Önümüzdeki
mücadele sürecini yeni bir politik-örgütsel kampanya
ile karşılıyoruz. İçinden geçtiğimiz bu süreçte
önümüze koymuş olduğumuz "Adalet, Eşitlik,
Özgürlük İçin Mücadeleye" kampanyamız bir
toplumsal ve siyasal zemin üzerinden yükseliyor,
yükselecektir. Bu zemin ise, hem birçok gündemi
içinde barındırıyor, hem de bir dizi çelişki ve
çatışmayı içermektedir.
Her
şeyden önce bu toplumsal ve siyasal zemini anlamak
için, özetle, bir kaç noktaya işaret etmekte yarar
vardır.
Krize
Karşı Direniş Yükseliyor
Bir:
Dünyada, emperyalist-kapitalist sistemin krizi
derinleşiyor; buna karşı ise yeni sınıfsal-toplumsal
mücadele dinamikleri ortaya çıkıyor. Daha önce
çeşitli yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere, mevcut
kriz ne yenidir, ne de gelip geçici bir olgudur.
Tam tersine uzun yılları kapsıyor, yapısaldır,
emperyalist-kapitalist sistemde içseldir. Kapitalizm
19. yüzyılın sonlarında emperyalizme dönüşürken,
sadece serbest rekabetçilikten tekelci kapitalizme
dönüşmedi, bununla birlikte kapitalizmde içsel
olan kriz dinamiklerini genelleştirdi ve her yere
yaydı. Bu anlamda, "emperyalizm" ya
da "tekelci kapitalizm" ile "kriz"
yan yana, iç içe, birlikte anılır, ikisini birbirinden
koparmak mümkün değildir.
Dönem
dönem derinleşen, tüm emperyalist- kapitalist
sistemi alt-üst eden bu kriz sarmalı, 1970 sonrası
yeni bir düzeye sıçradı. Kriz içinde büyüme stratejisi
izleyen emperyalist-kapitalist sistem, bu kez
derinleşen sürekli ve genel krize karşı, yeni
bir sömürü modeli geliştirdi. Bu modelin adı:
ekonomik, siyasal, ideolojik ve kültürel ayakları
olan neo-liberalizmdir. Her şeyin metalaşıp kapitalist
pazarda satıldığı, finans sermayenin asıl köşeleri
tuttuğu, üretimden çok rant ve faize dayalı bu
sömürü modeli sadece pervasız bir sömürüyü dayatmadı,
reel sosyalizmin çözülmesinin ortaya çıkardığı
bir dizi zemini de kullanarak emperyalist sermayeyi
dünyanın her köşesine taşıdı. Böylece yeni sömürge
ülkelerde, bir yandan yeni sömürgecilik derinleşti,
işgal ve savaşlar yaygınlaştı, öte yandan işçi
ve emekçilerin tüm kazanımları budandı, "sosyal
devlet" politikaları bir yana atıldı, sadece
emek vahşice sömürülmedi, kentler, ormanlar, sular
talan edildi.
Bu
süreç derinleşerek devam ediyor...
Ama
bu aynı zamanda neo-liberalizmin sınırlarını tükettiği,
yaşanan ve emperyalist- kapitalist sistemin merkezlerini
vuran (ABD'de yaşanan ve 2011 yılından bu yana
ABD'yi vuran son kriz bunun en açık örneğidir)
krizin, mevcut sistem içinde çözüm üretemediğini,
bir açmazı işaret ediyor.
Parçalı,
çok merkezli, hiyerarşik bir düzen içinde çok
katmalı olan emperyalist-kapitalist sisteme karşı,
bu kriz sarmalına karşı, bir tasnif yapmak gerekirse,
iki ana kanalda itiraz, karşı duruş, mücadele
dinamikleri ortaya çıkıyor. Birincisi, ABD, Avrupa'yı
içine alan, farklı farklı süreçlerde farklı farklı
isimler alan (en son İspanya'da Indignados (öfkeliler),
ABD'de "işgal et" gibi isimlerle anılan)
kitle hareketi. Bu kitle hareketi, parçalı, katmanlı,
geniş kesimleri kapsıyor, çok merkezli ve yatay
özellikler taşıyor; klasik kitle gösterisinden
daha çok kamp ve işgal biçimi alıyor. Burada,
bu kitle hareketinde sadece yeni iletişim araçları
kullanılmakla kalınmıyor, çok sesli, doğrudan
demokrasi örnekleri ortaya çıkıyor. İkincisi ise,
özellikle Ortadoğu'da ortaya çıkan halk hareketleridir.
Yeni sömürgecilik zemininde, katı diktatörlüklere
karşı, eşitlik ve özgürlük şiarıyla ortaya çıkan,
insanca bir yaşam taleplerini ileri süren bu halk
hareketleri, Libya ve Suriye örneğinde olduğu
gibi, emperyalist saldırı ve işgaller için, gerici
temelde de kullanılıyor. Ancak Mısır'dan Türkiye'ye,
Tunus'tan Kürdistan'a, her ülkede özgün dinamiklerle
somut biçimler alan bu halk hareketleri, özünde
emperyalist-kapitalist sisteme, bu sistemin üretmiş
olduğu krize karşı halkın tepkisi ve direnişidir.
Tahrir'den Gezi'ye uzanan halk hareketi budur;
yeni dönemin bir dizi işaretini, dinamiklerini
içinde taşımaktadır.
Tüm
bunları, herhangi bir yerden değil, devrimci sosyalizmin
penceresinden ele almak, değerlendirmek, buradan
çıkan sonuç ve olgularla devrimci siyaseti, politik
mücadeleyi, sol ilişkileri, tüm sorunlu alanları
bütünlüklü biçimde yeniden kurmak da görevimizdir.
Neo-Liberal
Düzen AKP İle Sürüyor
İki:
Türkiye, bu sistemin, sınıfsal ve siyasal çelişkilerin
önemli bir halkasında duruyor. Emperyalizme yeni
sömürgecilikle bağımlı, faşizmin sürekli olduğu
ülkemizde, sınıfsal ve sosyal çelişkiler yoğunlaşıyor,
başta Kürt sorunu olmak üzere demokrasinin tüm
sorunları ağırlaşıyor, çözümsüzlük derinleşiyor.
Kapitalist sömürü, neo-liberalizm ekseninde adeta
sınırlarını tüketmiştir; bir yandan emperyalizme
bağımlılık derinleşirken öte yandan, sınıfsal
sömürü hiç bir kural tanımıyor, kentler, ormanlar,
doğal kaynaklar talan ediliyor. Bu vahşi sömürüde
insani değerler yoktur, her şey "kar"
içindir; her şey metalaşmış, eğitimden sağlığa,
barınma hakkından çevreye her alanda vahşi bir
sistem oluşmuştur. Bu anlamda neo- liberal sömürü,
12 Eylül açık faşizmi ve 24 Ocak kararlarını bu
sürecin başlangıcı olarak ele alırsak, bugün,
geldiği noktada kendi içinde oturduğu, bu temelde
tüm sosyal ve siyasal çelişkilerin açığa çıktığı,
ama kapitalizm içinde buna yönelik yeni bir politikanın
üretilmediğini söyleyebiliriz.
Bu
açıdan deniz tükenmiştir...
Üç:
Bu sömürü ve zulüm düzeni, son 11 yıldır AKP eliyle
sürüyor. AKP, tekelci sermayenin partisidir; AKP
sadece neo-liberal sömürü modeliyle, yeni bir
sermaye birikimi modeliyle tekelleşen sermayenin
değil, tüm tekelci sermayenin en örgütlü partisidir.
AKP; elbette sadece bu tekelci sermayeye dayanmıyor,
bu sömürü modelinden çıkarı olan burjuvaları,
orta burjuvaları da etrafında topluyor. Yer yer
"anti-AKP" temelinde siyaset üreten
ve ulusal sol kesimleri de içine alan kesimlerin
ileri sürdüğü gibi, AKP "İslamcı" bir
parti de değildir; AKP, İslam'ı kullanan, bunu
da neo-liberal söylemle ele alan neo-liberal bir
partidir. AKP, bu anlamda, Menderes-Demirel-Özal
ekolünün devamı bir partidir. AKP'nin 24 Ocak
ve 12 Eylül açık faşizmi ile devreye giren, ülkenin
ve toplumun kaderini çizen bu sömürü modeli ve
bunun üzerinden inşa olan kurumsal faşizmle sorunu,
çelişkisi yoktur. Bu anlamda, AKP, sadece neo-liberal
sömürüyü devam ettirmek için değil, bununla birlikte
onun üzerinde biçim alan, açık ve gizli faşizmin
iç içe uygulandığı, "düşük yoğunluklu demokrasi"
modelini, 12 Eylül açık faşizmi sonrası devreye
giren, farklı süreçlerde emperyalizm ve tekelci
sermayenin yeni ihtiyaçları temelinden "yeniden
yapılanan" bu devlet biçimini sürdürmekle
de görevlidir.
Bu
anlamda, AKP'den demokrasi beklemek büyük bir
yanılsamadır, liberal hayallerdir.
Peki,
AKP neden sık sık "demokrasi ve özgürlük"
söylemine başvurdu?
AKP'nin iktidarlaşma süreci aynı zamanda 2000
yıllarının yeni ihtiyaçları ve bu temelde "yeniden
yapılanma" sürecidir. Bu süreç doğal olarak,
bu ülkede en çok istismar edilen "demokrasi
ve özgürlük" söylemiyle inşa edilebilirdi;
bu bir. İkinci olarak, bu aynı zamanda oligarşi
içi çatlağın derinleştiği bir süreçtir ve AKP,
bu süreci "demokrasi ve özgürlük" söylemine
başvurmadan aşamazdı. Üçüncü olarak, biriken ve
devasa boyutlar kazanan başta Kürt özgürlük sorunu
olmak üzere demokrasinin tüm sorunları eski söylemle
devam edemezdi. Demokrasi adına hiç bir ciddi
politika ve projesi olmayan AKP, demokrasinin
bu sorunları karşısında bu söyleme ihtiyacı vardı.
