Tarih
31 Mayıs 1971'i gösterdiğinde, Nurhak dağlarında
Sinan, Alpaslan, Kadir şehit düştü; üç devrimci,
üç THKO gerillası şehit düştü...
Aynı
gün Maltepe'de iki devrimci, iki gerilla, iki
THKP-C savaşçısı çarpışıyordu; tarih 1 Haziran'a
döndüğünde, Hüseyin Cevahir şehit oldu, Mahir
yoldaş yaralı esir düştü....
O
günler kapkara günlerdi. 12 Mart açık faşizmi,
emperyalizm ve işbirlikçi tekelci sermayenin çıkarları
temelinde halka karşı "Balyoz Harekatı"
düzenlemişti. 1965-70 devrimci gençlik hareketi
içinden, Mahirler, Denizler, İbrahimler çıkmıştı;
ellerinin tersiyle tüm eski ve geri anlayışı,
legalist, reformist, Kemalizm'e soldan destek
çıkan anlayışları bir kenara itmiş, düzene, düzenin
özünü ifade eden, düzeni örgütleyen ve koruyan
faşizme isyan etmiş, başkaldırmışlardı.
Sadece
başkaldırma değil, kaba bir isyan hiç değil; mevcut
düzeni nasıl yıkacaklarını, yerine neyi koyacaklarını
bir dizi tartışmalar içinde, kendi yolunu bularak,
bilimsel sosyalizmle güçlü bağlar kurarak formüle
ettiler. Her şeyi tartıştılar, yoğun bir ideolojik
mücadele içinde yeni anlayışlara ulaştılar, bu
coğrafyada yeni fikirler ürettiler, tüm bunlardan
yeni devrim stratejileri oluşturdular. Teoriyi
öğrendiler, devrimin teorisini inşa ettiler; burada
durmadılar, hızla öğrendiklerini yaşam içinde
örgütlediler, savaştılar. Denizler, Sinan ve Hüseyin'in
ideolojik önderliğinde "yarı feodal yarı
sömürge Türkiye" dediler, kırlarda başlayan
halk savaşıyla, "foko" yani gerilla
savaşı içinde partiyi kuracaklarını savundular;
bunun ifadesi olarak THKO'nu kurdular. Mahir'in
ideolojik önderliğinde, Hüseyin, Ulaş ve ilk öncülerimiz
bir başka yol izledi, "yeni sömürge Türkiye'de
kapitalizmin egemen olduğunu" söylediler,
"oligarşi, sürekli faşizm, suni denge"
gibi kavramlarla mevcut toplumsal ve politik yapıyı
tanımladılar, buna karşı uzun süreli halk savaşını,
şehir ve kırda gerilla savaşı temelinde politikleşmiş
askeri savaşı stratejisini savundular; THKP-C'ni
kurdular. İbrahim kısmen daha sonra, ama benzer
bir yoldan, şimdiki Ergenekoncu D. Perinçek'e
başkaldırdı, Kürt sorununda daha açık fikirler
ileri sürdü, Kemalizm'e güçlü eleştiriler yaptı,
"yarı feodal yarı sömürge Türkiye"de
kırlarda başlayan, iktidarı parça parça alan halk
savaşına ulaştı; TKP/ML de böyle kuruldu.
Bu
üç devrimci akım ve örgüt, 71 devrimciliğine önderlik
etti, silahlı isyanı başlattı ve daha sonraki
tarihsel süreç için bir başlangıç yaptı; günümüze
kadar uzanan sol ve devrimci hareketin asıl kaynağı
bu mücadele oldu. Bu, yol ayrımıydı, yeni bir
başlangıçtı.
Nurhak'ta
üç gerilla, kır gerilla mücadelesinde 12 Mart
açık faşizmi koşullarında bu politik iradenin
sonucu şehit düştü; Maltepe'de iki gerilla ise,
şehir gerilla savaşında kuşatmaya alındı, Hüseyin
şehit düştü. İşte, 31 Mayıs ve 1 Haziran, Sinan,
Alpaslan, Kadir ve Hüseyin ilk isyanı ateşleyenler
oldu...
Nurhak
ve Maltepe'de yanan bu isyan ateşi, 72 sonrası,
yeni genç kuşaklar tarafından sahiplenildi. Bu
kez, ilk öncülerimiz Mahirler gibi yeni yollar
aramaktan çok, onların açmış olduğu yoldan ilerlediler,
ilerledik. Mahir'in ideolojik önderliğinde inşa
edilen bu yoldan Atilla, Tamer, Doğan, Ercan,
Kadir, Ahmet ve diğer şehitlerimiz yürüdü. Bir
yandan 71 devrimci hareketine yönelik saldırıları
püskürttüler, diğer yandan onlar gibi yeni bir
devrimci savaşı, politikleşmiş askeri savaşı örgütlediler.
Onlar, halkı örgütleyen, anti-emperyalist anti-oligarşik
kavgada faşizme kurşun atan, devrimci geleneği
sürdürenler, politik ve askeri kadrolardı. Yeni
isyanlar örgütlediler, Türkiye halklarına, tıpkı
Mahirler gibi koca bir siyasal miras, yıkılmaz
bir devrimci gelenek armağan ettiler.
Doğan
ve Ercan yeni bir Maltepe kuşatması altındaydı,
son kurşunlarına kadar "Ya Özgür Vatan Ya
Ölüm" şiarını haykırdılar; Tamer Sefaköy
sokaklarında dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü
Balcı'nın başını çektiği işkenceci-faşist sürüyle
çatıştı; Atilla yine Sefaköy'de kurulan pusuya
düştü. Bir ABD ajanını cezalandırma eyleminin
sonrasında girdikleri çatışmada yakalanan Ahmet
ve Kadir, 12 Eylül açık faşizmini örgütleyen ABD
emperyalizminin elçisine yaranmak için 12 Eylül
faşist cuntası tarafından özel talimatlarla hukuk
safdışı edilerek idam sehpasına gönderildiler,
25 Haziran'da Denizler gibi ölümsüzleştiler. Onlar,
ilk gençlik günlerinde isyan ettiler, devrimciliği
sadece bir söz olmaktan çıkardılar, yaşam biçimine
dönüştürdüler; devrimci yaşadılar, devrimci savaştılar,
devrimci öldüler; ayakta ve dim dik...
Mahir
de, Atilla da sadece isyan etmedi, sadece düzene
başkaldırmadı, bu ülkede bilimsel sosyalizmi,
devrimci ve sosyalist bir anlayışı ayakları üzerine
diktiler; bu yıkılmaz, sarsılmaz miras bizi biz
yapıyor, onların yolunda yürüyoruz, zafere kadar
da yürüyeceğiz.
Ne
zaman tarih Hazirana döner, yüreğimizdeki isyan
ateşi harlanır, şehitlere bağlılık yeminleri ederiz,
onların açmış olduğu yoldan yürümenin onurunu
yaşarız. Ne zaman Atilla, Tamer, Doğan, Ercan,
Kadir, Ahmet aklımıza gelse, kendimize çeki düzen
veririz. Onlar orada yalnız değiller, Gürkan onlarla
birlikte, Talip onlara yeni haberler götürdü.
Birlikteler, Atilla sorular soruyor, Talip yeni
yoldaşlarını anlatıyor.
Bekleyin
biz de geleceğiz, her şeyi size anlatacağız; ateşi
de, ihaneti de, isyanı da, çürümeyi de direnişi
de anlatacağız.
Haziran
bizim için hep isyandır...
Tarih
31 Mayıs'tan 1 Haziran'a dönerken bunca yıl susan
Türkiye halkı sanki Nurhak'dan Maltepe'den aldığı
mesajın peşine takıldı. Belki de tarih sahnesine
bugüne kadar olmadığı biçimde, yeni biçimde çıktı.
Yıllardır susan, yanı başındaki Kürt halkının
haklı isyanına biraz kayıtsız kalan Türkiye halkı
sanki bugünü beklemiş, sessizce, daha önceki küçük
itirazlarını büyüterek, bazı tuzu kuruların "bu
halk adam olmaz" demesine inat, hatta işin
doğrusu biraz da halka olan umutların sol ve devrimci
saflarda zayıfladığı bir dönemde isyan etti. Şehitlerimizin
isyan haykırışlarını sanki duymuşlar gibi, Türkiye
halkı isyan etti, ayağa kalktı, sokakları, meydanları
ele geçirdi. Yeni ve kentli isyandı bu; son yılların,
hatta uzun yılların en kapsamlı, en renkli, en
katmanlı, en uzun soluklu isyanıydı. Bu coğrafya
az halk isyanına şahit olmadı. Şeyh Bedrettin'i,
Pir Sultan'ı bu coğrafya yarattı, Kemalizm'in
zulmüne direnen, Koçgiri'den, Şeyh Sait'ten, Dersim'e
kadar uzanan yine bu isyandı, faşizmin zulmüne
15-16 Hazirandan Tariş'e işçiler, Çorum'dan Sivas'a
bu halk isyan etmişti. Ama bu kez, Taksim ve Gezi
Parkında başlayan ve tüm kentlere yayılan halk
direnişi hiç birine benzemedi, özgündü, çok sesli
ve renkliydi.
Emperyalizme
bağımlı, kapitalist sömürünün derinlemesine ve
genişlemesine her yana yayıldığı, yeni sömürge
bir ülkede bu isyan tutuşmuştu. Son 33 yılı neo-liberal
sömürü altında, sadece emeğin değil, kentlerin,
suların, ormanların talan edildiği, neo-liberal
sömürünün sınırlarının tükendiği; bunun üzerinden
faşizmin yeniden, ideolojik, kültürel, askeri
ve siyasi alanda kurumsallaştığı bir ülkede, susan
ama her şeyi bir kenara not eden halk, Gezi Parkı
direnişiyle patladı. Taksim ve Gezi Parkı, tüm
direniş eğilimlerini, lokal direnişleri birleştirdi,
faşizmin zulmüne inat, AKP ve T. Erdoğan'ın yalan
ve küfürlerine inat halk ses verdi. Gaz bombalarının,
tazyikli suların, sokaklara taşan işkencelerin,
gözaltıların üstüne üstüne gitti. Kimsenin önden
göremediği Haziran halk direnişi ortaya çıktı.
Politik
kazanımları şimdiden ortaya çıkan bu direniş,
ne eski direnişlere benziyor, ne de onların basit
bir tekrarıdır. Yeni, kendine özgü dinamiklere
sahiptir. AKP ve T. Erdoğan'ın ileri sürdüğü gibi,
ne "dış güçlere, faiz lobisine" dayanır,
ne de "Ergenekoncuların bir tertibi"dir.
Bu halkın, neo-liberal sömürü ve sonuçlarına,
emperyalizme bağımlı tüm ilişkilere, Ortadoğu'da
emperyalizm işbirlikçiliğine, AKP'nin "devletleştiği"
bir süreçte AKP'nin uzun yıllar yürüttüğü yeni
bir toplum mühendisliğine, özelleştirmeye, "dindar
gençlik istiyoruz" söylemiyle devreye sokulan
4+4+4 eğitim sistemine, "3 çocuk yapın",
"içki içen ayyaştır" diyerek özel yaşama
müdahaleye, halkı her gün azarlamasına, başta
1 Mayıs olmak üzere sistemli ve sürekli saldırılara,
Alevilerin aşağılanması ve yeni oyunlarla kandırılma
operasyonlarına, Roboski katliamına, Kürtlerin
özgürlük taleplerini hasıraltı etmeye yüksek sesle
itirazıdır, direnişidir.
Bu
bir devrim değildir, devrim sananlar olabilir,
ama "devrimci durumun" sürekliliğini
savunan bizler için devrim ve "devrim anı"
değildir. Devrimci durumun sürekliliği içinde
nitel bir sıçrama halidir, aşağı sınıfların, alt
ve orta sınıfların önemli bir kesiminin düzene,
AKP'ye, T. Erdoğan'a itirazıdır, isyanıdır. Eşitlik,
özgürlük, demokrasi talebinin ön plana çıkması,
sokak ve meydanları dolduran yığınların özgürleşme
eylemidir.
Geniş
bir değerlendirme, bu sayımızda vardır; daha geniş
değerlendirme ve tartışmalar sürecektir.
Şehitlerine
sahip çıkan devrimci sosyalist hareket, Haziran
isyanında yerini aldı; hem şehitlerimize sahip
çıktı, hem de halk direnişinin bir parçası oldu.
Tüm alanlarda örgütlü yoldaşlar sürecin aktif
savaşçısı oldu. Şehitlere sahip çıkmak ile halk
direnişinde önde kavga etmek iç içeydi; bu yapıldı.
Tüm örgütlü güçlerimiz, hatta devrimci kurtuluş
davasına gönül veren eski ve yeni kuşaktan insanlarımız
yumruğuyla, sloganlarıyla Mahir'in, Atilla'nın
yoldaşı oldular. Tümüne selam olsun, tümünü kucaklıyoruz.
Tümünü stratejik ve dönemsel hedeflerimiz ekseninde
devrimin kurtuluş bayrağı altında yeni kavgalara
davet ediyoruz.
Halk
Direnişin Talepleri Kürt Halkının Talepleriyle
Aynıdır
Haziran
halk direnişi, sınıfları, tüm politik akım ve
güçleri bir kez daha saflaştırdı. Bu süreçte,
tarihsel ve güncel karakterini hep koruyan Kürt
Ulusunun özgürlük sorunu, güncel mücadele içinde
kısmen geri plana düştü. Bundan rahatsız olmak
anlamsızdır. Tam tersine, Türkiye halkı Kürdistan
halkından farklı olarak kendi sorun ve gündemleriyle
yüz yüze geldi; demokrasi ve özgürlük taleplerine
sahip çıktı. Yurtsever Kürt Hareketinin başlatmış
olduğu "barış ve demokratikleşme süreci",
özel olarak gerilla gücünün "sınır dışına"
yani Güney'e çekilme süreci, 5-6 aylık süreçte
kanın akmaması, oligarşinin halkın tüm sorunlarını
"terör" demagojisi ve şovenizmi kışkırtma
eylemiyle yok sayması imkanını ortadan kaldırdı.
Gerilla gücünün geri çekilmesi ve başlatılan "barış
ve demokratikleşme süreci" ile halk hareketinin
patlaması ne kadar bağlantılı, bu tartışılır.
Ancak iki sürecin birbirini etkilediği, daha doğrusu
halkın sorunları ve tepkisini bloke etme imkanının
zayıfladığı söylenebilir.
Ama
bu kez, dün Türkiye halkı için söylenen, bugün
Kürt halkı için söylendi: "direnişte Kürt
halkı nerede?" Dün "Türk halkı nerede",
bugün "Kürt halkı nerede" demek, her
iki halkın mücadelesini küçümsemek, iki ülke ve
iki halk gerçeğinden uzak olduğu gibi, her iki
tarafta uç veren milliyetçi söylemin, her şeyi
kendi merkezli görmenin dışa vurumudur ve biz
tüm bunları reddederiz.
Kürt
yurtsever hareket net bir tutum içinde olmadı,
hem doğru hem de yanlış eğilimleri iç içe yaşadı.
Ama bilinmelidir; enternasyonalizm, kendi ülkemizde
devrim yapmakla birlikte dünya devrimi penceresinden
tüm dünya halklarıyla aktif dayanışmaktır. Bu
gerçek, iki komşu ülke ve iki halk için, tarihsel
ve siyasal bir dizi unsurla iç içe geçmiş iki
halk için bin kez doğrudur. Halk direnişi çok
sesli, çok renkli, çok katmanlı olmuştur; Kürt
halkının evlatları da vardır, ulusalcı sol da
vardır, sol ve devrimci hareket de vardır, çevreci
de anarşist de, AKP ve T. Erdoğan'a tepki gösteren
sıradan insan da vardır, zulme karşı çıkan müslüman
da vardır.
Bu
arada, Kürt hareketi iki önemli konferans yaptı.
Biri, kadın hareketinin örgütlediği, Ortadoğu'dan
kadınların katılımını içeren konferans; diğeri
ise, "Kuzey Kürdistan birlik ve çözüm"
konferansıdır. Bu iki konferans son derece önemlidir;
Kürt halkının nasıl yaşayacağı, süreci nasıl adımlayacağı
üzerine ciddi fikirler vermektedir. Yayınlanan
"çözüm ve birlik manifestosu" bu anlamda
son derece değerlidir. Ciddi katılımları içeren,
demokrasi adına birer kazanım içeren bu konferans,
sonuç bildirgesine yansıyan maddelerde görüleceği
gibi daha net, diri ve doğru bir yeri işaret etmektedir.
Kürt halkı nasıl isterse öyle yürür. Bu yol haritası
hem kazanımları koruyan hem de bu yürüyüşte bazı
tehlikelere baştan baraj kuran bir yerdedir.
Biz
biliyoruz; bu coğrafyada barış da, özgürlük de,
demokrasi de, devrim de iki halkın birleşik kavgasından
geçer. Biz yönümüzü, egemen sınıflara, oligarşiye,
AKP'ye değil, halklara dönüyoruz. Taksim'de yükselen
ve tüm kentlerde yankı bulan demokrasi ve özgürlük
talepleri, aynı zamanda Kürt Ulusu'nun demokrasi
ve özgürlük talepleriyle üst üste düşer, aynı
mecrada anlam bulur. Bundan dolayı, halk direnişi,
devrimci sonuçlarıyla Kürt Ulusu'nun demokrasi
ve özgürlük kavgasına ters değil, "süreci
zayıflatan, sabote eden" değil, tam tersine
emek ekseninde halklara dayalı barış ve demokrasiyi
güçlendiren bir yerde durmaktadır. Aslında halk
direnişinde oluşan tablo özünde 1 Mayıs ve Newroz'lar
da oluşan tablodan çok farklı değildir. Bu coğrafyada
1 Mayıs ile Newroz, Amed ile İstanbul arasında
kavga ortaklığı ve halkların birliği ne kadar
güçlü olursa, emperyalizm ve oligarşi o kadar
korkuya kapılır.
Kürt
halkının da Türkiye halkının da bu korkuyu emperyalizm
ve oligarşiye yaşatması sevindiricidir, doğru
ve enternasyonal olan budur.
Kavga Devam Ediyor
Bazı
süreç ve toplumsal olaylar, bir tarihsel dönemi
işaret eder. Hatta yaşanan tarihsel süreçleri
az çok tahlil etsek de, özünde bunun yaşamdaki
karşılığı toplumsal hareketlerde anlamını bulur.
Bu yanlış değil, işin doğası gereğidir.
Sol
ve devrimci harekette, en azından bazı kesimlerde,
içinden geçtiğimiz tarihsel süreci "yeni
dönem" olarak kavramlaştırdığı bilinmektedir.
Hoş bu tip kavramın yanından bile geçmeyen, bir
kalıbı, hatta çok doğru bir tespit ve kavramı
yıllardır üzerine bir harf bile koymadan tekrarlayanlar
da vardır. Kim olursa olsun, eğer yaşanan toplumsal
halk hareketiyse, içinden geçtiği tarihsel sürecin
yoğun izini taşıyacağını az çok bilmeliyiz. Bu
açıdan baktığımızda, birçok yönden, yuvarlak kavramları
bir kenara bırakırsak, Haziran halk direnişinin,
bizim 4. bunalım dönemi olarak tanımladığımız
ve içinden geçtiğimiz tarihsel dönemin izlerini
taşıdığını ifade edebiliriz. Tartışacağız, tartışıyoruz,
çok sesli, çok renkli, çok katmanlı bir direnişin
ortaya çıkması önemli ölçüde buradan kaynaklanıyor.
Haziran halk direnişi bu anlamda bir son değil
başlangıçtır. Daha önce şu ya da bu biçimde ortaya
çıkan olguların en açık dışa vurduğu, içinde yeni
mücadele dinamiklerini taşıdığı bir direniştir.
"Tarihin
sonu" aptallıkları, "bu halktan bir
şey çıkmaz" ukalalıkları, örgütsüzlüğü erdem
saymalar, "örgütlü örgütsüzlük" hastalıkları
döndü dolaştı direnişin duvarına çarptı. Direniş
en çok da, devrim ve sosyalizm için samimi devrimcilere
uyarı oldu. Direniş, kitle hareketi öğretir; biz
de, samimi devrimciler de öğrenecektir, öğreneceğiz.
Öğrenmek için halk direnişini her boyutu ile kavramaya
çalışıyoruz, tartışıyoruz, şablonculuktan uzak
yeni mücadele biçimlerine, yeni formatlara kafa
yoruyoruz.
Tarihin
öznesi sınıf mücadelesidir. Kavga bitmedi. Tüm
postmodern yalanlara rağmen kavga sürüyor. Şimdi,
halk direnişinden güç alarak, bu coğrafyada stratejik
ve dönemsel hedefler için yeni kavgalara çıkacağız.
Örgütlü
halk yenilmez. Halk direnişi, örneğin Kürt halkıyla
kıyaslanamaz düzeyde örgütsüzdür. Önce kendimizi
örgütleyeceğiz, halk örgütlülükleri için yeni
kanallar bulacağız; bir yandan "devrimciler
örgütünü" diğer yandan "halk örgütlerini"
inşa edeceğiz.
Haziran
isyandır.
İsyanı
kafamızdan, yüreğimizden, kendimizden başlatıp
tüm halka yaymak, eskiyi yıkmak yeniyi kurmak
için daha çok emek, daha çok mücadele, daha çok
yenilenme. Yeni adımlar yeni kavgalar için bir
adım öne!
|