarak, ortak mücadele eğilimi yeni biçimler
alıyor. Bu biçimler hangi mekanizmalarla, nasıl
bir örgütle somut biçim alır? Son derece önemli
ve somut soru budur; bu sorunun yanıtı, somut
taktik ittifakın da biçimini belirlemektedir.
Örneğin seçimler gibi taktik süreçlerde yapılan
geçici ittifak, daha kapsamlı ve kalıcı bir ittifak
ilişkisine dönüşebilir mi, bu konuda somut adım
ve gelişmeler nelerdir? Tüm bu ve benzere sorular
devrimci sosyalizmin gündemindedir.
Tüm
bunları ayrıştırarak toparlayalım:
a)
Kemalizm Türk burjuvazisin ideoloji olarak doğmuştur
ve 1920'lerin "ulusal pazara sahip çıkma"
refleksi de tümden aşılmıştır. Kemalizm, ırkçı,
gerici ve şovenistir; ittifak siyasetimiz içinde
değildir. CHP ve İP Kemalizm'in politik temsilcileri
olarak karşı devrimcidir.
b)
Kemalizm'e soldan biçimler verme girişimleri de
bugüne ait değildir; Kadro hareketi, Yön ve Devrim
dergisi bu yönde rol oynamıştır, bugün sosyalizmle
Kemalizm'i birleştirme eğilimleri de asıl buradan
kaynaklanır. Bu aynı zamanda Kemalizm için bir
örtü, yanılsama yaratır.
c)
Kemalizm'in etkisi altında sol ve devrimci kesimler
vardır. Kemalizm'e anti-emperyalizm rolü veren,
onu ittifak içinde gören, "ulusal sosyalizm"in
çeşitli tonlarına sahip sol ve devrimci hareket
ile Kemalistler aynı yerde değildir. Bu sol ve
devrimci kesimler, demokrasi ve devrim kavgasında,
devrimci sosyalizmin ittifak siyaseti içindedir.
Somut şartlara bağlı, bu güçlerle, bugünkü haliyle,
çeşitli ittifaklar kurulabilir, yan yana gelinebilir.
d)
Kürt halkı ve onun öncü güçleri ise, devrim ve
demokrasi mücadelesinde stratejik ittifaktır.
Hem stratejik hem de taktik süreçlerde çeşitli
biçimlerde yan yana gelmek, buradan ortak bir
mücadele örgütlemek zorunludur.
Biz,
stratejik bir yerde durarak güncel süreçleri ele
alırız. Daha önemlisi, kendi çizgimizde, kendi
yolumuzda yürürüz. Bizim için, kendi bağımsız
çizgimiz ve duruşumuz son derece önemlidir; bu
bizim varlık koşullarımızdan biridir. Bizim için
"demokrasi" mücadelesi ayrı "devrim"
mücadelesi" ayrı değildir; bunlar bir bütünün
iki parçasıdır. Gerçek demokrasi, halk için demokrasi,
işçi ve emekçi sınıflara, tüm ezilenlere dayanır,
onların söz, yetki ve karar sahibi olmasını içerir.
Demokratik taleplerin bir kısmı devrim öncesinde,
bir kısmı devrim anında, bir kısmı da devrim sonrasında
kazanılır; ama tümünün güvencesi halk için demokrasidir.
Bu anlamda, devrimden kopuk ve ondan uzak bir
demokrasi bizim için söz konusu değildir. Bu kavga
uzun sürelidir, bir dizi aşamalardan gerecektir.
Bu
süreçte, politik tutumlar da çeşitli biçimler
alacaktır. Sol ve devrimci harekette yer yer görülen
bir süreçteki politik tutumu "ilke"
adı altında her süreç için savunmak ilkelliği
sadece devrimci politika için değil, sorunları
açıklamaktan da uzak olduğu için anlamlı değildir.
Biz samimi anti-emperyalistleri, samimi Müslümanları
da demokrasi kavgasında, ilkel ve kaba bir mantıkla
dışta tutmayız; ama bununla birlikte sınıfsal
ve politik değerlendirmelerle kimlerin demokrasi
kavgasında yerini alacağını da açıkça ilan ederiz.
Kürt
ulusunun özgürlük sorunu aynı zamanda sol ve devrimci
hareket için ayrışma ve saflaşma sorunudur. Bu
sorun karşısında da duruşumuz, politikamız nettir.
Ne sonradan keşfedilen "Kürt severlik"
ne de "ulusalcı" eğilimlerle Kürt halkına
uzaklık; biz kendi yolumuzda yürürüz, bu yürüyüşte
Kürt halkı ve onun öncü güçleriyle yan yana oluruz.
Bu
yürüyüşte eleştiri ve birlik; işte bu stratejik
ve taktik yönelimlerde devrimci sosyalizmin ittifak
ve birlik politikasının iki ana ekseni budur.
KASIM 1913
|