Nitekim AKP'nin 11 yıllık bu sürecini ikiye ayırırsak,
birinci "demokrasi ve özgürlük" söylemine
başvurduğu ama ciddi tek bir adım atmadığı iki
seçim dönemi; ve neo-liberal sömürünün oturduğu,
oligarşi içi çatlağın AKP lehine dönüştüğü referandum
ve seçim sürecinden bu yana olan dönemden bahsedebiliriz
(Daha ayrıntılı değerlendirmeler, daha önce, örneğin
"AKP'nin Ekonomi Politiği" gibi başka
yazılarımızda yapılmıştır). Artık AKP için "ustalaşama"
dönemi söz konusudur, bu dönemde "demokrasi
ve özgürlük" AKP'nin elinden çıkmış ve ezilen
kitleler için bir anlam taşımaktadır. AKP demokrasi
ve özgürlük değil, her alanda gericilik ve faşizmi
egemen kılmaktadır.
İçte
siyasal gericilik dışta emperyalizme tam bağımlılık;
faşizm, baskı, şiddet, kontra taktikleri, işbirlikçilik,
savaş kışkırtıcılığı gibi somut biçimler alıyor...
İçte,
AKP her alanda, önce "demokrasi ve özgürlük"
adına umut yayılıyor, bu politik talepler istismar
ediliyor, sonra 12 Eylül açık faşizminin tüm kaleleri,
iktidar odakları tek tek ele geçiriliyor, bunun
üzerinden halka karşı gericilik ve baskı yeniden,
neo-liberal söylemle iç içe pompalanıyor. Sadece
politik şiddet, oligarşinin açık zor yöntemleri
değil, ideolojik ve kültürel şiddet aygıtları
AKP'nin elinde devreye sokuluyor. İşçi ve emekçi
sınıflar neo-liberalizmin vahşi sömürüsüyle kuşatılıyor,
tüm kazanımları tek tek elinden alınıyor; işçi
ve emekçi sınıfların politik özgürlük ve örgütlenme
hakları yok sayılıyor, ağır bir baskı sistemi
kuruluyor. Kırsal alanda çözülen köylü, bu neo-liberalizmden
en ağır biçimde nasibini alıyor, tarım tümden
çöküyor, yoksullaşma eğilimi hızla yayılıyor.
"Köylü milletin efendisidir" sözü unutulalı
çok oldu; köylü çoktan burjuvazinin, neo-liberal
sömürü modelin kölesi, adı bile unutulan toplumsal
kesim oldu. Yoksulluk her gün yeniden büyüdü;
sadece işsiz, güvencesiz kesimleri değil, ücretli
işçi ve emekçileri, orta sınıfları içine alan
bir düzeye sıçradı. Alevilerin eşit yurttaşlık
talepleri, sözde "açılım"lar ile "sunileştirmenin"
bir aracı oldu, Alevilik Sunni ulemanın fetvasına
teslim edildi. Farklı inanç ve kültür sahipleri
hala yok sayılıyor. Eğitimden sağlığa sadece özelleştirme
değil, aynı zamanda gericilik hakim kılındı. Farklı
yaşam biçimlerini benimseyenlere ayar verildi;
kimin nasıl doğum yapacağı dikte ettirildi, içkiden
internete her şeye gericilik pompalandı, türban
özgürlüğü kullanıldı, evlerde kimin nasıl yaşayayacağını
tartışmaya açtı. Kürt ulusunun özgürlük talepleri
istismar edildi, Kürt ulusunun halkı ve meşru
talepleri görüşme ve inkar ikilemi içinde, sürece
yayarak çürütülmeye çalışıldı. Kısaca demokrasi,
hadi daha açık adını koyalım burjuva demokrasisi
adına tek bir ciddi adım atılmadı, tam tersine
elde edilen her kazanım bol bol istismar edildi.
Dışta
ise, "sıfır sorun" yerini çoktan düşmanlığa
bıraktı. AKP için adeta Irak savaş tezkeresi,
Mart tezkeresi ve o günlerde yaşanan kendi içindeki
çatlak dönüm nokrası oldu; şimdi boydan boya emperyalizme
uşaklık var. Emperyalizm adına "dost İslam
ülkeleri" unutuldu, Libya'dan Suriye'ye,
Irak'tan İran'a her yerde işbirlikçi, hatta uşaktan
daha çok uşaklık politikası izlendi. Şimdi tüm
Ortadoğu halkları düşmandır. Sunni ve İslamcı
çeteler beslendi, en son Suriye'de olduğu gibi
iç savaşta taraf olundu. Bu öyle bir pervasızlıktı
ki, yer yer efendisi ABD uyarmak zorunda kaldı.
İki yıl önce "bir iki haftada, bir iki ayda
Şam'da namaz kılacağız" diyenler, şimdi seslerini
çıkaramaz oldu. Besledikleri, Hatay başta olmak
üzere güney sınırında örgütlenip gönderilen, resmi
belgelerle sabit olan İslamcı-gerici çetelere
destek ABD'yi bile ürkütmekle kalmadı, uşaklık
ve çıkar çatışmasına yeni bir düzey kazandırdı.
Son günlerde Hakan Fidan için yapılan yayınların,
Çin ile yapılan füze anlaşmasının, Hindistan'a
satılmak istenen helikopterlerin bu yeni düzeyle
doğrudan bağı vardır. Besledikleri çeteler şimdi
Rojava'da Kürt halkına saldırıyor, Kürtler ve
Aleviler için "karısı ve mülkü helaldır"
diye fetvalar veriliyor; Kürt ulusuyla yürütülen
sömürge savaşı şimdi de Rojava'ya taşınıyor, yeni
utanç duvarları örülüyor.
Özetle
şu: bir yandan ABD başta olmak üzere emperyalizmin
"ılımlı İslam" projesi iflas ederken,
AKP Gezi sürecinde de görüldüğü gibi, biraz da
bunun paniğini yaşarken, Mısır'dan Suriye'ye dış
politikası çöktü. Öte yandan "demokrasi"
adına atılan sözde adımlar, asıl olarak da Kürt
ulusunu oyalama ve istismara yönelik "demokrasi
paketleri" ise tam bir fiyasko oldu; dağ
fare bile doğurmuyor. AKP için deniz tükendi,
artık baş aşağı iniş başladı. Bir yandan emperyalizme
uşaklık, Ortadoğu halkları için açık saldırganlığa
dönüştü, "komşularla sıfır sorun" yerini
tüm Ortadoğu halklarıyla düşmanlığa ve yeni sorunların
ortaya çıkmasına bıraktı. Öte yandan, başta Kürt
sorunu olmak üzere, hiç bir demokratik sorunu
çözemedi, işçi sınıfı ve halkların talepleri karşısında
siyasal gericilikte ısrar etti.
Demokrasi ve özgürlük adına ne oligarşinin ne
de onun bir parçası olan AKP'nin atacağı ciddi
bir adım yoktur. Demokrasi ve özgürlük, işçi ve
emekçi sınıfların, Kürt ulusu ve Alevilerin, tüm
ezilenlerin talebidir; ancak bu sınıf ve toplumsal
kesimlerin mücadelesiyle kazanılacaktır.
Gezi
Direnişi Yolu Açtı
Dört:
Gezi ve Haziran halk direnişi tüm bunların açığa
çıktığı bir süreç oldu. Gezi ve Haziran halk direnişi,
daha önceki sayımızda ele aldığımız ana değerlendirmemizde
görüleceği üzere (Haziran Halk Direnişi Ve Görevlerimiz),
sadece AKP karşıtlığı üzerinden gelişmedi; neo-liberal
sömürü ve onun üzerinde biçim alan sisteme bir
tepkiydi, çok sesli, çok katmanlı, tüm halkı içine
alan, halkın korku duvarlarını yıktığı bir direniş
olarak yerini aldı. Hem emperyalizmin 4. bunalım
döneminin, hem de bu dönemde ortaya çıkan çelişkilerin
ülkemizde biçim alması, bu direnişin zemini oldu.
Bu yanıyla, sadece direniş biçimleri değil, aynı
zamanda ortaya çıkan yatay, çok sesli, halkın
doğrudan katıldığı ve forum şeklini aldığı örgütlenme
biçimleriyle de üzerinde tartışılacak, irili ufaklı,
olumlu olumsuz dersler içeren bir süreçtir.
Sol
ve devrimci hareket Haziran halk direnişinin bir
parçasıdır, ancak bu direnişte "öncü"
değil, "artçı" konumdadır. Sol ve devrimci
hareketin önünde iki yol vardır; ya bu kapsamlı
ve önemli bir yerde duran direnişten azami ders
alıp, devrimci temelde yenilenme eğilimini güçlü
kılacak, ya da tutucu, muhafazakar, şabloncu yanlarıyla
süreci bile anlamaktan uzak bir yerde duracaktır.
Hiç şüphesiz bu eğilimler birden, bir adımda,
bir süreçte sonuç vermez, bir dizi süreç ve adımlarda
birçok biçim alarak gelişir. Örneğin, bir biçimde
devam eden bu süreç, belki de seçim gibi bir süreçte
yeniden biçim alacak, sol ve devrimci hareket
için alınan derslerin bir ölçüsü olacak. Yaşayacağız
ve göreceğiz.
Gezi
ve Haziran halk direnişin ana talepleri, özgürlük,
eşitlik, adalet olmuştur. Bu talepler, dar, sadece
devrimci güçlerin kapsadığı bir alanla sınırlı
kalmamış, sokakların, halkın sesi olmuştur. Bu
süreç aynı zamanda, direnişin de sadece sol ve
devrimci güçlerle sınırlı olmadığı, halkın direnişin
öznesi olduğu bir süreçtir.
Örgütlü
Kürt Halkı Yenilmez
Beş:
Kürt ulusunun özgürlük sorunu yeni bir aşamada
ve yeni biçimlerde sürüyor. Kürt ulusu için özgürlük
ve eşitlik ana, temel bir şiardır, taleptir. Dahası,
bu talepler, büyük bir direnişle adım adım kazanılmakta,
çok daha önemlisi, sömürge zinciri içinde tutsak
bir ulus, direnişle yeniden inşa edilmektedir.
Artık Kürtler örgütlü bir halktır; öncüsüyle,
örgütlü güçleriyle siyasal ve toplumsal bir olgudur.
Bir önceki sayımızda son bir yıllık süreç için
bir değerlendirme yapmıştık; bugün, gelinen yerde
bu değerlendirmelerin yerli yerine oturduğunu
görmekteyiz. Yurtsever hareketin, onun önderi
A. Öcalan'ın başlatmış olduğu görüşme ve müzakere
süreci, çözümsüzlükte ısrar eden oligarşi ve AKP'nin
tutumuna bağlı olarak tıkanmıştır. Halkların eşitliği
ve özgürlüğü temelinde bir çözüm için ilk koşul,
ezilen ulusu, yani Kürt ulusunu ve onun öncü güçlerini
tanımaktır. Görüşmelerin açık ya da örtülü bu
yanı vardır; bu bir kazanımdır, Kürt özgürlük
hareketi bunu dövüşe dövüşe kazanmıştır. Bize
düşen görev bu kazanıma destek sunmaktır. Bu süreçte
ortaya konan politik strateji ve onun unsurları
ise sorunludur; bunlar bizim için eleştiri konusudur.
Eleştiri ve birlik; işte halkların eşitliği ve
özgürlüğü için, Türkiye ve Kürdistan halklarının
ortak kavgası için iki ana kavram budur.
Bu
süreçte, son 10 ayda görüldü ki, oligarşi ve AKP'nin
"demokrasi ve özgürlük" söylemi koca
bir yalandır, bu devasa sorunu bırakalım çözmeyi,
ciddi biçimde ele aldığı bile söylenemez. Yaşanan
şudur: yurtsever hareket barışta ısrar etmektedir,
bu yönelim stratejiktir. Tek taraflı, yurtsever
hareketin ve Kürt halkının atmış olduğu adımlar
vardır. Bazı yönleriyle açığa çıkan görüşme ve
yol haritasına oligarşi ve AKP uymamıştır. AKP,
tıpkı Oslo sürecinde olduğu gibi, seçimlere endeksli
bir taktik izlemiştir, izlemektedir. AKP görüşme
sürecinde çözümü değil, seçimi esas almıştır.
Ve gelinen yer tıkanmadır.
Peki,
sürecin kazananı kim?
Eğer
bu sürece, stratejik değil, taktik bir anlam yüklersek
(ki A. Öcalan'ın Newroz mesajı bunun tam tersidir
ve bu nokta sorunludur, bizim için eleştiri konusudur),
kim ne derse desin bu sürecin kazananı halklar
olmuştur. Bu süreçte Gezi ve Haziran halk direnişi
ortaya çıkmış; sömürge savaşının pompaladığı ve
Türkiye halkını teslim alan şovenist prangalar
etkisiz kalmıştır. Bu süreçte, örgütlü Kürt hareketi
içinde PKK ve KCK kongresi de olmak üzere 5 önemli
kongre ya da konferans yapmış, ana yönelimini
yeniden ve yeniden netleştirmiş, örgütlülük düzeyini
yükseltmiştir. Çok daha önemlisi, Rojava Devrimi
ikinci yılında ete kemiğe bürünmüş, sömürgecilik
bu coğrafyada, yani Rojava'da kırılmış, halkın
özyönetimi oluşmuştur.
Görüşme
süreci, müzakereye dönüşmemiştir. AKP sömürge
savaşını Rojava'ya taşımış, kurduğu, beslediği
İslamcı gerici örgütleri Rojava halkı üzerine
sürmüştür.
AKP
ve oligarşi kaybedecektir. Bunu ifade etmek için
fala bakmaya gerek yoktur.
Direneceğiz
ve Kazanacağız
Şimdi,
özel bir yeri işaret edersek Gezi ve Haziran halk
direnişi ve sonrası AKP'yi korku sardı. Siyasal
gericilik, AKP'nin elinde her alanda dizginsiz
devam ediyor, tüm hak arayışları şiddetle bastırılıyor,
bin bir yalan ve psikolojik savaş taktikleriyle
sol ve devrimci harekete, yurtsever Kürt hareketine
saldırılıyor, halklar tehdit ediliyor. Kürt yurtsever
hareketinin tek taraflı çabasıyla başlayan "görüşme
süreci"nin ise AKP tarafından oyalama ve
seçimi atlatma taktiği ile sınırlı olarak ele
alındığı tümden açığa çıktı ve süreç tıkandı,
önümüzdeki günler yeni çatışmalara gebedir.
Bu
açıdan önümüzde yeni bir süreç vardır; bu süreçte
çelişkiler yoğunlaşmakta, halkların ortak kavgası
için daha güçlü zeminler ortaya çıkmaktadır.
Devrimci
duruşumuzu, devrimci siyasetimizi bir kez daha
yeniden kuracağız; yönümüzü halka ve mücadeleye
dönecek, kendimizi, mücadeleyi ve devrimi örgütleyeceğiz.
Böylesi
bir süreçte bir adım öne çıkıyoruz; yeni bir mücadele
kampanyası örgütlüyoruz.
Devrimci
siyaset, halka rağmen olmaz, tam tersine süreçlerin
nesnel-öznel doğru bir analizine dayanır, halkın
önce çıkan talepleri doğru biçimde formüle edilir,
bunlara sahip çıkılır ve bunlar için en önde dövüşülür.
Adalet, eşitlik, özgürlük öne çıkan taleplerdir;
tüm toplumun, sadece Kürt ulusunun değil, işçi
sınıfı ve emekçilerin, Alevi ve tüm inanç sahiplerinin,
tüm ezilenlerin talebidir. Her adımda, her güncel
gelişmede yeniden ve yeniden biçim alan bu talepler
atlanarak, her şeyi devrime bağlamak soldan; sadece
bu taleplerle kendimizi sınırlamak, bunu halk
devrimine bağlamamak sağdan yürümektir. Biz ifade
ettiğimiz ve yanlış olan her iki sapmadan uzağız,
kendi doğru yolumuzdan yürüyoruz.
Çok
daha önemlisi, bu temelde mücadele etmeden, dövüşülmeden
hiç bir şey kazanılamaz. Güncel adım ve politikalar
dönemsel adım ve politikalara, dönemsel adım ve
politikalar stratejik adım ve hedeflere bağlanır;
dönemi kazanmanın yolu günceli kazanmak için dövüşmeden
geçer, dönem kazanılmadan stratejik hedefler kazanılamaz.
Direneceğiz, dövüşeceğiz!
Sömürü
ve zulüm, bir avuç azınlık, yani oligarşi dışında,
toplumun her kesimini içine alıyor. Bir yanda
neo-liberal politikalar halka dayatılıyor, bu
temelde sorunlar, açlık, yoksulluk, işsizlik,
çevrenin tahribi, insanın hiçleşmesi gibi halkı
sarsan sorunlar derinleştiriyor ve güncel yaşamın
bir parçası haline dönüşüyor. Öte yandan, kuruluşundan
bu yana, Kemalizm'den bu yana adalet, eşitlik,
özgürlük kavramına düşman olan bu düzende, yeni
sömürge düzende, şimdi bu ana talepler her kesimden
insan için somut bir biçim alıyor, güncel yaşamın
bir parçasına dönüşüyor. Sınıfsal çelişki, diğer
çelişkilere, toplumsal, ulusal, cinsel çelişkilere
yön veriyor.
Bu
düzene, onun kurum ve baskı aygıtlarına karşı
direnmek meşrudur, haktır; direneceğiz!
Adalet
en çok kullanılan ama bir o kadar da yıpranan,
adaletsizliği örten bir kavram olarak ortaya çıkıyor.
Sadece devrimciler değil, bu düzene muhalif, AKP
karşıtı herkes, adaletsizlikten nasibini alıyor.
Gezi ve Haziran halk direnişinde 6 şehit, 10 bine
yakın yaralı var, en pervasız saldırılar yaşandı
yaşanıyor; ancak düzen, AKP buna karşı şiddet
ve baskıyı kurumsallaştıran yeni adımlar atıyor,
katilleri koruyor, sokaklara yansıyan şiddeti
uygulayanlara övgüler diziliyor. Binlerce Kürt
yurtsever hapishanelere atılıyor, basın açıklaması
yaptı diye, kitle gösterisine katıldı diye, en
doğal ve meşru hakkı olan direnme hakkını kullandı
diye yüzlerce devrimci tutuklanıyor, ağır cezalarla
tehdit ediliyor. Adalet AKP elinde şiddet ve devlet
terörünün bir aracı oluyor.
Başta
Gezi şehitleri olmak üzere herkes için, her toplumsal
kesim için, işçiler, emekçiler, Kürtler, Aleviler
ve tüm ezilenler için adalet istiyoruz. AKP ve
oligarşiden hesap sorarak, halk için adaleti koparıp
alacağız!
Ezen
ve ezilen eşit olamaz; bizim eşitlik mücadelemiz
sınıfsaldır, toplumsaldır. İşçi ve emekçilerin,
Kürtler, Aleviler ve tüm ezilenlerin eşit yurttaş
olduğu bir düzen için savaşıyoruz. Neo-liberal
sömürünün AKP elinde derinleştiği, sınıfsal ve
toplumsal farklılığın katlanarak büyüdüğü bu düzeni
yıkmak asıl hedefimizdir. Bu düzenini yıkacağız,
ezen ve ezilenin olmadığı, tüm insanların eşit
olduğu yeni bir dünya kuracağız.
Özgürlük
büyük bir şiardır; işçiler, emekçiler, Kürtler,
Aleviler ve tüm ezilenler özgür olmadan, insanca
yaşam, eşit ve adaletli bir toplum inşa edilemez.
Kürtler özgür olmadan, işçi ve emekçiler özgür
olamaz. Emeğin, Kürtler ve tüm ezilenlerin özgürlüğü
için oligarşinin bu düzenini yıkacağız.
AKP,
Kürtlere, Alevilere, başka inanç sahiplerine,
işçi ve emekçilere özgürlük sunmuyor, sunamaz.
O insanların yaşam biçimine müdahaleler yaparak,
eğitimi özelleştirip gericiliği dayatarak, sahte
demokrasi paketleriyle halkı oyalayarak bize saldırıyor.
Emperyalizm ve oligarşinin üzerimize saldığı AKP'nin
bu saldırılarına direneceğiz!
Sadece
bu taleplere sahip çıkmakla kalmayacağız, sadece
direnmeyeceğiz; bununla birlikte Adalet, Eşitlik,
Özgürlük için yeni ve özgür bir ülke kurup insanca
yaşamı inşa edeceğiz.
Bir
Adım Öne
Türkiye
toplumu devrime gebedir. Bu ana tanımlamanın,
yani "toplumun devrime gebe" olmasının
hareket noktası, devrim için nesnel koşulların
olgun olduğudur. Bir başka ifade ile devrimci
durum ülkemizde süreklidir. Ancak, bunu ifade
etmek, devrim için iki ana alanın bir yanına işaret
etmektir ve devrimler için, sosyalistler için
asıl önemli olan ise, bu nesnel koşullarla bütünlük
gösteren öznel bir dizi koşulun bir araya gelmesidir.
Devrimin nesnel koşulları ancak öznel koşullarla
birbirini bütünler ve tamamlarsa devrimci durum
devrime dönüşür. Bu anlamda, bizim için asıl sorun
ve devrimci mücadelede öne çıkan olgu, bizim kendimizdir,
önümüze koyduğumuz uzak ve yakın hedeflerdir,
bunlar için bıkıp usanmadan mücadele etmektir.
Bu
sürecin, yani "devrimci durumun" birden,
aniden, bir ya da birkaç vuruş, direniş ya da
ayaklanma ile tamamlanmayacağı açıktır. Bu anlamda,
uzun süreli bir halk savaşı zorundur. Ancak, devrimci
bir parti önderliğinde uzun süreli bir halk savaşı,
başka ifade ile politikleşmiş askeri savaş, bu
devrimci durumu devrime taşıyabilir. Devrimci
sosyalizmin en önemli kavramları, bizi başkalarından
ayıran ideolojik-politik çizgi ve ona karakterini
veren kavramlar da burada öne çıkar, önem kazanır.
Gezi
ve Haziran halk direnişi bir devrim değildi; ama
uzun yıllara yayılan yenilgi atmosferinin kırılması,
halkın korku duvarlarını yıkması, bizzat halkın
direnişin öznesi olması açısından son derece önemliydi,
önemlidir. Gezi ve haziran halk direnişi, sadece
belirli sınırlar içine hapis olmuş siyaset ve
politik tutumlarla, rutin ve emekten yoksun bir
çalışmayla bir şeyin başarılamayacağını ifade
etmekle kalmadı; bizlerin önüne devrimci partinin
inşasını, halk hareketinin yeni olgulara dayanarak
örgütlenmesini, yeni bir ittifak ve siyaset biçiminin
öne çıkmasını, bunun için atılan her adımın boşa
atılmadığını da gösterdi.
Bu
anlamda, her süreç ya da politik-örgütsel kampanyalar,
politik tutum ve devrimci çalışmalar, bizim için
bu hedeflere, yani her şeyden önce devrimci partinin
inşası ve buna kopmaz biçimde bağlı devrimci halk
hareketinin örgütlenmesine bağlıdır. Her süreç
ya da adım, bu hedefe bizi yakınlaştırır; uzun
süreli bir devrimci çalışmayla halk devrimi halkların
özleminden öte somut bir olgu olur.
O halde, bir kez daha ifade edelim; Adalet, Eşitlik,
Özgürlük İçin Mücadele Kampanyamız, devrim kavgasının,
yeniden inşa sürecimizin bir parçasıdır.
Hangi aşamada olursak olalım, devrimci siyasette,
her adımın, her sürecin kendi içinde bir ya da
birkaç hedefi vardır, kendi içinde birkaç ayak
üzerine kurulur. Eğer hedefin büyükse, adımında
büyük olacaktır; küçük adımlarla büyük hedefler
yakalanamaz, adımın büyükse hedefinde büyük olur.
Devrimci siyasette "büyük hedef" koyup
"küçük adım" atmak ya da "hiç adım
atmamak" ise koca bir hayal kırıklığıdır;
sol ve devrimci harekette bol örneği olduğu üzere
"projecilik" özünde budur. Biz özgücümüze
güveniriz, hedeflerimizi de buna göre belirleriz,
hedeflerimiz için bıkıp usanmadan çalışırız.
Bu
anlamda, Adalet, Eşitlik, Özgürlük İçin Mücadele
Kampanyamızın politik hedefi, sadece sürecin öne
çıkan taleplerine sahip çıkmak değil, yeniden
inşa yolunda yeni bir adım atmak, içe kapanma
eğilimini kırmak, adım adım düzenden kopan kitleleri
devrim ve parti saflarında örgütlemektir. Örgütsel
hedefi ise, iç devrimi sürekli kılmak, "tüzük
devrimciliği" temelinde "devrimciler
örgütünü" sağlamlaştırmaktır.
Bunu
başaracağız!
Anlaşılacağı
üzere, önümüze koymuş olduğumuz Adalet, Eşitlik,
Özgürlük İçin Mücadele Kampanyamız, sadece politik
bir kampanya değil, aynı zamanda örgütlenme kampanyasıdır.
Bunun için, güncel, dönemsel ve stratejik hedefler
doğrultusunda, yeni bir genç kuşağa, yeni insan
ve ilişkilere ulaşmak hedeflerimiz arasındadır.
Sadece örgütlü güçlerimiz değil, başta çevre ilişkilerimiz
olmak üzere, daha geniş bir kesimi kampanyamızın
parçası, öznesi haline dönüştürmeliyiz. Örgütlü
güçleri, çevre ilişkilerini, sıradan işçi, genç,
kadını seferber etmek hem sol ve devrimci hareketin
hem de bizim zayıf karnımızdır; bunu kırmalı,
aşmalı ve zayıf yanımızı güçlendirmeliyiz. Bunun
için hem doğru ve devrimci anlayış, hem de tarz
ve yaklaşım bizde vardır; ama bunu her devrimci
kurtuluşçunun özümsemesi, pratik karşılığını inşa
etmesi zorunludur. Bu anlamda, doğru devrimci
anlayışımızı her adımda yeniden kurmalı ve kendimizi
örgütlemeliyiz.
Kendini
örgütlemeyen, sol kesimleri, çevre ilişkilerini,
halkı örgütleyemez. Önce evimizin içini temiz
tutup, kendimizi örgütleyeceğiz; buradan dalga
dalga, çevre ilişkilerine ve tüm halka yayılacağız.
Kendimizi ve halkı örgütlemeyi ciddiye alacağız;
kendini ciddiye alamayan partiyi, devrimi ve halkı
örgütleyemez. Halka ulaşmak, halkı örgütlemek
kendiliğinden değil, örgütlü adım ve araçlarla
olur. O halde, hala yer yer ayağımıza takılan
kendiliğinden örgüt anlayışı ve pratiklerine yer
yoktur. İşleyişte tüzük devrimciliğini inşa edeceğiz,
bunda ısrar edeceğiz; bunu her alana, söylem ve
duruş olarak yayacağız. Komitelerimizi sunulan
ana bakış açısı ve ilkeler temelinde işleteceğiz,
komite çalışmasını her alana yayacağız. Her yeni
insana koşacağız, onlara emek vereceğiz, onlara
örnek olacağız. Burnu havada, "komutan"
edalarıyla bir kişi bile örgütlemeyen tüm pratik
ve anlayışı elimizin tersiyle itekleyeceğiz, "emek,
örgüt, özveri" gibi devrimciliğin özünü öne
çıkaracağız. Askersiz komutanlara, emek cimrilerine,
kendine yabancılaşmışlara, içe kapanan ve kastlaşmış
küçük dünya sahiplerine, "örgütlü örgütsüzlere"
ihtiyacımız yok; devrim ve parti için dövüşenlere,
kendini namuslu biçimde yenileyenlere, parti,
devrim ve sosyalizm uğrunda ölümü göze alanlara
ihtiyacımız var.
Yeni
bir mücadele kampanyası yeni bir adım olacaktır.
Gezi ve Haziran halk direnişi gösterdi; her adımın
şu ya da bu biçimde devrim için bir karşılığı
vardır. Ödenen hiç bir bedel boşa ödenmedi; devrim
için her adım anlamlıdır, önemlidir, değerlidir.
Bizim için meşru olmak önemlidir; halka zarar
veren her şeyden uzak olacağız, meşru eylem çizgisinde
yürüyecek, tüm meşru eylemleri örgütleyeceğiz.
Bedel ödemeyi göze alarak öne çıkacağız; yeni
bir devrimci hareket için adım adım örgütlü yapımızı
inşa edeceğiz.
Köksüz
değiliz; bu ülkede 40 yılı aşkın sağlam bir ideolojimiz,
koca bir mücadele tarihimiz, direniş çizgimiz,
devrimci geleneğimiz vardır. İdeolojik-politik
çizgimiz ve tarihimizin lekesiz sembolleri şehitlerimiz
önümüzde yürüyor, bize yol gösteriyor. Bu tarih
ve direnişten güç alarak, şimdi bir adım öne çıkıyoruz.
Gecemizi gündüzümüze katarak bu sürecin bize yüklediği
görevlere sahip çıkacağız, "emek" ve
"örgütü" her şeyin başına alacağız,
Adalet, Eşitlik, Özgürlük İçin Mücadele Kampanyamızı
örgütleyeceğiz, halka taşıyacağız.
Şimdi
durmak, beklemek, mevcutla idare etmek zamanı
değildir; şimdi bir adım öne çıkmanın, kendimizden
başlayarak ilişkileri, halkı örgütlemenin, değişmenin
ve değiştirmenin zamanıdır. Şimdi kavganın zamanıdır;
örgütlü bir kavga için ileri bakmanın, yeni adımlar
atmanın zamanıdır.
Yeni
adımlar atıyoruz, ilerleyeceğiz!
KASIM 2013
|