Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

7 (68). Sayı /Kasım-Aralık 2013

       Önümüzdeki mücadele sürecini yeni bir politik-örgütsel kampanya ile karşılıyoruz. İçinden geçtiğimiz bu süreçte önümüze koymuş olduğumuz "Adalet, Eşitlik, Özgürlük İçin Mücadeleye" kampanyamız bir toplumsal ve siyasal zemin üzerinden yükseliyor, yükselecektir. Bu zemin ise, hem birçok gündemi içinde barındırıyor, hem de bir dizi çelişki ve çatışmayı içermektedir.
       Her şeyden önce bu toplumsal ve siyasal zemini anlamak için, özetle, bir kaç noktaya işaret etmekte yarar vardır.
       Krize Karşı Direniş Yükseliyor
       Bir: Dünyada, emperyalist-kapitalist sistemin krizi derinleşiyor; buna karşı ise yeni sınıfsal-toplumsal mücadele dinamikleri ortaya çıkıyor. Daha önce çeşitli yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere, mevcut kriz ne yenidir, ne de gelip geçici bir olgudur. Tam tersine uzun yılları kapsıyor, yapısaldır, emperyalist-kapitalist sistemde içseldir. Kapitalizm 19. yüzyılın sonlarında emperyalizme dönüşürken, sadece serbest rekabetçilikten tekelci kapitalizme dönüşmedi, bununla birlikte kapitalizmde içsel olan kriz dinamiklerini genelleştirdi ve her yere yaydı. Bu anlamda, "emperyalizm" ya da "tekelci kapitalizm" ile "kriz" yan yana, iç içe, birlikte anılır, ikisini birbirinden koparmak mümkün değildir.
       Dönem dönem derinleşen, tüm emperyalist- kapitalist sistemi alt-üst eden bu kriz sarmalı, 1970 sonrası yeni bir düzeye sıçradı. Kriz içinde büyüme stratejisi izleyen emperyalist-kapitalist sistem, bu kez derinleşen sürekli ve genel krize karşı, yeni bir sömürü modeli geliştirdi. Bu modelin adı: ekonomik, siyasal, ideolojik ve kültürel ayakları olan neo-liberalizmdir. Her şeyin metalaşıp kapitalist pazarda satıldığı, finans sermayenin asıl köşeleri tuttuğu, üretimden çok rant ve faize dayalı bu sömürü modeli sadece pervasız bir sömürüyü dayatmadı, reel sosyalizmin çözülmesinin ortaya çıkardığı bir dizi zemini de kullanarak emperyalist sermayeyi dünyanın her köşesine taşıdı. Böylece yeni sömürge ülkelerde, bir yandan yeni sömürgecilik derinleşti, işgal ve savaşlar yaygınlaştı, öte yandan işçi ve emekçilerin tüm kazanımları budandı, "sosyal devlet" politikaları bir yana atıldı, sadece emek vahşice sömürülmedi, kentler, ormanlar, sular talan edildi.
       Bu süreç derinleşerek devam ediyor...
       Ama bu aynı zamanda neo-liberalizmin sınırlarını tükettiği, yaşanan ve emperyalist- kapitalist sistemin merkezlerini vuran (ABD'de yaşanan ve 2011 yılından bu yana ABD'yi vuran son kriz bunun en açık örneğidir) krizin, mevcut sistem içinde çözüm üretemediğini, bir açmazı işaret ediyor.
       Parçalı, çok merkezli, hiyerarşik bir düzen içinde çok katmalı olan emperyalist-kapitalist sisteme karşı, bu kriz sarmalına karşı, bir tasnif yapmak gerekirse, iki ana kanalda itiraz, karşı duruş, mücadele dinamikleri ortaya çıkıyor. Birincisi, ABD, Avrupa'yı içine alan, farklı farklı süreçlerde farklı farklı isimler alan (en son İspanya'da Indignados (öfkeliler), ABD'de "işgal et" gibi isimlerle anılan) kitle hareketi. Bu kitle hareketi, parçalı, katmanlı, geniş kesimleri kapsıyor, çok merkezli ve yatay özellikler taşıyor; klasik kitle gösterisinden daha çok kamp ve işgal biçimi alıyor. Burada, bu kitle hareketinde sadece yeni iletişim araçları kullanılmakla kalınmıyor, çok sesli, doğrudan demokrasi örnekleri ortaya çıkıyor. İkincisi ise, özellikle Ortadoğu'da ortaya çıkan halk hareketleridir. Yeni sömürgecilik zemininde, katı diktatörlüklere karşı, eşitlik ve özgürlük şiarıyla ortaya çıkan, insanca bir yaşam taleplerini ileri süren bu halk hareketleri, Libya ve Suriye örneğinde olduğu gibi, emperyalist saldırı ve işgaller için, gerici temelde de kullanılıyor. Ancak Mısır'dan Türkiye'ye, Tunus'tan Kürdistan'a, her ülkede özgün dinamiklerle somut biçimler alan bu halk hareketleri, özünde emperyalist-kapitalist sisteme, bu sistemin üretmiş olduğu krize karşı halkın tepkisi ve direnişidir. Tahrir'den Gezi'ye uzanan halk hareketi budur; yeni dönemin bir dizi işaretini, dinamiklerini içinde taşımaktadır.
       Tüm bunları, herhangi bir yerden değil, devrimci sosyalizmin penceresinden ele almak, değerlendirmek, buradan çıkan sonuç ve olgularla devrimci siyaseti, politik mücadeleyi, sol ilişkileri, tüm sorunlu alanları bütünlüklü biçimde yeniden kurmak da görevimizdir.
       Neo-Liberal Düzen AKP İle Sürüyor
       İki: Türkiye, bu sistemin, sınıfsal ve siyasal çelişkilerin önemli bir halkasında duruyor. Emperyalizme yeni sömürgecilikle bağımlı, faşizmin sürekli olduğu ülkemizde, sınıfsal ve sosyal çelişkiler yoğunlaşıyor, başta Kürt sorunu olmak üzere demokrasinin tüm sorunları ağırlaşıyor, çözümsüzlük derinleşiyor. Kapitalist sömürü, neo-liberalizm ekseninde adeta sınırlarını tüketmiştir; bir yandan emperyalizme bağımlılık derinleşirken öte yandan, sınıfsal sömürü hiç bir kural tanımıyor, kentler, ormanlar, doğal kaynaklar talan ediliyor. Bu vahşi sömürüde insani değerler yoktur, her şey "kar" içindir; her şey metalaşmış, eğitimden sağlığa, barınma hakkından çevreye her alanda vahşi bir sistem oluşmuştur. Bu anlamda neo- liberal sömürü, 12 Eylül açık faşizmi ve 24 Ocak kararlarını bu sürecin başlangıcı olarak ele alırsak, bugün, geldiği noktada kendi içinde oturduğu, bu temelde tüm sosyal ve siyasal çelişkilerin açığa çıktığı, ama kapitalizm içinde buna yönelik yeni bir politikanın üretilmediğini söyleyebiliriz.
       Bu açıdan deniz tükenmiştir...
       Üç: Bu sömürü ve zulüm düzeni, son 11 yıldır AKP eliyle sürüyor. AKP, tekelci sermayenin partisidir; AKP sadece neo-liberal sömürü modeliyle, yeni bir sermaye birikimi modeliyle tekelleşen sermayenin değil, tüm tekelci sermayenin en örgütlü partisidir. AKP; elbette sadece bu tekelci sermayeye dayanmıyor, bu sömürü modelinden çıkarı olan burjuvaları, orta burjuvaları da etrafında topluyor. Yer yer "anti-AKP" temelinde siyaset üreten ve ulusal sol kesimleri de içine alan kesimlerin ileri sürdüğü gibi, AKP "İslamcı" bir parti de değildir; AKP, İslam'ı kullanan, bunu da neo-liberal söylemle ele alan neo-liberal bir partidir. AKP, bu anlamda, Menderes-Demirel-Özal ekolünün devamı bir partidir. AKP'nin 24 Ocak ve 12 Eylül açık faşizmi ile devreye giren, ülkenin ve toplumun kaderini çizen bu sömürü modeli ve bunun üzerinden inşa olan kurumsal faşizmle sorunu, çelişkisi yoktur. Bu anlamda, AKP, sadece neo-liberal sömürüyü devam ettirmek için değil, bununla birlikte onun üzerinde biçim alan, açık ve gizli faşizmin iç içe uygulandığı, "düşük yoğunluklu demokrasi" modelini, 12 Eylül açık faşizmi sonrası devreye giren, farklı süreçlerde emperyalizm ve tekelci sermayenin yeni ihtiyaçları temelinden "yeniden yapılanan" bu devlet biçimini sürdürmekle de görevlidir.
       Bu anlamda, AKP'den demokrasi beklemek büyük bir yanılsamadır, liberal hayallerdir.
       Peki, AKP neden sık sık "demokrasi ve özgürlük" söylemine başvurdu?
AKP'nin iktidarlaşma süreci aynı zamanda 2000 yıllarının yeni ihtiyaçları ve bu temelde "yeniden yapılanma" sürecidir. Bu süreç doğal olarak, bu ülkede en çok istismar edilen "demokrasi ve özgürlük" söylemiyle inşa edilebilirdi; bu bir. İkinci olarak, bu aynı zamanda oligarşi içi çatlağın derinleştiği bir süreçtir ve AKP, bu süreci "demokrasi ve özgürlük" söylemine başvurmadan aşamazdı. Üçüncü olarak, biriken ve devasa boyutlar kazanan başta Kürt özgürlük sorunu olmak üzere demokrasinin tüm sorunları eski söylemle devam edemezdi. Demokrasi adına hiç bir ciddi politika ve projesi olmayan AKP, demokrasinin bu sorunları karşısında bu söyleme ihtiyacı vardı. Nitekim AKP'nin 11 yıllık bu sürecini ikiye ayırırsak, birinci "demokrasi ve özgürlük" söylemine başvurduğu ama ciddi tek bir adım atmadığı iki seçim dönemi; ve neo-liberal sömürünün oturduğu, oligarşi içi çatlağın AKP lehine dönüştüğü referandum ve seçim sürecinden bu yana olan dönemden bahsedebiliriz (Daha ayrıntılı değerlendirmeler, daha önce, örneğin "AKP'nin Ekonomi Politiği" gibi başka yazılarımızda yapılmıştır). Artık AKP için "ustalaşama" dönemi söz konusudur, bu dönemde "demokrasi ve özgürlük" AKP'nin elinden çıkmış ve ezilen kitleler için bir anlam taşımaktadır. AKP demokrasi ve özgürlük değil, her alanda gericilik ve faşizmi egemen kılmaktadır.
       İçte siyasal gericilik dışta emperyalizme tam bağımlılık; faşizm, baskı, şiddet, kontra taktikleri, işbirlikçilik, savaş kışkırtıcılığı gibi somut biçimler alıyor...
       İçte, AKP her alanda, önce "demokrasi ve özgürlük" adına umut yayılıyor, bu politik talepler istismar ediliyor, sonra 12 Eylül açık faşizminin tüm kaleleri, iktidar odakları tek tek ele geçiriliyor, bunun üzerinden halka karşı gericilik ve baskı yeniden, neo-liberal söylemle iç içe pompalanıyor. Sadece politik şiddet, oligarşinin açık zor yöntemleri değil, ideolojik ve kültürel şiddet aygıtları AKP'nin elinde devreye sokuluyor. İşçi ve emekçi sınıflar neo-liberalizmin vahşi sömürüsüyle kuşatılıyor, tüm kazanımları tek tek elinden alınıyor; işçi ve emekçi sınıfların politik özgürlük ve örgütlenme hakları yok sayılıyor, ağır bir baskı sistemi kuruluyor. Kırsal alanda çözülen köylü, bu neo-liberalizmden en ağır biçimde nasibini alıyor, tarım tümden çöküyor, yoksullaşma eğilimi hızla yayılıyor. "Köylü milletin efendisidir" sözü unutulalı çok oldu; köylü çoktan burjuvazinin, neo-liberal sömürü modelin kölesi, adı bile unutulan toplumsal kesim oldu. Yoksulluk her gün yeniden büyüdü; sadece işsiz, güvencesiz kesimleri değil, ücretli işçi ve emekçileri, orta sınıfları içine alan bir düzeye sıçradı. Alevilerin eşit yurttaşlık talepleri, sözde "açılım"lar ile "sunileştirmenin" bir aracı oldu, Alevilik Sunni ulemanın fetvasına teslim edildi. Farklı inanç ve kültür sahipleri hala yok sayılıyor. Eğitimden sağlığa sadece özelleştirme değil, aynı zamanda gericilik hakim kılındı. Farklı yaşam biçimlerini benimseyenlere ayar verildi; kimin nasıl doğum yapacağı dikte ettirildi, içkiden internete her şeye gericilik pompalandı, türban özgürlüğü kullanıldı, evlerde kimin nasıl yaşayayacağını tartışmaya açtı. Kürt ulusunun özgürlük talepleri istismar edildi, Kürt ulusunun halkı ve meşru talepleri görüşme ve inkar ikilemi içinde, sürece yayarak çürütülmeye çalışıldı. Kısaca demokrasi, hadi daha açık adını koyalım burjuva demokrasisi adına tek bir ciddi adım atılmadı, tam tersine elde edilen her kazanım bol bol istismar edildi.
       Dışta ise, "sıfır sorun" yerini çoktan düşmanlığa bıraktı. AKP için adeta Irak savaş tezkeresi, Mart tezkeresi ve o günlerde yaşanan kendi içindeki çatlak dönüm nokrası oldu; şimdi boydan boya emperyalizme uşaklık var. Emperyalizm adına "dost İslam ülkeleri" unutuldu, Libya'dan Suriye'ye, Irak'tan İran'a her yerde işbirlikçi, hatta uşaktan daha çok uşaklık politikası izlendi. Şimdi tüm Ortadoğu halkları düşmandır. Sunni ve İslamcı çeteler beslendi, en son Suriye'de olduğu gibi iç savaşta taraf olundu. Bu öyle bir pervasızlıktı ki, yer yer efendisi ABD uyarmak zorunda kaldı. İki yıl önce "bir iki haftada, bir iki ayda Şam'da namaz kılacağız" diyenler, şimdi seslerini çıkaramaz oldu. Besledikleri, Hatay başta olmak üzere güney sınırında örgütlenip gönderilen, resmi belgelerle sabit olan İslamcı-gerici çetelere destek ABD'yi bile ürkütmekle kalmadı, uşaklık ve çıkar çatışmasına yeni bir düzey kazandırdı. Son günlerde Hakan Fidan için yapılan yayınların, Çin ile yapılan füze anlaşmasının, Hindistan'a satılmak istenen helikopterlerin bu yeni düzeyle doğrudan bağı vardır. Besledikleri çeteler şimdi Rojava'da Kürt halkına saldırıyor, Kürtler ve Aleviler için "karısı ve mülkü helaldır" diye fetvalar veriliyor; Kürt ulusuyla yürütülen sömürge savaşı şimdi de Rojava'ya taşınıyor, yeni utanç duvarları örülüyor.
       Özetle şu: bir yandan ABD başta olmak üzere emperyalizmin "ılımlı İslam" projesi iflas ederken, AKP Gezi sürecinde de görüldüğü gibi, biraz da bunun paniğini yaşarken, Mısır'dan Suriye'ye dış politikası çöktü. Öte yandan "demokrasi" adına atılan sözde adımlar, asıl olarak da Kürt ulusunu oyalama ve istismara yönelik "demokrasi paketleri" ise tam bir fiyasko oldu; dağ fare bile doğurmuyor. AKP için deniz tükendi, artık baş aşağı iniş başladı. Bir yandan emperyalizme uşaklık, Ortadoğu halkları için açık saldırganlığa dönüştü, "komşularla sıfır sorun" yerini tüm Ortadoğu halklarıyla düşmanlığa ve yeni sorunların ortaya çıkmasına bıraktı. Öte yandan, başta Kürt sorunu olmak üzere, hiç bir demokratik sorunu çözemedi, işçi sınıfı ve halkların talepleri karşısında siyasal gericilikte ısrar etti.
Demokrasi ve özgürlük adına ne oligarşinin ne de onun bir parçası olan AKP'nin atacağı ciddi bir adım yoktur. Demokrasi ve özgürlük, işçi ve emekçi sınıfların, Kürt ulusu ve Alevilerin, tüm ezilenlerin talebidir; ancak bu sınıf ve toplumsal kesimlerin mücadelesiyle kazanılacaktır.
       Gezi Direnişi Yolu Açtı
       Dört: Gezi ve Haziran halk direnişi tüm bunların açığa çıktığı bir süreç oldu. Gezi ve Haziran halk direnişi, daha önceki sayımızda ele aldığımız ana değerlendirmemizde görüleceği üzere (Haziran Halk Direnişi Ve Görevlerimiz), sadece AKP karşıtlığı üzerinden gelişmedi; neo-liberal sömürü ve onun üzerinde biçim alan sisteme bir tepkiydi, çok sesli, çok katmanlı, tüm halkı içine alan, halkın korku duvarlarını yıktığı bir direniş olarak yerini aldı. Hem emperyalizmin 4. bunalım döneminin, hem de bu dönemde ortaya çıkan çelişkilerin ülkemizde biçim alması, bu direnişin zemini oldu. Bu yanıyla, sadece direniş biçimleri değil, aynı zamanda ortaya çıkan yatay, çok sesli, halkın doğrudan katıldığı ve forum şeklini aldığı örgütlenme biçimleriyle de üzerinde tartışılacak, irili ufaklı, olumlu olumsuz dersler içeren bir süreçtir.
       Sol ve devrimci hareket Haziran halk direnişinin bir parçasıdır, ancak bu direnişte "öncü" değil, "artçı" konumdadır. Sol ve devrimci hareketin önünde iki yol vardır; ya bu kapsamlı ve önemli bir yerde duran direnişten azami ders alıp, devrimci temelde yenilenme eğilimini güçlü kılacak, ya da tutucu, muhafazakar, şabloncu yanlarıyla süreci bile anlamaktan uzak bir yerde duracaktır. Hiç şüphesiz bu eğilimler birden, bir adımda, bir süreçte sonuç vermez, bir dizi süreç ve adımlarda birçok biçim alarak gelişir. Örneğin, bir biçimde devam eden bu süreç, belki de seçim gibi bir süreçte yeniden biçim alacak, sol ve devrimci hareket için alınan derslerin bir ölçüsü olacak. Yaşayacağız ve göreceğiz.
       Gezi ve Haziran halk direnişin ana talepleri, özgürlük, eşitlik, adalet olmuştur. Bu talepler, dar, sadece devrimci güçlerin kapsadığı bir alanla sınırlı kalmamış, sokakların, halkın sesi olmuştur. Bu süreç aynı zamanda, direnişin de sadece sol ve devrimci güçlerle sınırlı olmadığı, halkın direnişin öznesi olduğu bir süreçtir.
       Örgütlü Kürt Halkı Yenilmez
       Beş: Kürt ulusunun özgürlük sorunu yeni bir aşamada ve yeni biçimlerde sürüyor. Kürt ulusu için özgürlük ve eşitlik ana, temel bir şiardır, taleptir. Dahası, bu talepler, büyük bir direnişle adım adım kazanılmakta, çok daha önemlisi, sömürge zinciri içinde tutsak bir ulus, direnişle yeniden inşa edilmektedir. Artık Kürtler örgütlü bir halktır; öncüsüyle, örgütlü güçleriyle siyasal ve toplumsal bir olgudur.
Bir önceki sayımızda son bir yıllık süreç için bir değerlendirme yapmıştık; bugün, gelinen yerde bu değerlendirmelerin yerli yerine oturduğunu görmekteyiz. Yurtsever hareketin, onun önderi A. Öcalan'ın başlatmış olduğu görüşme ve müzakere süreci, çözümsüzlükte ısrar eden oligarşi ve AKP'nin tutumuna bağlı olarak tıkanmıştır. Halkların eşitliği ve özgürlüğü temelinde bir çözüm için ilk koşul, ezilen ulusu, yani Kürt ulusunu ve onun öncü güçlerini tanımaktır. Görüşmelerin açık ya da örtülü bu yanı vardır; bu bir kazanımdır, Kürt özgürlük hareketi bunu dövüşe dövüşe kazanmıştır. Bize düşen görev bu kazanıma destek sunmaktır. Bu süreçte ortaya konan politik strateji ve onun unsurları ise sorunludur; bunlar bizim için eleştiri konusudur. Eleştiri ve birlik; işte halkların eşitliği ve özgürlüğü için, Türkiye ve Kürdistan halklarının ortak kavgası için iki ana kavram budur.
       Bu süreçte, son 10 ayda görüldü ki, oligarşi ve AKP'nin "demokrasi ve özgürlük" söylemi koca bir yalandır, bu devasa sorunu bırakalım çözmeyi, ciddi biçimde ele aldığı bile söylenemez. Yaşanan şudur: yurtsever hareket barışta ısrar etmektedir, bu yönelim stratejiktir. Tek taraflı, yurtsever hareketin ve Kürt halkının atmış olduğu adımlar vardır. Bazı yönleriyle açığa çıkan görüşme ve yol haritasına oligarşi ve AKP uymamıştır. AKP, tıpkı Oslo sürecinde olduğu gibi, seçimlere endeksli bir taktik izlemiştir, izlemektedir. AKP görüşme sürecinde çözümü değil, seçimi esas almıştır. Ve gelinen yer tıkanmadır.
       Peki, sürecin kazananı kim?
       Eğer bu sürece, stratejik değil, taktik bir anlam yüklersek (ki A. Öcalan'ın Newroz mesajı bunun tam tersidir ve bu nokta sorunludur, bizim için eleştiri konusudur), kim ne derse desin bu sürecin kazananı halklar olmuştur. Bu süreçte Gezi ve Haziran halk direnişi ortaya çıkmış; sömürge savaşının pompaladığı ve Türkiye halkını teslim alan şovenist prangalar etkisiz kalmıştır. Bu süreçte, örgütlü Kürt hareketi içinde PKK ve KCK kongresi de olmak üzere 5 önemli kongre ya da konferans yapmış, ana yönelimini yeniden ve yeniden netleştirmiş, örgütlülük düzeyini yükseltmiştir. Çok daha önemlisi, Rojava Devrimi ikinci yılında ete kemiğe bürünmüş, sömürgecilik bu coğrafyada, yani Rojava'da kırılmış, halkın özyönetimi oluşmuştur.
       Görüşme süreci, müzakereye dönüşmemiştir. AKP sömürge savaşını Rojava'ya taşımış, kurduğu, beslediği İslamcı gerici örgütleri Rojava halkı üzerine sürmüştür.
       AKP ve oligarşi kaybedecektir. Bunu ifade etmek için fala bakmaya gerek yoktur.
       Direneceğiz ve Kazanacağız
       Şimdi, özel bir yeri işaret edersek Gezi ve Haziran halk direnişi ve sonrası AKP'yi korku sardı. Siyasal gericilik, AKP'nin elinde her alanda dizginsiz devam ediyor, tüm hak arayışları şiddetle bastırılıyor, bin bir yalan ve psikolojik savaş taktikleriyle sol ve devrimci harekete, yurtsever Kürt hareketine saldırılıyor, halklar tehdit ediliyor. Kürt yurtsever hareketinin tek taraflı çabasıyla başlayan "görüşme süreci"nin ise AKP tarafından oyalama ve seçimi atlatma taktiği ile sınırlı olarak ele alındığı tümden açığa çıktı ve süreç tıkandı, önümüzdeki günler yeni çatışmalara gebedir.
       Bu açıdan önümüzde yeni bir süreç vardır; bu süreçte çelişkiler yoğunlaşmakta, halkların ortak kavgası için daha güçlü zeminler ortaya çıkmaktadır.
       Devrimci duruşumuzu, devrimci siyasetimizi bir kez daha yeniden kuracağız; yönümüzü halka ve mücadeleye dönecek, kendimizi, mücadeleyi ve devrimi örgütleyeceğiz.
       Böylesi bir süreçte bir adım öne çıkıyoruz; yeni bir mücadele kampanyası örgütlüyoruz.
       Devrimci siyaset, halka rağmen olmaz, tam tersine süreçlerin nesnel-öznel doğru bir analizine dayanır, halkın önce çıkan talepleri doğru biçimde formüle edilir, bunlara sahip çıkılır ve bunlar için en önde dövüşülür. Adalet, eşitlik, özgürlük öne çıkan taleplerdir; tüm toplumun, sadece Kürt ulusunun değil, işçi sınıfı ve emekçilerin, Alevi ve tüm inanç sahiplerinin, tüm ezilenlerin talebidir. Her adımda, her güncel gelişmede yeniden ve yeniden biçim alan bu talepler atlanarak, her şeyi devrime bağlamak soldan; sadece bu taleplerle kendimizi sınırlamak, bunu halk devrimine bağlamamak sağdan yürümektir. Biz ifade ettiğimiz ve yanlış olan her iki sapmadan uzağız, kendi doğru yolumuzdan yürüyoruz.
       Çok daha önemlisi, bu temelde mücadele etmeden, dövüşülmeden hiç bir şey kazanılamaz. Güncel adım ve politikalar dönemsel adım ve politikalara, dönemsel adım ve politikalar stratejik adım ve hedeflere bağlanır; dönemi kazanmanın yolu günceli kazanmak için dövüşmeden geçer, dönem kazanılmadan stratejik hedefler kazanılamaz. Direneceğiz, dövüşeceğiz!
       Sömürü ve zulüm, bir avuç azınlık, yani oligarşi dışında, toplumun her kesimini içine alıyor. Bir yanda neo-liberal politikalar halka dayatılıyor, bu temelde sorunlar, açlık, yoksulluk, işsizlik, çevrenin tahribi, insanın hiçleşmesi gibi halkı sarsan sorunlar derinleştiriyor ve güncel yaşamın bir parçası haline dönüşüyor. Öte yandan, kuruluşundan bu yana, Kemalizm'den bu yana adalet, eşitlik, özgürlük kavramına düşman olan bu düzende, yeni sömürge düzende, şimdi bu ana talepler her kesimden insan için somut bir biçim alıyor, güncel yaşamın bir parçasına dönüşüyor. Sınıfsal çelişki, diğer çelişkilere, toplumsal, ulusal, cinsel çelişkilere yön veriyor.
       Bu düzene, onun kurum ve baskı aygıtlarına karşı direnmek meşrudur, haktır; direneceğiz!
       Adalet en çok kullanılan ama bir o kadar da yıpranan, adaletsizliği örten bir kavram olarak ortaya çıkıyor. Sadece devrimciler değil, bu düzene muhalif, AKP karşıtı herkes, adaletsizlikten nasibini alıyor. Gezi ve Haziran halk direnişinde 6 şehit, 10 bine yakın yaralı var, en pervasız saldırılar yaşandı yaşanıyor; ancak düzen, AKP buna karşı şiddet ve baskıyı kurumsallaştıran yeni adımlar atıyor, katilleri koruyor, sokaklara yansıyan şiddeti uygulayanlara övgüler diziliyor. Binlerce Kürt yurtsever hapishanelere atılıyor, basın açıklaması yaptı diye, kitle gösterisine katıldı diye, en doğal ve meşru hakkı olan direnme hakkını kullandı diye yüzlerce devrimci tutuklanıyor, ağır cezalarla tehdit ediliyor. Adalet AKP elinde şiddet ve devlet terörünün bir aracı oluyor.
       Başta Gezi şehitleri olmak üzere herkes için, her toplumsal kesim için, işçiler, emekçiler, Kürtler, Aleviler ve tüm ezilenler için adalet istiyoruz. AKP ve oligarşiden hesap sorarak, halk için adaleti koparıp alacağız!
       Ezen ve ezilen eşit olamaz; bizim eşitlik mücadelemiz sınıfsaldır, toplumsaldır. İşçi ve emekçilerin, Kürtler, Aleviler ve tüm ezilenlerin eşit yurttaş olduğu bir düzen için savaşıyoruz. Neo-liberal sömürünün AKP elinde derinleştiği, sınıfsal ve toplumsal farklılığın katlanarak büyüdüğü bu düzeni yıkmak asıl hedefimizdir. Bu düzenini yıkacağız, ezen ve ezilenin olmadığı, tüm insanların eşit olduğu yeni bir dünya kuracağız.
       Özgürlük büyük bir şiardır; işçiler, emekçiler, Kürtler, Aleviler ve tüm ezilenler özgür olmadan, insanca yaşam, eşit ve adaletli bir toplum inşa edilemez. Kürtler özgür olmadan, işçi ve emekçiler özgür olamaz. Emeğin, Kürtler ve tüm ezilenlerin özgürlüğü için oligarşinin bu düzenini yıkacağız.
       AKP, Kürtlere, Alevilere, başka inanç sahiplerine, işçi ve emekçilere özgürlük sunmuyor, sunamaz. O insanların yaşam biçimine müdahaleler yaparak, eğitimi özelleştirip gericiliği dayatarak, sahte demokrasi paketleriyle halkı oyalayarak bize saldırıyor. Emperyalizm ve oligarşinin üzerimize saldığı AKP'nin bu saldırılarına direneceğiz!
       Sadece bu taleplere sahip çıkmakla kalmayacağız, sadece direnmeyeceğiz; bununla birlikte Adalet, Eşitlik, Özgürlük için yeni ve özgür bir ülke kurup insanca yaşamı inşa edeceğiz.
       Bir Adım Öne
       Türkiye toplumu devrime gebedir. Bu ana tanımlamanın, yani "toplumun devrime gebe" olmasının hareket noktası, devrim için nesnel koşulların olgun olduğudur. Bir başka ifade ile devrimci durum ülkemizde süreklidir. Ancak, bunu ifade etmek, devrim için iki ana alanın bir yanına işaret etmektir ve devrimler için, sosyalistler için asıl önemli olan ise, bu nesnel koşullarla bütünlük gösteren öznel bir dizi koşulun bir araya gelmesidir. Devrimin nesnel koşulları ancak öznel koşullarla birbirini bütünler ve tamamlarsa devrimci durum devrime dönüşür. Bu anlamda, bizim için asıl sorun ve devrimci mücadelede öne çıkan olgu, bizim kendimizdir, önümüze koyduğumuz uzak ve yakın hedeflerdir, bunlar için bıkıp usanmadan mücadele etmektir.
       Bu sürecin, yani "devrimci durumun" birden, aniden, bir ya da birkaç vuruş, direniş ya da ayaklanma ile tamamlanmayacağı açıktır. Bu anlamda, uzun süreli bir halk savaşı zorundur. Ancak, devrimci bir parti önderliğinde uzun süreli bir halk savaşı, başka ifade ile politikleşmiş askeri savaş, bu devrimci durumu devrime taşıyabilir. Devrimci sosyalizmin en önemli kavramları, bizi başkalarından ayıran ideolojik-politik çizgi ve ona karakterini veren kavramlar da burada öne çıkar, önem kazanır.
       Gezi ve Haziran halk direnişi bir devrim değildi; ama uzun yıllara yayılan yenilgi atmosferinin kırılması, halkın korku duvarlarını yıkması, bizzat halkın direnişin öznesi olması açısından son derece önemliydi, önemlidir. Gezi ve haziran halk direnişi, sadece belirli sınırlar içine hapis olmuş siyaset ve politik tutumlarla, rutin ve emekten yoksun bir çalışmayla bir şeyin başarılamayacağını ifade etmekle kalmadı; bizlerin önüne devrimci partinin inşasını, halk hareketinin yeni olgulara dayanarak örgütlenmesini, yeni bir ittifak ve siyaset biçiminin öne çıkmasını, bunun için atılan her adımın boşa atılmadığını da gösterdi.
       Bu anlamda, her süreç ya da politik-örgütsel kampanyalar, politik tutum ve devrimci çalışmalar, bizim için bu hedeflere, yani her şeyden önce devrimci partinin inşası ve buna kopmaz biçimde bağlı devrimci halk hareketinin örgütlenmesine bağlıdır. Her süreç ya da adım, bu hedefe bizi yakınlaştırır; uzun süreli bir devrimci çalışmayla halk devrimi halkların özleminden öte somut bir olgu olur.
O halde, bir kez daha ifade edelim; Adalet, Eşitlik, Özgürlük İçin Mücadele Kampanyamız, devrim kavgasının, yeniden inşa sürecimizin bir parçasıdır.
Hangi aşamada olursak olalım, devrimci siyasette, her adımın, her sürecin kendi içinde bir ya da birkaç hedefi vardır, kendi içinde birkaç ayak üzerine kurulur. Eğer hedefin büyükse, adımında büyük olacaktır; küçük adımlarla büyük hedefler yakalanamaz, adımın büyükse hedefinde büyük olur. Devrimci siyasette "büyük hedef" koyup "küçük adım" atmak ya da "hiç adım atmamak" ise koca bir hayal kırıklığıdır; sol ve devrimci harekette bol örneği olduğu üzere "projecilik" özünde budur. Biz özgücümüze güveniriz, hedeflerimizi de buna göre belirleriz, hedeflerimiz için bıkıp usanmadan çalışırız.
       Bu anlamda, Adalet, Eşitlik, Özgürlük İçin Mücadele Kampanyamızın politik hedefi, sadece sürecin öne çıkan taleplerine sahip çıkmak değil, yeniden inşa yolunda yeni bir adım atmak, içe kapanma eğilimini kırmak, adım adım düzenden kopan kitleleri devrim ve parti saflarında örgütlemektir. Örgütsel hedefi ise, iç devrimi sürekli kılmak, "tüzük devrimciliği" temelinde "devrimciler örgütünü" sağlamlaştırmaktır.
       Bunu başaracağız!
       Anlaşılacağı üzere, önümüze koymuş olduğumuz Adalet, Eşitlik, Özgürlük İçin Mücadele Kampanyamız, sadece politik bir kampanya değil, aynı zamanda örgütlenme kampanyasıdır. Bunun için, güncel, dönemsel ve stratejik hedefler doğrultusunda, yeni bir genç kuşağa, yeni insan ve ilişkilere ulaşmak hedeflerimiz arasındadır. Sadece örgütlü güçlerimiz değil, başta çevre ilişkilerimiz olmak üzere, daha geniş bir kesimi kampanyamızın parçası, öznesi haline dönüştürmeliyiz. Örgütlü güçleri, çevre ilişkilerini, sıradan işçi, genç, kadını seferber etmek hem sol ve devrimci hareketin hem de bizim zayıf karnımızdır; bunu kırmalı, aşmalı ve zayıf yanımızı güçlendirmeliyiz. Bunun için hem doğru ve devrimci anlayış, hem de tarz ve yaklaşım bizde vardır; ama bunu her devrimci kurtuluşçunun özümsemesi, pratik karşılığını inşa etmesi zorunludur. Bu anlamda, doğru devrimci anlayışımızı her adımda yeniden kurmalı ve kendimizi örgütlemeliyiz.
       Kendini örgütlemeyen, sol kesimleri, çevre ilişkilerini, halkı örgütleyemez. Önce evimizin içini temiz tutup, kendimizi örgütleyeceğiz; buradan dalga dalga, çevre ilişkilerine ve tüm halka yayılacağız. Kendimizi ve halkı örgütlemeyi ciddiye alacağız; kendini ciddiye alamayan partiyi, devrimi ve halkı örgütleyemez. Halka ulaşmak, halkı örgütlemek kendiliğinden değil, örgütlü adım ve araçlarla olur. O halde, hala yer yer ayağımıza takılan kendiliğinden örgüt anlayışı ve pratiklerine yer yoktur. İşleyişte tüzük devrimciliğini inşa edeceğiz, bunda ısrar edeceğiz; bunu her alana, söylem ve duruş olarak yayacağız. Komitelerimizi sunulan ana bakış açısı ve ilkeler temelinde işleteceğiz, komite çalışmasını her alana yayacağız. Her yeni insana koşacağız, onlara emek vereceğiz, onlara örnek olacağız. Burnu havada, "komutan" edalarıyla bir kişi bile örgütlemeyen tüm pratik ve anlayışı elimizin tersiyle itekleyeceğiz, "emek, örgüt, özveri" gibi devrimciliğin özünü öne çıkaracağız. Askersiz komutanlara, emek cimrilerine, kendine yabancılaşmışlara, içe kapanan ve kastlaşmış küçük dünya sahiplerine, "örgütlü örgütsüzlere" ihtiyacımız yok; devrim ve parti için dövüşenlere, kendini namuslu biçimde yenileyenlere, parti, devrim ve sosyalizm uğrunda ölümü göze alanlara ihtiyacımız var.
       Yeni bir mücadele kampanyası yeni bir adım olacaktır. Gezi ve Haziran halk direnişi gösterdi; her adımın şu ya da bu biçimde devrim için bir karşılığı vardır. Ödenen hiç bir bedel boşa ödenmedi; devrim için her adım anlamlıdır, önemlidir, değerlidir. Bizim için meşru olmak önemlidir; halka zarar veren her şeyden uzak olacağız, meşru eylem çizgisinde yürüyecek, tüm meşru eylemleri örgütleyeceğiz. Bedel ödemeyi göze alarak öne çıkacağız; yeni bir devrimci hareket için adım adım örgütlü yapımızı inşa edeceğiz.
       Köksüz değiliz; bu ülkede 40 yılı aşkın sağlam bir ideolojimiz, koca bir mücadele tarihimiz, direniş çizgimiz, devrimci geleneğimiz vardır. İdeolojik-politik çizgimiz ve tarihimizin lekesiz sembolleri şehitlerimiz önümüzde yürüyor, bize yol gösteriyor. Bu tarih ve direnişten güç alarak, şimdi bir adım öne çıkıyoruz. Gecemizi gündüzümüze katarak bu sürecin bize yüklediği görevlere sahip çıkacağız, "emek" ve "örgütü" her şeyin başına alacağız, Adalet, Eşitlik, Özgürlük İçin Mücadele Kampanyamızı örgütleyeceğiz, halka taşıyacağız.
       Şimdi durmak, beklemek, mevcutla idare etmek zamanı değildir; şimdi bir adım öne çıkmanın, kendimizden başlayarak ilişkileri, halkı örgütlemenin, değişmenin ve değiştirmenin zamanıdır. Şimdi kavganın zamanıdır; örgütlü bir kavga için ileri bakmanın, yeni adımlar atmanın zamanıdır.
       Yeni adımlar atıyoruz, ilerleyeceğiz!
KASIM 2013

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL