Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

5 (66). Sayı - Kasım-Aralık 2012

       Cezaevlerindeki yurtsever tutsakların 12 Eylül'den 18 Kasım'a kadar 68 gün süren açlık grevi direnişleri sona erdi. Anadilde savunma hakkı, Abdullah Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılarak sağlık ve güvenlik koşullarının sağlanması ve anadilde eğitim talepleriyle sürdürülen direnişin en temel taleplerinden olan Abdullah Öcalan üzerindeki 450 günü aşkın süren tecridin, kardeşi ile yapılan görüşme ile sona ermesi, direnişin de sonlanmasındaki en büyük etken oldu. Devlet halen avukatlarla görüşme noktasındaki hukuk dışı inadından vazgeçmiş değil. 4.cü Yargı Reformu Paketi içinde düzenlenen anadilde savunma hakkının istenen biçimde olmadığı da açık. Ancak burada asıl önemli olan, Kürt ulusun en önemli varoluş göstergelerinden biriyle; kendi anadiliyle kendini devlete resmi olarak tanıtmasıdır.
       Seçimlerde BDP'nin kazandığı başarıyı hazmedemeyen devletin "KCK operasyonları" adı altında yüzlerce BDP'liyi tutuklayarak başlattığı intikam süreci, tutuklananların mahkemelerde Türkçe savunma yapmayı reddetmesiyle karşı hamleye çevrilmişti. Böylelikle hukuksal süreci tıkayan tutsakların bu ilk hamlesinin ardından yurtsever tutsak kitlesinin başlattığı ve her geçen gün daha da kitleselleşen ve dışarıdaki yankısı da giderek yükselen açlık grevleri, ikinci bir hamle olarak devleti adım atmak zorunda bıraktı. Artık mahkeme tutanaklarına "ne olduğu anlaşılamayan bir dil" olarak geçirilerek aşağılanmaya çalışılan Kürtçe, devlet tarafından resmen tanınmış oldu. Elbette hala onun için "sanığın kendini en iyi ifade edebileceği dil" deniliyor; Kürtçe diyemiyorlar. Gelecek özgür günlere özlemini anlatan bir şair "adıyla çağırılacak her şey" demişti. Daha o günlere var.
       Açlık grevleri direnişini hiç fire vermeden sonuna dek sürdüren ve kendi iradeleri ile başlattıkları direnişe yine kendi iradeleri ile son veren yurtsever tutsakların eylemi, Türkiye gündeminin birinci sırasını da uzun süre işgal etti. Bu gündemi perdelemeye yönelik tüm çabalara rağmen dışarıdaki yükselen eylem grafiği ve açlık grevi eyleminin kendisi tüm perdeleri yırtacak güce ulaştı. Dışarıda yürütülen destek eylemlerinin birleşik bir tutuma dönüştürülememesi önemli bir kayıptı. Oysa bunun tam tersinin yaratabileceği "kazanım" sosyalist hareketin ve emek örgütlerinin önemli bir kesimi tarafından yeterinde görülemedi, değerlendirilemedi. Ülkemizin politik atmosferini önemli ölçüde tıkayan şövenist önyargıların kırılabilmesi için çok büyük bir fırsat sağlayan açlık grevi süreci, ne yazık ki böylesi bir politik hamlenin momenti haline getirilemedi. Tamamen haklı, meşru ve politik taleplerle yürütülen açlık grevleri, şövenizmin etkisindeki geniş kesimlere en açık biçimde anlatılabilir, haklılık ve dolayısıyla ikna gücü yüksek bir politik kampanyaya çevrilebilirdi. Bir defa "terör" boğuntusu hiçbir işe yarayamazdı. Çünkü kendi bedenlerinden başka hiçbir şeye zarar vermeyen bir eylem biçimiyle kendilerini ortaya koymuştu tutsaklar. Anadilini kullanmanın da savunulamayacak hiçbir tarafı yoktu.
       Tüm bu elverişli koşullara rağmen sosyalist harekette ve sınıf hareketinin bazı kesimlerinde Kürtlerle yan yana durmama noktasında bilinçli bir tavrı çizgi haline getiren bir yaklaşımın iyice olgunlaştığını bu süreç, bir kez daha bizlere gösterdi. Elbette sol adına, emek adına hareket ettiğini söyleyen hiçbir yapı, bu denli insani bir durum karşısında hiç tavır almamazlık edemezdi. Ancak BDP'nin ya da HDK'nın çağrıcı olduğu eylemlere katılmama, ayrı eylemler örgütleme, birleşik bir eylem örgütlenecekse de mutlaka çağrıcısı kendileri olma gibi ince noktalara gizlenen bu yaklaşım uzun vadede büyük zararlara yol açabilir. Bugüne değin yurtsever kitlenin sosyalist/emek hareketinin büyük kitlesel birleşmelerine (1 Mayıs gibi) tüm gücüyle katılmadığı biliniyor. Ancak bu durumun aşılması tek yönlü çabalarla gerçekleşemez. Aksine "onlar" ve "biz" ifadelerinin giderek kökleşmesine hizmet eder. Bu tablonun değişmesi için bilinç durumlarında köklü değişiklikler gerektiği gerçeğine de sırtımızı dönemeyiz. Tüm olumsuz tablolarda olduğu gibi bu tablonun değişmesinde de öncülük sosyalistlere düşüyor.
       Bugüne değin Suriye'ye yönelik emperyalist saldırganlık konusunda olduğu gibi sendikalar yasası ya da Filistin konusunda da büyük bir ihtiyaç olmasına rağmen halen istenebilen genişlikte birlikte hareket mekanizmaları yaratamayan sosyalist hareketin, açlık grevleri konusunda da aynı dersten kalması varolan etkisizlik tablosunu daha da ağırlaştırmaktadır. Bu durum, sosyalist hareketin geniş halk kitleleri karşısındaki pozisyonunu da kötü etkilemektedir. Önümüzdeki sürecin temel görevlerinden biri de bu tablonun ortadan kalkması için tüm devrimci güçlerin harekete geçmesi olmalıdır.
       Cezaevlerindeki açlık grevi direnişini geride bıraktığımız şu günlerde direniş, yaşamın her alanında sürüyor, sürecek. Filistin'de olduğu gibi...
       Filistin'in Gazze Şeridi'ndeki İsrail katliamı sürüyor. Şu ana kadar aralarında çocukların da bulunduğu 135 kişinin katledildiği bombardıman sona erdi. Gazze Şeridi'nde iktidarı elinde bulunduran Hamas'ın liderlerinden Musa Ebu Merzuk, geçtiğimiz şubat ayında Katar'ın başkenti Doha'da yaptığı açıklamada örgütün merkezini Suriye'den Mısır'a taşıdığını açıklamıştı. Ancak sendika.org sitesinin Filistin kaynaklarına dayandırdığı 15 Kasım tarihli haberinde merkezin Katar'a taşındığı belirtiliyordu. Her iki durumda da Hamas'ın ABD-İsrail çizgisine yakınlaşmakta olduğu açık. Ortadoğu'da ABD'nin maşası denince ilk akla gelen ülkelerden olan Katar Emiri'nin Gazze ziyareti ve Hamas'a yönelik parasal yardımları, bu durumun en açık belirtisiydi.
       Kasım ayının başından bu yana Gazze sınırında İsrail askerleri ile sürekli çatışmalar yaşanıyordu. Hamas'ın işbirlikçi yönelimine en büyük tepkiyi veren FHKC, 10 Kasım tarihinde bir İsrail devriyesine ateş açtı; ertesi gün de füze ve roketlerle İsrail askeri birliklerine saldırdı. Her iki eylemde dörder İsrail askeri yaralandı. Bunun üzerine İsrail son saldırısını başlattı. Saldırılara Hamas da yanıt verdi ama bu arada askeri kanadından iki komutanını yitirmiş oldu. Bu arada Hamas'ın İsrail'in başkentini vuran füzeleri ve doğrudan ABD'nin ateşkes için devreye girmesiyle olay, Hamas'ın "zaferi" gibi gösterilmeye çalışıldı. Oysa İsrail ile uzlaşma çizgilerine en büyük iç direnci sergileyecek olan askeri kanadından iki komutanı İsrail tarafından katledilen Hamas, daha yaşamını yitiren Filistinlilerin cenazeleri bile kaldırılmadan sağlanan ateşkesi "bayram" ilan ederek işbirlikçi yönelimine yeni perdeler oluşturmayı başardı.
       Gerek El Fetih'e ve FKÖ'ye, gerekse de Hamas'a karşı oluşturduğu mesafeli duruşla İsrail'e karşı ulusal birlik politikasında ısrar eden FHKC, Filistin'de ABD-İsrail denklemlerini bozabilecek yegane güç olarak kalacağa benziyor. Bu durum, uzun vadede tutarlı, istikrarlı ve sosyalist bir direnişin yeniden güçlenmesi için önemli bir gelişme. Burada kilit faktör yıllardır İsrail karşısındaki direnişi kanı pahasına yürüten Filistin halkının, kendi akıttığı kanı üzerindeki oyunları görebilmesi. Bugüne kadar geliştirdiği direniş ve sosyal dayanışma organizasyonundaki becerileriyle Gazze Şeridi'nde Filistin halkının önemli desteğini arkasına alan Hamas'ın yönelmekte olduğu ABD-İsrail eksenli duruşun Filistin halkını ikna etme şansı yok. Bu durumu sadece devrimciler açığa çıkarabilir. FHKC bunun ilk adımlarını attı. Elbette kısa vadede politik dengelerin hızla değişmesini beklemek de gerçekçi değil.
       Bu arada Hamas'ın şaşırtıcı olmayan bu tercihlerinin ideolojik arka planını iyi anlamak gerekiyor. İslamcı bir ideolojinin emperyalist/kapitalist sistemle arasındaki çelişkiler asla antagonist değildir. Bu çağda üretim araçlarının özel mülkiyeti ve emek gücünün sömürüsü konusunda çelişmeyen iki ideolojik akım, ilk fırsatta uzlaşacaktır. Hamas'ın tercihi ne bir tesadüf, ne bir "sapma", ne de ihanettir. Onlar sınıfsal duruşlarına uygun bir tercih yaptılar.
       Zından direnişlerinden Filistin'e, iş cinayetlerinden kadın katliamlarına, THY direnişinden 400.cü hafta eylemini geride bırakan kayıp yakınlarına, faşist sendikaya karşı başkaldırıları terör ve işten atılmalarla ezilen Renault işçilerinden sınıfın ve devrimcilerin nice bedeller ödeyerek kazandıkları 1 Mayıs Meydanı'nın gaspedilmesine varana kadar söylenebilecek daha çok sözümüz var. Ama biz şimdilik "söylemenin en iyi yolu yapmaktır" diyen Jose Marti'yi izleyelim ve sözü daha fazla uzatmayalım.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL