Kalinin*
"Emek onur davasıdır" diyor. Onurlu
bir insan emeğe ve emeğine sahip çıkandır. İnsanı
insanlaştıran en önemli özelliği üretim faaliyetidir.
Üretimin niteliği insanın sosyal pratiğinin diğer
faaliyetlerini de (eğitim gibi) belirler. Eğitimi
üretimden, toplumsal pratikten ayırmak insanı
emeğine ve dolayısıyla onuruna yabancılaştırır.
Egemenlerin isteği de bu doğrultuda seyreder.
Tam da bu açıdan eğitimle ilgili olarak kavranması
gereken ilk tümel bağlantı eğitimin bilinçli emekle
ilişkisi ve bunun sınıfsal kimlik ile mücadelemizdeki
önemidir. İkinci önemli bağlantı da eğitim ve
öğrenmenin yöntemsel sorunları ile yine bir praksis
olarak eğitimin varlığıdır. Eğitimin varlık sorunu
öğrenme ve öğretmenin diyalektik birlikteliğinde
açığa çıkar.
Eğitim, tarihin her aşamasında toplumsal örgütleniş
ve üretim faaliyetlerine bağlı olarak, çok çeşitli
ve değişik biçimlenişlerle ortaya çıkmıştır.
Eğitimin biçimlenişlerinde pek çok tanımı yapılabilir.
Mevcut sistem içindeki tüm tanımların hayatla
bağları ezenlerin lehinedir. Elbette insanlığın
tarihinde kazanılmış pek çok bağlantılar, insanlığın,
ezilenlerin yönelimlerini belirleyen sonuçlar,
birikimler de mevcuttur. Sözlerimizin içini dolduracak
ve bize yeninin, geleceğin yolunu gösterecek olan
da bu birikimler olmaktadır. İşte tam da bu noktada
karşımıza üçüncü bağlantı çıkar. Bu da eğitim
sürecinde bilginin diyalektik varlığıdır.
Kapitalist sistemdeki üst yapısıyla değerlendirildiğinde
çok yönlü bir güç olarak kullanılması, bilginin;
maddi üretim, bilimsel deney ve sınıf savaşımlarında
elde edildiği özünü ve gerçeğini örtemez. Mao;
"Yeryüzünün yasalarını kavrayan bilgi, yeniden
dünyayı değiştirmenin pratiğine yönelmeli, yeniden
üretim pratiğine, devrimci sınıf mücadelesinin
pratiğine ve bilimsel deney pratiğine uygulanmalıdır."
diyor.
Bilgi her şeyden önce bir insan etkinliği, bilme
etkinliğidir. Bilen ve bilinenin diyalektik bağlılığı
ve etkileşimi bilgi ürününün olmazsa olmazıdır.
Dolayısıyla önümüze bilgi adıyla gelen her şeyin
bilgi olmadığını anlayabiliriz.
Bilme eylemi öznenin eylemi olduğundan bileni
özneleştirir ve özgürleştirir. Bilimsel açıdan
hal böyleyken kapitalizmin "eğitim"
anlayışında, bir bilgi edinme süreci olarak eğitim,
arkasına tüm sınıflı toplum düzenlerindeki sağ
ideolojileri de alarak ince ayarlarla yapılandırılan
anlamlara ve uygulamalara sahiptir. Özünde, öznenin
içsel bir yönelişi olan, ömür boyu öğrenme, değişme,
dönüşme süreci olarak eğitim; muktedirlerin elinde
'terbiye etme' sürecine, bir 'terbiye olma' haline
evrilmek istenir. Bu konudaki en temel çelişki
karşımıza çıkar. Bilmeyi isteme insanın en özgür
olması gereken bir durumken bilgi, ezen sınıfın
elinde bir otoriteye ve terbiye ediciye dönüşür.
Aslında bu çelişki farklı biçim ve düzeylerde
çatışma ve zıtlaşmalarla tarihsel süreçlere yön
vermiştir. Tekrarlayalım, eğitim, her şeyden önce
insan ve onun temel faaliyeti olan üretim içindir.
Üretim sürecinde ürettiklerine, emeğine yabancılaştırılan
insan, giderek üretime ilgisiz kalmakta, beraberinde
de siyasete, sanata, bilime, felsefeye, kendi
sosyal pratiğine de ilgi duymamaya başlamaktadır.
Böylece öğrenme süreci törpülenir, örselenir.
Yeniye ulaşabilmesinin önkoşulu olan sorgulama
özelliğini yitirir.
Eğitimle ilgili kavramsal tartışmaları başka bir
yazımızda yapmalıyız. Kavramın yerine başka bir
kavram kullanma gereği, öğrenme ve öğretme kavramlarının
dilsel ve kavramsal olarak darlaştırılmış olarak
kullanıldığı gerçeği tartışılmalıdır. Öğrenme
ve öğretme edimleri doğrudan eğitimle bağlantılı
olduğu halde bu kavramlar salt öğretim algısını,
yanılsamasını da yaratmakta, yaratabilmektedir.
Ancak aslolan bu bağlantılı kavramların hepsinin
düzen içindeki tüm kurumsal yapılarda içinin boşaltıldığıdır.
Öncelikli konumuz eğitimin bugün kurumsal yapıları
ve süreçleriyle nasıl bir "terbiye etme"
yani denetleme, gözetleme ve sistemi devam ettirme
mekanizmalarına dönüştürüldüğüdür.
Tüm toplumsal süreçlerin yeniden yapılandırıldığı
aşağı yukarı son otuz yıldır eğitim süreçlerini,
kurumsallıklarını belirleyen; yeni ekonomik politikalar
ve esnek üretim modeline bağlı olarak postmodern
uygulamalar olmuştur ve olmaktadır. Sistemle bağlantılı
olarak ifade edeceğimiz eğitim hizmetleri, bugün
göreli kamusal yapılanmasını tasfiye etmekte,
ülke ve koşullara göre değişik hız ve düzeylerde
piyasalaştırılmaktadır. Eğitimin tüm kurum ve
süreçlerinin sermayenin hakimiyeti altına alınması
aynı zamanda bilginin piyasalaştırılması, bilginin
öznesinden koparılması anlamlarına gelir.
Bilginin öznesinden koparılması, öznenin de nesneleşmesini
doğurmaktadır ki bu da ezilenlerin bilgiye sistemin
istediği kadar ve istediği doğrultuda ulaşmasını,
bilginin ve dolayısıyla eğitimin toplumsallaştıran
yanının budanmasını, özgürleştiren bilgiden uzaklaştırılmasını
beraberinde getirmektedir.
Eğitim, eğitici tarafından edinilen niteliklerin,
eğitilene aşılanması için onun psikolojisine yapılan
belli bir amaca yönelik ve sistemli etkidir. Yani;
insan toplumuna ilişkin belli bir dünya görüşünün,
bir ahlakın ve insan toplumuna ilişkin belli kuralların,
karakterin ve iradenin belli çizgilerinin, alışkanlıkların
ve zevklerin işlenmesi, belli bedensel niteliklerin
gelişmesidir.
İşte yeni bir yatırım alanı olarak eğitimin metalaşması,
insan ve insan toplumuna ilişkin ne kadar çok
yönlü ve büyük bir etki yaratmaktadır, düşünelim.
Eğitimin bu içerikte dönüşümü, toplumsal ilişkileri
tanımlayacak ölçüde bir egemenlik biçimine dönüşmüştür.
Neo liberal yönelimli eğitim politikalarının uluslararası
mimarları Dünya Bankası ve OECD'dir. Onların eğitim
uzmanlarının hazırladıkları raporlar, bugün bizim
ülkemizde de adım adım hayata geçirilmektedir.
Yeni bir yatırım alanı olarak eğitimin ticarileşmesi
süreci üniversitelerde planlı programlı olarak
sürdürülmektedir. Özellikle 1980 sonrasında yüksek
öğretim kurumları bu plan ve programlara göre
yapılandırılmaktadır. Yüksek öğretim kurumlarında
bilginin ve buna bağlı her türlü ürünün pazara
sunulması amaç haline getirilmiştir. Buna bağlı
olarak da siyasal ve toplumsal denetim, gözetleme
ve baskı aygıtları da buna göre yapılandırılmaktadır.
Uzun dönemli cezai, idari, mali, siyasi, yaşamsal
önlemler, yaptırımlarla bu süreç daha da barbarlaşarak
devam etmektedir.
Yüksek öğrenim kurumlarında göreli bilimsellik
yerini büyük şirketlerin siparişlerine göre bilgi/bilim
üretme hallerine dönüştürülmektedir. Özelleştirme;
özel üniversiteler kurmayla sınırlı kalmamakta,
"kamu" üniversitelerinde de değişik
kademelerde sermaye ile işbirliği her ölçekte
gerçekleşmektedir.
Öğrenci yani öğrenen artık başka bir kimliğe bürünmüş,
büründürülmektedir: Müşteri… Öğretmenler, eğitim
emekçileri de ücretli köle… Devamında öğrenci
de öğretmen de bilgiden, bilimden, emekten koparılmakta,
parçalanmakta, anı yaşama derdine düşmekte ve
dolayısıyla başta toplumsal kimliğine yabancılaşmaktadır.
İstenilen budur. Yapılmaya çalışılan budur.
Bilindiği gibi sermaye-iktidar ilişkilerinde,
iktidarın siyasal dayanakları değişebiliyor. Yönetici
erki el değiştirebiliyor. Örneğin ülkemizde düne
kadar uluslararası sermayenin eğitimle ilgili
planları TÜSİAD ve OYAK aracılığıyla gerçekleşirken
bugün egemenler arasındaki dengelerde değişiklikler
bütün yaşam alanlarımıza yansıyor. Kendileri de
birer sermaye kuruluşu olan AKP iktidarı, MÜSİAD
bu planları olanca gerilik ve gericilikleriyle
birlikte yürütüyor.
"Ağaç yaşken eğilir" gibi son derece
sınıfsal, ideolojik bir atasözünü hatırlatarak
eğitimin, bilginin, bilimin ticarileşmesi/metalaşması
sürecinin yüksek öğretimle asla sınırlı kalmadığını
görüyoruz. Bazı yönleriyle kaba ayarlarla bugün
öğretim süreçlerinin her kademesinde; kreş ve
anaokullarından başlayarak ilk ve orta öğretimde
de durum vahimdir. Genel bir planın içinde ancak
beceriksizce yapılan uygulamalar, eğitimin metalaşması
ile birlikte gerilikleri ve gericiliği her kademeye
yerleştirmeye çalışan bir eğitim sistemi kendi
koşullarını sağlamlaştırmaya çalışıyor. Eğitimde
4+4+4 adıyla sunulan sistem bütün koşullarıyla
halka değil kapitalizme ve burjuvazinin iktidarına
hizmet etmektedir. Asıl mesele budur. Bu sistem
içinde egemenler kendi iktidar savaşlarını da
her zaman sanki halkların, emekçilerin sorunuymuş
gibi sunarlar. Bu da büyük yanılsamayı, yabancılaşmayı
beraberinde getirir. Özne olduğunun farkındalığına
sahip olmayan, eğitim ve öğrenimin bilinçli emekle
ilişkisini henüz tam göremeyen kitleler, son dönemde
olduğu gibi gerek 4+4+4 sisteminin gerek dershanelerin
kaldırılması meselelerinin, tartışmalarının kendi
meseleleri, tartışmaları olduğu yanılsamasını
yaşarlar. Oysa bütün bunların amacı sınıfsal,
siyasal tabanın denetim altına alınması, sermayenin
ve iktidarın çıkarlarına göre şekillendirilmesi,
buna göre yapılandırılmasıdır.
Egemenlerin demeçleri, sunumları, medyaları aracılığıyla
tartışmaları, eğitimin artık özel bir mal olduğu,
piyasada alınıp satılabilecek bir tür mal olduğu
gerçeğini /gerçeklerini gizleyemez niteliktedir.
Önemli olan diğer gerçek ise insan toplumunun
gelişmesinin ve değişmesinin olmazsa olmaz koşullarından
birinin bilgi birikiminin aktarılması olduğu gerçeğidir.
Ki bu da eğitimle, aralarında keskin çizgiler
çizemediğimiz öğretim-öğrenimle olanaklıdır. Eğitim,
bilginin toplumsallaşarak yayılma sürecine denk
düşer. İnsani olan; bilginin kamusal alana açık
olması, insanlığın yararına, gelişimine, ilerleyişine
hizmet etmesidir. Sermaye sahiplerine, meta ilişkilerine,
finans piyasalarına, insanlığı uyutan, gericileştiren,
dogmatik yapılanmalara tabi olan eğitime karşı
insanı toplumsallaştırarak özneleştiren bir eğitim
yapılanmasını yaratmak mümkün. İnsanlığın tarihsel
bilgisi ve birikimi de bunu gösteriyor. Bilginin
teorik ve pratik diyalektiği yolumuza ışık tutar
niteliktedir. İnsanlığın bu güne kadar yaşadığı
en ileri deneyim olan sosyalizm deneyimleri ve
dersleri yolumuzu aydınlatır niteliktedir. Bugün
bilinçli emekle verilecek her düzeyde mücadelede
kolektif akla ve bilgi üretimine ihtiyacımız var.
Bunu yaratmanın yolunun da sınırları zorlayan
bir özgürlük mücadelesinden, duvarları yıkan bir
devrim mücadelesinden geçtiğini biliyoruz. Ezilenlerin
eğitimi artık verilecek mücadeleden bağımsız olamaz.
Ürettiklerimize, bilgimize, emeğimize, onurumuza
sahip çıkalım.
*Mihail Ivanovich
Kalinin (1875-1949), Yoksul bir köylü çocuğu olarak
doğdu. Yaşamını işçi olarak sürdürdü. Bolşevik
öncü bir devrimci, Ekim Devriminin önderlerindendir.
Devrimden sonra politbüro üyesi oldu. 1937 seçimlerinden
sonra Stalin, prezidyum başkanlığını yani devlet
başkanlığı görevini ona bıraktı. 1946'da sağlık
durumunun bozulması yüzünden istifa etti. Birçok
makale ve söylevi vardır. Gençliğin siyasal eğitimi
sorunlarına özel önem vermiş, eğitim ve öğretimin
amaç, araç, yöntem ve örgütlenme sorunlarına katkı
getirmiştir.
Devrimci Eğitim ve
Ahlak üzerine yirmi yıllık bir dönemi içine alan
seçilmiş söylev ve yazıları Devrimci Eğitim Devrimci
Ahlak (Sorun Yayınları) kitabında toplanmıştır.
|