Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

7 (68). Sayı /Kasım-Aralık 2013

       A-Giriş
       Dünyada yeni bir hayalet dolaşıyor: Kitlesel Direniş!
       1990'lı yıllar ve Reel sosyalizmin çözülmesi tarihsel bir yeri işaret ediyor; tarihin bu günleri, bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin başladığını günlerdir. Bir başka ifade ile 3. bunalım dönemimin temel niteliklerinin kendi içinde olgunlaştığı, 3. bunalım döneminde ortaya çıkan yeni olguların giderek öne çıktığı bir süreçtir. Reel sosyalizmin çözülmesi, bir dönemi geride bırakırken yeni bir dönemin kapısını açmıştır; bu aynı zamanda koyu bir karanlığın işçi sınıfı ve ezilen halklara dayatıldığı günlerdir.
       Ekim Sosyalist Devrimi, emperyalist-kapitalist sisteme karşı sadece bir başkaldırı değil, kapitalizmin bağrında bir alan açma değil, kapitalizme karşı yeni bir sistemi ifade etmektedir. Kapitalizm kendi içinde tekelci kapitalizme devinirken, bu temelde emperyalist paylaşım kavgası bir dünya savaşına yol açarken, bu çatışmanın ortasında sosyalizm doğdu. Emperyalist-kapitalist sistemin tüm içsel çelişkileri hızlandı, sistemin zayıf halkasında insanlık için yeni bir umut ortaya çıktı. İşçiler ve Bolşevik Parti devrime önderlik yaptı, önce iki büyük kenti ele geçirdi, işçiler kendi iktidarını kurdu; bu işçi iktidarı hızla kırsal alanlara yayıldı. Artık sosyalizm soyut bir teori değil, somut bir toplum biçimi olarak tarihteki yerini almıştır.
       Hiç şüphesiz bu yeni bir durumdur, yeni bir olgudur. Dünya tarihinde yeni bir çağın kapıları açılmıştır. Ta günümüze kadar uzanan bu çağın adı: emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır.
       Sosyalizmin somutluk kazanması, tarihin motoru olan sınıf mücadelesine yeni ivmeler kazandırdı. Bir yandan emperyalistler arası çelişki pazar kavgası ekseninde derinleşirken, diğer yanda sosyalizmin güçlü etkisi ve desteğiyle ulusal kurtuluş hareketleri hızlandı. Böylece, hem sosyalizm hem de ulusal kurtuluş hareketleri emperyalist-kapitalist sisteme karşı iki güçlü akım ve güç oldu. Nitekim 2. paylaşım savaşı sonrası hem sosyalizm tek ülkeyi aştı, dünyanın 1/3'de zafer kazandı, hem de ulusal kurtuluş savaşları emperyalist-kapitalist sisteme karşı güçlü bir tehdit konumuna yükseldi. Bu dönemde, 3. bunalım döneminde sosyalizm büyük bir prestije sahiptir, ulusal kurtuluş hareketleri Asya, Afrika, Latin Amerika'da emperyalizmi geriletmektedir. 1980'li yıllar için, SBKP ve revizyonizmin "komünizme geçiş" öngörüleri vardır, sosyalizmin etkisiyle emperyalist-kapitalist sistem ile sosyalizm arasında, özellikle devlet kapitalizminin etkin olduğu "bağlantısızlar" olarak kendini tanımlayan, ara bir yerde duran ülkeler (Irak, Suriye, Libya, Hindistan ve yaklaşık 30 ülke) vardır. Kısacası, sosyalizm maddi bir güçtür, emperyalist-kapitalist sisteme karşı bir alternatiftir, büyük bir prestije sahiptir; ulusal kurtuluş hareketlerinin yönü sosyalizme dönüktür, başta Vietnam Devrimi olmak üzere bir dizi devrim emperyalizme darbe üstüne darbe vurmaktadır.
       Ama bu süreç, aynı zamanda, tek ülkede sosyalizmin inşasına kadar uzanan, bir dönem taktik, hatta bazı hallerde bir zorunluluğu ifade eden politikalar üzerinden, giderek kendi içinde zayıflıkları derinleştirmiştir. Yani, başlangıçta kimi yanlışlıklar giderek başlı başına politika olmuş (Örneğin "tek ülkede sosyalizmin inşası" doğruyken, 1938 ve sonrasında bu "tek ülkede komünizm" ile teorik biçim kazanmış, tek ülkede sosyalizmi koruma, giderek tüm dünyada Sovyetler Birliği'ni korumaya dönüşmüştür. Hatta dünya devrimi için haklı ve doğru biçimde kurulan 3. Enternasyonal, bu evrime bağlı olarak, "dünya devrimleri süreci" için değil, Sovyetler Birliği'nin dış politikasının bir uzantısına dönüşmüştür; 3. Enternasyonalin dağıtılması ve yapılan kısa açıklama tamı tamına budur. Sadece bu değil, çeşitli biçimlerde ele aldığımız gibi, büyük devlet şovenizmi, parti ve devlet ilişkisi, devlet ve halk ilişkisi yani sosyalist demokrasi ve sorunları, sosyalizm kapitalizme karşı ekonomik bir başarıyla, kalkınmayla ölçülmesi ve ekonomik indirgemecilik, sosyalizm altında ulusal çelişkilerin yeni biçim alması ve farklı kültürlerin demokratik biçimde korunmaması, "barışçıl yoldan sosyalizme geçiş" ve "ileri demokrasi" tezlerinin başlı başına politika olması gibi bir dizi başlıklar); Uluslararası sosyalist hareket içinde revizyonizm güçlenmiş ve böylece revizyonizm sosyalizmi yozlaştırmıştır. Bu aynı zamanda, sosyalizmin iç zayıflıklarıdır ve asıl bu zayıflıklar kapitalist restorasyonun önünü açmıştır. İşte bu iç çürüme ve bunun üzerinden emperyalist saldırı programlarının sosyalizmi kuşatması sonucu, "komünizme, komünizmin üst aşamasına geçiş" programlarının tartışıldığı bir dönemde sosyalizm büyük bir gürültüyle çözülmüştür.
       İşte 1990'lı yılar bu yıllardır. Böylece, yeryüzünün 1/3'ünde sosyalizmin inşası, insanlık için sosyalizmin büyük umut olması, yerini küçük birkaç ülkede, savunma zemininde sosyalizme bırakacak, çok daha önemlisi, emperyalist kara propagandaların da etkisiyle sosyalizm büyük bir umut olmaktan çıkacaktır. Sadece bu değil. Bu tarihsel kırılma, aynı zamanda devasa boyutlar kazanan ulusal kurtuluş hareketlerinde de geriye düşüşe yol açacaktır. Bu aynı zamanda sosyalizm için bir ara dönemin kapanması, yeni bir dönemin başlamasıdır.
       Bu tarihsel dönemeç, emperyalist-kapitalist sistem içinde yeni bir dönemin kapısını açtı. Bir yandan, 1970'li yıllarda, emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı krize karşı yeni bir sömürü modeli, neo-liberal sömürü modeli uç verdi; reel sosyalizmim çözülmesiyle bu sömürü modeli her yere yayıldı ve genelleşti. Diğer yandan ise, reel sosyalizmin çözülmesi ve ulusal kurtuluş hareketlerinin gerilemesinden de güç alan emperyalist saldırı programı, işçi sınıfı ve dünya halklarına dayatıldı. Emperyalizm, bazı liberallerin ileri sürdüğü gibi, ne ortadan kalktı ne de "demokratik" bir özellik kazandı, kendi içinde yeni bir döneme sıçradı. Neo-liberalizm kapitalist sömürünün merkezine oturdu. Uluslararası sermaye yeni düzeye sıçradı, önündeki tüm engelleri yıkmak için yeni bir saldırı dalgası başlattı. Daha önce sosyalizmin "yan ürünü" olarak da işlev gören "sosyal devlet" bir yana atıldı, işçi sınıfı ve halkların kazanımları budandı. Yeni sömürgecilik, emperyalist işgali gizlemek ve kapitalist pazar sorununu çözmek için 3. bunalım döneminde başlıca istismar biçimidir; bu dönemde yeni sömürgecilik derinleşti. Ayrıca bu dönemde Irak, Afganistan gibi örneklerde olduğu gibi, yeni işgal ve sömürgecilik biçimleri ortaya çıktı. Bu kapsamlı bir saldırıdır; sadece siyasi ve askeri açıdan değil, ideolojik ve kültürel açıdan da emperyalizm için açık, pervasız bir saldırı dönemidir. Sömürü derinleşti, kapitalist üretim esnek üretim biçimleriyle her alana yayıldı, askeri işgal ve bölgesel savaşlar yeni bir dünya savaşına eş değer bir düzeye sıçradı, devlet ve toplumsal ilişkiler yeniden biçim aldı. Ama tüm bunlar "demokrasi, özgürlük" adına, "tarihin sonu", "sosyalizm öldü" söylemiyle işçi sınıfı ve halklara dayatıldı.
       Bu karanlık bir dönemdi. Hiçbir karanlık dönem sonsuz değildir; karanlığın en koyu anı, yeni bir güne başlangıcın, şafağın habercisidir. Bu dönemde, ne kapitalizmin özü, sınıflar ve sınıfsal sömürü gerçeği değişmiş, ne de kapitalizmin en yüksek biçimi olan emperyalizm ortadan yok olmuş ya da "demokratikleşmiş"tir. Tam tersine kapitalizmde içsel olan, emperyalizm çağında genelleşen tüm çelişkiler bu dönemde yeniden biçim kazandı ve derinleşti. Sınıfsal sömürü ve çelişki ana eksen oldu; bunun üzerinden ulusal, sosyal, cinsel bir dizi çelişki biçim aldı, derinleşti. Sömürü ve zulüm işçi sınıfı ve halklara dayatıldıkça yeni arayışlarda hızlandı. Parçalı direnişler giderek büyüdü, uluslararası kapitalizmin ortaya çıkardığı nesnel zeminden güç alarak direnişlerin başka direnişlerle birleşme eğilimi güçlendi ve yeni bir ivme kazandı. Bu karanlık içinde, bu büyük geriye düşüşün yıkıntıları içinde umut yeniden canlandı. Küba somutunda sosyalizm bu kapsamlı saldırıya direndi, hala da direniyor, buna başka halklar, örneğin Venezüella gibi ülke ve halklar eklendi. Latin Amerika halklarının başlattığı yeni direniş biçimleri, silahlı ve kitlesel direnişler, her yere düşe kalka yayıldı. Kürdistan halkının direnişi, Ortadoğu'da bu büyük kırılma içinde yeni bir umut ve moral kaynağı oldu. Kore işçi sınıfı kitlesel direnişte yerini aldı. Avrupa ve ABD'de yeni bir kitlesel direniş ortaya çıktı. Böylece karanlık içinde yeni bir ışık doğdu, karanlık yavaş yavaş aydınlandı, ışık giderek güçlendi. 2000'li yıllar böyle karşılandı. Böylece 4. bunalım döneminin ortaya çıkardığı olgular üzerinden, yeni bir direniş eğilimi, halk hareketleri ortaya çıktı, direniş bu olguları içerdi, onun dışa vurumu oldu, günümüze devindi.
       Bu karanlık dönem, 90 başlarındaki karanlık tablo, 2000 ve sonrası artık dağılmaya başladı. Son yıllarda kapitalizmin krizinin emperyalist merkezleri sarması ve buna karşı başlayan yeni kitle hareketleri, bu alacakaranlık içinde yeni bir ışık oldu. Avrupa ve ABD gibi emperyalist-kapitalist merkezler sadece kriz yaşamıyor, aynı zamanda buna karşı kitlesel bir direnişte söz konusudur. Bazen "küreselleşme karşıtı", bazen "NATO karşıtı" biçimler alan bu kitlesel direniş, son bir kaç yıl, İspanya, Yunanistan ve Avrupa merkezlerinden ABD'nin kalbine kadar uzanan, "öfkeliler", "işgal et" gibi tanımlamalarla yeni bir düzeye sıçramıştır. Mısır'da Tahrir Meydanında yankı bulan kitlesel direniş, tüm Ortadoğu'ya yayıldı ve yeni bir model oldu. Bu kitle hareketlerinin ortak paydası ise, mevcut düzene ve onun sonuçlarına itirazdır, isyandır; bir birikim üzerinden kendiliğinden patlayan bu kitle hareketleri, direniş ve isyanlar yatay, açık bir örgütlenmeyi içeriyor, "işgal et" fikrinde de görüldüğü gibi bir alanı tutuyor, buradan kendi çözüm ve yaşam biçimini üretiyor.
       Kapitalizmin yaşadığı bu derin krize karşı başlayan ve son yıllarda Avrupa, ABD, Ortadoğu ve uzak doğu'da kitlesel direniş ve isyan biçimini alan bu hareket, her açıdan yeni bir dönemi işaret ediyor. "Sosyalizm öldü" yalanları çoktan iflas etti, neo-liberalizm çöktü, kapitalizm tüm esnekliğine rağmen sınırlarını tüketti. İşçi sınıfı, ezilen halklar, tüm ezilenler kendi talepleriyle alanlara çıkıyor. Neo-liberal sömürü dibe vururken, neo-liberalizm üzerinden biçim alan ideolojik-kültürel söylem ve yaşam biçimi büyük bir çöküntü yaşarken, tek bir ülke ile sınırlı olmayan, ülkelere ve bölgelere yayılan bu direniş ve isyan, son 30 yılda, neo-liberalizme karşı vurulan en önemli darbe oldu.
       Artık karanlık aydınlanıyor; hala uzun bir yol var, ama artık buz kırıldı, yol açıldı. Bu açıdan, içinden geçtiğimiz dönemin ana olgularına göre biçim alan yeni bir kitle hareketinden, yeni bir halk direnişinden söz edebiliriz.
       Gezi Parkı ve Haziran halk direnişi tam bu noktada yerini aldı. Gezi ve Haziran halk direnişi, hem az önce yukarıda ifade ettiğimiz yeni bir dönemi işaret eden direniş dalgasının bir halkası oldu; hem de bu ülkede yeni bir ses, yeni bir soluk oldu. Çok sesli, çok renkli, çok katmanlı, neo-liberal sömürü ve onun üzerinde biçim alan sömürge tipi faşizmin, AKP eliyle süren tüm dayatmalarına karşı içsel tepkiyi ifade eden bu direniş korku duvarlarını yıktı, bu topraklarda uzun yıllara yayılan yenilgi ve karamsarlığı yerle bir etti. Ülke sınırlarını aştı, başka ülkede baş gösteren direnişlerle bağlar kurdu. Birçok açıdan içinden geçtiğimiz 4. bunalım döneminin olgularını gözler önüne serdi, yeni bir mücadele dönemi için birçok ip ucu ortaya çıkardı. Hiç şüphesiz, Gazi Direnişi ve kitlesel 1 Mayıslar gibi önemli süreçleri unutmadan ifade edelim, Gezi ve Haziran halk direnişi bu ülkede 12 Eylül açık faşizminden bu yana en önemli direniştir, halkın isyanıdır. Bu açıdan sonuçları da çok daha kapsamlı olacaktır.
       Bu halk direnişi gökten düşmedi, temelsiz değildir, tesadüf hiç değildir. Bu ülkede direniş hiç bitmedi; her dönem şu ya da bu biçimde direniş var oldu. Kemalist diktatörlük önce işçi sınıfı ve sosyalist harekete saldırdı, sonra Kürtlere, Alevilere, gayrimüslimlere, tüm ezilenlere saldırdı. Karadeniz'de M. Suphi ve yoldaşları vahşice öldürüldü; bu Türk ulus devletinin, Kemalizm'in temel karakterini ifade etti. Koçgiri, hem Kürt hem de Alevi katliamı olarak tarihte yerini aldı; bunu Şeyh Sait'ten Dersim'e uzanan katliamlar izledi. Tüm bunlar, sosyalistlerin, Kürtlerin, Alevilerin baskı ve katliamlara karşı direnişidir. Mahir, Deniz, İbrahim somutunda 71 devrimciliği 12 Mart açık faşizmine karşı silah elde direndi. 1975-80 sürecinde faşist saldırılar Maraş, Çorum gibi kitlesel katliamlara dönüşürken bu halk direndi, devrimciler en önde savaştı. 12 Eylül açık faşizmi halklar üzerine bir karabasan gibi çöktü, devrimciler sadece sokaklarda, çatışmada değil zindanlarda da direndi ve o koyu karanlıkta ışık oldular. Reel sosyalizmin çözüldüğü, 12 Eylül yenilgisinin sol ve devrimci hareketi zayıflattığı bir dönemde, Kürt ulusal hareketi yeni bir direniş çizgisi ve geleneği yarattı. Bu aynı zamanda '90'lı yılların karanlığına karşı yeni bir soluk, yeni bir umut ve kapıdır. 19 Aralık ve ölüm orucu direnişi, oligarşinin kapsamlı saldırıya karşı devrimci güçlerin birleşik direnişidir.
       Başka direnişler de vardır. Ama sokak sokak, alan alan, şehir şehir milyonları içine alan (yaklaşık 4,5 milyon insan sokaklara döküldü, 6 şehit, 10 bin yaralı, yüzlerce tutuklama, binlerce gözaltı var) Gezi ve Haziran halk direnişi, devrimci güçleri aştı, geniş bir halk kesimini içine aldı. Bu açıdan, Kürt coğrafyasında, Kürt halkının direnişini, serhildanları saymazsak, bu coğrafyada Gezi ve Haziran halk direnişi son 30 yılın en önemli direnişidir, halkın isyanıdır.
       4. bunalım dönemi, yani '90 sonrası, sadece kapitalizmin restorasyonunu içermedi, aynı zamanda bunu tamamlayan biçimde, burjuva kültürünün en yoz biçimi olan post-modernizmi toplumun tüm gözeneklerine yaydı. Sosyalist hareketin dünya ölçeğinde yaşadığı krizin de etkisiyle bir yandan neo-liberal sömürü yayıldı, öte yandan bununla sıkı ilişki içinde post-modern kültür tüm toplumu kuşattı. Yeni kuşaklar bu kapsamlı saldırı altında ideolojik ve kültürel gıdalarını aldılar. Hiç şüphesiz kapitalizm sınıflı toplumdur, emek ve sermaye çelişkisi tüm sorunları kesen ana çelişkidir; ama bu neo-liberal sömürü, bunun üzerinden biçim alan burjuva ideolojisi ve post-modern kültür bunları örtme işlevi gördü. 4. bunalım döneminde sadece sınıfsal sorunlar yoktu, bu temelde yeni ya da aslında eskiden de olan ama bu dönemde açığa çıkan sorunlar, barınma, çevre, eğitim, sağlık, kültürel alt kimlikler gibi bir dizi sorunlar ağırlaştı. Bu durum bir yandan parçalı bir tablo ortaya çıkardı, ama diğer yanda kapitalizme, emperyalist saldırı programlarına karşı güçlü bir zemin oluşturdu.
       İşte Gezi ve Haziran halk direnişi, tüm bu sorun ve direniş eğilimlerini birleştiren bir eksen oldu.
       Gezi ve Haziran halk direnişi üzerinden aylar geçti; direniş bitmedi, giderek ivmesi düşse de yeni biçimler aldı. Doğaldır; hiç bir kendiliğinden halk hareketi, direnişi sür-git devam etmez. Oligarşi ve AKP'nin "Eylül sendromu" da şimdilik atlatıldı. Ama bu sürede görüldü ki, Gezi ve Haziran halk direnişi, tüm toplumu, tüm sınıfları, tüm politik akımları doğrudan etkiledi. AKP'nin "demokrasi ve özgürlük" söylemi bu direniş karşısında eridi, yok oldu, onun gerici ve faşist yüzü ortaya çıktı. Bu direniş, genel olarak neo-liberal sömürü ve onun üzerinden biçim alan siyasal ve sosyal dayatmalara tepkiyi içerse de, sivri ucu AKP ve T. Erdoğan'a yöneldi. Bundan dolayı en çok direnişe AKP ve T. Erdoğan saldırdı, her gün küfür etti, yalanlarla çarpıttı, hala da bu söylem ve saldırılara devam ediyor. AKP'nin saldırısı sadece söylem ve yalan üzerinden yürümedi, sömürge tipi faşizmin tüm iktidar odaklarını elinde tutan AKP, tüm bu iktidar odaklarıyla direnişe saldırdı, hala gözaltı, tutuklamalar devam ediyor, hala Ahmet Kaya örneğinde olduğu gibi bizim değerlerimizi sömürüyor, hatta direnişin karşısına koyuyor. Sadece AKP değil, CHP'de direnişi sömürüyor, şimdi seçim için kullanmaya çalışıyor; ama çapsız CHP ancak çapı kadar bu direnişi sömürebilir.
       Bizim için önemli olan bizim, yani devrimci ve sosyalist hareketin bu direnişi nasıl okuduğu ve neler kazanıp neler yapacağıdır. Devrimci ve sosyalist hareketin yaşadığı krize karşı bu direniş ve ortaya çıkan imkan ve sonuçlar önemli bir adımdır; buradan kazanımla çıkmak bize bağlıdır. Mevcut tablonun, sosyalist hareketin yaşadığı kriz ekseninde biçim alan devrimci ve sosyalist tablonun yeni bir düzeye sıçraması, mevcut tablonun aşılması için, bu dönemi, yani 4. bunalım dönemini az çok kavrayan, buna yönelik çözüm arayışları içinde olan sosyalist güçler elbette vardı. Ancak bu çözüm arayışları, aynı zamanda sosyalist hareketin yaşadığı krize zemin sunan, eski dönemin ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel kalıpları içinde filizlendiği de bir başka gerçektir. Bu kısır döngü hala aşılmış değildir; bu süreç devam ediyor. Bir yandan reformist ve devrimci kesimleriyle eski döneme ait, çoğu kez sosyalizmin inşa sürecine ait bakış açısı ve kalıplar hala varlığını sürdürüyor; tutucu, dogmatik, sınıf indirgemeci anlayışlar bu dönemi anlamaktan uzak bir yerde duruyor. Böyle olunca, düne, eskiye ait bakış ve kalıplar içinde ne yeni, yani 4. bunalım dönemi ve olguları anlaşılabiliyor, ne de ortaya çıkan direniş eğilimi doğru okunup sürece uygun yeni yönelimler ortaya çıkıyor. Özünde, Gezi ve Haziran halk direnişini küçümseyen, onun yaratmış olduğu yeni verileri, imkan ve olanakları anlamayan, dar ve kalıpçı mantıkla, direniş üzerinden eskiye ait bazı bakış ve kalıpların haklılığını ispata çalışan, "neo-liberalizm, post-modernizm" dese de bunun yaratmış olduğu sonuçlar üzerinden değil de eski dönemin özlemi üzerinden politika üreten, "yeni" adına Marksizm'e yabancılaşanlar şu ya da bu biçimde buradan besleniyor.
       Direniş birleştirir ve ayrıştırır. Burası bir yol ayrımıdır. Ya sosyalist ve devrimci hareket, eski kalıplar içinde dönemi, döneme ait olguları, direnişi ve onun yaratmış olduğu yeni imkan ve olanaklara kendini kapatacak ya da sosyalizmin evrensel tüm tez ve değerlerini arkasına alarak devrimci temelde kendini yenileyecektir. Bu iki eğilim, yeniden ve yeniden biçim alacak, hem taktik süreçlerde, hem de dönemsel ve stratejik süreçlerde kendini dışa vuracaktır.
       Devrimci sosyalizm, devrimci temelde yenilenmeyi savunmuş, yenilenme eylemini içselleştirmiş bir harekettir. Hiç şüphesiz, bu temelde atmış olduğumuz adımlar son derece önemlidir, çok da değerlidir; ama bu adımları yeniden ve yeniden her süreçte üretilmeli ve geliştirilmeliyiz. Bu bizim görevimizdir. Direniş öğretir. Dost ve düşman bu direnişe göre yeniden biçim alırken, direnişin ortaya çıkardığı olgulardan öğrenmeliyiz. Biz, kalıplardan, şablonlardan değil, olgulardan hareket ederiz, eleştirel yaklaşım içseldir; bizi biz eden bu diyalekttik yöntemle ileri sıçrayacağımız açıktır. Yeter ki bu yöntemle ortaya çıkan olgu ve imkanları doğru ele alalım, bunun için büyük bir emek seferberliği içinde olalım. Gezi ve Haziran halk direnişi de bu açıdan bizim için bir dizi ders ve görevleri ifade etmektedir.
       Görevlerimize sahip çıkacağız; yaşayarak göreceğiz!

       B- Kısa Bir Özet: Gezi Direnişi
       Haziran halk direnişi tüm ülkeye yayıldı, ama direnişin kalbi Gezi Parkı ve Taksim Meydanı oldu. Bu açıdan Gezi direnişi ekseninde Haziran halk direnişine dönmekte, bazı süreç ve gelişmeleri anımsamakta yarar vardır.
       AKP, için takiye başlı başına bir politika ve tarzdır. AKP, ortaya çıkan gerçekler veya mücadele ile elde edilen kazanımları yok sayıyor, ama bakıyor gerçek somut ve kaçınılmaz bir durum var, bu kez önce tartıştırıyor, sonra bunu sömürüyor. 11 yıllık AKP iktidarında bu taktiğin bir hayli başarılı olduğu da söylenebilir. Ama bu defa, Gezi direnişinde bu taktik ve hesap tutmadı. Hiç kimsenin hesaplayamadığı bir yerden direniş başladı ve yeni bir tabloyu ortaya çıkardı.
       Ortaya atıldığı günden bugüne "Taksim Yayalaştırma Projesi" adı verilen operasyon, aslında kapsamlı saldırı ve rant hesaplarının bir parçasıdır. Bu proje, Galata-port, Haydarpaşa- port, Kasımpaşanın restorasyonu, üçüncü köprü, üçüncü havaalanı gibi kapsamlı yeni rant alanı açmanın bir parçasıdır. Bu projenin ortaya çıktığı günlerden başlayarak, başta çevreci kesimler, demokratik kitle örgütleri olmak üzere toplumun birçok kesiminin şu ya da bu biçimde bir tepkisi de söz konusudur. Adına "yayalaştırma" denilen bu projenin aslında bir insansızlaştırma, emekçilerden arındırma projesi olduğu açıktı. Çünkü Taksim Meydanı 1 Mayıs Meydanıdır ve oligarşi, AKP bunu hiç ama hiç içine sindirmiş değildir. Post-modern ideolojik ve kültürel ikliminin tipik biçimlerden biri de olgulara kendi içerikleriyle tam zıt isimler verilmesidir. Cezaevlerine yönelik son yılların en kapsamlı saldırısı 19 Aralık 2000'de başlamıştı, tutsak devrimcilere sabahın ilk ışıklarında kurşunlar yağdırılmıştı, 22 devrimci yaşamını yitirmişti; ama bu katliama "hayata dönüş" adı verilmişti. Başka örneklerde var. Taksim'i "yayalaştırma projesi" denilen şey ise ortada emekçilerin birleşip güçlerini gösterebilecekleri İstanbul'daki yegane meydanı ortadan kaldırma, işçi ve emekçilere, halka bu alanı kapatma projesinden başka bir şey değildi. Projenin en çok tepki çeken bölümü ise Gezi Parkı'na yapılması düşünülen "topçu kışlası" görünümlü alış veriş merkeziydi. AKP ve T. Erdoğan Gezi parkını alış veriş merkezine dönüştüreceğini açık açık söyleyemiyordu, ne yapılacağını da bir türlü açıklayamıyorlardı, ama bu tartışmalar içinde bazen öfke ve kinle, tehdit ve tek adam olmanın özgüveniyle ağzından da kaçırıyordu. 2012 yılının 1 Mayıs'ındaki güçlü ve coşkulu tablo ise oligarşiyi çok ürkütmüştü ve aynı tablonun bir daha ortaya çıkmaması için fiziki koşullarını ortadan kaldırmayla işe başladılar.
       Mayıs ayına gelindiğinde o kadar çok şey birikmişti ki: İstanbul'un kent kültürüyle özdeşleşmiş mekanlardan Emek Sineması'nın yıkılması, bunu protesto eden birçok sanatçı ve duyarlı insanlara biber gazıyla müdahale edilmesi belleklerdeki yerini korurken, basın açıklamalarına bile tahammül edilmiyordu, saldırı ve oligarşinin şiddeti sokaklara yayılmıştı. Emek Sineması'nın ardından yine İstanbul'un sembol mekanlarından İstiklal Caddesi'ndeki İnci Pastanesi polis zoruyla boşaltıldı. 1 Mayıs ise hem "tatil günü ve resmi bayram" hem de Taksim tartışmalarıyla karşılandı. Oyalama taktiği son güne kadar devam etti, 1 Mayıs için alanlara çıkan devrimcilere, işçilere, emekçilere, halka ise tüm İstanbul işgal edilerek yanıt verildi. Ortada aslında daha önce defalarca yaşanan 1 Mayıs'ı engelleme, zor ve şiddeti halka dayatma vardı. Bunlar AKP'nin demokratik değil baskıcı olduğunu sergiliyordu.
       AKP özelleştirmede sınır tanımamış, neo-liberal sömürüyü halka dayatmıştı. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, siyasal gericilik her yere yayıldı; eğitimden sağlığa, alkollü içki içmeden kadının doğumuna kadar her alanda gericilik, muhafazakarlaştırma eğilimi hızlandı. Alkol satışının sınırlandırılması, üç çocuk politikasının uzantıları olarak kürtaj hakkının kısıtlanması, kamuoyunda ertesi gün hapı olarak bilinen doğum kontrolündeki en etkili araçlardan birinin devlet denetimine alınması, internet ve bilgi edinme hakkının daraltılması gibi sosyal alanı daraltmalar gündemin baş sırasında yerini aldı. Eğitimde 4+4+4 sistemi başladı, zorunlı din dersi kalkmadı, tam tersine Hz. Muhammet'in yaşamı ders konusu oldu. Kentsel dönüşüm adı altında emekçi mahalleler yeni rant alanı oldu, çeteler burada cirit atmaya başladı, kentsel dönüşüm AKP için yeni zengin yaratma aracı oldu.
       İçteki gericilik dışa yansıdı; komşu ülkelerle "sıfır sorun" bu kez düşmanlığa dönüştü, içteki sünnileşme ve muhafazakarlık eğilimi dışta sünni bir ittifaka yol açtı. Irak ile düşmanlık başladı, Libya'da emperyalizmin verdiği rol inşaatçılıktı, Mısır'da Müslüman kardeşlere adeta danışmanlık yapıldı, Suriye'de ise iç savaşta taraf olundu. Antakya halkı tüm bunları gözüyle gördü, El Kaide gibi gericiler silahlandırıldı, başta Kürt halkı olmak üzere Suriye halkının üzerine gönderildi. Reyhanlı'daki patlama bunun halka ödetilen faturası oldu. İnsanların acılarına gözlerini kapayan AKP, bunu bile siyasal ranta dönüştürmeye çalıştı. Kısaca AKP için sahte "demokrasi ve özgürlük" söylemi artık tutmuyordu, "ustalık dönemi" onun tek parti diktatörlüğüydü. Büyük bir pervasızlıkla halka saldırıyordu, Kürtlere, Alevilere, gayrimüslimlere sözde "demokratik açılım", özde ise inkar devam ediyordu.
       Siyasal özgürlük zaten bu ülkede hep sorunlu bir alandır, burjuva demokrasisinin yolu bu ülkeden geçmedi hiç; AKP, neo-liberal bir söylemle, bir yandan "demokrasi ve özgürlük" diyor, öte yandan halka yeni baskıları dayatıyordu. Pişkinlikte, pervasızlıkta, halka hakaret etmede sınır yoktu. Tüm bunlar bir birikim yarattı, içte, halkta adeta "patlayıcı madde" birikti ve bu birikim Gezide, Haziran günlerinde patladı. AKP hiç hesaplayamadığı bir yerden tokat yedi. AKP, iktidara geldiği günden bu yana, Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve kazanımlarını bir kenara bırakırsak, Türkiye halkından ilk ve en büyük yenilgisini Gezi ve Haziran isyanıyla tattı. İlk defa istediklerini yapamadılar, yapamıyorlar. Artık AKP için baş aşağı düşüş başlamıştır, hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır.
       Gezi Parkı'ndaki ağaçları sökmek için harekete geçenler "en fazlasından bir iki söylenip gazı yiyince dağılacaklar nasıl olsa" diye düşünüyorlardı, yalanı, takiyeyi rahat sürdüreceklerinden eminlerdi. Bu rahatlıkla işe koyuldular. Ama bu defa beklenmeyen oldu. Bardak taştı. İlk günler zayıf güçlerin karşı karşıya geldiği kapışmalardı. Ama direnişçilerin iradesi giderek daha da netleşiyor, süreç de sertleşiyordu. Polis bilinen oyun ve tavrını en açık biçimiyle sergilerken, belediye görevlisi adı altındaki sivil güçler de işin içindeydi. Adım adım tırmanan sürecin tüm kamuoyuna mal edilmesinde Sırrı Süreyya Önder'in çabaları oldukça anlamlı ve yerindeydi. Kolu sakatlanana kadar en öndeki yerini bırakmayan ve "ben bu ağaçların da milletvekiliyim" diyerek net bir tutum sergileyen Sırrı Süreyya da polis şiddetinden nasibini aldı. 31 Mayıs günü sabah 05:00 civarında parktaki direnişçilere saldıran ve çadırları söküp ateşe verenler, kendilerince o anda her şeyi hallettiklerini düşünüyorlardı.
       Tarihler 31 Mayıs 2013 akşamını gösterdiğinde İstanbul'un dört bir yanından insanlar Taksim'e akıyordu. Bilinen yöntemler, yol kesmeler, metro, metrobüs ve deniz ulaşımını iptal etmeler, Taksim çevresini kuşatmalar gibi tüm "önlemler" işe yaramadı. İstiklal Caddesi'ne atılan gaz bombaları iade ediliyor, ne kadar gaz sıkılırsa sıkılsın kitle dağılmıyor, artan bir inat ve cüretle polisin üzerine yürüyordu. 1 Haziran günü ise polis güçleri Taksim'i bırakıp kaçmak zorunda kaldı. Panik içinde ve çaresiz kaçtılar. Geride silahlarını, telsizlerini, araçlarını bırakıp kaçtılar. Ellerinde son model silahları ve arkalarında binlerce yıllık devlet gücü vardı. Ama kaçtılar. Çünkü yenilmişlerdi. Haklı değillerdi. İnançları ne olursa olsun savundukları devletin, "vatan ve millet için uğruna öldükleri" devletin, yani oligarşik/faşist devletin yeri geldiğinde kendilerini çöp tenekesine yollamakta hiç tereddüt etmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Karşı karşıya oldukları kitleye karşı ajite edilmek için günlerce uykusuz bırakılmaları politikası ters tepmişti. O köpekleştirme politikasına uygun olarak azgınca saldırıyorlar ama işe yaramıyordu. Kaçtılar. Tıpkı Vietnam'dan kaçan ABD askerleri gibiydiler. Kağıt üzerindeki güç, teknik olanaklar, ateş gücü vs. çarpışmada para etmedi. Yenildiler ve kaçtılar.
       1 Hazirandan 11 Haziran sabahına kadar, 10 gün boyunca Taksim ve çevresine resmi polisler giremedi. 11 Haziran sabahı Taksim Meydanı'nı yeniden işgal eden polis, 15 Haziran akşamı son saldırısını gerçekleştirerek Gezi Parkı'nda kimseyi bırakmadı. Ama direnişi bitiremediler.
       Sadece İstanbul değil, başta Ankara, Adana, İzmir, Antakya, Dersim olmak üzere yüzlerce il ve ilçe, kasaba ve köy direnişin içinde oldu. Sokak çatışmaları, kitlesel gösteriler direnişin ana halkasını oluşturdu; ama buna milyonlarca kadın ve erkek tencere-tava çalarak, slogan atarak katıldı. Kızılay Meydanı ve Ankara ikinci bir Taksim oldu, direnişte hiç geri durmadı. Antakya, biri Eskişehir'de olmak üzere üç şehit verdi. Adana, İzmir, Dersim birer direniş kalesi oldu. "Her Yer Taksim Her yer Direniş" sloganı 1 Mayısların direniş şiarıydı; şimdi Haziran isyanının şiarı oldu, tüm ülkeye yayıldı.
       15 Haziran sonrası Beşiktaş Abbasağa Parkı'nda başlayan forumlar tüm ülkeye yayıldı. Forumlarda hem direniş tartışıldı, hem de kadın sorunundan çevre sorununa, eğitim sorunundan sağlık sorununa, barınma sorunundan gençlik sorununa kadar her şey tartışıldı. Sokakta, direnişte özne olan birey bu kez kendi sorunlarını tartışıyordu; bu tartışmalar hem "nasıl bir gelecek inşa edilecek" sorusuna yanıt arıyor, hem de demokrasinin soyut bir kavram olmaktan kurtulup somut biçim almasında önemli ipuçlarını, öncüllerini ifade ediyordu.
       Burada bir ayrıştırma yapmak gerekirse, 15-16 Haziran sonrası direnişin ivmesinde düşüş ve forumların giderek öne çıkmasını ikinci aşama olarak tanımlamak mümkündür. Bu süreç devam ediyor. Ancak forumlar ilk canlılığını yitirmiş durumda, sol ve devrimci hareketin tüm geri yanları forumlarda açığa çıktı, forumlar sık sık yeniden bölündü. Tüm bunlara rağmen önemli kazanımlar yarattığı açıktır.
       Türkiye tarihinde görülmeyen bu halk hareketi katılım ve boyutlarıyla olduğu kadar kararlılığıyla da kelimenin tam anlamıyla bir patlamaydı. Yaygın olarak AKP karşıtlığında birleşen halkın ve muhalif hareketlerin tepkisi ve patlamasıydı. Ama Gezi ve Haziran günlerini sadece AKP karşıtlığı ile açıklamak yeterli değildir. Gezi ve Haziran günleri özünde daha derinden, neo-liberal sömürü ve onun üzerinden biçim alan siyasal baskıya tepkiydi. Benzer bir harekete sahne olan Brezilya'da iktidarda İşçi Partisi var. Bir zamanlar iktidara geliş biçimi üzerine ülkemizde de bazı çevrelerce çokça tartışılan bu parti son tahlilde IMF reçetelerini hayata geçiren sıradan bir sosyal demokrat parti olmanın ötesine geçemedi. Brezilya'da halkı harekete geçiren etken, özellikle toplumsal kaynak ya da zemin burada da, ülkemizde de etkiliydi. Bu kaynak, 1980 ve sonrası işçi ve emekçilere, halka dayatılan neo-liberal politikalardır. AKP yıllardır kitleleri "çok iyiyiz" diye uyutmaya çalışırken ülke ekonomisi, dünyanın gelir dağılımının en kötü olduğu yerlerin ilk sıralarına yerleşiyordu. Onlar için "iyi" olan, biz işçi ve emekçiler için "kötü"ydü. Ekonomik cephede üretimden uzak, ranta dayalı bir düzen kurulmuştu, yeraltı ve yerüstü zenginlikler satılmıştı, işsizlik, yoksulluk, hastalık, insanın insana yabancılaşması gibi sosyal sorunlar büyümüştü, başta Kürt sorunu olmak üzere demokrasinin hiç bir sorunu çözülmemişti. Tüm bunlara bağlı olarak, iktidar mücadelesinde "demokrasi ve özgürlük" diyen, ama oligarşik iktidarın çeşitli odaklarını ele alınca her noktada daha da gericileşen, saldırganlaşan, şımarıklaşan AKP vardı. Özünde AKP kredisini son seçimde tüketmeye başladı, onun zirve noktası baş aşağı iniş noktasıydı ama bunun farkına varamadı. AKP'nin iktidara geliş sürecindeki kullandığı tüm argümanlar tek tek çökmüştü. AKP dini kullandı, neo-liberal ve muhafazakar bir yaşamı halka adım adım dayattı. AKP burjuva demokrasisini değil, "yeniden yapılanma" adı altında, emperyalizm ve tekelci sermayenin çıkarlarına göre, sürekli faşizme yeniden biçim verdi. Demokrasi değil, yeni sömürgecilik üzerinden biçim alan sürekli faşizm kurumsallaştı. Tekelci kapitalist dönemde sömürge ve yeni sömürge ülkede burjuva demokrasisinin asla yaşam zemini bulamayacağı gerçeğine yıllar önce sırtını dönmüş kesimler, referandumda "yetmez ama evet" diyenler Gezi ve Haziran günleriyle gerçeği gördü. Bu ülkenin yeni sömürge bir ülke olduğu, Sömürge tipi faşizmin bunun üzerinden biçim aldığı, emperyalizmin siyasal gericilik eğilimi olduğu gibi ana perspektifleri hiç kavramamış olanların kavrayacakları daha birçok gerçek var. Gezi ve Haziran halk direnişi, sandık tapınıcılarının, ekonomik indirgemecilerin, gücün gölgesinden çıkamayanların da gerçek yüzünü ortaya çıkardı: Hepsi birer sahtekardı.
       Gezi ve Haziran halk Direnişi milyonları sokağa döktü. Direnişin ortaya çıkışında, örgütlenişinde internet üzerindeki sosyal paylaşım ağlarının önemli bir etkisi oldu. Ama Gezi ve Haziran halk direnişi bu sınırları aştı ve insanların bire bir ilişki kurduğu, kitlerin sokak ve alanlarda yan yana gelip dövüştüğü bir düzeye sıçradı. Başlangıçtaki bu etken, sonrasında ilk günlerdeki kadar etkili olamadı, çünkü insanlar artık sokaktaydılar. Politika doğrudan sokakta yapıldı, uygulandı. İnsanların ellerinde hala cep telefonları vardı belki ama artık iş "sanal alem"den çıkmıştı. Ancak yine de başlangıçtaki etki üzerine başlayan tartışmalar sürdü, sürüyor. Dersler almak, bu aracı da doğru ve verimli kullanmak kaçınılmazdır.
       Son saldırının yapıldığı Cumartesi gününü Pazara bağlayan gece sabahlara kadar Taksim'in ara sokaklarında polisle çatışmasını sürdüren direniş güçlerinin en önemli moral kaynaklarından biri "Gazi'den 20 bin kişi yola çıkmış Taksim'e doğru yürüyormuş" sözüydü. Kulaktan kulağa yayılan bu söz oradakilere güç, moral ve enerji veriyordu. Sadece bu söz ve Gazi sokaklarında direnenler değil, tüm yoksul semtler ile Gezi ve Taksim arasında manevi ve siyasal bağlar oluştu. Gazi'den yola çıkan güçlerin önü Okmeydanı'na varmadan kesildi ve burada sabaha kadar çatışmalar sürdü.
       Hiç şüphesiz bu bağ ve dayanışma biçimleri ilkel de olsa, kendiliğinden de olsa bir sınıf bilincinin, sınıf duruşunun göstergesidir: Direnişe katılan insanların umudu Avrupa Birliği, ya da küreselleşme karşıtı harekette değil, bunu kendilerine açıkça itiraf edemeseler de, emekçilerdedir, halktır. Bunlar hep yaşayarak öğrenilen şeylerdir. Bir devrimci olarak o kitlenin içindeki "48 saat durum böyle devam ederse AB sözleşmeleri gereği hükümet istifa etmek zorunda kalacak" söylentilerine gülüp geçebilirsiniz. Ama söylentinin ve bu boş inancın yaygınlığına şaşırmayın. Aynı sosyal medya böyle bir işlev de gördü, bu (tıpkı direnişin AKP'nin oylarını ne kadar düşüreceği üzerine görülen rüyalar gibi) siyasal bilinç düzeyi hakkında bir başka açıdan da fikir vermektedir. Ama böylesi boş umutlara, hayalci söylentilere rağmen bunların hiçbiri kimseyi evine döndüremedi, ya da düş kırıklığı yaratamadı.
       Hem direniş sürecinde hem de sonrasında Kemalist çevrelerin Gezi ve Haziran günleri içindeki rolü de bir diğer abartı konusudur. Oradakiler için gömlek ve pantolonuyla oraya gelip kolunu sakatlayana kadar polise karşı duran, kendini iş makinelerinin önüne atan ve oradaki herkesle birlikte gaz yiyen Sırrı Süreyya Önder ile takım elbiseleri, kravatlarıyla, son sistem gaz maskeleriyle, çevrelerinde bir partili koruma zinciriyle dolaşan CHP'li vekiller kesinlikle aynı kefeye konamaz. Zaten CHP kurumsal olarak direnişte değil, çözümün Cumhurbaşkanı A. Gül'de olduğunu düşündü, buna göre hareket etti. CHP kurumsal olarak direnişe "takıldı" ama onun laik ve sola açık tabanı direniş içinde az çok yerini aldı. İkisini ayırmak ve ona göre yaklaşımlar içinde olmak gerekir. Sabahlara kadar dövüşenler şuna tanık olmuştur: 11 Haziran saldırısının gerçekleştiği salıyı çarşambaya bağlayan gece bir ara Taksim Dayanışması sözcülerinden birisi megafonla bir anons yaparak taş atışlarının durdurulmasını, polisle görüşüp onları geri çekeceklerini söyler. Bir süre gerçekten karşılıklı atışlar durur. Tam da bunu fırsat bilen ve o ana kadar barikatın önlerinde kimsenin görmediği birisi, elinde dev bir Türk bayrağıyla gelir ve deyim yerindeyse meydanda gösteri yapar. Oraya başka bir siyasi bilinci olmadığı için, başka bir siyasi seçenekle hiç karşılaşmamış olduğu için gelmiş olan samimi bir Kemalist'e bile oldukça itici gelen bu manzara, yaşananların özeti gibidir.
       Ayrıca 9 Haziran Pazar günü Taksim'de yapılan miting öncesi Taksim Dayanışması'nın toplantılarında "bazı hassasiyetleri dikkate almak zorundayız, Sırrı Süreyya mitinge konuşmacı olarak çıkacaksa, İlhan Cihaner de çıkmalı" demek ise sol ve devrimcilik adına Kemalizm'in değirmenine su taşımaktır.
       Gezi ve Haziran halk direnişi bir kent hareketidir. Kentte yaşayan ve kentine sahip çıkan insanların hareketi olarak başlamıştır direniş. Taksim gibi artık nefes alınacak hiçbir alanın bırakılmadığı bir yerdeki son yeşil alanın da sermaye tarafından gasp edilmesine karşı biriken öfke açığa çıkmıştır. Devletin yeşil düşmanlığı öyle bir boyuttadır ki İstanbul'da birçok küçük park "düzenleme" adı altında betonlanmaktadır. Yanlış okumadınız, "parkı düzenliyoruz" diye var olan ağaçların etrafını yarım metrelik bir daireyle ayırdıktan sonra tüm toprağa beton döküyor, sonra da üzeri yapay kaplama malzemeleriyle kaplıyorlar. Bunun adına da "düzenleme" diyorlar. İstanbul'u emekçiler için yaşanmaz bir yer haline getirme projeleri konusunda dergimizin daha eski sayılarında sayısız yazı çıktı. Bu projeler kapsamında Sulukule kent dışına sürgün edildi, başka emekçi mahalleleri de ya sürgün ediliyor ya da edilecek. İngilizceden doğrudan çevrildiğinde "soylulaştırma" olarak karşımıza çıkan bu operasyonun yoksul, emekçi halka nasıl bakan bir anlayışın ürünü olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerektir.
       Taksim Meydanı ise aynı zamanda siyasal bir anlam içeriyor. Dünyanın her yerinde işçi ve emekçi kitlelerin protestolarını dile getirmek için toplandıkları geleneksel meydanlar vardır. Bunlardan en günceli Mısır'daki Tahrir Meydanı'dır. İstanbul için de bu alan Taksim Meydanı'dır. Bu, kent kültürünün bir parçasıdır. Ama derdi bu kültürü yıkmak, İstanbul'u Dubai gibi kimliksiz, kişiliksiz, sadece zenginlerin para harcamak için gelebileceği bir yer haline getirmek isteyenler için Taksim'i işçi ve emekçilere kapamak birinci görevdir. Eğer sermayeye daha fazla para kazandıramıyorsa bir insanın Gezi Parkı'na oturması gereksiz bir şeydir. Ama yüzlerce yıldır bu kentte yaşayan insanlar için bir sokak köpeği birçok gökdelenden daha değerli olabilir. Çürümüş tahtalarına oturduğu bir banktan baharın gelişini izlemek birçok alışveriş merkezinden daha değerli olabilir. Bunlardan vazgeçmesini istemek, hayatlarından vazgeçmelerini istemek gibi bir şeydir. Ve insanlar, bu noktada hayatlarını savunmaya geçerler. Artık gaz bombaları, plastik mermiler, asitli basınçlı sularla saldıran TOMA'lar, joplar, kalkanlar, helikopterler… Hepsi hükümsüzdür. Gezi bu anlamıyla bir kent hareketi midir? Evet. Ama Gezi bir kent hareketi olma sınırlarını da çokça aşan bir harekettir aynı zamanda. Çünkü kentin bu nimetlerinden hiç yararlanmamış, yararlanma şansı da olmayan işçi ve emekçiler de sokaklara çıktılar, ana yolları kapattılar, barikatlar kurdular ve sabahlara kadar polisle çatıştılar. Ülkenin dört bir yanında hayatında hiç İstanbul'u, Gezi Parkı'nı görmemiş bu kültürle uzaktan yakından ilgisi olmayan binlerce insan dövüştü. Bu anlamıyla da Gezi ve Haziran halk direnişi bir kent hareketi olma niteliğini çokça aşan, en açık biçimiyle bir siyasi hareket halini alan bir direnişe dönüştü.
       Bununla birlikte, Haziran günleri direnişin tüm ülkeye yayıldığı günlerdir; ama ana kentler, İstanbul, Ankara, İzmir, Antakya, Adana gibi ana kentler, ülke nüfusunun yoğunlaştığı kentler direnişin öncüsü, motoru oldu. Sadece kent kültüründen beslenen değil, bizzat kentin kendisinin direnişin merkezi olmasıyla Gezi ve Haziran halk direnişi kent hareketidir.
       Gezi ve Haziran halk direnişi çok uzun bir süredir oligarşi karşısında yenilgi alan halk hareketinin küllerinden doğmasıdır. Devrimciler başından sonuna kadar hareketin içindedir. Belirleyici değildir. Ama birkaç istisna dışında halkla birlikte dövüşüp, halkla birlikte geri çekildiler. 12 Eylül'den bu yana oligarşinin oluşturmak için bin bir çaba gösterdiği, sadece açık ve çıplak zor değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel aygıtlarıyla oluşturduğu duvarlar yıkılıvermiştir. Marjinal grup yakıştırması oligarşi ve AKP'nin sayısız yalanlarından biri olarak kulak arkası edilmiştir. Ve her şeyden önemlisi uzun yıllardır birbirlerine karşı hasmane tavırlar içinde olan Kürt yurtsever hareketi ile Kemalizm'in etkisinde olsa da sola ilgi duyan kitleler yan yana gelmiştir. Belli çevrelerin, İP gibi karşı devrimcilerin provokasyonları haricinde bu iki kesim birbirleriyle diyalog kurabilme fırsatını bulmuştur. Bu sol ve devrimci hareketin, son 30 yılda halktan soyutlanması için oligarşinin yönlendirmelerine vurulan bir darbedir. Oligarşinin sol ve devrimci hareketin tecrit edilmesine yönelik hamlelerini Gezi ve Haziran günlerinin imkanlarıyla kırmak önümüzde duran bir görevdir.
       Devrimci güçler ise bu süreçte birlikte davranma organlarını oluşturmada çok eksik kalmışlar, var olan çabalar ise teknik tartışmaların ötesine geçememiştir. Böylesi bir direnişin birleşik bir devrimci iradeyle karşılanması, buradan hareketle devrimci güçlerin direnişin öncüsü olması fırsatı kaçırılmıştır. Eğer bu halkayı yakalamış olsaydık, hem program olarak hem de devrimci bir merkez olarak daha geniş halk kesimleri üzerinde, direnişe katılan Kemalizm'in etkisi altındaki kesimlerin bilincinde bir değişim yapma iradesi çok daha güçlü ortaya çıkabilirdi. Bununla birlikte "Faşizme Karşı Omuz Omuza", " Her Yer Taksim Her Yer Direniş" gibi direniş şiarlarının tüm kitle tarafından sahiplenildiği böylesi bir direnişte, altı şehit verilmesine rağmen "Katil Devlet Hesap Verecek" gibi, doğrudan devleti hedefleyen şiarların geniş halk kitlesine mal edilememesi de buradan kaynaklıdır. Evet, Gezi ve Haziran halk direnişinde sivri uç, AKP karşıtlığıdır; siyaseti bunun üzerinde kuranlarda az değildir. Oysa direnişi AKP meselesi olmaktan çıkaracak böylesi bir program ve bu programın ana şiarları geniş halk kitlelerin bilincinin dönüşümü için yaşamsal önemdedir.
       Gezi ve Haziran halk direnişi aynı zamanda bir gençlik hareketidir. Yazımızın başında karamsarlıkla andığımız '90'lı yıllarda yetişen gençlik, hareketin gövdesini oluşturmuştur. Büyük bir umut ve coşku kaynağı olmuşlardır. İçinde yetiştikleri dönemin tüm özelliklerini taşıyan bu gençlik, var olan örgütlere bilinçli bir mesafede durmakta ve emir almaktan hoşlanmadıklarını çok açıkça ifade etmektedir. İdeolojik olarak ikna gücüne sahip olmayanların bu gençliği kazanabilmesi olanaksızdır. Ancak kendi özgürlük düşlerinin gerçekleşme alanı olarak görebildikleri anda örgütlü mücadeleye "evet" diyebilecek bu gençler çok uzağımızda değil. Özgürlüğü için yaşamını ortaya koymaya hazır bu insanları kazanabilecek entelektüel, kültürel ve örgütsel kapasite konusundaki açıklarını kapatmak devrimci hareketin önünde durmaktadır. Kavgada, barikat başlarında kurulan dostluklarla sınırlı kalmamalıdır hiçbir şey. Ortaya çıkan hareket göstermiştir ki; gençliğin gittiği yer ile devrimcilerin durduğu yer arasında bir açı vardır. Bu açıyı kapatmak ise devrimci güçlerin ve devrimci sosyalizmin görevidir.
       Gezi ve Haziran halk direnişi bu ülkenin siyasal tablosunu değiştirmiştir. Yıllardır hep devletin hakimiyeti altında olan alanlar, Taksim örneğinde olduğu gibi, 15 günlüğüne de olsa halkın denetimine geçmiştir. 15 gün boyunca yoz kapitalist sisteme alternatif bir yaşam tarzı ortaya çıkmıştır. Hiçbir siyasi eğitime ihtiyaç duymaksızın binlerce insan, birbirini hiç rahatsız etmeksizin her şeyini paylaşmıştır. Kapitalizm denen ve nereden, kimin tarafından verildiği belli olmayan bir kesin hükümle "bencillik insan doğasının en temel özelliğidir" düşüncesini yüzlerce yıldır beyinlere kazımaya çalışan, her şeyiyle çürümüş bu hırsızlık sisteminin bir alternatifinin olabileceği düşüncesi, sistem için en tehlikeli mikroptur. Oraya gelen, Gezi ve Haziran günlerinde direnen, ekmeğini paylaşan insanların büyük bir çoğunluğunun kapitalist sistemi yıkmak gibi bir hedefinin olmaması, hatta bir bütün olarak kapitalist sistemle bir derdinin olmaması, bu tablonun ortaya çıkmasına engel olamadı. Bu demokratik mevzi oligarşi için en tehlikelisiydi; son saldırıda önemli ölçüde bundan kaynaklandı.
       Tabi şu sorular ortaya atılabilir. Hiçbir üretici faaliyetin olmadığı, salt tüketici durumdaki bu kitle, ne ölçüde bir model oluşturabilir? Kelimenin bu anlamıyla kimse orada bir sosyalizm ya da komün deneyiminin yaşandığını söyleyemez. Ancak kelimenin toplumsal ilişkiler anlamında orada bir sistem dışı yaşam oluşturulabilmiş ve tüm örgütsüzlüklerine rağmen ciddi bir sorun yaşanmadan sürdürülebilmiştir. Tuvaletlerin temizliğinden, çöplerin toplanmasına, yemek organizasyonundan, kültürel, sanatsal faaliyetlere kadar birçok organizasyonun tamamen gönüllülük ekseninde yapıldığı, karar süreçlerine kitlenin katıldığı Gezi Parkı, demokratik bir mevziydi.
       Orada birkaç saatini bile geçiren hiç kimse, tüm bunları unutmayacak. O kadar insanın oluşturduğu o koca kardeşlik sofrasından bir lokmacık nasiplenen birisinin "insanca yaşam" denilen şeyden sadece bir soluk dahi alabilmiş bir insanın bunları unutması olanaksızdır. Ve tüm bunlar binlerce saatlik siyasi eğitim çalışmasından çok daha değerlidir, çok daha öğreticidir. Bunu yaşamış olan kitleler üzerindeki etkisi hiçbir güç tarafında sökülüp atılamaz. Ancak tüm bunların "hoş bir anı" olarak kalmaması, bu ülkenin siyasal tablosunu belirlemeye ve değiştirmeye devam eden bir güç haline gelmesi devrimcilerin önündeki birinci gündem maddesi olmalıdır.
       Bir nostaljiye ihtiyacımız yok. Bir devrime ihtiyacımız var. Sadece bir soluk değil, ömür boyu özgür olmak istiyoruz. Bunun için çok bedel ödedik ve çok daha fazlasını ödemeye hazırız.
       Bir defa tadını aldık. Hepsini istiyoruz.

       C- Güncel Bazı Sonuçlar
       Daha derine uzanmakta, bazı sonuçları ele almakta yarar vardır. Bunlar devrimci pratiğimize yön verecektir.
       Bir: Direnişin Öznesi Halktır
       Gezi ve Haziran halk direnişi, Gezi parkı ve Taksimle sınırlı bir direniş değildir. Çıkış noktası ne olursa olsun, tüm ülkeye yayılmış, genelleşmiş, halkın önemli bir kesimini arkasına almış bir direniştir. Bu direnişe, isyana halk katıldı, halk direnişin öznesi oldu. Bundan dolayı, halk direnişi olarak tanımlamakta yarar var.
       Ama yine de bazı ayrıntılara inmekte yarar var. Hangi sınıf ve katmanlar direnişte yer aldı? Sendikal örgütlülük içinde yer alan işçi ve memurlar kısmen yer aldı. Direniş, küçük ve lokal bir yerde başladı, ama Haziranın ilk gününde halkı içine aldı. Sendikal yapılar, direnişin ilerleyen günlerinde destek konumda oldu; böyle de olsa, sendikal hareket öncü olmasa da direnişin bir parçası oldu, destek güç oldu. Politik olarak AKP'nin etki alanına girmemiş ya da artık umudunu kesmiş olan işsizler, yoksullar, güvencesiz işçiler, hem meydanlarda hem de yaşam alanlarında, yani mahalle ve semtlerde yer aldı. Küçük burjuvazi, mevcut neo-liberal sömürüden rahatsız olan ve oldukça yoğun bir kesimdir, mevcut hükümetten umudunu kesen kısmıyla direniş içindeydi, esnaf, küçük işletme sahibi, memur direnişin önemli bir gövdesini oluşturdu. Kısmen orta burjuvazi, orta boy işletme sahiplerinden de direnişte olanlar vardı. "Kısmen" diyoruz; çünkü AKP'nin etkisi altında kalan orta burjuvalar yer almadı, daha çok laik bir yaşamdan kaygısı olan kesimler yer aldı. Kadınlar, direnişin önemli bir parçasıydı; hem sokakta, meydanda hem de evinde tencere-tava çalarak yerini aldı. Gençler, direnişin itici gücüydü. Sol ve devrimci hareketin "apolitik" gördüğü gençlik özgürlük için sokaklardaydı. Kürtler, özellikle yoksul Kürtler vardı. Kürt yurtsever hareketinin tereddütlü, hatta direniş içinde Kemalistlerin olmasından hareketle kuşkulu yaklaşmasına rağmen Kürt yoksulları direnişin içinde vardı. Ancak bu katılım sınırlıydı. Yoksul, küçük burjuva Aleviler, sola açık, laik yaşam biçiminin ortadan kaldırılmakta oluşundan kaygı duyan Aleviler vardı. Cinsel kimliğinden dolayı ezilenler vardı. Kısacası halkın önemli bir kesimi direnişin fiili olarak içindeydi.
       Hiç şüphesiz bu toplumsal kesimler, kimi orta burjuva kesimleri dışta tutarsak halk devrimin temel güçleri içindedir. Ama halk devrimi bunları aşan bir toplumsal tabana sahiptir. Halk devrimi, bugün burjuva partilerin şu ya da bu biçimde etkisi altında olan tüm halka dayanır. Bu anlamda, Gezi ve Haziran halk direnişine bakarak, devrim için bazı sonuçlar çıkarmak mümkündür, ama halk devriminin toplumsal tabanını bununla sınırlı ele almak, her şeyi buradan kurmak yeterli değildir. Halk devrimi, çok daha geniş bir kesimi içine alır. Bu anlamda devrimci politikayı bu sınıfsal zeminde kurmak görevdir.
       Ama bu toplumsal temel, Gezi ve Haziran halk direnişinin niteliği hakkında bir fikir vermektedir. Bundan dolayı biz bunu, işçi, aydın, gençlik, kadın gibi bir tanım üzerinden değil, tüm bunları kapsayan biçimde halk hareketi olarak, halk direnişi, halk isyanı olarak tanımlıyoruz.
       Peki, katılan bu sınıf ve katmanlardan hareketle bu hareketin öncülüğü tarif edilebilir mi? Hayır, bu dar bir yerden sorunu ele almaktır ve yanıltıcıdır. Çünkü bir hareketi tanımlarken sadece katılan güçlere değil, hedef ve programına da bakmak, hangi sınıfların özlemini yansıttığına bakmak zorunludur. Bu açıdan bakarsak, Gezi ve Haziran halk hareketi, program olarak kapitalizmin sonuçlarına bir tepkiyi içerse de, kapitalizmi yıkma programına sahip değildir. Kendiliğinden bir patlamayı ifade eden bu hareket, daha çok AKP karşıtlığı üzerinden biçim almıştır, demokrasi ve özgürlük talepleri ana eksen olmuştur. Bundan dolayı, ne devrim ve sosyalizmi hedeflemiştir, ne anti-kapitalist hedeflere sahiptir. Bir direniştir, isyandır; demokrasi ve özgürlük taleplidir, neo-liberalizmin bazı sonuçlarına tepkidir, ama devrim ve sosyalizmi hedeflememiştir. Bu açıdan, sınıfsal bir tanım yaparsak, hem program hem de toplumsal katılım olarak, küçük burjuva ağırlıklı bir harekettir. Zaten, küçük burjuvazi ve kısmen de orta burjuva kesimlerin yer aldığı bu hareket, tam da bundan dolayı örneğin 15-16 Haziran işçi hareketinden farklıdır; bundan dolayı, yardımcı bir kavramla ifade edersek orta sınıfların hareketidir.
       Burada bir kaç kafa karışıklığı ortaya çıkmaktadır...
       Her şeyden önce kafa karışıklığına zemin sunan "orta sınıf" kavramı ve bunun nasıl algılandığıdır. Sınıflara bölünmüş, kapitalist bir toplumda asıl olarak iki ana sınıf vardır; burjuvazi ve işçi sınıfı. Üretim araçları karşısındaki konumunu göre, artı-değere el koyma biçimine bağlı olarak birbirlerinden ayrılan bu sınıflar iki ana sınıftır. Ama kapitalizm sadece bu iki ana sınıftan oluşmaz, ara sınıf ve katmanlar vardır. Farklı katmanlarıyla küçük burjuva sınıfı bu "orta sınıfın" asıl omurgasıdır; ama bu omurga üsten orta burjuvaya, alttan işçi sınıfı üst katmanlarına, işçi bürokrasisi gibi katmanlara uzanır. Bu anlamda esnektir, hatta farklı tarihsel süreçlerde farklı biçimler alır. Örneğin, feodalizm döneminde, bir yanda feodal beyler diğer yanda serfler, köylüler varken, "orta sınıf" asıl olarak, bu iki sınıfın arasında kalan burjuvazidir. Bu burjuvazi, daha sonra giderek sermaye birikimi üzerinden ekonomik ve siyasal gücünü artırır, gelişir ve egemen sınıf konumuna yükselir. Kapitalizmin egemenlik kurduğu toplumsal süreçte "orta sınıf" burjuvazi değil, onun alt kesimleri, yani küçük burjuvalardır.
       Ayrıca, "orta sınıf" kavramı bilimsel açıdan sorunludur; bu kavram olsa olsa, yardımcı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz de, hem "Haziran Halk Direnişi Ve Görevlerimiz" yazımızda hem de bu yazımızda, bu anlamda, yani sorunu tanımlarken yardımcı bir kavram olarak kullandık. Bilimsel anlamda, Gezi ve Haziran günlerinde işçiler, emekçiler, küçük burjuvazi ve kısmen orta burjuvazi yerini aldı, biz işçi-emekçiler haricindekilere "orta sınıf" diyoruz ve direnişin hedefleri ve talepleri asıl olarak bu sınıf ve katmanların talepleriydi.
       Hareketin kitlesel niteliğini belirlemeyecek kadar anlamsız bir varlık oluşturan orta burjuva unsurları dışında tuttuğumuzda tüm bunlar halk kavramının içindedir; çıkarları devrimden yanadır. Gezi ve Haziran günleri de halk devrimi için, bu devrimin temel güçleri açısından ciddi bir veri sunmuştur.
       İki: Yeni Bir Siyaset Ve Yeni Birlik Anlayışına İhtiyaç Vardır
       Daha önce de ifade etiğimiz gibi, devrimci ve sosyalist hareket, Gezi ve Haziran halk direnişinin bir parçasıdır, ama bu direnişte öncü değil, artçıdır. Gezi ve Haziran halk direnişinde, içinde devrimci sosyalizmin de yer aldığı Taksim Dayanışması bu direnişte büyük rol oynadı; ama ülke geneline yayılan bu direnişte Taksim Dayanışmasının rolü sınırlıdır. Sol ve devrimci hareket en önde dövüşmüştür; ama direnişe önderlik yapamamıştır, katılımcıdır.
       Bununla birlikte, Gezi ve Haziran halk direnişinde sadece sol ve devrimci hareket değil, AKP karşıtlığı üzerenden ulusalcı güçler, kapitalizme tepki veren Müslümanlar da yer almıştır. İP örgütlü yerini aldı, CHP direnişe "takıldı" ama CHP'nin sola açık, laik toplumsal tabanı direnişin kitle temelinde azımsanmayacak bir alan tuttu. İslam'ı neo-liberalizmin hizmetine sunan AKP'ye karşı samimi Müslümanlar da direnişte yerini aldı; "devrimci Müslümanlar" ya da "anti-kapitalist Müslümanlar" bunların politik temsilcisi oldu. Bu tablo, sol ve devrimci hareket ile "din" ve "ulusalcılık" üzerinden kurulan ilişkileri yeniden güncelleştirdi. Bu ilişki tarihseldir ve hem en somut biçimiyle Kemalizm üzerinden ulusalcılıkla, din üzerinde İslam ile ilişki sorunludur. Bununla birlikte, bu iki kavram ve bu kavramlar üzerinde biçim alan ilişki biçimleri, emperyalizm ve oligarşinin istismarına açıktır. Hem İslam, hem de ulusalcılık ve Kemalizm bu ülkede tüm tarihsel süreçte kullanılmıştır, işçi sınıfı ve halklara karşı gerici bir rol oynamıştır. Biz, temel bir yaklaşım olarak, bu iki kavrama, bunların politik temsilcilerine mesafeliyiz, bu iki politik akım işçi sınıfına, halka düşmandır, bunlara karşı cepheden tavır alırız.
       Ama bu işin bir tarafı, öte yandan bizzat Gezi ve Haziran günlerinde görüldü ki, samimi Müslüman da, samimi anti-emperyalist ama Kemalizm'in şu yada bu biçimde etkisi altındaki insanda neo-liberalizme, AKP'ye tepkilidir, direnişin bir parçasıdır. Burada, bu kesimleri "Kemalist" ya da "gerici" diyerek ötekileştirmek ve karşımıza almak değil, kendi duruşumuz ve politikamızı savunarak, ama bunları da oligarşinin kucağına atmadan yeni bir yaklaşım içinde olmak önem kazanıyor.
       Buradan iki politik sonuç ve taktiksel yaklaşım çıkar. Birincisi, demokrasi ve devrim savaşımında yeni bir devrimci birlik siyaseti zorunludur; ikincisi ise, demokrasi ve devrim savaşımında en geniş kesimlere kucaklayan bir yaklaşım ve siyasete ihtiyaç vardır. Ancak öncülük, bu iki ana halkanın, hem yaklaşım hemde buna bağlı birlik siyasetinin yakalanmasıyla mümkündür.
       Hiç şüphesiz iki ana halka bir hamlede yakalanamaz; bunun bugünden yarına inşa edileceğini söylemek ütopya olur. Bu bir ihtiyaçtır, ancak bu bir dizi anlayış ve yaklaşımın kırılmasıyla mümkündür, çok daha önemlisi, sol ve devrimci hareketin toplumsal zeminiyle doğrudan bağlantılıdır. Burada, sekter, her şeyi kendi merkezli ele almak, dar ve dogmatik yaklaşmak, sadece yeni olguları atlamak değil, süreci okuyamamaktır, sürece uygun adımları yok saymaktır. Demokrasi ve devrim savaşımı sınıfsal zeminde yürür, bu savaşımda dost ve düşman sınıflar vardır, asli ve tali ittifaklar vardır. Tüm bunları stratejik bir yaklaşımla ele almak, bu ittifak siyasetin merkezine halk cephesini koymak, demokrasi ve devrim savaşımında düşman sınıf ve partileri hedefe koyup, bunun etrafında halka halka tüm halkı örgütlemek ana yaklaşım olmalıdır.
       Bunu yapamayan sol ve devrimci hareket, en fazlasından bilinen bazı tezlerini tekrarlar, ama ne demokrasi ne de devrim savaşımına önderlik yaparak süreçleri kazanabilir.
       Üç: Kiminle Nereye Kadar...
       Peki, kiminle nereye kadar yürüyebiliriz, bunları özetle nasıl tasnif ederiz?
       Önce, stratejik arka planı olan temel bir yaklaşımı burada özetlemekle işe başlayalım. Demokrasi ve devrim savaşımı birbirinden kopmaz; demokrasi savaşımı devrimle kazanılır. "Demokratikleşme" adı altında devrimden kopuk bir demokrasi savaşımı olmaz; demokrasi savaşımı kazanılmadan işçi sınıfı kendi devrimini yapmaz. Sol ve devrimci harekette, her şeyi devrim ve sosyalizme havale etmek gibi bir anlayış vardır; bu sorunu soldan ele almaktır. Öte yandan, demokrasi savaşımını devrim ve sosyalizmden koparan, demokrasi savaşımını mevcut düzen içinde bazı demokratik kazanımlar düzeyine indirgeyen bir başka anlayış da vardır; bu da sağdan sorunu ele almaktır. Biz her ikisini de reddediyoruz; demokrasi savaşımını önemsiyoruz, bu savaşım ile devrim ve sosyalizm savaşımı arasında sıkı bir bağ kuruyoruz. Demokratik taleplerin bir kısmı devrim öncesi, bir kısmı devrim anında, bir kısmı da devrim sonrasında kazanılır; ancak tüm bu kazanımlar ancak halk devrimiyle, bu devrimin sonunda kurulacak olan halk iktidarıyla güvence altına alınır.
       Halk devriminin önder gücü, işçi sınıfıdır. Bu ülkede yaklaşık 15-20 milyon işçi vardır; kendi içinde katmanlı olan bu sınıf halk devrimine önderlik edecektir. Bu aynı zamanda devrimin, özünde proleter devrimin bir biçimi olduğu, halk devriminin demokratik görevlerle birlikte sosyalist görevleri de içereceği gerçeğini ifade eder. İşçi sınıfının devrimi sosyalist devrimdir; işçi sınıfı bundan vazgeçmez, ancak çözülmemiş demokratik sorunları, bu perspektifle çözer, hızla, kesintisiz sosyalizme yönelir. İşçi sınıfın önderliği tüm bunlar için güvencedir.
       Halk devriminin temel güçleri ise, başta işçi sınıfı olmak üzere, kent ve kırda yaşayan küçük burjuvaji, orta köylülük, kısacası halktır. Köylülük kapitalizmin gelişmesine bağlı sınıfsal ayrışma yaşamıştır; bir yanda tarım burjuvazisi, öte yandan tarın proletaryası, kır yoksulları, küçük ve orta köylülük vardır. Neo-liberal sömürü tarımda da egemendir; emperyalizm ve tekelci sermaye tarıma hakimdir, sadece toprakta değil, tüm tarım girdilerinde kapitalist ilişkiler hakimdir, kapitalist pazara göre, yerli ve yabancı tekellerin çıkarına göre biçim almıştır.
       Bu temel güçler, aynı zamanda halk iktidarının sınıfsal bileşkesidir. Yani, bu sınıflar; işçi sınıfı, kent ve kır yoksulları, kent ve kır küçük burjuvazisi halk iktidarının asli güçleridir. Halk için demokrasi, bu sınıflar için demokrasidir.
       O halde, demokrasi savaşımına da, işçi sınıfı önderlik eder, işçi sınıfı ve tüm halka dayanır. Burada soyut bir demokrasi talebi ve savaşımı yoktur. Tam tersine demokrasi savaşımı somuttur; halk için demokrasi talep ediyoruz, bunu inşa edeceğiz, bu demokraside emperyalizm ve oligarşi yoktur. Çünkü, emperyalizm ve oligarşi siyasal gericilik eğilimidir; onlar demokrasi değil, siyasal gericiliği savunur, bunu hakim kılar. Her kim, demokrasi için şu ya da bu emperyalist güce dayanır, her kim oligarşiyi karşısına almaz, onun şu ya da bu partisine (AKP, CHP veya diğerlerine) dayanır o halk için demokrasi savaşımını saptırır.
       O halde, demokrasi savaşımını kazanmak, mevcut düzeni yıkmak ve devrim yoluyla yeni bir toplumsal sistemi, sosyalizmi inşa etmek, işçi sınıfı öncülüğünde tüm halka dayanır. Demokrasi ve devrim savaşımında, işçi sınıfı ve tüm halkın birliği yaşamsaldır. Bu anlamda, farklı katmanlarıyla işçi sınıfının birliği, Türk ve Kürt halklarının kardeşliği ve birliği, Aleviler başta olmak üzere tüm ezilenlerin birliği zorunludur. Bu birlik olmadan, ne demokrasi savaşımı kazanılır, ne de devrim gerçekleşir.
       Devrimci sosyalizmin stratejik yönelimi budur.
       Buradan Gezi ve Haziran günlerine yeniden dönelim...
       Peki, Gezi ve Haziran halk direnişi içinde, sol ve devrimci güçleri bir yana bırakırsak, Kemalist ve İslamcı kesimler yok muydu? Yukarıda ifade ettik, vardı. Ayrıca böylesi büyük toplumsal süreçlerde de elbette her sürecin özgün dinamikleriyle birlikte farklı biçimlerde var olacaklardır. Yukarıda ifade ettik, hem Kemalistler hem de İslamcılar için toptan bir değerlendirme yapmak, tümünü aynı torbaya koymak yanıltıcıdır. Ayrıştırarak ifade edersek, emperyalizm ve oligarşinin iktidarının İslamcı ya da Kemalist yorumu; örneğin AKP ve CHP, demokrasi ve devrim savaşımında düşmanımızdır. Ama bu iki partinin toplumsal tabanı, farklı süreçlerde farklı biçim alsa da, demokrasi mücadelesinde şu ya da bu biçimde yer alabilirler. Nitekim Gezi ve Haziran halk direnişi sürecinde CHP politik bir özne olmasa da, onun laik ve sol tabanı direnişin içinde şu ya da bu biçimde yer aldı; aynı biçimde anti-kapitalist Müslümanlar örneğinde olduğu gibi samimi Müslümanlar da yerini aldı. Kemalizm ve siyasal İslam'ın demokrasi ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur, her ikisi de tam tersine demokrasinin karşısında yerini almıştır. Hedefi net koymadan, düşman sınıf ve politik akımları net belirlemeden demokrasi ve devrim savaşımı kazanılamaz. Bununla birlikte, tüm samimi yoksul Müslümanları, laik ve anti-emperyalist kesimleri kucaklamak, onları demokrasi savaşımın bir parçası olarak görmek de zorunludur.
       Kürt ulusunun özgürlük talebi, Kürt halkı bu savaşımda nerededir? Devrimci sosyalizmin ideolojik- politik çizgisini bilen, çeşitli yazılarını okuyan herkesin bildiği gibi, Kürt ulusunun eşitlik ve özgürlük talepleri demokrasi savaşımında stratejik bir yerde durmaktadır. Kürt ulusunun eşitlik ve özgürlüğünü savunmadan, kendi kaderini tayin hakkını savunmadan burjuva anlamda bile demokrat olunamaz. Kürt özgürlük mücadelesi de gösterdi ki, Kürt halkı demokrasi savaşımında stratejik güçtür.
       O halde, demokrasi ve devrim savaşımında Türkiye halkı ile Kürt halkı arasında stratejik ittifak zorunludur. Bu olmadan hiç bir şey olmaz, demokrasi savaşımı kazanılmaz, devrim zafere ulaşmaz.
       Demokrasi ve devrim savaşı sınıfsal eksende yürür, kazanılır. Bu savaşımda işçi sınıfı önder, halk temel güçtür. Demokrasi savaşımı ve Türkiye devrimi için, Kürt halkı ise hem güncel hem de stratejik açıdan ittifaktır. Bu savaşımda AKP, CHP ve diğer burjuva partiler düşmandır, bunlar karşıya alınmadan demokrasi savaşımı kazanılmaz. Ancak, hem tarihsel hem de güncel süreçlerde halk, emperyalizm ve oligarşi tarafından bir tür zehirlenmiştir, farkı biçimde yönlendirilmiştir. Bunu kırmak zorunludur.
       Gezi ve Haziran günleri bu yönde yeni bir imkan yaratmıştır; bunu geliştirmek görevimizdir.
       Dört: Yeni Bir Devrimcilik İnşa Etmeliyiz
       Gezi ve Haziran halk direnişi kendiliğinden bir harekettir. Tüm kendiliğinden hareketler bir birikim üzerinden, şu ya da bu biçimde gelişir, ama toplumsal süreçlerde önemli bir rol oynar. Gezi ve Haziran halk direnişi de böyledir. Genel olarak neo-liberal sömürü ve onun üzerinde biçim alan sömürge tipi faşizmin tüm dayatmaları, ekonomik sömürü, siyasal baskı, yaşam biçimine-özel yaşama müdahale, özel olarak da 11 yıllık AKP iktidarının yeni muhafazakar bir yaşam biçimini dayatması gibi bir dizi sorunu biriktirdi. İşte Gezi ve Haziran halk direnişi bu birikim üzerinden, hiç hesap edilmediği bir süreçte patladı. Daha önce ifade ettiğimiz gibi, sınıfsal kaynaklı ama tek başına ele alındığında sınıfsal karakteri ön planda görülmeyen sorunlar, başta çevre olmak üzere eğitim, sağlık, barınma gibi sorunlar, siyasal demokrasinin bir dizi sorunları, Kürt sorunu, ortadoğu sorunu gibi bir dizi sorun Gezi ve Haziran halk direnişine kaynaklık etti. Halk bir köşeye yazdı, biriktirdi ve patladı.
       Direnişin sivri ucu T. Erdoğan ve AKP oldu; AKP karşıtlığı bir dizi akım ve hareketi Gezi ve Haziran halk direnişi somutunda yan yana getirdi. Bu direnişin hem güçlü hem de zayıf yanıydı. Güçlüydü; çünkü halkın geniş bir kesimi direnişin içinde yerini aldı. Zayıftı; çünkü hem kendiliğinden bir hareketti, hem de direnişe yön veren ortak bir program yoktu. Taksim Dayanışması somutunda, ortak program için girişimler elbette oldu, bu yanıyla da kendi içinde bir olumlu eğilimi ifade eder; ama tüm ülkeye yayılan direnişte böylesi bir ortak program, çok daha önemlisi ortak bir irade yoktu. Kendiliğinden halk hareketlerinin ortak bir programdan yoksun olması anlaşılır; ama bunu aşmak, devrimci bir müdahalede bulunmak bir görev olarak ortaya çıkar. Direnişin geleceği ve kazanımları da önemli ölçüde bu olguya, kendiliğin halk hareketine devrimci iradi müdahaleye bağlıdır. Eğer bu müdahale şu ya da bu biçimde yapılmışsa, halk tarafından benimsenmişse, kazanımlar çok daha güçlü olur; yok bu müdahale yapılmamış ya da zayıf yapılmışsa, yapılan müdahale halk tarafından benimsenmemişse direnişin kazanımları zayıflar. Nitekim, halk hareketi geriye çekilince, önce direniş yavaşlayıp sonra geriye düşüş yaşanınca, ortalama insanda, "yakın devrim beklentisi içinde" olan konjoktürel devrimcide ya da her şeyi AKP karşıtlığı üzerinden ele alan solcuda yaşanan hayal kırklığı az çok budur.
       Bizim için burada önemli olan genel olarak sol ve devrimci hareket, özel olarak devrimci sosyalizmdir. İşte bu zayıflık, yani Gezi ve Haziran halk isyanının kendiliğinden olması, ortak bir program ve çok daha önemlisi devrimci iradenin zayıf kalması, bu koşullarda nesnel bir gerçektir ve direnişin kazanımlarını aşağı çeken bir zayıflıktır. Bu alan güçlenmedikçe, devrimci hareket ile halk arasında oldukça geniş olan açı kapanmadıkça benzer süreç ve sonuçlar kaçınılmaz olur. Gezi ve Haziran halk direnişi, sol ve devrimci hareket ile halk arasındaki mesafeyi yeniden gözler önüne serdi, ama tersinden de bu açının kapanması için bir dizi imkan ve olanak sundu. Halktan uzak sol ve devrimci hareket önemli ölçüde kendi iç gündemi etrafında dönmekteydi; ama Gezi ve Haziran günleri patlak verince her şey ortaya çıktı. Nereden bakarsak bakalım tablo ve sorunlar bir kez daha açığa çıktı. İçe kapanan, halka ulaşmayan, halkı örgütlemek gibi bir derdi olmayan, bu uğurda militan bir devrimciliği ve örgütsel araçları inşa etmeyen sol ve devrimci hareketin bu kazanımı güçlendirme imkanı yoktur. Bunun tersi doğrudur; içe kapanmayan, adım adım halka açılan, bu ülkede 40 yıllık militan devrimciliğin birikimini arkasına alan, söylediğini yapan, halka önem veren, halkla siyasal ve sosyal bağlar kuran, "ben bu halkı nasıl örgütleyeceğim" sorusunu kendine soran ve ona göre açılımlar yapan bir devrimcilik bu mesafeyi kapatabilir.
       Bu devrimcilikte, "bir-iki vururuz, halk örgütlenir" gibi soldan, "halk örgütlenmeden, işçi sınıfı örgütlenmeden hiç bir şey yapılmaz" gibi sağdan bakışlar yoktur. Bu devimcilikte "halkın geleneği" diyerek halk kuyrukçuluğu, "sınıf, sosyalizm" diyerek halktan kopuk salon devrimciliği yoktur. Gezi ve Haziran halk direnişinde doğal olarak coşan, ama halk direnişi geriye düşünce kendi kabuğuna çekilen, umutsuzluğu yaşanan bir devrimcilik devrimcilik değildir. Yakın devrim hayallerine gerek yoktur; devrimcilik bir yaşam biçimidir. Koca koca laf edip, bir insanı bile partiye, devrime kazanamayan, emekçi değil sözde komutanlara da yer yoktur. Bilen, doğru bakan, doğru yaşayan, emekçi, öncü, insanları kucaklayan, onlara güven veren, militan bir devrimcilik; yaşamının merkezine aşını, işini, eşini değil devrim ve sosyalizmi koyan, oligarşinin politik, ideolojik, kültürel saldırılarına karşı "en az" değil sonuma kadar direnen, örgütü başka başka yerde değil kafasında ve yaşamında arayan ve bulan, iyi günde "keskin kılıç" kötü günde bir zavallı olmayan, kendine "demokrat" başkasına "diktatör" olmayan bir devrimcilik. İşte bu devrimcilik yolu açar...
       Bu devrimcilik aynı zamanda yeni bir devrimci hareket için zorunludur. Büyük bir sabır ve emekle böylesi bir devrimciliği ve devrimci hareketi inşa etmeliyiz!
       Beş: Tüm Ezilenleri Birleştirmeliyiz
       Gezi ve Haziran halk direnişi post-modern kültür içinde yetişen bir kuşağın direnişi olması nedeniyle önemli bir yerde durmaktadır. Ayrıca, bu direniş için yapılan kimi değerlendirmelerin gösterdiği şudur: yaşanan dönem ve onun ana olgularını anlamadan bu direnişi anlamak mümkün değildir. Gezi ve Haziran halk direnişini "devrim" gibi sunan, Gezi Parkında "devrimci bir hükümet kurmayı" öneren, işçi sınıfı ile direniş arasında kitabi bağlar kuran sol ve devrimci hareketin kalıpçı bir yerden sorunu ele aldığı bir gerçektir. Ama bir o kadar da içinden geçtiğimiz dönemi ve olguları anlamadığının ürünüdür.
       Neo-liberal sömürü modeli, bu ülkede, 24 Ocak 1980 karalarından bu yana asıl sömürü modelidir. Bu model, 12 Eylül, ANAP ve Özal elinden AKP ve T. Erdoğan'a uzanmıştır. AKP'nin neo-liberalizmle bir çelişkisi yoktur, tam tersine onun yılmaz savunucusudur. Sadece AKP değil, hiç bir burjuva partisinin bu modelle çelişkisi yoktur. CHP'nin 1930'lı yıllarda savunduğu "devletçilik" ya da "karma ekonomi" modelleri de tarihin gerisinde kalmıştır. Kaldı ki bunlar da farklı biçimde de olsa yine kapitalist sömürü yöntemleridir.
       Neo-liberalizmde esnek üreretim, en uç noktasına kadar geliştirilir. Bu sömürü modelinde toplam kârın büyük bölümü üretime değil, ranta dayanır, spekülatif sermaye önemli bir yerde durur. Bir yandan kapitalizmi, meta ve sermaye ilişkilerini her yere yayar, önceki dönemlerde devlet tarafından üslenilen ve toplumun kendini yeniden üretmesi için zorunlu olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vb. gibi tüm alanlar kapitalist sömürünün konusu haline getirilir. Üretim süreci bölünür, parçalanır, üretim esner; esnek çalışma, informel iş gücü yaygınlaşır. Daha önce fabrika eksenli üretim kapitalizmin merkezinde dururken, bu kez fabrika sistemi yok olmaz, ama esner, bir metanın üretimi (örneğin otomobilin üretimi) farklı bölge ve üretim sitemlerinin sonucu elde edilir. Üretim mahalle arasına kadar iner, merdiven altı üretim yaygınlaşır; emeğin bölünmesi hızlanır. Daha önce sanayi sektörü ön plandayken bu kez hizmet sektörü yaygınlaşır. Özelleştirme her yere ulaşır; sadece büyük devler işletmeleri emperyalist ve işbirlikçi yerli kapitalistlere peşkeş çekilmez, sağlıktan eğitime her alanda hizmet metalaşır, buradaki ilişki kapitalist-müşteri ilişkisine döner. Tüm bunlar, emek sürecini parçalamakta kalmaz, bunun üzerinden tüm sınıflar için katmanlaşmaya, ara katmanların ortaya çıkmasına yol açar. İşçi artık fabrikada emeğini kapitalistte satan olmakta kalmaz, üretim sürecinde yer almayan ama kolektif emeğin bir parçası olan memura, hizmetliye, mühendise, doktora kadar uzanır. Güvencesiz işçilik yayınlaşır, işsizlik devasa boyut kazanır. Artık sanayi proletaryasının yanı sıra tarım işçisi, güvencesiz işçi, yaygın işsiz de var. Bu sadece işçi sınıfı için değil, burjuvazi için de geçerlidir; artık tekelci burjuva en tepededir, onun altında büyük burjuva, burjuva, orta ve küçük burjuva vardır. Yani bir yandan kapitalizm tekellerde yoğunlaşırken, büyük sermaye giderek daha az elde toplanırken öte yanda tüm toplumu kesen yeni bir katmanlaşmalar söz konusudur.
       Post-modernizm bunun üzerinden biçim aldı, burjuva kültürün bir biçimi, en yoz biçimi oldu. Post-modernizm, kapitalizme karşı sosyalizmi değil, insanlığın kurtuluşu için işçi sınıfının kurtuluşunu değil, "büyük anlatıları" değil, küçük parçaları önemser, buradan kapitalizmi kutsar. Yani, neo-liberal sömürü modeli emeği parçalayıp katmanlaşmayı hızlandırırken, ideolojik planda "demokrasi ve özgürlük" adına "sosyalizm öldü" derken, kültürel alanda insanı içe döndürür, alt kimliklerle meşgul olur, asıl ve nihai, gerçek kurtuluşu örter. Anlaşılacağı üzere, burada kapitalist üretim, burjuva ideolojisi ve burjuva kültürü arasında bir uyum, birbirini tamamlama vardır.
       Bu kapsamlı bir saldırıdır. Devrimci sosyalizmin görevi, bu kapsamlı saldırıya karşı tek ayaklı değil, sadece "yıkma eylemi" değil, sadece bir parçayı gören değil, çok ayaklı, parçalar arasında doğru bir ilişki kuran, doğru ve net bir çizgide yürümektir.
       Gezi ve Haziran halk direnişinde görüldü ki, yukarıda da ifade etiğimiz gibi, tek başına sınıfsal bir sorun değil, sınıfsallıktan kaynaklı ama birçok biçim alan bir dizi sorun var. Eğer burada kaba bir "sosyalizm ve devrim" söylemiyle sorunları ele alırsak, sorunları anlamaktan uzaklaşırız, en ilerisinden ekonomik bir indirgemecilik noktasında kalırız. Ya da tersinden, küçük parçaları görür, bunu her şeyin önüne alırsak, "ötekileri" her şey yaparsak, işçi sınıfını ve sosyalizmi bir kenara atarsak özünde döner dolaşır post-modern bir solculuktan öteye gidemeyiz. Nitekim sol ve devrimci harekette her iki sapma da, çeşitli biçimlerde görülmektedir.
       Peki, neo-liberalizm ve post-modernizm kötü olmasına kötü de, o halde bunları yok mu sayacağız? Ya da bu dönemin olgularının üstünden mi atlayacağız? Bu kötü ve insanlığı çürüten olgular karşısında eski olanı mı savunacağız?
       Hayır, hiç birini değil. Devrimci sosyalizm, Marx ve Engels'ten bu yana ifade edelim, hiç bir zaman böylesi bir tutuculuk, muhafazakarlık ya da tersinden olguların üzerinden atlayarak ütopik hayaller peşinde koşmadı. Biz, kapitalizmden korkmayız, onu eleştirir ve yerine neyi koyacağımızı ifade ederiz, ama kapitalizmden, kapitalizmin evrimine bağlı olgulardan korkmayız. Kapitalizm özel mülkiyet üzerinden biçim alan son sömürücü toplum biçimidir; kapitalizm olmasa sosyalizm olmaz. Kapitalizmi devrimci tarzda eleştiririz, ama sosyalizmi de bunun üzerinden kurarız. Önce yöntem olarak verili koşulları ele alırız, bunun nesnel-öznel sağlam bir değerlendirmesini yaparız, devrimci strateji ve taktiklerimizi de ona göre belirleriz. Kapitalizm sosyalizmin öngünüdür. Sosyalizm kapitalizm üzerinden biçim alacak; sosyalist demokrasi de burjuva demokrasisi ve reel sosyalizmin deneylerine bağlı, bunların devrimci eleştirisi üzerinden inşa edilecektir.
       Bu anlamda, kapitalizmin bu evresinde, emperyalizmin 4. bunalım döneminde ortaya çıkan olguları yok sayarak, eskiye özenmek, ya da tersinden parçaya takılmak ve bütünü görmeyerek devrimci ve sosyalist siyaset üretmek mümkün değildir. Örneğin "küreselleşme" tek başına kötü bir şey değildir; kapitalizm küreselleşme eğilimini içerir, bunun sosyalizmin maddi temeli için olumlu yanları vardır, ama bu temelde bir dizi olumsuz yanları da vardır. Devrimci siyaset ayrıştırır. Küreselleşme "kötü" diyerek örneğin "ulus devleti" savunmak, burjuva aydınlanma döneminin tezlerine sarılmak bir siyasettir (TKP ve diğer ulusal sol akımlar bunu yapıyor), ama bu tarihi geriye döndürmek, devrimci siyaseti tarihin geride kalan bölümlerinde kurmaktır. Bu örnekten devam edelim. Bunun tersi de sol-liberal kesimde vardır; küreselleşme eğilimini gören bu kesimin ulaştığı sonuç, "küreselleşme ulus devleti yok ediyor, tüm kötülüklerin kaynağı ulus devlettir" söylemiyle emperyalizme demokratik özellikler biçmektedir. Bu eğilim de tarihin ve siyasetin bir başka ucubesidir. Daha başka ve oldukça geniş örnekler vermek mümkündür; ama yazımızın amacı bu değildir.
       Gezi ve Haziran halk direnişinde, "sınıfı, devrimi, sosyalizmi" tek başına gören, ama çevreyi, yeşili, eşcinseli, kadını, Çarşı'yı görmeyen; ya da tersinden "yeşili, eşcinseli, kadını, çevreyi, Çarşı'yı" gören ama sınıfı, devrimci dinamikleri, yeni bir toplum özlemini görmeyenler özünde bu iki yanlışın izlerini sürmektedir.
       Biz bu iki sapmadan uzağız. Ne süreçleri böyle okuyoruz ne de bu okumalardan ürettiğimiz stratejik ve taktik politikaları buradan kuruyoruz.
       Biz, mevcut tüm nesnel-öznel koşuları atlamayız, çevre sorunundan cinsel kimliğinden hareketle ezilenlere kadar her sorunu görür, buradan bir devrimci hedef belirleriz. Sosyalizm tek kurtuluştur; hiç bir sözde demokratik düzen bunun yerini alamaz. Sosyalizm, sadece kapitalizmden daha ileri bir emek örgütlülüğünü içermez, daha ileri bir üretimi örgütlemek, aynı zamanda daha ileri bir yaşamı, demokrasiyi inşa etmektir. Bu demokraside, "tekçi bir sosyalizm" yoktur; işçi sınıfı ve tüm halk, tüm ezilenler kendi kimlikleriyle eşit ve özgür bir biçimde yerini alır. Bu sosyalizm çok sesli, renkli, özgürlükçüdür; ekonomi ile siyaseti, demokrasiyi doğru kurar; gerici ve yoz olmayan hiç bir kültürü yok etmez, onu korur ve zenginleştirir; insanların saçına, başına, özel yaşamlarına bakmaz, bunlarla uğraşmaz, onların siyasal rolüne, insan olarak ne kadar bütünlüklü olduğuna bakar.
       Devrim programları da tüm bunları dikkate alarak halka sunulur. Sadece "yıkma" değil, "yeniden kurmayı" önüne koyar. Sadece neleri yıkacağını ifade eden ama bunun yerine neleri koyacağını bugünden işçi sınıfı ve halka ilan etmeyen bir program devrimci ve sosyalist olmaya hak kazanamaz. "Biz kapitalizmi kökten yıkacağız", "mevcut devleti yıkacağız" demek doğrudur; ama yeterli değildir. Bu düzeni ve onun özeti olan devleti yıkacağız; ama bunun yerine neyi koyacağız, bu devlet hangi sınıflara dayanacak, nasıl bir demokrasiyi içerecek, tüm bunların yanıtı bir devrim programında olmalıdır. Tüm halkı ve sorunlarını içine almayan, onun bir dizi sorunlarına bugünden yanıt vermeyen bir program bugünü açıklamaz, halka güven vermez. İşçilere, tarım emekçilerine, gençlere, kadınlara, Alevilere, Kürtlere, cinsel kimliğinden dolayı ezilenlere doğrudan yanıt vermeyen bir program devrimci bir program olmaya hak kazanamaz.
       Buradan bir kez daha ifade edelim; Halk devrimi programımız tüm bunlara yanıttır!
       Altı: Forumlar Ve Demokrasi
       Gezi ve Haziran halk direnişini iki aşamada ele alabiliriz. Birinci aşama, 31 Mayıs ile Taksim ve Gezi parkına yapılan son saldırının yapıldığı 15-16 Haziran sürecidir. Bu süreçte, milyonlar, sadece İstanbul ve Taksim'de değil, tüm ülkede ayaktadır, direnişin bir parçasıdır. Yukarıda, özellikle ara bölümde bunu ele aldık. İkinci aşama ise, bundan sonrasıdır; bu süreçte forumlar giderek ön plana çıkmış, direniş eğilimi giderek düşüşe geçmiştir. Eylül günleri direnişte yeni bir kıvılcım oldu, ama Haziran günleri düzeyine sıçrayamadı. Bugün ise, direniş eğilimi önemli ölçüde düşüş içindedir, halk, sol ve devrimci hareket önemli ölçüde kendi gündemine dönmüştür, forumlar giderek işlevini yitirmektedir. Bu anlamda, içinde bulunduğumuz günleri üçüncü aşama olarak da tanımlamak mümkündür.
       Aslında tüm bu süreçler doğaldır. Bu süreçler direnişin hem güçlü hem de zayıf yanlarını birçok açıdan gözler önüne sermiştir. Dünyanın hiç bir ülkesinde sür-git, aynı çizgide direniş ve ayaklanma yaşanmaz. Bu tanımlama kendiliğinden halk hareketleri ve direnişleri için çok daha geçerlidir. Örgütlü halk hareketinde de düşüşler yaşanabilir, ama bu kadar kesin olmaz. Konu daha iyi anlaşışsın diye ifade ediyoruz; Gezi ve Haziran günleriyle Kürt coğrafyasında yaşanan serhildanları karşılaştırırsak, belki de ilk sıraya birinin kendiliğinden diğerinin ise örgütlü halk hareketi olduğu notunu düşeriz. Bu not, basit bir nottan ötedir; büyük bir emek ve siyaseti içinde barındırır.
       Peki, hem direniş sürecinde, örneğin Gezi de, hem de binlerce forumda yaşanan nedir? Karanlık günlerin kırılmasıdır, halkın sokakta politikleşmesidir. Bu politikleşmede ironi yaparak ifade edelim AKP ve T. Erdoğan'ın her gün direnişe saldırması, küfür etmesi, yalan söylemesi de bir hayli katkı sunmuştur. Binlerce, milyonlarca insan, kendi sorunlarını alanlara, forumlara taşımıştır, tartışmıştır. Bu 1975-80 döneminde, özellikle anti-faşist mücadele ekseninde milyonların kendi sorunlarına sahip çıkması, sokak sokak, kahvehane kahvehane tartışması ve direnmesinden sonra ilk kez, halkın doğrudan kendi kaderini eline aldığını gösteren bir olgudur. Forumların sol ve devrimci hareketin iç zaaflarını içermesi, bölünmesi ve giderek etkisini kaybetmesi bir yana, böylesi bir platformda insanların her sorunu ele alması önemli bir kazanımdır. Bu aslında Gezi'de başladı, hatta Gezi'ye saldırının olduğu 15-16 Haziran günlerinde, direniş geriye çekilip yeni biçim mi alsın ya da aynı biçimde devam mı etsin tartışmaları ve kararlaştırma süreci de özünde budur. Forumlar gevşek, açık, dosta da düşmana da açık örgütsel biçimler olurken, halkın doğrudan sorunları ele aldığı, karar süreçlerine katıldığı, yani halkın özne olduğu biçimler olarak öne çıkmıştır.
       Bu sadece politikleşmeyi, demokratik bir bilincin oluşmasını sağlamadı, aynı zamanda yeni bir yönetim biçiminin ilk tohumlarını içinde barındırdı. Gezi ve Haziran günlerinde T. Erdoğan hem başbakan, hem İstanbul belediye başkanı, hem park ve bahçeler müdürüydü; tek adam her yerdeydi. Haziran günleri bir anlamda buna karşı demokratik bir refleks ve yönetim anlayışıydı. İşçiler, emekçiler, halk artık kendi kendini yönetmek istiyordu; Gezi ve Haziran günlerinde oluşan demokratik mevziler, tartışma ve karar süreçleri bunun ipuçlarını ifade ediyordu, bu forumlarda daha somut biçim aldı. Burada, insan, birey, halk öznedir; söz ve karar sahibidir. Bu özünde nasıl bir sosyalizm, nasıl bir demokrasi sorularına da yanıttır, burada ilkelde olsa bir bilincin oluşması söz konusudur.
       Bu anlamda halk içinde yeni bir anlayış mayalanmaya başlamıştır...
       Yedi: Halk Örgütleri...
       Bugün, Gezi ve Haziran halk direnişinden sonra sadece devrimci siyasetimizi yeniden kurmakla kalmamalı, bu direnişte dövüşen, direnişten etkilenen farklı sınıf ve kesimlerden insanları nasıl örgütleriz, halkı nasıl örgütleriz gibi yakıcı soruları kendimize sormalıyız. Eğer bu soruyu kendimize sormazsak, bu temelde adımlar atmazsak, ne devrimci sosyalizmi sol ve devrimci hareket içinde bir eksen yapabiliriz, ne de halk ile aramızdaki mesafeyi kapatabiliriz. Soruyu açık sormalı; buna yanıtı açık vermeliyiz.
       Her şeyden önce, devrimci sınıf ve toplumsal kesimleri örgütlemek, örgütlü bir halk hareketi inşa etmek, bu sınıfsal ve toplumsal kesimler ile devrimci sosyalizmi aynı mecrada buluşturmak hedeftir. Eğer sizin böyle bir hedefiniz yoksa milyonların sorunlarına gözlerinizi kaparsanız, sadece dönüp dar gündemlere çakılıp kalırsanız, özünde devrim ve iktidar diye bir hedeften de uzaklaşırsınız. Devrim işçi sınıfı ve halkın, örgütlü halk kitlesinin eseridir. Tüm mücadele biçim ve araçları, en demokratik mücadele biçiminden tutalım politik mücadelenin en üst biçimine kadar tüm mücadele biçimleri; bu mücadele biçimlerini yürütücücü olan politik örgütten tutalım demokratik kitle örgütüne kadar tüm örgüt biçimleri nihai olarak işçi sınıfı ve halk kitlelerini devrim için kazanmayı hedefler. Bu anlamda devrimci çalışmanın özü de kitle çalışmasıdır; kitle çalışması başlı başına bir politikadır, önemsizleştirilemez, yok sayılamaz, üzerinden atlanamaz.
       Bu ufuktur, devrimci çalışmada ana halkadır; bu ufuktan, ana halkadan uzaklaşmak devrim ve sosyalizmden uzaklaşmaktır. Bu anlamda, her adımda bu ana yaklaşımı gözetmeliyiz. Ancak bu yeterli değildir. Hatta bu noktada, dilimizde, ezberimizde olan çeşitli mücadele ve örgüt biçimlerini de sıralamak yeterli değildir. Önemli olan tüm bunların ışığında, somut süreçlerde bunlarının nasıl biçim aldığıdır. O halde, Gezi ve Haziran halk direnişi, bu ülkede son 30 yılın en önemli halk hareketiyse, bunun ışığında, bunun dersleri ve kazanımlarıyla "işçi sınıfı ve halkı nasıl örgütleyeceğiz" gibi bir soruyu sormak, devrimci siyasetimizi ve araçlarımızı yeniden kurmak zorundayız.
       Daha önceki bir yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, Gezi ve Haziran halk direnişi, bu noktada iki ana politik-örgütsel hedefin önemini bir kez daha öne çıkarmıştır. Birincisi, halk hareketlerinde önderlik yapacak, devrimci sosyalizmi sol ve devrimci hareket içinde eksen konumuna yükseltecek devrimci partinin inşasıdır. Bu dönemsel ana hedeftir; bu hedef tüm hedeflerin özetidir, özüdür. Bu olmadan tüm diğer hedef ve adımlar çok da anlamlı değildir, bu hedef yakalanmadan diğerlerini yakalamak mümkün değildir. Bununla birlikte, devrimci partinin örgütlenmesi devrimin örgütlenmesidir; 4. bunalım döneminin devrimci partisi devrimin örgütlenmesiyle, devrimci bir halk hareketinin örgütlenmesiyle kopmaz bağlar içindedir. Kitle hareketinden, halk hareketinden kopuk devrimci bir parti inşa edilemez; devrimci parti, sınıf savaşımı içinde, halk hareketi içinde mayalanır, iradi olarak inşa edilir. Bu anlamda, en dar örgütten tutalım halk hareketi içinde, hatta en açık örgütlenme içinde yer alan örgütlere kadar, tüm alanlarda inşa edilen "devrimciler örgütü" devrimci partinin omurgası olacaktır. Ama "devrimciler örgütü" etrafında, halkın çeşitli kesimleriyle çeşitli köprüleri olan bir hareket inşa etmek, buna uygun araçlar inşa ederek işçi ve emekçilere ulaşmak, onları harekete geçirmek, bu anlamda "halk örgütleri" inşa etmek de bir başka görevimizdir.
       Halk örgütleri çeşitli biçimler alabilir. Açık ve meşru biçimlerden tutalım yasal kurumlara kadar birçok biçim alabilir. Bu anlamda, demokratik kitle örgütü de, devrimci sosyalizmin bir yan örgütü olan politik ve kültürel bir odak da, hatta adı konsun ya da konmasın, Gezi ve Haziran halk direnişinde çeşitli biçimlerde ortaya çıkan inisiyatif veya form biçimleri gibi çok daha gevşek biçimler de bu yönde bir işlev görebilir. Burada önemli olan, Gezi ve Haziran halk direnişinde ortaya çıkan olgularla tüm bunlara nasıl yaklaşmak gerektiği ve hangi yöntemlerin bu sürece katkı sunacağıdır.
       Gezi ve Haziran halk direnişi, geniş bir kesimin, sıradan kadının, gencin, Alevinin, Kürdün, cinsel kimliğinden dolayı ezilen bireyin demokratik, eşitlikçi, özgür bir dünya istediğidir. Tüm bu kesimler, direniş süreci ve forumlarda kendini özne görmüştür; bu demokratik bir kazanımdır. Yani, insanlar mevcut düzene tepkilidir, eşit ve özgür bir dünyayı istiyor, hem direnişin içinde hem de direniş sürecinde oluşturulan demokratik mevzilerle, Gezi'de karar sürecinde, çeşitli forumlarda özne oluyor. İnsanlar dövüştü, direndi, gaz yedi, tencere çaldı, ekmeğini paylaştı, farklı insanlarla yan yana geldi, sorunlarını tartıştı, kararlar aldı. Bu aynı zamanda demokratik bir bilincin, tohum halinde sosyalist bilincin yeşermesidir.
       O halde, bizler artık bu insanlarla, sıradan kadın, işçi, genç her insanla, ancak eşit ve özgür bir ilişki kurabilmeliyiz. Zaten, insanlarla eşit ve özgür ilişki kurmadan eşit ve özgür bir toplum inşa etmek mümkün değildir. Yani, biz önce "nasıl bir toplum" istediğimizi ortaya koyacağız, Gezi ve Haziran halk direnişinin çıkarımlarıyla bu yeni toplum için bugünden "nasıl araçlar" inşa edeceğiz; buna bugünden yanıt üretmek zorundayız. Bu dönemde, farklı toplumsal ve sosyal kesimler mevcut düzene tepki üretiyor; tümünü, sınıfsal eksende kucaklamalıyız. Bugün bu toplumsal ve sosyal kesimler ile sol ve devrimci hareket arasında büyük bir mesafe vardır, Gezi ve Haziran halk direnişi bu resmi çok net ortaya koydu; bunu kapatmalıyız. Açık, gevşek, inisiyatif tipi eğilimler, kendiliğinden insanların yan yana gelip direnişte özne olma pratikleri ortaya çıktı, bunları görmeli ve değerlendirmeliyiz. Yine bu süreçte ortaya çıkan forumlar özünde açık, gevşek, insanların söz ve karar sahibi olduğu örgüt biçimleri olarak yerini aldı. Forumlar bir dizi zayıflığına rağmen demokratik bir bilincin ortaya çıkmasına hizmet etti. Ayrıca, bu yeni örgüt biçimleri sadece bize özgü değildir, bu deneyler ile genel olarak ezilenlerin, özel olarak da devrim ve sosyalizm tarihinin birer parçası olan deneylerin arasında güçlü bağlar da vardır. Sovyet, konsey, meclis gibi sosyalizm deneyleri son derece anlamlıdır.
       Tüm bunları dikkate alarak ifade ediyoruz; kitle, halk örgüt anlayışı ve buna uygun biçimleri yeniden kurgulamalıyız. Hem yeni bir bakışımız olmalı, hem de yeni bir yöntemimiz. Kitlere üsten bakan, insanları nesneleştiren, kendi içinde kastlaşarak içe kapanan, bol tartışan ama bir şey yapmayan, insanları kucaklamayan ve iten, emekçi değil elit bir yaklaşım ve tarzın devrim ve sosyalizme bir gram katkısı yoktur. Tam tersine, eşit ve özgür ilişkileri yaşamında inşa eden, insanları kucaklayan ve birleştiren, emekçi karakteri olan, direnen bir yaklaşım ve tarzın sahibi olmalıyız. Bu önemlidir. Çünkü teorik olarak ne derseniz deyin eğer böyle bir anlayış ve yaklaşım sahibi değilseniz, ağzınızla kuş tutsanız anlamı yoktur. Bunu görmek için gözünüzü en yakınıza çevirin orada çok şey göreceksiniz. Halk, insanlar sözde "akılı" devrimcilerden çok daha iyi gözlüyor, değerlendiriyor. Bu yaklaşım ve tarz, ancak somut bir örgüt modeliyle anlam bulur. Gezi ve Haziran günleri meclis tipi örgütlenmeyi öne çıkardı; bunu geliştirmeliyiz. Yani, ister demokratik kitle örgütünde yer alın, ister politik ve kültürel odaklarda, ister sokakta direniş içinde yer alın ister bir forumda, insanları özne yapan, bu anlamda, anti-emperyalist anti-faşist niteliği olan herkesi içine alan, onları söz ve karar sahibi yapan, buna uygun mekanizmalar kuran meclis tipi örgütlenme zorunludur ve bunu geliştirmek gereklidir.
       Hiç şüphesiz halk örgütlenmesinin bir biçimi olan meclis tipi örgütlenme, dar, gizli, sıkı "devrimciler örgütlenmesinin" karşısına konamaz. Tam tersine her iki örgütlenme içe içedir, iç içe geçmiş iki halkadır. Bırakın liberaller, anarşiştler devrimci otoriteye ve "devrimciler örgütüne" her gün küfür etsin, Gezi ve Haziran halk direnişinde, hatta "Arap baharı", "işgal et" gibi hareketlerde ortaya çıkan otonomi, açık ve gevşek inisiyatif gibi eğilimlere övgüler dizsin; devrimciler örgütü inşa edilmeden hiç bir şey olmaz, olan da kalıcı olmaz. Ama devrimciler örgütü etrafında işçilerin, emekçilerin, tüm ezilenlerin kendi kimlik ve talepleriyle yerini aldığı, söz ve karar sahibi olduğu meclis tipi halk örgütleri zorunludur. Eğer bunları iç içe, birleşik, aynı sürecin iç içe geçmiş iki halkası olarak ele alırsak, başka görevlerle birlikte, bugünden halka açılıp adım adım bunları inşa edersek, işte o zaman Gezi ve Haziran halk direnişinin kazanımlarını kalıcı yapma imkanımız olur.
Yeni bir bakış ve yeni bir yöntemi tüm ilişkilere taşımalı ve inşa etmeliyiz.

       Sekiz: Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam...
       Gezi ve Haziran günlerin üzerinden aylar geçti. Ama Gezi ve Haziran direnişi hala şu yada bu biçimde güncelliğini koruyor. Şimdilik sokak sokak direniş geriye düştü, ama direniş, tüm halkın üzerindeki karanlığı yırttı, yeni bir sayfa açtı. Bu sürede, AKP ve T. Erdoğan her gün direnişe saldırdı, aşağıladı, küfür etti. Sadece fiili, yani direnen güçlere kapsamlı ve kinci bir saldırı başlatmadı, ikiyüzlülükte, yalanda, çarpıtma ve sömürmede sınır tanımadı. Bu aslında, tüm "demokratikleşme" yalanlarının yerle bir olmasıdır; resmi, çıplak zor ile ideolojik-kültürel baskı aygıtlarının aynı süreçte birlikte uygulanmasıdır. CHP ve Kılıçdaroğlu bu direnişte sınıfta kaldı, ama laik ve sola açık tabanını tutamadı, şimdi de seçime malzeme yapmaya çalışıyor. Sol ve devrimci hareket az çok tartıştı, ama giderek kendi gündemine dönmeye başladı.
       Şimdi önümüzde yerel seçimler var. Ama bu yerel seçimler, yeni seçim süreçlerinin ilk durağıdır, Gezi ve Kürt sorunu ekseninde yeniden saflaşan toplumsal kesimler, hatta sol ve devrimci güçler için tüm bu süreçlerin anlamı, dersi için seçim bu anlamda yeni bir sınav olacaktır. Gezi ve Haziran halk direnişini ne kadar okuduk, ne kadar ders aldık, ne kadar kavradık gibi yaşamsal sorular birazda seçimlerde yanıt bulacaktır.
       Bakacağız ve göreceğiz...
       Ancak devrimci sosyalizm kendi cephesinden, kendi bağımsız çizgisinden her sorunu ele alır; seçimlere de böyle yaklaşacaktır. Gezi ve Haziran halk direnişi ile Kürt özgürlük sorunu, bu iki olgu arasındaki kopmaz ilişki ve sonuçlar bir kez daha önümüzde olacaktır. Dar, halkın bile haberinin olmadığı "boykot" gibi taktikler geride kalmıştır, Gezinin ruhu, Kürt halkının direnişi, halkların çıkarı, milyonların talepleri bizim için önemlidir. Seçim taktiğimizde buna göre biçim alacaktır.
       Evet, Gezi ve Haziran halk direnişi geriye çekildi. Bu direnişin bitmesi mi, yoksa Haziran günlerinin, direniş günlerin farklı sınıf ve toplumsal kesimler içinde mayalanması mı? Gezi ve Haziran günleri şunu gösterdi; bu halk hiçbir şeyi unutmuyor, bir kenara not ediyor, nesnel ve öznel koşullar olgunlaşınca bunun da yanıtını veriyor. Buradan hareket edersek, yukarıda ele aldığımız birçok noktanın halk içinde olumlu bir eğilim yarattığı, direnişin çok daha kapsamlı mayalandığını söyleyebiliriz. Evet, geriye düşüş var, bu doğal; ama bu aynı zamanda direnişin, demokratik bir bilincin yeniden mayalanmasıdır.
       Bunun sonuçlarını ilerleyen günlerde göreceğiz....
       Adalet, eşitlik ve özgürlük; Gezi ve Haziran halk direnişin öne çıkan talepleridir. Bu talepler, işçilerin, emekçilerin, yoksulların, halkın, tüm ezilenlerin talepleridir; bu talepler sürekli faşizme karşı, halk için demokrasi taleplerinin özüdür; bu talepler sadece işçi ve emekçi sınıfların değil, Kürt ulusunun, Alevilerin ve farklı inanç sahiplerinin, sınıfsal-ulusal-cinsel baskı altında kalan tüm ezilenlerin talepleridir.
       Bu taleplere sahip çıkarak, Gezi ruhuyla, direniş ruhuyla ileri atılmalıyız. Gezi ve Haziran günlerinin politik dersleriyle adım adım geleceğimizi örmeliyiz.
       Bu daha başlangıç mücadeleye devam!

 

 

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL