Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

7 (68). Sayı /Kasım-Aralık 2013

       Kıdem tazminatı hakkına yönelik saldırı; kapitalist egemenlik ve sömürü ilişkilerinin güçlendirilmesi temelindeki geniş kapsamlı planlamaların bir parçasıdır.
        Oligarşi ve AKP Hükümeti, kıdem tazminatı hakkını yok etmek istiyor.
        AKP hükümetin ve sermaye örgütlerinin kıdem tazminatı hakkının kaldırılmasına yönelik geliştirdikleri tartışma ve "Kıdem Tazminatı Fonu" tasarısı, emek kamuoyunun öncelikli gündem maddesi olmaya devam ediyor.
        Tartışmaların sürdüğü günlerde, özellikle 2013 Ekim ve Kasım ayları içerisinde saldırının ciddiyeti ve büyüklüğüyle karşılaştırıldığında oldukça yetersiz de olsa, işçi gösterileri ve sendikal tepkiler gerçekleşti. Tepkilerin sürekliliği ve gösterilerin yaygınlaşması, hükümetin geri adım atmasında önemli bir etken oldu. Yerel seçimlerin de yaklaşması nedeniyle, AKP hükümeti "şimdilik" kaydını da düşerek kıdem tazminatına dokunmayacağını açıkladı.
        Özellikle anımsatmak istiyoruz. Burjuvazi açısından, kıdem tazminatı işçilere kaptırılmış gereksiz bir hak, kendileri için de gereksiz bir yük anlamındadır. Özellikle işçi sınıfına yönelik bütünlüklü saldırı planı olan "Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi" açıklandıktan sonra, kısa zaman aralıklarıyla patron örgütleri ve AKP hükümeti; kıdem tazminatına yönelik yok etme niyet ve tasarılarını gündeme getirmişlerdir. Çalışma yaşamını yeniden düzenleme planı çerçevesinde yeni Taşeron Yasası, Özel İstihdam Büroları, Esnek Üretim İlişkileri, Kadın İstihdamı Yasa Tasarısı gibi kapsamlı değişim ve yönelişler, hükümetin hazırlıkları arasındadır.
        Güncel süreç itibariyle AKP hükümeti ve burjuvazi, emekçilerin kazanılmış ekonomik-demokratik haklarının gaspına ve özellikle "Kıdem Tazminatı Hakkı"nın ortadan kaldırılmasına yönelik kamuoyu algısını yönetmeyi de gözeterek, tasarı ve yaklaşımların tartışılmasını sağlamıştır.
        Hükümetin: "kıdem tazminatına dokunmayacağız." şeklindeki açıklaması önemlidir. Ancak taşeron yasası, işçi kiralama büroları, kadın istihdam yasa tasarısı konuları, saldırı dalgasının önemli parçaları olarak hala gündemdedir. Anlaşıldığı kadarıyla da yerel seçimler sonrasına bırakılan saldırı planları söz konusudur.
        Bu yaşanan süreçten emek güçlerinin çıkarımlarda bulunarak kendilerine "çeki-düzen" vermeleri gereklidir. İşçi sınıfı ve emekçi güçlerinin bu sürecin devamında zaman kaybetmeden kendisini yoğun saldırılara hazırlamaları ve aynı zamanda bugüne kadar kaybedilen hakların yeniden kazanılması için de mücadeleyi yükseltmeleri gereklidir.
        İşçi sınıfı ve örgütlü yapıları, süreçte görülen örgütlenme, dayanışma ve etkili mücadele konularındaki gerilik ve zayıflıkları giderme yolları bulmalıdır. Bu ise işçilerin yeni örgütlenme ve güçlü mücadele anlayışlarına-yönelimlerine sahip olmaları gerektiği anlamı taşıyor. Emek güçleri ulusal ve uluslararası birikimiyle bu üretimleri gerçekleştirebilecek potansiyellere ve önemli dinamiklere sahiptir.
        AKP'nin ve sermayenin, kıdem tazminatını kaldırma ve fona çevirme amacıyla yaptığı "yoklama" sonrasında, önümüze gelen önemli derslerin olduğunu görüyoruz. İşçiler, sendikalar ve emekçi sınıfın toplumsal çıkarlarını temel alan siyasal yapılar; hemen yukarıda vurguladığımız konularda yoğunlaşmak durumundadır. İşçi sınıfının ekonomik-demokratik mücadelesi başlığı altında sahip olduğu sendikal bilinç ve örgütlenmesinde; bilinen zayıflıkların, yaşanılan geriliklerin ve ideolojik zafiyetlerin giderilmesi temelinde yoğun çaba ve mücadelenin verilmesi gerekmektedir. Özellikle devrimci sosyalist hareketin süreçte aktif rolünü oynaması gerektiğini vurgulamalıyız.
        Kıdem tazminatı eksenli mücadele; işçilerin bilinçlendirilme ve örgütlenmesi çalışmalarında, sendikaların örgütsel işleyiş ve işlevlerini genişletilmesi konularında olanaklar sunmaktadır. Sendikalar ve siyasal yapılar bu olanaklardan yararlanarak, sınıfın örgütlenmesi ve mücadelenin yükseltilmesine önemli katkılar verebilir.
        Tekrarlayalım. AKP hükümeti kıdem tazminatı uygulamasına son vererek, yerine "Kıdem Tazminatı Fonu" projesini getirmek istemektedir. Daha önceden bilinen fon deneyimleri ise emekçi halkımız tarafından unutulmuş değildir. Önceki yıllarda "Tasarruf Teşvik Fonu" veya "Konut Edindirme Fonu" adlarıyla uygulamalar olmuştu. Bu fonlar amaçlarının dışında kullanılmış ve sonuçta emekçiler açısından büyük parasal birikimler ve konutlar sadece hayal olarak kalmıştır. Sürecinde, emekçilere bir yararı olmadan ama burjuvaziye sermaye kaynağı olarak iş görmüş, sonrasında ikisi de iptal edilmişti. Emekçilerin aldatıldığı uygulamalardı bunlar.
        İşlerliği devam eden İşsizlik Fonu ise, emekçilerin işten çıkarılması sonrasında devreye girmekle birlikte; fon birikimleri örneğin GAP projesinde kullanılmış, hatta şimdilerde gündeme getirilen kıdem tazminatı fonu için de kaynak gösterilmektedir.
        Anlaşılıyor ki burjuvazi; işçi ve emekçilerin insanca yaşam olanağı sunmayan üç kuruşluk ücretlerini fon vs adı altında kırparak azaltmayı ve fonları da kendi kaynak ihtiyacını gidermek için, örneğin sigorta tekellerinin ihtiyacında kullanma amacındadır.
        Ancak kıdem tazminatı fonunun, işçiler tarafından kolay erişilebilecek birikim uygulaması olmadığı da anlaşılmıştır. Bu açıkça ilan ediliyor zaten…
        Burjuvazi, AKP Hükümetinin meclis sayısal üstünlüğünden yararlanarak kıdem tazminatı yükünden kurtulmayı denemek istedi. Danışma Kurulunun göstermelik tartışmaları oyununa başvurmaları da işe yaramadı.
        Yoğun olmasa da gelişen mücadeleci kitlesel tepkiler ve sergilenen sendikal tutumlar tasarının geri çekilmesini sağlamıştır.
        AKP Hükümeti burjuva ayak oyunlarından ve kurnazlıktan vazgeçmeyerek, örneğin taşeron işçilerinin kıdem tazminatı konusunda ciddi sorunlar yaşamalarından hareketle, taşeron işçileriyle sınırlı kalacağını savunduğu "kıdem tazminatı fonu" yasası tasarlamaktadır. 'Bir taşla iki kuş vurma' misali, AKP; taşeron işçilerin bilgisizlik, örgütsüzlük ve suskunluk içindeki pasif/edilgen hallerinden de yararlanmak istemektedir.
        Sendikaların bürokratik ve işçi kitlelerinden kopuk, zayıf halleri söz konusudur. Yine de koyulan tepki ve yapılan gösteriler önemlidir. Ancak özellikle taşeron işçileri başta olmak üzere örgütsüz işçi ve emekçi kitleleri aldatılmaya-kandırılmaya açıktır. Gözlemlediğimiz kadarıyla, kısmen de olsa taşeron işçi kitlesinde kıdem tazminatı fonunun 'yararlı olacağı' düşüncesi ve beklentisi vardır. Emek kurumlarının ve emek dostu siyasal yapıların; güçlü sınıf bilinci yaratma yönünde çabaları ve örgütlenme çalışmalarını yoğunlaştırmaları çok yararlı olacaktır. Taşeron işçilerinde hükümetin yarattığı aldatıcı iyimser havanın kırılması birçok açıdan önemsenmelidir.
        AKP hükümeti, kıdem tazminatına dokunmayacağını açıkladı. Ancak yeni taşeron yasası kapsamında kısmi uygulamalı fon olayına yönelebilir. Taşeron işçilerinin kıdem tazminatı hakkı oluşsun diyerek çatlak yaratmak isteyebilir.
        Kısaca değindiğimiz bu olgular, burjuvazinin ve AKP hükümetinin emekçiler zararına nasıl kapsamlı yeni düzenlemeler ve saldırı planlamaları içerisinde bulunduğunun göstergeleridir.
        Bu saldırılar karşısında işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele gibi sorunlu alanlarında yeni tarzlarla mesafe almaları kaçınılmazdır. Emek güçlerinin kendi içerisinde dayanışmayı artırarak, birlikte tavırlar alması da ihtiyaç duyulan bir yöndür. Doğru anlayış ve tutumlarla işyerlerinde ve sokakta tepkilerin örgütlenerek, uzlaşmaz sınıf tavrının gösterilmesi gereken bir süreçten geçiyoruz.
        Kitlesel sendikal örgütlenmelerin geliştirilmesi, zaafiyetlerden ve hastalıklardan kurtarılarak işçi sınıfının ve politik sınıf hareketinin güçlendirilmesi ve buna bağlı olarak da emekçilerin birçok konuda sınıf çıkarları ekseninde sınıf bilinçlerinin artırılması konusu hayati önemdedir.
        Bu temel başlıkları belirttikten sonra, kıdem tazminatı olayının bazı yönlerini daha yakından değerlendirelim.

        Kıdem Tazminatı Kazanılmış Haktır
        Vazgeçilemez!

        Kıdem tazminatı, ekonomik-demokratik hak kapsamında kazanılmış ve sigortalı çalışan tüm emekçiler için geçerliliği olan önemli bir ücret biçimidir.
        Kıdem tazminatı yaklaşık 80 yıldır uygulanan, işçinin yıllık emeği karşılığında ödenen ücret biçimidir. İşçinin bir yılda aldığı 12 aylık ücretine ek olarak, bir çalışma yılı sonunda işçinin almaya hak kazandığı ücrettir. 13. aylık/maaş diye de bilinir. 1930'lu yıllarda 15 günlük ücret üzerinden hesap edilerek başlayan kıdem tazminatı ödeme uygulaması, giderek 30 günlük ücret üzerinden hesap edilmeye başlanmıştır ve halen uygulanan da budur. Emekçiler işten çıkarıldığında veya emekliliğe ayrıldığı süreçte kıdem tazminatını alır.
        Kıdem tazminatı bir yanıyla da iş güvencesi sağlayan etkisiyle; işten çıkarılmayı engelleyen ve kurallı çalışma baskısı yapan işleviyle çalışma yaşamında yer alır.
        Ancak son yıllarda, patronlar hileye başvurarak kıdem tazminatı ödemelerini vermemektedir. Taşeron patronları, işçinin 11 ay süreli sigorta primi yatırmaktadırlar. Dolayısıyla bir tam iş-yılı SGK primi yatırılmadığı için işçi kıdem tazminatına hak kazanamamaktadır. Çalışma Bakanlığı, Yargı ve SGK idaresi de bu hukuksuzluk ve yolsuzluk durumuna seyirci kalmaktadır. Özelikle taşeron işçilerinde bu adaletsizlik çok yaygındır. Taşeron işçisi yılı 12 ay olarak bir türlü tamamlayamamaktadır. İş güvencesi ve kurallı çalışma ortamı bulunmadığından, işsizlik korkusu da işçiyi hakkını aramasına ve savunmasına engel olmaktadır. Sendikal örgütlenmelerin zayıflığı ve 'sarı'lığı eşliğinde, patronlar baskı ve sömürülerini her geçen gün daha fazla artırmaktadırlar.
        TİSK, TÜSİAD, TOBB gibi sermaye örgütlerinin Üçlü Danışma Kurulu'nda özetle savunduğu şudur: kıdem tazminatı hakkı için ölçü olan 30 günlük brüt ücret, 10 ila 15 günlük ücrete düşürülmelidir. Yani buna göre kıdem ücreti yarıdan fazla yok edilecektir. Ayrıca kıdem almak için fiilen çalışılmış 15 yıl beklenecektir. Yani kıdem tazminatı hakkı ve uygulaması "fonlaştırma" yöntemiyle yok ediliyor…
        Kıdem tazminatı, kazanılmış 13. ücret özelliği yanı sıra, iş güvencesi sağlayan ve bu nedenle de kolay kaybedilmeyecek, uğruna büyük kavgalar verilecek olan vazgeçilemez bir haktır.
        Türkiye'de ücret uygulamaları, giydirilmiş ücret modeliyle sürdürülür. Yani çıplak maaş/ücret yanı sıra, zamanla eklenen/kazanılan ücret tipleriyle toplam ücret belirlenmektedir. O nedenle bir işçinin çeşitli adlar altında ödenen ücreti vardır. Kıdem hakkı ücreti de bunlardan biridir. Bir yıl çalışma karşılığında, bir maaş tutarında ek ücret uygulaması vardır.
        Kıdem tazminatı hakkı, işçiler için bir umuttur, yıllarca çalıştıktan sonra emekli olunduğunda emeklilik yaşlarında rahat yaşama hayallerinin kurulduğu bir imkandır. Örneğin barınma sorununu, kıdem tazminatıyla ev alarak çözmeyi hayal eden çok işçi vardır. Dolayısıyla yıllarca çalışmanın ardından alınacak kıdem tazminatı işçilerin, emekçilerin yaşamında çok önemlidir. Borçlarını silecek, belki de çocuklarına daha iyi yaşam olanakları sağlayacak maddi/parasal bir haktır.
        Dahası çalışma yaşamında işçinin kazanılmış hakkıdır. Öylesine alışılmış ve içselleştirilmiştir ki, etle tırnak gibidir; emeklilik ve kıdem tazminatı hakkı, emeklilik gününün taçlanan kısmıdır.

        Kıdem Tazminatı,
        Burjuvazi Açısından
        Ne Anlam Taşıyor?

        Kıdem tazminatı ödemesi, patron için kesinlikle gereksiz/anlamsız bir yüktür. Kazancından işçiye kaptırılmış bir bölümdür. Onun açısından verilmemesi gereken bir ücret türüdür.
        Onlar için anlamsız bir haktır. Patron bunu neden ödediğini algılamaz ve kesinlikle karşı çıkar. Hırsızlık sınıfsal olarak onların karakteristik özelliğidir, bu nedenle de işçinin emeğinin karşılığı olan bu haktan da çalmayı düşünürler. Taşeron işvereni işte bu nedenle hileye başvurarak rahatlıkla, işçinin kıdem tazminatına ulaşmasını engeller. 'Bir yılı tamamlayamayan kıdem alamaz' diye sınır koyan yasaya uygun davranarak, yani işçiyi 11 ay sözleşmeli göstererek kıdem tazminatı almasını, hileyle fiilen engellemektedir.
        Patronların kar hırsı öylesine çok ve yoğundur ki, işçinin umudu ve hayallerini süsleyen üç kuruşluk kıdemine dahi göz dikecek kadar aşağılaşmıştır.
        Dahası işverenler işçinin kıdem hakkını yok ederek çok ciddi tasarrufları sağlayacaktır. Hele ki işçi tasarruf-birikimleriyle kurulacak olan bir fon, işveren açısından kullanabileceği sermaye olanağı anlamındadır.
        Kıdem tazminatı patronlar açısından işçiyi işten kolay çıkarmanın önünde bir engeldir. İMF gibi emperyalist kurumların "Easyhire-Easy fire" (Kolay Al-Kolay Çıkar) prensibiyle işletilen ve yaygınlaştırılan uluslararası bir anlayışı vardır. Orada esnek çalışmanın ulaştırıldığı önemli bir boyutu görüyoruz. Bu olgu egemen sınıflar açısından ulusal ve uluslararası emperyalist ilişkilerde geliştirilen yeni bir tarz olarak çalışma yaşamımızda yer etmiştir.
        Bu bağlamda, esnekleşme politikalarıyla temelden çelişen kıdem tazminatı olayı, sermaye açısından kesinlikle ortadan kaldırılması gereken bir işçi kazanımı olarak değerlendirilir. Kıdem tazminatı yükümlülüğü olmadığı koşullarda, işveren işçiyi kolaylıkla işe alıp aynı kolaylıkla işten çıkararak; çalışma hakkıyla da oynama olanağına sahip olur. Bu da yedek işçi ordusu sayısının çoğalması ve işçi üzerinde baskı kurulması anlamındadır. Programatik süreklilik çerçevesinde; kıdem tazminatı hakkını kaldırarak, onu da kucaklayan ve kuşa çeviren 'esnek çalışma yöntemi'ndeki ısrarları, özünde iyi bildiğimiz kölelik koşullarını dayatma hikayesidir.

        Ulusal İstidam Stratejisi Belgesi'nde
        Kıdem Tazminatının Yeri Nedir?
        Ulusal İstihdam Strateji Belgesi'nde, kıdem tazminatı uygulamasının "Bireysel Kıdem Tazminatı Fon Hesabı" diye ifade edilen sisteme dönüştürülerek, çalışma yaşamında sürdürülen biçimine son verilmesi planlanmıştır.
        Tasarılarda veya işveren yaklaşımlarında egemen anlayış; kıdem tazminatı hakkının işveren üzerindeki yükünün yarıya indirilerek yıllık 30 günlük kıdem ücreti kazanım hakkının geriletilmesidir. Kıdem tazminatı, fon kurumsallığı ile bireysel hesaba dönüştürülecek ve buradan da bireysel emeklilik işleri özel sigorta şirketlerine malzeme yapılacaktır. İşçi açısından yarı yarıya değeri düşürülmüş kıdem tazminatı hakkını elde etmek ise, zorlaştırılarak ona fiilen ulaşılmasının önüne engeller çıkarılacaktır. Günümüzdeki haliyle işten çıkarıldığında tazminat alan işçi, tasarının yasalaşması durumunda emekli olmadan tazminat alamayacak, ancak en az on yıl çalışmışsa ve primleri eksiksiz yatırılmışsa, o durumda bir gayrımenkul satın almak gibi bir harcama yapacağı durumda, zaten eskisine oranla yarı yarıya azaltılmış olan tazminatının ancak yarısını alabilecektir. Elbette tasarılar son halini almadığı için bunlar tartışmalıdır. Ama özünde olay budur.
        Burjuvazinin ve AKP hükümetinin gündemde tuttuğu yönelim, Ulusal İstihdam Stratejisi planlamasında; kıdem tazminatı hakkı ve uygulamasının fon sistemine alınarak yok edilmesidir. Fon sisteminde kıdem tazminatı hakkı, belirsizleşen ve zor ulaşılabilen bir hak olacağı için özellikle "yok edileceği" yönünü ısrarla vurgulamaktayız.
        Emek dünyasının kazanımlarının saldırılar sonrasında çok çok geriletileceği ve çalışma koşullarının burjuvazi için adeta bir cennet, işçi ve emekçiler açısından da tam kölelik koşulları anlamı taşıdığı açıktır.
        Tümüyle bunlar, ulusal ve uluslararası egemen burjuvazi tarafından, neo-liberal politikalar ve çalışma yaşamı sisteminin esnekleştirilerek yeniden düzenlenmesi yönünde atılmakta olan önemli adımlardır.

        Kıdem Tazminatı Fonu İle
        Amaçlanan Nedir?
       
Hükümet tarafından yapılan bir açıklamada "Tüm işçilerin kıdem tazminatından yararlanmaları için bireysel kıdem tazminatı hesabına geçilmesi" önerisi ve ısrarı vardır.
        Başka bir örnek ise asıl niyetleri açığa çıkarmaktadır. "Bireysel Kıdem Tazminatı Fonu" tasarısı ile amaçlanan aslında sermayeye, örneğin sigorta şirketlerine sermaye ve yatırım olanağı bulmaktır. 2013 Kasım ayı ortasında İstanbul'da yapılan Bireysel Emeklilik Sistemi'nin 10. yılı nedeniyle yapılan değerlendirme toplantıları sonrasında basına açıklama yapan Başbakan yardımcısı A. Babacan, bu yönelimi şu sözleriyle açığa vurmaktadır. "Eğer kıdem tazminatı fonu, BES fonuna aktarılırsa orada da devlet desteği veririz" demiş ve ardından da "işçilerin %10'u kıdem tazminatından yararlanmakta ve %90 mağdur kitle var, bunların hak kayıplarını engellemek lazım" diye konuşmuştur. Yani aslında sermaye adına yapılan hesap bellidir.
        Ancak sorulacak birkaç soru, maskeleri de düşürüyor.
        Neden mevcut kıdem tazminatı hakkından tüm işçiler yararlanamıyor?
        Hükümet ve işverenler yasal ve meşru kıdem tazminatı hakkının uygulamasında, neden kendi sorumluluklarını yerine getirmiyorlar?
        Yasalar ve devlet kurumları birer güvence aracı değil midir? Sosyal devlet olduğunu iddia eden TC devleti; neden adaletli, eşitlikçi bir zeminden hareketle kazanılmış hakkın gerçekleşmesini sağlamamaktadır?
        Bu sorulara, işçiler yararına olumlu yanıt almak olanaksızdır.
        Belirttiğimiz gibi işçilerin önemli bir kazanımı olan kıdem tazminatı yok edilmek istenirken, yerine yeni olgularla beslenen ama sonuçta işçinin zararına olan ve kesinlikle patron yararına olan kıdem tazminatı fonu getiriliyor. Asıl amaç patronların gereksiz yük olarak gördükleri hakkın ortadan kaldırılmasıdır.
        Fon sisteminde işverenin ve devletin ödeyeceği payları çok aşağılara çekilmektedir.
        Kıdem tazminatı fonuna işveren katkısı ortalama %4 olarak öngörülüyor. Ek olarak patronların şu anda İşsizlik Sigortası Fonuna ödediği oran %2 ve bu oran da budanarak, %0,5 (binde beş) olarak tasarlanıyor. Bu patronun kıdem ve işsizlik fonu başlığı altında yaptığı ödemelerin % 70-80 oranında düşürülmesi anlamına gelmektedir. Ödemek zorunda kaldığı ama fon sayesinde ödemeyeceği ücretler, patron kasasına kar-kazanç olarak yazılacak.
        Ayrıca şöyle bir problem de yaşanabilecektir. Patron kıdem tazminatı payı ödemelerini yapmadığında veya geciktirdiğinde yasal olarak davayı kim açacak? Ödemelerin güvencesi kim olacak? Vb. birçok sorunun yanıtı da belirsizdir. Belirsiz diyoruz bugün bile yargı kararları zorluklarla uygulanabilmektedir. Patronun bu konuda ödeme yapmama usulsüzlüğü nedeniyle yargıya başvurulması ise yargı masrafları nedeniyle engellenecektir. Yargının, giderek ücretli hale getirildiği bilinir, dolayısıyla da bugün bir dava açma harç bedeli olarak 500-600 lira alınmaktadır. Taşeron sistemi ve asgari ücret yaygınlığını da hesaba katarsak, yoksul işçilerin yargıdan uzak duracakları açıktır. İşçi bir aylık ücretine yakın parayı, mahkemeye vermekten uzak duracaktır.
        Sonuçta fon tasarımı ve yaklaşımıyla, işçinin on yıllardır kullana-geldiği ve iş güvencesinin önemli bir dayanağı olan kıdem tazminatı hakkı, şu anki anlam ve işlevlerinden soyutlanacak, patronların yükünü azaltarak onlara işçi sırtından daha fazla kazanmalarını sağlayacak bir uygulama olacaktır.

        Burjuva Medyası Yalanlarıyla
        Kamuoyunda Yaratılan Algı
       
14 Kasım 2013 tarihli Milliyet gazetesi manşetinde : "1 milyon işçiye müjde" başlığını kullanıldı.
        Haberden bir gün önce, Üçlü Danışma Kurulu'nda yapılan toplantılarda somut bir karar çıkmamış, işçi-hükümet ve işveren tarafları önerileri değerlendirme amacıyla masadan kalkmışlardı.
        Ama AKP'ye yakınlığıyla bilinen Demirören grubunun elinde bulunan Milliyet gazetesi, kıdem tazminatı ve taşeron uygulamaları ve yasa tasarısı konularında AKP'nin ve işveren temsilcilerinin görüş ve taleplerini derlemiş, bunları da "kesinleşmiş kararlar" havasında vererek, aldatıcı ve yanıltıcı bir gelişme tablosu çizmiştir.
        Yadırganacak bir olgu değildir bu. İşveren medyası elbette patronların dili ve tavırlarıyla toplumsal bilinci etkilemeye ve şekillendirmeye devam edecektir.
        Yazılı ve görsel-işitsel burjuva medyasında, Ulusal İstihdam Stratejisi ve onun alt başlıkları olan tasarımlar, çok olumlu yönelimler olarak kamuoyuna sunuldu. Son zamanlarda taşeron işçisinin ücretleri, sosyal hakları ve çalışma koşullarındaki insanlık dışı gerçekliklerin üzeri adeta örtülerek işçiler için hak-hukuk, adalet ve eşitlikten dem vurulmaya, işçi bilinci çarpıtılmaya gayret edilmektedir.
        Neredeyse bu yeni düzenlemelerle işçiye cennet koşulları sağlanacağı iddia edilmektedir. Kıdem tazminatı yok edilirken, işçinin yararına olacağı yalanı çok pişkin biçimde söylenebilmektedir.
        Taşeron işçisinin kıdem haklarının sağlanacağı iddiasıyla; düşük tutulan kıdem kesintileri ve 15 yıl sonra, o da belki alınabilecek kıdem birikiminden söz edilmektedir. İşçi için hayal olan bir fon uygulaması adil ve eşitlikçi bir olay gibi sunulmaktadır.
        Bu yalan ve çarpık bilgilerin kamuoyunda tartışılması ve bilgi kirliliği ile işçinin aldatılmasına yönelik çabalarıyla, burjuva medyası önemli işlev yüklenmiştir. Aslında tüm burjuva medya unsurları aynı içerikte yayınlarla kamuoyunu, özelikle de emek kamuoyunu aldatan tutum içine girmiştir.
        Sendikaların ve sınıf bilinçli işçilerin karşı çıkışları, eylemleri ve tepkileri, burjuva ve yandaş medyada kesinlikle yer almamakta, tamamıyla AKP ve burjuvazinin çıkarına yayınlarla kamuoyu aldatılmaktadır.
        Hükümetin de işçiden yana düzenlemeler yaptığı ve yapacağı yalanları da artık açığa çıkmıştır. Kıdem tazminatı fonu ve yeni taşeron yasası tasarılarıyla, AKP hükümetinin işçi dostu değil; aksine işçinin elde kalan haklarını da gasp eden patron yanlısı bir hükümet olduğu gerçeği daha iyi anlaşılır olmaktadır.

        Sendikal ve Siyasi Yapıların,
        Ekonomik-Demokratik Mücadele
        Alanındaki Sorumlulukları
       
İşçi sınıfının ekonomik-demokratik ve politik mücadelesinin birçok açıdan zayıflıklar içerdiği süreci yaşamaktayız.
        İşçi sınıfının, kapitalist sistem ve burjuva kurumsallıkların etkisi altında kaldığını tespit edebiliyoruz. Son zamanlarda ideolojik-politik açılardan bu etkileşim artmıştır. Ekonomik şiddet ve işsizlik, toplumsal baskılanma ve psikolojik şekillendirilmeler bu yönde ve baskındır. Örneğin Gezi olayları, yerel direnişler gibi son dönem gelişmeleri bunların kırılmasına yardımcı olmuştur ancak egemen olan tablo verileri belirttiğimiz şekildedir.
        Sendikaların, kitlesel-mücadeleci ve devrimci sınıf yapıları olma özelliğinden uzaklaşmaları ile devrimci-demokratik ve sosyalist siyasi yapıların (çok yönlü problemleri nedeniyle) sınıftan örgütsel ve kültürel açılardan kopuk durumda olması da son dönemin olumsuzluklarındandır.
        Ulusal İstihdam Stratejisi gibi veya genelde de işçi-emekçi zararına olan yasa çalışmaları ve uygulamalar karşısında emek dünyasının kitlesel, örgütlü tepki verme refleksinin zayıf kaldığı gerçektir. Bu durum, sendikaların ve emek çıkarlarını savunan siyasal yapıların örgütlenme ve mücadele tarzlarındaki zayıflıklarından ve birlik-dayanışma sergilemedeki zaaflarından ve geri duruşlarından kaynaklanmaktadır.
        Elbette kurumsal yapıların olumlu diyebileceğimiz tepkileri söz konusudur. Ancak işçi kitlelerini örgütleyemeyen ve bürokratik hantallıklar içerisinde boğulan sendikaların ve sistem sınırları içerisinde boğulan reformist siyasal yapıların etkin olan varlığına işaret ediyoruz.
        Bu anlamda, sendikal yapıların kronik hastalıklarını da sergileyen örnekler de bulunmaktadır.
        Kıdem tazminatı fonu, yeni taşeron yasası tasarımı ve diğer konularda HAK-İŞ konfederasyonu işçi sınıfı çıkarlarına ihanet içerisindedir. Sermaye ve AKP hükümetini destekleyen işbirlikçi tutumlarıyla sınıf üzerinde çok yönlü etkinliğini ve gücünü artırmaya devam etmektedir.
        TÜRK-İŞ'in sermayeye ve AKP hükümetine destek veren pozisyonu çok açıktır. Bürokratik tepki açıklamaları dışında bir etkinlik ve varlık gösterememektedir. Çok 'zorlama' bir tutumla kıdem tazminatı konusunda "kırmızı-çizgi ve grev nedeni" sözlerinin dışında bir tepki göremiyoruz. İşçinin kendi sınıf bilinci ve çıkarları doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve egemen sınıflara geri adım attırılması yolunda, daha doğrusu sınıf mücadelesi adına bir şey yapmamaktadır. Aksine engelleyici olmaktadır.
        Ancak TÜRK-İŞ konfederasyonu içerisindeki Sendikal Güç Birliği Platformu ve konfederasyon merkezi yönetiminin etkisi dışında kalan yerel sendika şubelerinin birkaç basın açıklaması dışında güçlü tepkileri yoktur. Sendikal Güç Birliği Platformu, ortaya çıkışında ilan ettiği mücadeleci ve sınıf hareketi söyleminin çok uzağında duran bürokratik basın açıklaması gibi cılız tepkilerle sınırlı kalmaktadır.
        DİSK, geliştirdiği kampanya ile daha olumlu bir yerdedir. İşçiler bir tartışma içine çekilmiş, birçok kentte sokağa çıkmış tepkisini göstermiştir. Bu eylemlilikler, işçi bilincini ve duyarlılığını canlı tutmakta, sermayeye ve hükümete de yanıt olabilmektedir. Ancak kampanyanın, DİSK yapısıyla sınırlı tutulması ve diğer sendikal yapılarla birlik-dayanışma içerisinde olunmaması; sınıf tepkisinin ve eylemlerin yaygın ve güçlü olmasını engellemiştir.
        Birçok siyasal yapı ise bu konuda tepki verme anlamında öncülük yapamamış, en azından etkili olamamış ve kısmi tepkileriyle geride kalmıştır. Sonuçta etkili bir bilinçlendirme ve örgütlü kitlesel tepkilerin açığa çıkarılması anlamında yeterli çalışmalar içerisinde olunmadığı gerçeği vardır. Bu eleştirilerek sorgulanması gereken bir olgudur. Kendi çabalarımızı bu eleştiriler dışında tutmuyoruz.
        Kıdem tazminatı fonu veya taşeron sisteminin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması çabalarına karşı, işçi sınıfının ekonomik-demokratik alanda kitlesel tepkileriyle karşı koymasının öneminin farkındayız. Özellikle "üretimden gelen güçle" diye de ifade edilen işyerlerinde üretimin durdurulması-grev silahıyla gelişmelere tavır alabilmesi çok önemlidir. Çünkü saldırının içerik ve boyutları bir hayli geniş ve derinliklidir. Ancak mevcut sendikal kurumsallıkların da bunu omuzlayacak düzeyde olmadığı gerçeği ortadadır.
        Bu noktada öncelikle belirtelim ki, örgütlü işçi gücüne dayanan mücadeleci-devrimci sendikal yapılara duyulan ihtiyaç bir kez daha açığa çıkmıştır.
        Sendikal yapıların içerisinde bulunduğu bürokratik işleyiş ve hantal kurumsal yapı özellikleri, geniş işçi kitlelerini örgütleyememe halleri ve özellikle bu alanda sarı-yandaş sendikaların etkinlikleri bir bütün olarak önemli sorun alanıdır. İşçi sınıfı kitlelerinde ve sendikalarda sınıf bilinci zayıflığı, örgütlenme ve mücadele konularında olumsuzluk yaratan bir olgudur. Kırılması için yoğun ve ısrarlı çalışmalar kurumsal düzeylerde gerçekleştirilmelidir. Bununla bağlantılı olarak birlik ve dayanışma yönüyle de bilinçlendirme ve kurumsal etkinliklerin geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
        Vurgulamak istiyoruz. Belirttiğimiz sorunlar, genel çerçevelerde işçi sınıfının, sendikaların, sınıf hareketi ve politik yapıların sorun alanlarına yöneliktir. Ancak örneğin kıdem tazminatı hakkına yönelik saldırı gibi çalışma yaşamını işçiler açısından çekilmez kılacak plan ve yönelimler karşı, gündelik mücadeleyle de yanıt vermek gerekmektedir. Fabrikalarda, atölyelerde işçilere yönelik sınıf bilincini yükselten etkinliklerin ve sendikal örgütlenme çalışmaların yoğunlaştırılması çok önemlidir. Sendikal kurumlaşmayla birlikte politik örgütlenme biçimlerinin de geliştirilmesi doğru ve gereklidir.
        İşçi sınıfına yönelik planlanan veya gerçekleştirilen saldırılar; sonuçta çalışma ve yaşama koşullarının daha da kötüleşmesi anlamındadır. Bu saldırılarla birlikte yaşanan baskı ve sömürünün boyutları, işçi sınıfının sınıf bilinci ve çıkarları temelinde örgütlenme ve mücadele içerisine çekilmesinin maddi olanaklarını da sunmaktadır.
        Ekonomik-demokratik sendikal mücadele alanları, ezilenlerin iktidar hedefini içeren politik mücadelesinden ayrı düşünülemez. Bütünlüklü olarak örgütlenme bilincini ve mücadeleyi yükseltmek, aynı zamanda da örneğin kitlesel-demokratik işlerlikleri içeren yapısal yenilikleri de içeren çalışmalara yönelmek kaçınılmazdır.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL