Kıdem
tazminatı hakkına yönelik saldırı; kapitalist
egemenlik ve sömürü ilişkilerinin güçlendirilmesi
temelindeki geniş kapsamlı planlamaların bir parçasıdır.
Oligarşi ve AKP Hükümeti, kıdem tazminatı hakkını
yok etmek istiyor.
AKP hükümetin ve sermaye örgütlerinin kıdem tazminatı
hakkının kaldırılmasına yönelik geliştirdikleri
tartışma ve "Kıdem Tazminatı Fonu" tasarısı,
emek kamuoyunun öncelikli gündem maddesi olmaya
devam ediyor.
Tartışmaların sürdüğü günlerde, özellikle 2013
Ekim ve Kasım ayları içerisinde saldırının ciddiyeti
ve büyüklüğüyle karşılaştırıldığında oldukça yetersiz
de olsa, işçi gösterileri ve sendikal tepkiler
gerçekleşti. Tepkilerin sürekliliği ve gösterilerin
yaygınlaşması, hükümetin geri adım atmasında önemli
bir etken oldu. Yerel seçimlerin de yaklaşması
nedeniyle, AKP hükümeti "şimdilik" kaydını
da düşerek kıdem tazminatına dokunmayacağını açıkladı.
Özellikle anımsatmak istiyoruz. Burjuvazi açısından,
kıdem tazminatı işçilere kaptırılmış gereksiz
bir hak, kendileri için de gereksiz bir yük anlamındadır.
Özellikle işçi sınıfına yönelik bütünlüklü saldırı
planı olan "Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi"
açıklandıktan sonra, kısa zaman aralıklarıyla
patron örgütleri ve AKP hükümeti; kıdem tazminatına
yönelik yok etme niyet ve tasarılarını gündeme
getirmişlerdir. Çalışma yaşamını yeniden düzenleme
planı çerçevesinde yeni Taşeron Yasası, Özel İstihdam
Büroları, Esnek Üretim İlişkileri, Kadın İstihdamı
Yasa Tasarısı gibi kapsamlı değişim ve yönelişler,
hükümetin hazırlıkları arasındadır.
Güncel süreç itibariyle AKP hükümeti ve burjuvazi,
emekçilerin kazanılmış ekonomik-demokratik haklarının
gaspına ve özellikle "Kıdem Tazminatı Hakkı"nın
ortadan kaldırılmasına yönelik kamuoyu algısını
yönetmeyi de gözeterek, tasarı ve yaklaşımların
tartışılmasını sağlamıştır.
Hükümetin: "kıdem tazminatına dokunmayacağız."
şeklindeki açıklaması önemlidir. Ancak taşeron
yasası, işçi kiralama büroları, kadın istihdam
yasa tasarısı konuları, saldırı dalgasının önemli
parçaları olarak hala gündemdedir. Anlaşıldığı
kadarıyla da yerel seçimler sonrasına bırakılan
saldırı planları söz konusudur.
Bu yaşanan süreçten emek güçlerinin çıkarımlarda
bulunarak kendilerine "çeki-düzen" vermeleri
gereklidir. İşçi sınıfı ve emekçi güçlerinin bu
sürecin devamında zaman kaybetmeden kendisini
yoğun saldırılara hazırlamaları ve aynı zamanda
bugüne kadar kaybedilen hakların yeniden kazanılması
için de mücadeleyi yükseltmeleri gereklidir.
İşçi sınıfı ve örgütlü yapıları, süreçte görülen
örgütlenme, dayanışma ve etkili mücadele konularındaki
gerilik ve zayıflıkları giderme yolları bulmalıdır.
Bu ise işçilerin yeni örgütlenme ve güçlü mücadele
anlayışlarına-yönelimlerine sahip olmaları gerektiği
anlamı taşıyor. Emek güçleri ulusal ve uluslararası
birikimiyle bu üretimleri gerçekleştirebilecek
potansiyellere ve önemli dinamiklere sahiptir.
AKP'nin ve sermayenin, kıdem tazminatını kaldırma
ve fona çevirme amacıyla yaptığı "yoklama"
sonrasında, önümüze gelen önemli derslerin olduğunu
görüyoruz. İşçiler, sendikalar ve emekçi sınıfın
toplumsal çıkarlarını temel alan siyasal yapılar;
hemen yukarıda vurguladığımız konularda yoğunlaşmak
durumundadır. İşçi sınıfının ekonomik-demokratik
mücadelesi başlığı altında sahip olduğu sendikal
bilinç ve örgütlenmesinde; bilinen zayıflıkların,
yaşanılan geriliklerin ve ideolojik zafiyetlerin
giderilmesi temelinde yoğun çaba ve mücadelenin
verilmesi gerekmektedir. Özellikle devrimci sosyalist
hareketin süreçte aktif rolünü oynaması gerektiğini
vurgulamalıyız.
Kıdem tazminatı
eksenli mücadele; işçilerin bilinçlendirilme ve
örgütlenmesi çalışmalarında, sendikaların örgütsel
işleyiş ve işlevlerini genişletilmesi konularında
olanaklar sunmaktadır. Sendikalar ve siyasal yapılar
bu olanaklardan yararlanarak, sınıfın örgütlenmesi
ve mücadelenin yükseltilmesine önemli katkılar
verebilir.
Tekrarlayalım. AKP hükümeti kıdem tazminatı uygulamasına
son vererek, yerine "Kıdem Tazminatı Fonu"
projesini getirmek istemektedir. Daha önceden
bilinen fon deneyimleri ise emekçi halkımız tarafından
unutulmuş değildir. Önceki yıllarda "Tasarruf
Teşvik Fonu" veya "Konut Edindirme Fonu"
adlarıyla uygulamalar olmuştu. Bu fonlar amaçlarının
dışında kullanılmış ve sonuçta emekçiler açısından
büyük parasal birikimler ve konutlar sadece hayal
olarak kalmıştır. Sürecinde, emekçilere bir yararı
olmadan ama burjuvaziye sermaye kaynağı olarak
iş görmüş, sonrasında ikisi de iptal edilmişti.
Emekçilerin aldatıldığı uygulamalardı bunlar.
İşlerliği devam eden İşsizlik Fonu ise, emekçilerin
işten çıkarılması sonrasında devreye girmekle
birlikte; fon birikimleri örneğin GAP projesinde
kullanılmış, hatta şimdilerde gündeme getirilen
kıdem tazminatı fonu için de kaynak gösterilmektedir.
Anlaşılıyor ki burjuvazi; işçi ve emekçilerin
insanca yaşam olanağı sunmayan üç kuruşluk ücretlerini
fon vs adı altında kırparak azaltmayı ve fonları
da kendi kaynak ihtiyacını gidermek için, örneğin
sigorta tekellerinin ihtiyacında kullanma amacındadır.
Ancak kıdem tazminatı fonunun, işçiler tarafından
kolay erişilebilecek birikim uygulaması olmadığı
da anlaşılmıştır. Bu açıkça ilan ediliyor zaten…
Burjuvazi, AKP Hükümetinin meclis sayısal üstünlüğünden
yararlanarak kıdem tazminatı yükünden kurtulmayı
denemek istedi. Danışma Kurulunun göstermelik
tartışmaları oyununa başvurmaları da işe yaramadı.
Yoğun olmasa da gelişen mücadeleci kitlesel tepkiler
ve sergilenen sendikal tutumlar tasarının geri
çekilmesini sağlamıştır.
AKP Hükümeti burjuva ayak oyunlarından ve kurnazlıktan
vazgeçmeyerek, örneğin taşeron işçilerinin kıdem
tazminatı konusunda ciddi sorunlar yaşamalarından
hareketle, taşeron işçileriyle sınırlı kalacağını
savunduğu "kıdem tazminatı fonu" yasası
tasarlamaktadır. 'Bir taşla iki kuş vurma' misali,
AKP; taşeron işçilerin bilgisizlik, örgütsüzlük
ve suskunluk içindeki pasif/edilgen hallerinden
de yararlanmak istemektedir.
Sendikaların bürokratik ve işçi kitlelerinden
kopuk, zayıf halleri söz konusudur. Yine de koyulan
tepki ve yapılan gösteriler önemlidir. Ancak özellikle
taşeron işçileri başta olmak üzere örgütsüz işçi
ve emekçi kitleleri aldatılmaya-kandırılmaya açıktır.
Gözlemlediğimiz kadarıyla, kısmen de olsa taşeron
işçi kitlesinde kıdem tazminatı fonunun 'yararlı
olacağı' düşüncesi ve beklentisi vardır. Emek
kurumlarının ve emek dostu siyasal yapıların;
güçlü sınıf bilinci yaratma yönünde çabaları ve
örgütlenme çalışmalarını yoğunlaştırmaları çok
yararlı olacaktır. Taşeron işçilerinde hükümetin
yarattığı aldatıcı iyimser havanın kırılması birçok
açıdan önemsenmelidir.
AKP hükümeti, kıdem tazminatına dokunmayacağını
açıkladı. Ancak yeni taşeron yasası kapsamında
kısmi uygulamalı fon olayına yönelebilir. Taşeron
işçilerinin kıdem tazminatı hakkı oluşsun diyerek
çatlak yaratmak isteyebilir.
Kısaca değindiğimiz bu olgular, burjuvazinin ve
AKP hükümetinin emekçiler zararına nasıl kapsamlı
yeni düzenlemeler ve saldırı planlamaları içerisinde
bulunduğunun göstergeleridir.
Bu saldırılar karşısında işçi sınıfının örgütlenme
ve mücadele gibi sorunlu alanlarında yeni tarzlarla
mesafe almaları kaçınılmazdır. Emek güçlerinin
kendi içerisinde dayanışmayı artırarak, birlikte
tavırlar alması da ihtiyaç duyulan bir yöndür.
Doğru anlayış ve tutumlarla işyerlerinde ve sokakta
tepkilerin örgütlenerek, uzlaşmaz sınıf tavrının
gösterilmesi gereken bir süreçten geçiyoruz.
Kitlesel sendikal örgütlenmelerin geliştirilmesi,
zaafiyetlerden ve hastalıklardan kurtarılarak
işçi sınıfının ve politik sınıf hareketinin güçlendirilmesi
ve buna bağlı olarak da emekçilerin birçok konuda
sınıf çıkarları ekseninde sınıf bilinçlerinin
artırılması konusu hayati önemdedir.
Bu temel başlıkları belirttikten sonra, kıdem
tazminatı olayının bazı yönlerini daha yakından
değerlendirelim.
Kıdem Tazminatı
Kazanılmış Haktır
Vazgeçilemez!
Kıdem tazminatı, ekonomik-demokratik
hak kapsamında kazanılmış ve sigortalı çalışan
tüm emekçiler için geçerliliği olan önemli bir
ücret biçimidir.
Kıdem tazminatı yaklaşık
80 yıldır uygulanan, işçinin yıllık emeği karşılığında
ödenen ücret biçimidir. İşçinin bir yılda aldığı
12 aylık ücretine ek olarak, bir çalışma yılı
sonunda işçinin almaya hak kazandığı ücrettir.
13. aylık/maaş diye de bilinir. 1930'lu yıllarda
15 günlük ücret üzerinden hesap edilerek başlayan
kıdem tazminatı ödeme uygulaması, giderek 30 günlük
ücret üzerinden hesap edilmeye başlanmıştır ve
halen uygulanan da budur. Emekçiler işten çıkarıldığında
veya emekliliğe ayrıldığı süreçte kıdem tazminatını
alır.
Kıdem tazminatı bir
yanıyla da iş güvencesi sağlayan etkisiyle; işten
çıkarılmayı engelleyen ve kurallı çalışma baskısı
yapan işleviyle çalışma yaşamında yer alır.
Ancak son yıllarda,
patronlar hileye başvurarak kıdem tazminatı ödemelerini
vermemektedir. Taşeron patronları, işçinin 11
ay süreli sigorta primi yatırmaktadırlar. Dolayısıyla
bir tam iş-yılı SGK primi yatırılmadığı için işçi
kıdem tazminatına hak kazanamamaktadır. Çalışma
Bakanlığı, Yargı ve SGK idaresi de bu hukuksuzluk
ve yolsuzluk durumuna seyirci kalmaktadır. Özelikle
taşeron işçilerinde bu adaletsizlik çok yaygındır.
Taşeron işçisi yılı 12 ay olarak bir türlü tamamlayamamaktadır.
İş güvencesi ve kurallı çalışma ortamı bulunmadığından,
işsizlik korkusu da işçiyi hakkını aramasına ve
savunmasına engel olmaktadır. Sendikal örgütlenmelerin
zayıflığı ve 'sarı'lığı eşliğinde, patronlar baskı
ve sömürülerini her geçen gün daha fazla artırmaktadırlar.
TİSK, TÜSİAD, TOBB
gibi sermaye örgütlerinin Üçlü Danışma Kurulu'nda
özetle savunduğu şudur: kıdem tazminatı hakkı
için ölçü olan 30 günlük brüt ücret, 10 ila 15
günlük ücrete düşürülmelidir. Yani buna göre kıdem
ücreti yarıdan fazla yok edilecektir. Ayrıca kıdem
almak için fiilen çalışılmış 15 yıl beklenecektir.
Yani kıdem tazminatı hakkı ve uygulaması "fonlaştırma"
yöntemiyle yok ediliyor…
Kıdem tazminatı, kazanılmış
13. ücret özelliği yanı sıra, iş güvencesi sağlayan
ve bu nedenle de kolay kaybedilmeyecek, uğruna
büyük kavgalar verilecek olan vazgeçilemez bir
haktır.
Türkiye'de ücret uygulamaları,
giydirilmiş ücret modeliyle sürdürülür. Yani çıplak
maaş/ücret yanı sıra, zamanla eklenen/kazanılan
ücret tipleriyle toplam ücret belirlenmektedir.
O nedenle bir işçinin çeşitli adlar altında ödenen
ücreti vardır. Kıdem hakkı ücreti de bunlardan
biridir. Bir yıl çalışma karşılığında, bir maaş
tutarında ek ücret uygulaması vardır.
Kıdem tazminatı hakkı,
işçiler için bir umuttur, yıllarca çalıştıktan
sonra emekli olunduğunda emeklilik yaşlarında
rahat yaşama hayallerinin kurulduğu bir imkandır.
Örneğin barınma sorununu, kıdem tazminatıyla ev
alarak çözmeyi hayal eden çok işçi vardır. Dolayısıyla
yıllarca çalışmanın ardından alınacak kıdem tazminatı
işçilerin, emekçilerin yaşamında çok önemlidir.
Borçlarını silecek, belki de çocuklarına daha
iyi yaşam olanakları sağlayacak maddi/parasal
bir haktır.
Dahası çalışma yaşamında
işçinin kazanılmış hakkıdır. Öylesine alışılmış
ve içselleştirilmiştir ki, etle tırnak gibidir;
emeklilik ve kıdem tazminatı hakkı, emeklilik
gününün taçlanan kısmıdır.
Kıdem Tazminatı,
Burjuvazi Açısından
Ne Anlam Taşıyor?
Kıdem tazminatı ödemesi,
patron için kesinlikle gereksiz/anlamsız bir yüktür.
Kazancından işçiye kaptırılmış bir bölümdür. Onun
açısından verilmemesi gereken bir ücret türüdür.
Onlar için anlamsız
bir haktır. Patron bunu neden ödediğini algılamaz
ve kesinlikle karşı çıkar. Hırsızlık sınıfsal
olarak onların karakteristik özelliğidir, bu nedenle
de işçinin emeğinin karşılığı olan bu haktan da
çalmayı düşünürler. Taşeron işvereni işte bu nedenle
hileye başvurarak rahatlıkla, işçinin kıdem tazminatına
ulaşmasını engeller. 'Bir yılı tamamlayamayan
kıdem alamaz' diye sınır koyan yasaya uygun davranarak,
yani işçiyi 11 ay sözleşmeli göstererek kıdem
tazminatı almasını, hileyle fiilen engellemektedir.
Patronların kar hırsı
öylesine çok ve yoğundur ki, işçinin umudu ve
hayallerini süsleyen üç kuruşluk kıdemine dahi
göz dikecek kadar aşağılaşmıştır.
Dahası işverenler
işçinin kıdem hakkını yok ederek çok ciddi tasarrufları
sağlayacaktır. Hele ki işçi tasarruf-birikimleriyle
kurulacak olan bir fon, işveren açısından kullanabileceği
sermaye olanağı anlamındadır.
Kıdem tazminatı patronlar
açısından işçiyi işten kolay çıkarmanın önünde
bir engeldir. İMF gibi emperyalist kurumların
"Easyhire-Easy fire" (Kolay Al-Kolay
Çıkar) prensibiyle işletilen ve yaygınlaştırılan
uluslararası bir anlayışı vardır. Orada esnek
çalışmanın ulaştırıldığı önemli bir boyutu görüyoruz.
Bu olgu egemen sınıflar açısından ulusal ve uluslararası
emperyalist ilişkilerde geliştirilen yeni bir
tarz olarak çalışma yaşamımızda yer etmiştir.
Bu bağlamda, esnekleşme
politikalarıyla temelden çelişen kıdem tazminatı
olayı, sermaye açısından kesinlikle ortadan kaldırılması
gereken bir işçi kazanımı olarak değerlendirilir.
Kıdem tazminatı yükümlülüğü olmadığı koşullarda,
işveren işçiyi kolaylıkla işe alıp aynı kolaylıkla
işten çıkararak; çalışma hakkıyla da oynama olanağına
sahip olur. Bu da yedek işçi ordusu sayısının
çoğalması ve işçi üzerinde baskı kurulması anlamındadır.
Programatik süreklilik çerçevesinde; kıdem tazminatı
hakkını kaldırarak, onu da kucaklayan ve kuşa
çeviren 'esnek çalışma yöntemi'ndeki ısrarları,
özünde iyi bildiğimiz kölelik koşullarını dayatma
hikayesidir.
Ulusal İstidam
Stratejisi Belgesi'nde
Kıdem Tazminatının
Yeri Nedir?
Ulusal İstihdam
Strateji Belgesi'nde, kıdem tazminatı uygulamasının
"Bireysel Kıdem Tazminatı Fon Hesabı"
diye ifade edilen sisteme dönüştürülerek, çalışma
yaşamında sürdürülen biçimine son verilmesi planlanmıştır.
Tasarılarda veya işveren
yaklaşımlarında egemen anlayış; kıdem tazminatı
hakkının işveren üzerindeki yükünün yarıya indirilerek
yıllık 30 günlük kıdem ücreti kazanım hakkının
geriletilmesidir. Kıdem tazminatı, fon kurumsallığı
ile bireysel hesaba dönüştürülecek ve buradan
da bireysel emeklilik işleri özel sigorta şirketlerine
malzeme yapılacaktır. İşçi açısından yarı yarıya
değeri düşürülmüş kıdem tazminatı hakkını elde
etmek ise, zorlaştırılarak ona fiilen ulaşılmasının
önüne engeller çıkarılacaktır. Günümüzdeki haliyle
işten çıkarıldığında tazminat alan işçi, tasarının
yasalaşması durumunda emekli olmadan tazminat
alamayacak, ancak en az on yıl çalışmışsa ve primleri
eksiksiz yatırılmışsa, o durumda bir gayrımenkul
satın almak gibi bir harcama yapacağı durumda,
zaten eskisine oranla yarı yarıya azaltılmış olan
tazminatının ancak yarısını alabilecektir. Elbette
tasarılar son halini almadığı için bunlar tartışmalıdır.
Ama özünde olay budur.
Burjuvazinin ve AKP
hükümetinin gündemde tuttuğu yönelim, Ulusal İstihdam
Stratejisi planlamasında; kıdem tazminatı hakkı
ve uygulamasının fon sistemine alınarak yok edilmesidir.
Fon sisteminde kıdem tazminatı hakkı, belirsizleşen
ve zor ulaşılabilen bir hak olacağı için özellikle
"yok edileceği" yönünü ısrarla vurgulamaktayız.
Emek dünyasının kazanımlarının
saldırılar sonrasında çok çok geriletileceği ve
çalışma koşullarının burjuvazi için adeta bir
cennet, işçi ve emekçiler açısından da tam kölelik
koşulları anlamı taşıdığı açıktır.
Tümüyle bunlar, ulusal
ve uluslararası egemen burjuvazi tarafından, neo-liberal
politikalar ve çalışma yaşamı sisteminin esnekleştirilerek
yeniden düzenlenmesi yönünde atılmakta olan önemli
adımlardır.
Kıdem Tazminatı
Fonu İle
Amaçlanan Nedir?
Hükümet tarafından
yapılan bir açıklamada "Tüm işçilerin kıdem
tazminatından yararlanmaları için bireysel kıdem
tazminatı hesabına geçilmesi" önerisi ve
ısrarı vardır.
Başka bir örnek ise
asıl niyetleri açığa çıkarmaktadır. "Bireysel
Kıdem Tazminatı Fonu" tasarısı ile amaçlanan
aslında sermayeye, örneğin sigorta şirketlerine
sermaye ve yatırım olanağı bulmaktır. 2013 Kasım
ayı ortasında İstanbul'da yapılan Bireysel Emeklilik
Sistemi'nin 10. yılı nedeniyle yapılan değerlendirme
toplantıları sonrasında basına açıklama yapan
Başbakan yardımcısı A. Babacan, bu yönelimi şu
sözleriyle açığa vurmaktadır. "Eğer kıdem
tazminatı fonu, BES fonuna aktarılırsa orada da
devlet desteği veririz" demiş ve ardından
da "işçilerin %10'u kıdem tazminatından yararlanmakta
ve %90 mağdur kitle var, bunların hak kayıplarını
engellemek lazım" diye konuşmuştur. Yani
aslında sermaye adına yapılan hesap bellidir.
Ancak sorulacak birkaç
soru, maskeleri de düşürüyor.
Neden mevcut kıdem
tazminatı hakkından tüm işçiler yararlanamıyor?
Hükümet ve işverenler
yasal ve meşru kıdem tazminatı hakkının uygulamasında,
neden kendi sorumluluklarını yerine getirmiyorlar?
Yasalar ve devlet
kurumları birer güvence aracı değil midir? Sosyal
devlet olduğunu iddia eden TC devleti; neden adaletli,
eşitlikçi bir zeminden hareketle kazanılmış hakkın
gerçekleşmesini sağlamamaktadır?
Bu sorulara, işçiler
yararına olumlu yanıt almak olanaksızdır.
Belirttiğimiz gibi
işçilerin önemli bir kazanımı olan kıdem tazminatı
yok edilmek istenirken, yerine yeni olgularla
beslenen ama sonuçta işçinin zararına olan ve
kesinlikle patron yararına olan kıdem tazminatı
fonu getiriliyor. Asıl amaç patronların gereksiz
yük olarak gördükleri hakkın ortadan kaldırılmasıdır.
Fon sisteminde işverenin
ve devletin ödeyeceği payları çok aşağılara çekilmektedir.
Kıdem tazminatı fonuna
işveren katkısı ortalama %4 olarak öngörülüyor.
Ek olarak patronların şu anda İşsizlik Sigortası
Fonuna ödediği oran %2 ve bu oran da budanarak,
%0,5 (binde beş) olarak tasarlanıyor. Bu patronun
kıdem ve işsizlik fonu başlığı altında yaptığı
ödemelerin % 70-80 oranında düşürülmesi anlamına
gelmektedir. Ödemek zorunda kaldığı ama fon sayesinde
ödemeyeceği ücretler, patron kasasına kar-kazanç
olarak yazılacak.
Ayrıca şöyle bir problem
de yaşanabilecektir. Patron kıdem tazminatı payı
ödemelerini yapmadığında veya geciktirdiğinde
yasal olarak davayı kim açacak? Ödemelerin güvencesi
kim olacak? Vb. birçok sorunun yanıtı da belirsizdir.
Belirsiz diyoruz bugün bile yargı kararları zorluklarla
uygulanabilmektedir. Patronun bu konuda ödeme
yapmama usulsüzlüğü nedeniyle yargıya başvurulması
ise yargı masrafları nedeniyle engellenecektir.
Yargının, giderek ücretli hale getirildiği bilinir,
dolayısıyla da bugün bir dava açma harç bedeli
olarak 500-600 lira alınmaktadır. Taşeron sistemi
ve asgari ücret yaygınlığını da hesaba katarsak,
yoksul işçilerin yargıdan uzak duracakları açıktır.
İşçi bir aylık ücretine yakın parayı, mahkemeye
vermekten uzak duracaktır.
Sonuçta fon tasarımı
ve yaklaşımıyla, işçinin on yıllardır kullana-geldiği
ve iş güvencesinin önemli bir dayanağı olan kıdem
tazminatı hakkı, şu anki anlam ve işlevlerinden
soyutlanacak, patronların yükünü azaltarak onlara
işçi sırtından daha fazla kazanmalarını sağlayacak
bir uygulama olacaktır.
Burjuva Medyası
Yalanlarıyla
Kamuoyunda Yaratılan
Algı
14 Kasım 2013
tarihli Milliyet gazetesi manşetinde : "1
milyon işçiye müjde" başlığını kullanıldı.
Haberden bir gün önce,
Üçlü Danışma Kurulu'nda yapılan toplantılarda
somut bir karar çıkmamış, işçi-hükümet ve işveren
tarafları önerileri değerlendirme amacıyla masadan
kalkmışlardı.
Ama AKP'ye yakınlığıyla
bilinen Demirören grubunun elinde bulunan Milliyet
gazetesi, kıdem tazminatı ve taşeron uygulamaları
ve yasa tasarısı konularında AKP'nin ve işveren
temsilcilerinin görüş ve taleplerini derlemiş,
bunları da "kesinleşmiş kararlar" havasında
vererek, aldatıcı ve yanıltıcı bir gelişme tablosu
çizmiştir.
Yadırganacak bir olgu
değildir bu. İşveren medyası elbette patronların
dili ve tavırlarıyla toplumsal bilinci etkilemeye
ve şekillendirmeye devam edecektir.
Yazılı ve görsel-işitsel
burjuva medyasında, Ulusal İstihdam Stratejisi
ve onun alt başlıkları olan tasarımlar, çok olumlu
yönelimler olarak kamuoyuna sunuldu. Son zamanlarda
taşeron işçisinin ücretleri, sosyal hakları ve
çalışma koşullarındaki insanlık dışı gerçekliklerin
üzeri adeta örtülerek işçiler için hak-hukuk,
adalet ve eşitlikten dem vurulmaya, işçi bilinci
çarpıtılmaya gayret edilmektedir.
Neredeyse bu yeni
düzenlemelerle işçiye cennet koşulları sağlanacağı
iddia edilmektedir. Kıdem tazminatı yok edilirken,
işçinin yararına olacağı yalanı çok pişkin biçimde
söylenebilmektedir.
Taşeron işçisinin
kıdem haklarının sağlanacağı iddiasıyla; düşük
tutulan kıdem kesintileri ve 15 yıl sonra, o da
belki alınabilecek kıdem birikiminden söz edilmektedir.
İşçi için hayal olan bir fon uygulaması adil ve
eşitlikçi bir olay gibi sunulmaktadır.
Bu yalan ve çarpık
bilgilerin kamuoyunda tartışılması ve bilgi kirliliği
ile işçinin aldatılmasına yönelik çabalarıyla,
burjuva medyası önemli işlev yüklenmiştir. Aslında
tüm burjuva medya unsurları aynı içerikte yayınlarla
kamuoyunu, özelikle de emek kamuoyunu aldatan
tutum içine girmiştir.
Sendikaların ve sınıf
bilinçli işçilerin karşı çıkışları, eylemleri
ve tepkileri, burjuva ve yandaş medyada kesinlikle
yer almamakta, tamamıyla AKP ve burjuvazinin çıkarına
yayınlarla kamuoyu aldatılmaktadır.
Hükümetin de işçiden
yana düzenlemeler yaptığı ve yapacağı yalanları
da artık açığa çıkmıştır. Kıdem tazminatı fonu
ve yeni taşeron yasası tasarılarıyla, AKP hükümetinin
işçi dostu değil; aksine işçinin elde kalan haklarını
da gasp eden patron yanlısı bir hükümet olduğu
gerçeği daha iyi anlaşılır olmaktadır.
Sendikal ve Siyasi
Yapıların,
Ekonomik-Demokratik
Mücadele
Alanındaki Sorumlulukları
İşçi sınıfının
ekonomik-demokratik ve politik mücadelesinin birçok
açıdan zayıflıklar içerdiği süreci yaşamaktayız.
İşçi sınıfının, kapitalist
sistem ve burjuva kurumsallıkların etkisi altında
kaldığını tespit edebiliyoruz. Son zamanlarda
ideolojik-politik açılardan bu etkileşim artmıştır.
Ekonomik şiddet ve işsizlik, toplumsal baskılanma
ve psikolojik şekillendirilmeler bu yönde ve baskındır.
Örneğin Gezi olayları, yerel direnişler gibi son
dönem gelişmeleri bunların kırılmasına yardımcı
olmuştur ancak egemen olan tablo verileri belirttiğimiz
şekildedir.
Sendikaların, kitlesel-mücadeleci
ve devrimci sınıf yapıları olma özelliğinden uzaklaşmaları
ile devrimci-demokratik ve sosyalist siyasi yapıların
(çok yönlü problemleri nedeniyle) sınıftan örgütsel
ve kültürel açılardan kopuk durumda olması da
son dönemin olumsuzluklarındandır.
Ulusal İstihdam Stratejisi
gibi veya genelde de işçi-emekçi zararına olan
yasa çalışmaları ve uygulamalar karşısında emek
dünyasının kitlesel, örgütlü tepki verme refleksinin
zayıf kaldığı gerçektir. Bu durum, sendikaların
ve emek çıkarlarını savunan siyasal yapıların
örgütlenme ve mücadele tarzlarındaki zayıflıklarından
ve birlik-dayanışma sergilemedeki zaaflarından
ve geri duruşlarından kaynaklanmaktadır.
Elbette kurumsal yapıların
olumlu diyebileceğimiz tepkileri söz konusudur.
Ancak işçi kitlelerini örgütleyemeyen ve bürokratik
hantallıklar içerisinde boğulan sendikaların ve
sistem sınırları içerisinde boğulan reformist
siyasal yapıların etkin olan varlığına işaret
ediyoruz.
Bu anlamda, sendikal
yapıların kronik hastalıklarını da sergileyen
örnekler de bulunmaktadır.
Kıdem tazminatı fonu,
yeni taşeron yasası tasarımı ve diğer konularda
HAK-İŞ konfederasyonu işçi sınıfı çıkarlarına
ihanet içerisindedir. Sermaye ve AKP hükümetini
destekleyen işbirlikçi tutumlarıyla sınıf üzerinde
çok yönlü etkinliğini ve gücünü artırmaya devam
etmektedir.
TÜRK-İŞ'in sermayeye
ve AKP hükümetine destek veren pozisyonu çok açıktır.
Bürokratik tepki açıklamaları dışında bir etkinlik
ve varlık gösterememektedir. Çok 'zorlama' bir
tutumla kıdem tazminatı konusunda "kırmızı-çizgi
ve grev nedeni" sözlerinin dışında bir tepki
göremiyoruz. İşçinin kendi sınıf bilinci ve çıkarları
doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve egemen sınıflara
geri adım attırılması yolunda, daha doğrusu sınıf
mücadelesi adına bir şey yapmamaktadır. Aksine
engelleyici olmaktadır.
Ancak TÜRK-İŞ konfederasyonu
içerisindeki Sendikal Güç Birliği Platformu ve
konfederasyon merkezi yönetiminin etkisi dışında
kalan yerel sendika şubelerinin birkaç basın açıklaması
dışında güçlü tepkileri yoktur. Sendikal Güç Birliği
Platformu, ortaya çıkışında ilan ettiği mücadeleci
ve sınıf hareketi söyleminin çok uzağında duran
bürokratik basın açıklaması gibi cılız tepkilerle
sınırlı kalmaktadır.
DİSK, geliştirdiği
kampanya ile daha olumlu bir yerdedir. İşçiler
bir tartışma içine çekilmiş, birçok kentte sokağa
çıkmış tepkisini göstermiştir. Bu eylemlilikler,
işçi bilincini ve duyarlılığını canlı tutmakta,
sermayeye ve hükümete de yanıt olabilmektedir.
Ancak kampanyanın, DİSK yapısıyla sınırlı tutulması
ve diğer sendikal yapılarla birlik-dayanışma içerisinde
olunmaması; sınıf tepkisinin ve eylemlerin yaygın
ve güçlü olmasını engellemiştir.
Birçok siyasal yapı
ise bu konuda tepki verme anlamında öncülük yapamamış,
en azından etkili olamamış ve kısmi tepkileriyle
geride kalmıştır. Sonuçta etkili bir bilinçlendirme
ve örgütlü kitlesel tepkilerin açığa çıkarılması
anlamında yeterli çalışmalar içerisinde olunmadığı
gerçeği vardır. Bu eleştirilerek sorgulanması
gereken bir olgudur. Kendi çabalarımızı bu eleştiriler
dışında tutmuyoruz.
Kıdem tazminatı fonu
veya taşeron sisteminin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması
çabalarına karşı, işçi sınıfının ekonomik-demokratik
alanda kitlesel tepkileriyle karşı koymasının
öneminin farkındayız. Özellikle "üretimden
gelen güçle" diye de ifade edilen işyerlerinde
üretimin durdurulması-grev silahıyla gelişmelere
tavır alabilmesi çok önemlidir. Çünkü saldırının
içerik ve boyutları bir hayli geniş ve derinliklidir.
Ancak mevcut sendikal kurumsallıkların da bunu
omuzlayacak düzeyde olmadığı gerçeği ortadadır.
Bu noktada öncelikle
belirtelim ki, örgütlü işçi gücüne dayanan mücadeleci-devrimci
sendikal yapılara duyulan ihtiyaç bir kez daha
açığa çıkmıştır.
Sendikal yapıların
içerisinde bulunduğu bürokratik işleyiş ve hantal
kurumsal yapı özellikleri, geniş işçi kitlelerini
örgütleyememe halleri ve özellikle bu alanda sarı-yandaş
sendikaların etkinlikleri bir bütün olarak önemli
sorun alanıdır. İşçi sınıfı kitlelerinde ve sendikalarda
sınıf bilinci zayıflığı, örgütlenme ve mücadele
konularında olumsuzluk yaratan bir olgudur. Kırılması
için yoğun ve ısrarlı çalışmalar kurumsal düzeylerde
gerçekleştirilmelidir. Bununla bağlantılı olarak
birlik ve dayanışma yönüyle de bilinçlendirme
ve kurumsal etkinliklerin geliştirilmesine ihtiyaç
vardır.
Vurgulamak istiyoruz.
Belirttiğimiz sorunlar, genel çerçevelerde işçi
sınıfının, sendikaların, sınıf hareketi ve politik
yapıların sorun alanlarına yöneliktir. Ancak örneğin
kıdem tazminatı hakkına yönelik saldırı gibi çalışma
yaşamını işçiler açısından çekilmez kılacak plan
ve yönelimler karşı, gündelik mücadeleyle de yanıt
vermek gerekmektedir. Fabrikalarda, atölyelerde
işçilere yönelik sınıf bilincini yükselten etkinliklerin
ve sendikal örgütlenme çalışmaların yoğunlaştırılması
çok önemlidir. Sendikal kurumlaşmayla birlikte
politik örgütlenme biçimlerinin de geliştirilmesi
doğru ve gereklidir.
İşçi sınıfına yönelik
planlanan veya gerçekleştirilen saldırılar; sonuçta
çalışma ve yaşama koşullarının daha da kötüleşmesi
anlamındadır. Bu saldırılarla birlikte yaşanan
baskı ve sömürünün boyutları, işçi sınıfının sınıf
bilinci ve çıkarları temelinde örgütlenme ve mücadele
içerisine çekilmesinin maddi olanaklarını da sunmaktadır.
Ekonomik-demokratik
sendikal mücadele alanları, ezilenlerin iktidar
hedefini içeren politik mücadelesinden ayrı düşünülemez.
Bütünlüklü olarak örgütlenme bilincini ve mücadeleyi
yükseltmek, aynı zamanda da örneğin kitlesel-demokratik
işlerlikleri içeren yapısal yenilikleri de içeren
çalışmalara yönelmek kaçınılmazdır.
|