Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

7 (68). Sayı /Kasım-Aralık 2013

       Kalinin* "Emek onur davasıdır" diyor. Onurlu bir insan emeğe ve emeğine sahip çıkandır. İnsanı insanlaştıran en önemli özelliği üretim faaliyetidir. Üretimin niteliği insanın sosyal pratiğinin diğer faaliyetlerini de (eğitim gibi) belirler. Eğitimi üretimden, toplumsal pratikten ayırmak insanı emeğine ve dolayısıyla onuruna yabancılaştırır. Egemenlerin isteği de bu doğrultuda seyreder.
        Tam da bu açıdan eğitimle ilgili olarak kavranması gereken ilk tümel bağlantı eğitimin bilinçli emekle ilişkisi ve bunun sınıfsal kimlik ile mücadelemizdeki önemidir. İkinci önemli bağlantı da eğitim ve öğrenmenin yöntemsel sorunları ile yine bir praksis olarak eğitimin varlığıdır. Eğitimin varlık sorunu öğrenme ve öğretmenin diyalektik birlikteliğinde açığa çıkar.
        Eğitim, tarihin her aşamasında toplumsal örgütleniş ve üretim faaliyetlerine bağlı olarak, çok çeşitli ve değişik biçimlenişlerle ortaya çıkmıştır.
        Eğitimin biçimlenişlerinde pek çok tanımı yapılabilir. Mevcut sistem içindeki tüm tanımların hayatla bağları ezenlerin lehinedir. Elbette insanlığın tarihinde kazanılmış pek çok bağlantılar, insanlığın, ezilenlerin yönelimlerini belirleyen sonuçlar, birikimler de mevcuttur. Sözlerimizin içini dolduracak ve bize yeninin, geleceğin yolunu gösterecek olan da bu birikimler olmaktadır. İşte tam da bu noktada karşımıza üçüncü bağlantı çıkar. Bu da eğitim sürecinde bilginin diyalektik varlığıdır.
        Kapitalist sistemdeki üst yapısıyla değerlendirildiğinde çok yönlü bir güç olarak kullanılması, bilginin; maddi üretim, bilimsel deney ve sınıf savaşımlarında elde edildiği özünü ve gerçeğini örtemez. Mao; "Yeryüzünün yasalarını kavrayan bilgi, yeniden dünyayı değiştirmenin pratiğine yönelmeli, yeniden üretim pratiğine, devrimci sınıf mücadelesinin pratiğine ve bilimsel deney pratiğine uygulanmalıdır." diyor.
        Bilgi her şeyden önce bir insan etkinliği, bilme etkinliğidir. Bilen ve bilinenin diyalektik bağlılığı ve etkileşimi bilgi ürününün olmazsa olmazıdır. Dolayısıyla önümüze bilgi adıyla gelen her şeyin bilgi olmadığını anlayabiliriz.
        Bilme eylemi öznenin eylemi olduğundan bileni özneleştirir ve özgürleştirir. Bilimsel açıdan hal böyleyken kapitalizmin "eğitim" anlayışında, bir bilgi edinme süreci olarak eğitim, arkasına tüm sınıflı toplum düzenlerindeki sağ ideolojileri de alarak ince ayarlarla yapılandırılan anlamlara ve uygulamalara sahiptir. Özünde, öznenin içsel bir yönelişi olan, ömür boyu öğrenme, değişme, dönüşme süreci olarak eğitim; muktedirlerin elinde 'terbiye etme' sürecine, bir 'terbiye olma' haline evrilmek istenir. Bu konudaki en temel çelişki karşımıza çıkar. Bilmeyi isteme insanın en özgür olması gereken bir durumken bilgi, ezen sınıfın elinde bir otoriteye ve terbiye ediciye dönüşür. Aslında bu çelişki farklı biçim ve düzeylerde çatışma ve zıtlaşmalarla tarihsel süreçlere yön vermiştir. Tekrarlayalım, eğitim, her şeyden önce insan ve onun temel faaliyeti olan üretim içindir. Üretim sürecinde ürettiklerine, emeğine yabancılaştırılan insan, giderek üretime ilgisiz kalmakta, beraberinde de siyasete, sanata, bilime, felsefeye, kendi sosyal pratiğine de ilgi duymamaya başlamaktadır. Böylece öğrenme süreci törpülenir, örselenir. Yeniye ulaşabilmesinin önkoşulu olan sorgulama özelliğini yitirir.
        Eğitimle ilgili kavramsal tartışmaları başka bir yazımızda yapmalıyız. Kavramın yerine başka bir kavram kullanma gereği, öğrenme ve öğretme kavramlarının dilsel ve kavramsal olarak darlaştırılmış olarak kullanıldığı gerçeği tartışılmalıdır. Öğrenme ve öğretme edimleri doğrudan eğitimle bağlantılı olduğu halde bu kavramlar salt öğretim algısını, yanılsamasını da yaratmakta, yaratabilmektedir. Ancak aslolan bu bağlantılı kavramların hepsinin düzen içindeki tüm kurumsal yapılarda içinin boşaltıldığıdır.
        Öncelikli konumuz eğitimin bugün kurumsal yapıları ve süreçleriyle nasıl bir "terbiye etme" yani denetleme, gözetleme ve sistemi devam ettirme mekanizmalarına dönüştürüldüğüdür.
        Tüm toplumsal süreçlerin yeniden yapılandırıldığı aşağı yukarı son otuz yıldır eğitim süreçlerini, kurumsallıklarını belirleyen; yeni ekonomik politikalar ve esnek üretim modeline bağlı olarak postmodern uygulamalar olmuştur ve olmaktadır. Sistemle bağlantılı olarak ifade edeceğimiz eğitim hizmetleri, bugün göreli kamusal yapılanmasını tasfiye etmekte, ülke ve koşullara göre değişik hız ve düzeylerde piyasalaştırılmaktadır. Eğitimin tüm kurum ve süreçlerinin sermayenin hakimiyeti altına alınması aynı zamanda bilginin piyasalaştırılması, bilginin öznesinden koparılması anlamlarına gelir.
        Bilginin öznesinden koparılması, öznenin de nesneleşmesini doğurmaktadır ki bu da ezilenlerin bilgiye sistemin istediği kadar ve istediği doğrultuda ulaşmasını, bilginin ve dolayısıyla eğitimin toplumsallaştıran yanının budanmasını, özgürleştiren bilgiden uzaklaştırılmasını beraberinde getirmektedir.
        Eğitim, eğitici tarafından edinilen niteliklerin, eğitilene aşılanması için onun psikolojisine yapılan belli bir amaca yönelik ve sistemli etkidir. Yani; insan toplumuna ilişkin belli bir dünya görüşünün, bir ahlakın ve insan toplumuna ilişkin belli kuralların, karakterin ve iradenin belli çizgilerinin, alışkanlıkların ve zevklerin işlenmesi, belli bedensel niteliklerin gelişmesidir.
        İşte yeni bir yatırım alanı olarak eğitimin metalaşması, insan ve insan toplumuna ilişkin ne kadar çok yönlü ve büyük bir etki yaratmaktadır, düşünelim. Eğitimin bu içerikte dönüşümü, toplumsal ilişkileri tanımlayacak ölçüde bir egemenlik biçimine dönüşmüştür.
        Neo liberal yönelimli eğitim politikalarının uluslararası mimarları Dünya Bankası ve OECD'dir. Onların eğitim uzmanlarının hazırladıkları raporlar, bugün bizim ülkemizde de adım adım hayata geçirilmektedir. Yeni bir yatırım alanı olarak eğitimin ticarileşmesi süreci üniversitelerde planlı programlı olarak sürdürülmektedir. Özellikle 1980 sonrasında yüksek öğretim kurumları bu plan ve programlara göre yapılandırılmaktadır. Yüksek öğretim kurumlarında bilginin ve buna bağlı her türlü ürünün pazara sunulması amaç haline getirilmiştir. Buna bağlı olarak da siyasal ve toplumsal denetim, gözetleme ve baskı aygıtları da buna göre yapılandırılmaktadır. Uzun dönemli cezai, idari, mali, siyasi, yaşamsal önlemler, yaptırımlarla bu süreç daha da barbarlaşarak devam etmektedir.
        Yüksek öğrenim kurumlarında göreli bilimsellik yerini büyük şirketlerin siparişlerine göre bilgi/bilim üretme hallerine dönüştürülmektedir. Özelleştirme; özel üniversiteler kurmayla sınırlı kalmamakta, "kamu" üniversitelerinde de değişik kademelerde sermaye ile işbirliği her ölçekte gerçekleşmektedir.
        Öğrenci yani öğrenen artık başka bir kimliğe bürünmüş, büründürülmektedir: Müşteri… Öğretmenler, eğitim emekçileri de ücretli köle… Devamında öğrenci de öğretmen de bilgiden, bilimden, emekten koparılmakta, parçalanmakta, anı yaşama derdine düşmekte ve dolayısıyla başta toplumsal kimliğine yabancılaşmaktadır. İstenilen budur. Yapılmaya çalışılan budur.
        Bilindiği gibi sermaye-iktidar ilişkilerinde, iktidarın siyasal dayanakları değişebiliyor. Yönetici erki el değiştirebiliyor. Örneğin ülkemizde düne kadar uluslararası sermayenin eğitimle ilgili planları TÜSİAD ve OYAK aracılığıyla gerçekleşirken bugün egemenler arasındaki dengelerde değişiklikler bütün yaşam alanlarımıza yansıyor. Kendileri de birer sermaye kuruluşu olan AKP iktidarı, MÜSİAD bu planları olanca gerilik ve gericilikleriyle birlikte yürütüyor.
        "Ağaç yaşken eğilir" gibi son derece sınıfsal, ideolojik bir atasözünü hatırlatarak eğitimin, bilginin, bilimin ticarileşmesi/metalaşması sürecinin yüksek öğretimle asla sınırlı kalmadığını görüyoruz. Bazı yönleriyle kaba ayarlarla bugün öğretim süreçlerinin her kademesinde; kreş ve anaokullarından başlayarak ilk ve orta öğretimde de durum vahimdir. Genel bir planın içinde ancak beceriksizce yapılan uygulamalar, eğitimin metalaşması ile birlikte gerilikleri ve gericiliği her kademeye yerleştirmeye çalışan bir eğitim sistemi kendi koşullarını sağlamlaştırmaya çalışıyor. Eğitimde 4+4+4 adıyla sunulan sistem bütün koşullarıyla halka değil kapitalizme ve burjuvazinin iktidarına hizmet etmektedir. Asıl mesele budur. Bu sistem içinde egemenler kendi iktidar savaşlarını da her zaman sanki halkların, emekçilerin sorunuymuş gibi sunarlar. Bu da büyük yanılsamayı, yabancılaşmayı beraberinde getirir. Özne olduğunun farkındalığına sahip olmayan, eğitim ve öğrenimin bilinçli emekle ilişkisini henüz tam göremeyen kitleler, son dönemde olduğu gibi gerek 4+4+4 sisteminin gerek dershanelerin kaldırılması meselelerinin, tartışmalarının kendi meseleleri, tartışmaları olduğu yanılsamasını yaşarlar. Oysa bütün bunların amacı sınıfsal, siyasal tabanın denetim altına alınması, sermayenin ve iktidarın çıkarlarına göre şekillendirilmesi, buna göre yapılandırılmasıdır.
        Egemenlerin demeçleri, sunumları, medyaları aracılığıyla tartışmaları, eğitimin artık özel bir mal olduğu, piyasada alınıp satılabilecek bir tür mal olduğu gerçeğini /gerçeklerini gizleyemez niteliktedir.
        Önemli olan diğer gerçek ise insan toplumunun gelişmesinin ve değişmesinin olmazsa olmaz koşullarından birinin bilgi birikiminin aktarılması olduğu gerçeğidir. Ki bu da eğitimle, aralarında keskin çizgiler çizemediğimiz öğretim-öğrenimle olanaklıdır. Eğitim, bilginin toplumsallaşarak yayılma sürecine denk düşer. İnsani olan; bilginin kamusal alana açık olması, insanlığın yararına, gelişimine, ilerleyişine hizmet etmesidir. Sermaye sahiplerine, meta ilişkilerine, finans piyasalarına, insanlığı uyutan, gericileştiren, dogmatik yapılanmalara tabi olan eğitime karşı insanı toplumsallaştırarak özneleştiren bir eğitim yapılanmasını yaratmak mümkün. İnsanlığın tarihsel bilgisi ve birikimi de bunu gösteriyor. Bilginin teorik ve pratik diyalektiği yolumuza ışık tutar niteliktedir. İnsanlığın bu güne kadar yaşadığı en ileri deneyim olan sosyalizm deneyimleri ve dersleri yolumuzu aydınlatır niteliktedir. Bugün bilinçli emekle verilecek her düzeyde mücadelede kolektif akla ve bilgi üretimine ihtiyacımız var. Bunu yaratmanın yolunun da sınırları zorlayan bir özgürlük mücadelesinden, duvarları yıkan bir devrim mücadelesinden geçtiğini biliyoruz. Ezilenlerin eğitimi artık verilecek mücadeleden bağımsız olamaz. Ürettiklerimize, bilgimize, emeğimize, onurumuza sahip çıkalım.


        *Mihail Ivanovich Kalinin (1875-1949), Yoksul bir köylü çocuğu olarak doğdu. Yaşamını işçi olarak sürdürdü. Bolşevik öncü bir devrimci, Ekim Devriminin önderlerindendir. Devrimden sonra politbüro üyesi oldu. 1937 seçimlerinden sonra Stalin, prezidyum başkanlığını yani devlet başkanlığı görevini ona bıraktı. 1946'da sağlık durumunun bozulması yüzünden istifa etti. Birçok makale ve söylevi vardır. Gençliğin siyasal eğitimi sorunlarına özel önem vermiş, eğitim ve öğretimin amaç, araç, yöntem ve örgütlenme sorunlarına katkı getirmiştir.
        Devrimci Eğitim ve Ahlak üzerine yirmi yıllık bir dönemi içine alan seçilmiş söylev ve yazıları Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak (Sorun Yayınları) kitabında toplanmıştır.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL