Ulaşım,
"kişilerin ve malların yer ve/veya zaman
faydası sağlamak üzere ekonomik, hızlı ve güvenli
yer değişmesi" olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz
ülke ekonomisinin dinamizmi ulaştırmanın ve kentleşmenin
aldığı biçim ile doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda;
ulaştırma alt sistemlerinin birbirine karşı üstünlüklerinin
birbirini tamamlayacak şekilde kullanılması ile
yapılacak fayda ülke genelinde katma değer oluşumuna
büyük katkılar sağlayacaktır. Tüm dünyada ulaştırma
sistemlerinin koordineli ve kombine yapıda faaliyet
göstermesi ekonomik gelişmenin yadsınamaz bir
unsuru olarak kabul edilmektedir.
Ülkemizi
yönetenlerin bugüne kadar uyguladıkları ulaşım
politikaları; toplu taşımacılığa yönelik kısa
ve uzun vadeli hedefleri, politikaları ve bu politikaların
sonucu olan stratejileri kapsamamaktadır. Ülke
kaynaklarını doğru kullanacak ulaşım alt yapısına
yönelik mali bir plan ve bütçe olmadığı gibi,
fizibilite araştırması yapılmadan birçok karayolu
yapım projesi Dünya Bankasının kredileri kullanılarak
gerçekleştirilmekte ve uluslar arası sermayenin
sermaye ihracına olanak sağlanarak toplumun geleceği
ipotek altına alınmaktadır. Bu nedenle karayolu
sistemi tek taraflı olarak beslenmekte diğer ulaşım
sistemleri sürekli gözardı edilmekte, yapılması
gereken yatırımların, iyileştirmelerin ve kurulması
düşünülen fabrikaların kurulmaması için engel
çıkarılmaktadır. Bu politika sonucu alternatif
ulaşım taşıma sistemleri terk edilerek karayolu
taşımacılığı teşvik edilmiştir. Ulaştırma sistemleri
arasındaki bu dengesiz gelişme ve koordinasyonsuzluk
sadece ekonomik fayda/maliyet yönünde dengeleri
bozmakla kalmayarak, bunun yanısıra karayolunun
hızlı gelişmesi özellikle kent içi ve kentler
arası yol kapasitelerini ve park yeri yetersizliklerini
de artırmaktadır. Yine bu sektöre yönelik yatırımlar
dış ödemeler dengesini de bozmuştur. Buradaki
en önemli faktör özel sektör aracılığıyla otomotiv
sanayinin montaj sanayisi olarak hızlı gelişmesi
ve tüketim toplumunun özendirilmesidir.
21.
yüzyılda ulaşım; çağdaş uygulama, yaklaşım ve
politikaları tercih eden, yatırımda ve işletmecilikte
kaynakları etkin ve verimli kullanan, mevcut altyapı
ve tesislerin kapasitesini en üst düzeyde değerlendiren,
çevresel, kentsel, insani ve tarihi değerleri
bozmayan, koruyan ve destekleyen, kentin veya
kentlerin kaderini etkileyecek büyük projelerde
kentlerin sahibi olan kentlilerin söz ve karar
sahibi olduğu, meslek kuruluşları ve sivil toplum
örgütlerini her aşamada karar süreçlerine katan,
modern teknolojilerin kullanımında etkinliği gözeten
projeler, yöntem ve teknikler kullanılması ve
bunun bir devlet politikası haline gelmesi ile
toplumsal yarar işlevini yerine getirebilecektir.
Ulaşım
Bir Kamu Hizmetidir
Kamu
hizmeti toplum kesimlerinden gelirine göre alınan
vergilerin yine toplumun kolektif ihtiyaçlarını
karşılamak üzere kullanılmasıdır. Bu özelliği
nedeniyle piyasa hizmetinden nitelik olarak farklıdır.
Piyasa hizmeti kâr ya da zarar ölçütüne göre hareket
ederken Kamu hizmeti toplumsal fayda ölçütüne
göre hareket eder. Sağladığı toplumsal yarar nedeniyle
kamu hizmetinde kâr- zarar hesabı yapılamaz. Bir
örnek vermek gerekirse: Toplumun trenle seyahat
alışkanlığı yoktur. Coğrafi özelliklere, toplumsal
ihtiyaçlara ve maliyete uygun bilimsel bir toplu
ulaşım sistemi olmasına rağmen insanlar tercihini
karayolu ve özel otomobillerden yana kullanmaktadır.
Bu da yüksek oranda kazalara, can kayıplarına,
maddi zararlara, çevre ve gürültü kirliliğine,
tarihsel ve doğal dokunun bozulmasına neden olmaktadır.
Birçok yerde trenler kapasitesinin altında yolcu
taşıyordur. Kamu hizmeti "trenleri çalıştırıyorum
ama bugün 2 vagon dolusu yolcu veya yük vardı
o nedenle vagondan tasarruf edeceğim ya da trenleri
kaldıracağım" diyemez; trenle seyahatin önemini
ve faydalarını kampanyalarla halka anlatır. Böylece
kazaları ve can kayıplarını önleyerek toplumsal
maliyeti en baştan önlemeye çalışır. Toplumsal
yarar söz konusu olduğu için, parasında pulunda
değildir. Trenleri bedava da çalıştırabilir.
Ama
talep odaklı hizmet bunu yapmaz. Talebin olmadığı
alanlarda yatırımlar yapmak yerine doğrudan tam
kapasite tren kullanımı olan yerlerde yatırımları
destekler, bu nedenle bir taraftan ulaşım planını
bir taraftan insanların hayatını tehlikeye atar.
Kamu
hizmetlerinde arz yerine talep, hizmetin piyasalaştırılmasının
bir başka teknik adıdır. Az gelişmiş ve bağımlı
bir kapitalist sosyoekonomik yapısı olan bizim
ülkemizde, kamu hizmetinde etkinlik piyasa üzerinden
sağlanamaz. Burada yapılması gereken kamu hizmetlerinin
toplumun tüm kesiminden toplanan vergilerle finansmanını
genişletmektir. Toplu ulaşım hizmetlerini giderek
daha geniş alanda arz temelli yaymaktır. Bunun
için de önce etkili bir ulusal kalkınma planına
ve bilimsel, ülke kaynaklarını kullanan "ulaşım
ana planına" ihtiyaç vardır. Ülkemizde ise
bu uygulamanın tam tersi bir ulaşım politikası
belirlenmiş ve uygulanmaktadır. Bu yetmezmiş gibi
1995 yılında başlatılan " TCDD'nin Yeniden
Yapılanması" adı altında yürütülen demiryollarının
tasfiye ve özelleştirme projesi son aşamasına
gelmiştir. Uygulamanın Avrupa 'da başarılı olduğunu
iddia eden yöneticiler AB ülkelerindan Almanya'da
uygulanan yeniden yapılanma projesini örnek gösteriyorlar.
Ancak AB 'nin ulaşım politikaları hiçte hizmetin
kamu hizmeti olarak devam etmesini içermeyen,
özelleştirme ve kar esaslı politikalardır.
Avrupa
Birliği'nin Ulaşım Politikaları
1991'den
bu yana demiryollarında yeniden yapılanma çalışmaları
için çerçeve oluşturmak amacıyla yönergeler yayınlayan
Avrupa Komisyonu; altyapı ve demiryolu işletmeciliğinin,
yük ve yolcu işletmeciliğinin birbirinden ayrılmasını,
bu farklı iş birimleri arasında kaynak aktarımı
YAPILMAMASINI...
Bütün
AB ülkeleri demiryollarının lisanslı AB demiryolu
şirketlerine açılmasını, altyapı kullanım ücretlerinin
ödenmesini, demiryollarında mali iyileştirmeler
için mekanizmalar oluşturmasını talep etmektedir.
AT
Komisyonu tarafından hazırlanan "Ortak Ulaştırma
Politikasının Geleceği" başlıklı 2 Aralık
1997 tarihli ve COM (92) 494 sayılı bildiride
(Beyaz Kitap'ta) ulaştırma faaliyetlerinin uluslararası
niteliği nedeniyle; topluluğu kuran Roma Antlaşması'nda
ortak ulaşım politikasının dış boyutunun da düşünüldüğü
belirtilmekte; bu çerçevede 3. ülkelerle ilişkilerin
güçlendirilmesi gereğine yer verilmektedir. Ayrıca
Prag Deklarasyonunda da ulaşımda birleştirilmiş
bir Avrupa niyeti ortaya konulmasına rağmen, bu
küresel yaklaşım savıyla Doğu Avrupa ülkelerinden
ve bu arada Bulgaristan'dan söz edilmesine karşılık
Türkiye'den ulaştırma ilişkileri ve yapıları açısından
hiç söz edilmemiştir.
Pazar
ekonomisi koşullarında trafiğin demiryollarına
daha fazla kaydırılmasında şu araçların geçerli
olacağı AB tarafından düşünülmektedir:
1.
Bileşik Taşımacılığın (Combined Transport) İyileştirilmesi:
Bileşik
taşımacılığın iyileştirilmesi ulaştırmanın belli
ölçülerde karayolundan demiryoluna kaymasına yardımcı
olabilecektir. Fakat bileşik taşımacılığın iyileştirilmesi
konusunda ulusal veya uluslararası düzeyde çok
değişik teknik çözümler ve kârlılık konusunda
farklı görüşler mevcuttur.
2.
Her türlü Ulaşımda İçsel ve Dışsal Maliyetlerin
Kullanıcılara Yüklenmesi:
İçsel
Maliyetler: Yatırım maliyetleri ile yol bakım
ve işletme maliyetlerinden oluşan içsel maliyetlerin
her taşımacılık türü için belirlenmesi ve bu maliyetlerin
ulaşım sistemleri arasında bir denge sağlayacak
biçimde kullanıcılara ödetilebilmesinin yöntemlerinin
geliştirilmesi planlanmaktadır. Avrupa Komisyonu
bu konuda bir yeşil doküman hazırlamıştır.
Dışsal
Maliyetler: Trafik sıkışıklığı ve kazalarının,
yaratılan çevre kirliliği, gürültü ve iklim değişikliğinin
toplumsal maliyeti, ulaştırma sektörünün dışsal
maliyetini oluşturur. Yapılan bir çalışmaya göre
Avrupa Birliği ülkelerinde bu maliyet, yılda toplam
250 milyar ECU'dür ve bu miktar, Birlik ülkelerinin
Gayri Safi Yurtiçi Hasılaları (GSYİH) toplamının
% 4,1'ini oluşturmakta ve bunun % 90 kadarı karayolu
taşımacılığından kaynaklanmaktadır.
Avrupa
Birliği Ulaşım Politikası'ndan sorumlu Komisyon
üyesi Neil Kinnock şöyle demektedir: "Soluk
almak ve uyumaktan sonra insanların zamanının
çoğunluğunu alan diğer faaliyet şüphesiz ulaşımdır.
Çoğumuz otomobil ile seyahat ediyoruz, fakat aracın
maliyetini karşıladıktan sonra gerisini düşünmüyoruz.
Halbuki kirlettiğimiz havanın çocuklarda yol açtığı
solunum bozukluklarının tedavisi, kirletilen havanın
temizlenmesi, bozulan otoyolların onarımı, trafik
sıkışıklığı ile kaybedilen mesai saatlerini dikkate
alarak bu maliyetin gerçekte ne kadar olduğunu
durup düşünmeliyiz.''
Avrupa'da
karayolu ağırlıklı mevcut ulaşım politikaları
ile gelinen noktada, ulaşım sektöründeki dışsal
maliyet, yukarıda da işaret edildiği gibi, Avrupa
Birliği için, üye ülkelerin GSYİH toplamlarının
% 4,1'i mertebesindedir (% 2'si trafik sıkışıklığının,
% 1,5'u trafik kazalarının, % 0,6'sı kirletilen
hava ve yaratılan gürültünün yol açtığı maliyet)
ve bunun % 90'ı karayolu ulaşımından kaynaklanmaktadır.
Yatırım ve ulaşım modelleri kesin olarak değiştirilmediği
takdirde mevcut politikalarla ulaşımın sürdürülebilir
olmaktan çıkacağı pek çok kesim tarafından kabul
edilmekte ve bu görüş giderek yaygınlık kazanmaktadır.
Ekonomik
gelişmenin temelini oluşturan ulaşımın ancak yüksek-hız
trenlerinin payının artırılması ile 'sürdürülebilir'
biçimde gelişebileceğini belirleyen Avrupa Birliği,
bu payın artırılması için önlem almaktadır.
Değerlendirme:
1-
AB'de demiryolunu canlandırma çabası, karayolu
karşısında demiryolunun pazar payının artırılmasına
ve özellikle uzun mesafelerde bulunan yeni pazarlara
kısa zamanda ve az maliyetle ulaşma çabasına yöneliktir.
2-
Avrupa Birliği ülkelerinin sosyal devlet özelliği
dışsal maliyetleri önemsemesine neden olmaktadır.
Ancak bu önemsendiği halde Demiryollarının ticarileştirilmesi,
sosyal devlet özelliğinin bir taraftan tasfiye
edilmesi demektir.
3-
Ayrıca gitgide azalan petrol kaynakları, AB'ni
petrole bağımlı ulaşım teknolojisinin yerine alternatif
enerji kaynaklarını kullanabilme imkanı sağlayan
teknolojilere yöneltmektedir.
Türkiye'de
Demiryolu Ulaşımının
AB
Direktiflerine Göre
Yeniden
Yapılandırılması
2003
AB Katılım Ortaklığı Türkiye'nin IMF ve Dünya
Bankası direktifleri doğrultusunda yeniden yapılanmasını
desteklemektedir. Ayrıca AB müktesebatına uyumun
sağlanması için demiryolu ulaşımında düzenleyici
birimin hala kurulamadığını da belirtmektedir.
Yeniden
yapılandırma çerçevesinde halen faaliyetlerini
233 Sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname doğrultusunda sürdüren
TCDD Genel Müdürlüğü'nün yeniden yapılandırılması
kapsamında hazırlanan Demiryolu Kanun Taslağının
Ulusal Program'da yer alan taahhütler gereği AB
müktesebatına uyumluluğunun sağlanması konusundaki
çalışmalar hızlandırılmış bulunmaktadır. Mevcut
durumda, taslak demiryolu kanunu ile ilgili AB
müktesebatı arasındaki yasal farlılıkları, demiryolu
ulaştırma sektörünün yönetsel ve yapısal farklılıkları
ve Türk demiryolu sisteminin altyapı hususlarını
tanımlamak amacıyla bir farklılık analizi çalışması
yapılmaktadır. Yeniden yapılanmanın ve piyasa
liberalizasyonunun olası sosyal etkileri ve Türkiye'deki
yük ve yolcu trafiği açısından pazar yapısı ve
eğilimleri analiz edilmektedir. Bu çalışma sonunda,
TCDD'nin yardımı ile taslak demiryolu kanununu
AB müktesebatına uyumlu hale getirmek için yasal
önlemler, kanunun etkin bir şekilde uygulanması
için gerekli yönetsel ve yapısal iyileştirmeler,
ön maliyet tahmini ile gerekli altyapısal iyileştirmeler,
kombine taşıma olanaklarının uygulanması, olası
özelleştirme uygulamaları gibi hususları içeren
ve 2003-2008 yıllarını kapsayan bir eylem planı
hazırlanacaktır. Farklılık analiz etüdü ve eylem
planının tamamlanmasının ardından AB finansmanı
için gerekli görülen projelerin şartname ve ihale
dokümanlarının hazırlanacaktır. Ancak Avrupa Birliği'nin
"yeniden yapılandırma" çerçevesi bir
dizi soruna yol açmaktadır. Bu sorunlardan bazıları:
Altyapı-İşletmecilik
Bölünmesi:
Bu
karayolları modelidir. Ne var ki demiryolları
teknik ve yapısal olarak karayollarından çok farklı
özelliğe sahiptir. Dolayısıyla trenlerin raylar
üzerinde verimli ve güvenli bir şekilde işleyebilmesi
için ray, sinyal, elektrik ve sınırlı olan manevra
kabiliyeti arasında hem günlük hem de uzun vadeli
koordinasyon gereklidir. Bu hizmetleri alan firmaların
arasındaki koordinasyonsuzluk ve rekabet durumu
demiryolu güvenliğini azaltarak İngiltere, Almanya,
Norveç ve İsveç'te ciddi facialara neden olmuştur.
Kurumsal
Bölünme:
Özellikle
Dünya Bankası demiryollarının asli faaliyetler
ve ikincil faaliyetlerin, yük ve yolcu taşımacılığının
birbirinden ayrılmasını istemektedir. Bunun amacı
kâr eden birimler ile zarar eden birimlerin belirlenmesi
ve özelleştirmeler ile şirketlerin kârlı alanlara
yönelmesidir. Ancak demiryolu gibi entegre bir
hizmeti parçalamak, "sorumlu kim" yanıtını
belirsizleştirecektir.
Özelleştirme:
Avrupa
Birliği, yolcu ve özellikle de yük taşımacılığı
yapan lisans sahibi şirketlerin faaliyetini öngörmektedir.
Bu şirketler hizmet değil kâr amaçlı olacaktır.
Özelleştirmenin
işten atılma, çalışma koşullarının kötüleşmesi,
iş güvenliği ve sosyal güvenliğin ortadan kalkması,
çalışanların yaşam standardı ve örgütlenme hakkına
darbe indirdiği yapılan özelleştirmelerle görülmüştür.
Özelleştirme
kamu maliyesi açısından son derece pahalı bir
adımdır. İngiltere' de özelleştirmelerden önce
demiryollarına 1 milyar Sterlin harcanırken bu
rakam özelleştirmelerle birlikte 2.1 milyar Sterline
çıkmıştır. Özel altyapı şirketi kâr etmiştir ama
bunun bedeli, demiryolu güvenliğinin riske atılması
neticesinde oluşan kazalarla çalışanlara ve yolculara
ödetilmiştir.
Fiyatlandırma:
Özel
demiryolu işletmecilerinin altyapı için ödeyecekleri
ücret yüksek olunca bu maliyeti karşılayamamakta
ve demiryollarına yatırım yapılmamaktadır.
"Toplam
Kalite Yönetimi" (TKY)
Toplam
kalite Yönetimi, kapitalist sistemin yaşadığı
karlılık krizinin çözümünü hedefleyen "bütünsel
bir yeniden yapılandırmanın" işyeri ve işletme
düzeyindeki girişimleridir.
Üretim
sürecinde geçen sürenin tamamen disiplin altına
alınması, çalışanların bedensel ve beyinsel enerjilerinin
üretim sürecine katılmasını hedefleyen TKY'de,
esnek üretim, esnek istihdam, performansa göre
ücret ve çalışma sisteminin devamında gelen uygulamalardır.
Toplam
Kalite Yönetimini parlatmak için "bireyleşme",
özgürleşme", " katılım" gibi hoş
ifadeler kullanılsa da, aslında sistemin kendisi
çalışanların karşı karşıya gelmesine, çalışanlar
arasında dayanışma duygusunun kırılıp çatışmaların
başlamasına ve rekabete, çalışanların daha fazla
sömürülmesine, sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme
gibi hakların ortadan kaldırılmasına yol açan
uygulamalardan ibarettir.
Müşteri
Memnuniyeti
TKY'de
müşterinin ne istediğini anlamak için müşteriyle
yakın iletişimin gerekli olduğu belirtilmektedir.
Müşteri, işletme dışında olabileceği gibi, üretim
hattında yer alan bir sonraki aşamada olabilir.
Bu bakımından TKY yaklaşımında, müşteri tanımı
da değişmiştir. Bu amaçla müşteri kavramı iç ve
dış müşteri olarak iki bölümde incelenmektedir;
"Dış müşteri işyeri-işletme dışındaki mal
veya hizmetleri alan ve kullanan kişilerdir, "
TKY'nin işletme yönetimine kazandırdığı belirtilen
iç müşteri kavramı ise şöyle tanımlanmaktadır:
"Eğer işletme içerisindeki birimlerde birbirlerinden
mal veya hizmet alıyorlarsa birbirlerinin müşterisidirler".İç
müşteri kavramıyla işyerindeki çalışanların birbirini
denetlemesi amaçlanmakta, böylece oto denetim
sağlanmakta ve iş ilişkilerinin rekabete dayandırılması
gündeme gelmektedir.
Kalite
mi?
TKY'nin
ana felsefesinin kaliteli üretim yapmak olduğu
belirtilmektedir. Kaliteli mal ve hizmet adına
yapılan reklamlarla piyasa ve dolayısı ile tüketiciler
yönlendirilmekte, yeni mal ve hizmetler tükettirilmeye
çalışılmaktadır. Böylece ihtiyaçla ve hatta gelirle
orantılı olmayan bir tüketim alışkanlığı körüklenmektedir.
Tüketim maddelerini büyük bir çoşku ile tüketen
ve tükettiği ölçüde bireysel kimlikler edinen
insanların düşünme biçimleri de değişmektedir.
Gelinen noktada ihtiyaçlar için değil, piyasa
için üretim söz konusu olmaktadır. " Kalite
" ve "müşterinin seçme hakkı" sürekli
tekrarlanan anahtar kavramlar haline gelmiştir.
Uygulamaya karşı çıkmanın anlamı, kaliteli mal
ve hizmet üretimine karşı çıkmak olarak değerlendirilmektedir.
Günümüzde
birçok sektörde tekelci uygulamalar geçerli iken,
üretilen mal ve hizmetler sınırlı sayıdaki birkaç
tekel tarafından belirlenirken, tüketicilerin
kaliteyi belirleme ve seçmelerinin mümkün olamayacağı
açıktır. Diğer yandan tümüyle piyasaya yönelik
yapılan üretimle, kaliteli mal ve hizmet üretilemeyeceği
de ortadadır. Kalite aynı zamanda göreli bir kavramdır.
Bir ürünün kalitesi farklı sınıflardan, toplumsal
kesimlerden ve gelir düzeyinden insanlar için
farklı tanımlanabilir. Diğer yandan kaliteyi müşterilerde
belirlememektedirler.
Kalitenin
üretim süreci içinde yer alan tüm kişilerle ortak
bir hedef olarak kabul edilmesi ile çalışanların
isteklerini, beyinlerini, yüreklerini ve çıkarlarını
kurumun gelişmesi için bir araya getirmeleri gerekir.
Böylece yaşama zamanlarını giderek artan bir düzeyde
üretim zamanına dönüştürülmesi hedeflenmektedir.
Çalışanlara, kalite için yürütülen faaliyetlerin
üretimin bir parçası olduğu düşüncesinin yaratılması
ile bir aidiyet duygusunun oluşturulması amaçlanmaktadır.
Aidiyet duygusu ile çalışanların, faaliyetlerin
gönüllü uygulayıcıları konumuna gelmeleri beklenmektedir.
Böylece işveren için değil de müşteri için çalışıldığı
izlenimi verilmektedir.*
Ulaşım
iş kolunda çalışan bir personelin vereceği hizmet
kapitalizmin belirlediği bu kıstaslar açısından
kaliteli olacaktır. Ancak hizmet alan kesimler
(yani "müşteriler") açısından artık
riskli bir yolculuk söz konusudur. Üstelik bu
yolculuk çok pahalıya mal olacaktır.
Sürekli
İyileştirme (Kalite Çemberleri)
TKY,
daha yüksek kaliteye ulaşmak için üretim sisteminin
tüm aşamalarının iyileştirilmesi için daha fazla
çalışmalar yapılmasını hedefler. Sürekli iyileştirme
çalışmaları bir takım çalışması anlayışı içinde
yapılır. Bu modelde çalışanlar Kalite Çemberleri
ve Problem Çözme Grupları gibi adlar verilen gruplar
içerisinde yer almaktadır. Bu takımlara katılım
gönüllülüğe bırakılmış olup, takımlar 4-20 kişilik
bir yapıdan ibarettir. Model çalışanlardan bedensel
güçlerinin yanında yaratıcı güçlerini de kullanmalarını
istemektedir. Model çalışanların yalnızca işlerini
yapmalarını değil, işi daha iyi nasıl yapabileceklerini
de düşünmelerini ve yöntem geliştirmelerini, böylece
" yönetime katılmalarını" istemektedir.
Katılım
yalnızca önceden ayrıntılı olarak tanımlanmış
bir alanda ortaya çıkan sorunların çözümü ve verimliliğin
artırılması için söz konusudur. Katılım ve sorumluluk
duygusunun artırılması, kişi ve grupların tüm
enerjilerini ve çabalarını işyerine / yaptıkları
işe kanalize etme ile sınırlandırılmıştır.
Kalite,
verimlilik, maliyet gibi üretim ve üretim yerini
ilgilendiren konular kalite çemberlerinin konusudur.
Kalite çemberlerinde tartışılamayacak, "beyin
fırtınası" yapılamayacak konular belirlenmiştir.
Buna göre; ücretler, özlük hakları, sosyal haklar,
kişisel problemler kalite çemberlerinin konusu
değildir. İş koşullarının iyileştirilmesine yönelik
bir katılım söz konusu değildir.
TKY
ile çalışanları doğrudan kontrol yerine iş ile
bütünleşmiş içten bir kontrol sağlanmaktadır.
İşletme ile bütünleşen bireyler oluşturulan takımlar
aracılığı ile kontrol ve izleme faaliyetini içselleştirmektedir.
Performans ölçümü takımın faaliyeti üzerinden
yapılmakta, böylece takım içi denetim koşulları
yaratılmaktadır.
Böyle
bir takım çalışmasının olumlu bir sosyal iletişim
sağlaması olanak dışıdır. Tam tersine bu çalışma
ile takım içerisinde yer alanlar ve farklı takımlar
birbirini izleyen, kontrol eden bireyler haline
gelmekte, her çalışan ve takım, diğerlerinin işvereni
/ yöneticisi gibi davranmaya zorlanmaktadır. Böylece
takım çalışması açık bir baskı aracına dönüşmektedir.
Kalite çemberleri de, gruplar arasında daha fazla
öneride bulunma çalışanlar arasında rekabeti ve
stresi yaratmaktadır.
Katılımcılık
mı?
TKY'de
belirlenen hedeflere ulaşmak için tüm çalışanların
katıldığı izlenimi yaratılan bir yönetim anlayışın
yerleştirilmesi hedeflenmektedir. Oysa TKY'nin
katılımcılığı esnek üretim ile işverene bağımlı
kılınan, kendini birey olarak ifade edemeyen,
kollektiviteden uzaklaştırılmış çalışanların işletme
ile uyumlu bir çalışma yapmasına olanak sağlayan
bir yapıdır. İşletme içi demokrasi yalnızca görüntüde
söz konusudur.
Katılım
ayrıca kurum-işyeri/ işletme ile bütünleşmiş bireyler
yaratarak sağlanmaya çalışılmaktadır. Üretimde
verimlilik ve karlılık artışının sağlanması halinde
" tüm taraflar birlikte kazanır" , "
yönetim ve çalışanlar arasında çatışma değil,
uyum esastır". Ayrıca "hepimiz aynı
gemideyiz, gemi batarsa hepimiz batarız"
anlayışı yerleştirilmektedir. " İşletme olmazsa
biz de olmayız ", " biz bir aileyiz"
gibi ideolojik yöntemlerle çalışanların daha fazla
çalışması sağlanmaya çalışılmaktadır. Özetle her
şey daha fazla üretim içindir. Çatışmaya değil,
uyum ve uzlaşmaya ihtiyaç vardır, bunun içinde
gönüllü kabul söz konusudur.
Performansa
Bağlı Ücret
Bireysel
performansa dayalı ücret sisteminde, performansla
ücret arasında bir ilişki kurulmakta ve tek tek
bireylerin performanslarının artmasının toplam
performansı artıracağı düşünülmektedir. Başarılı
bir kişinin, kendinden daha az ve ilgisiz çalışan
kişiyle aynı ücreti alması halinde, çalışanın
motivasyonunun olumsuz yönde etkileneceği belirtilmektedir.
Sistemde,
çalışanlar bireysel performanslarına bağlı olarak
ödüllendirileceği gibi, takımın performansına
bağlı olarak da ödül verilebilmektedir.
Bu
sistemde aynı işi yapan iki kişinin kişisel performanslarının
farklı olması gerekçesi ile farklı ücret alması
söz konusu olabilecektir. Sistem, yine aynı kişinin
de aydan aya, ya da yıldan yıla performansına
bağlı olarak değişik ücret almasını sağlar. Ücretteki
farklılık kişisel performansa bağlı olmakla birlikte,
işyeri performansına da bağlı olabilir. İşyerinin
karlılığı düşerse kişisel performans iyi bile
olsa, ücret düşük olabilir. Aynı şekilde Düşük
Puan alan kişi ya işten çıkarılır, ya da düşük
bir pozisyona getirilir.
Performansa
dayalı ücret sistemi esas olarak toplu sözleşme
sistemini ortadan kaldırmakta ve örgütsüzlüğü,
bireyciliği teşvik etmektedir. Sistem çalışanlar
arasında aşırı rekabete yol açarak, işbirliğini
ve yardımlaşmayı azaltmaktadır. Diğer yandan sistem
çalışanların kendi içinde de ciddi ayrımcılığa
yol açmaktadır. Sistemden olumsuz yönde en çok;
kadınlar, yaşlı işçiler, part time çalışanlar,
bedensel engelliler etkilenecektir. Bu kesimler
dışında en önemli ayrımcılık yaş konusunda yaşanmaktadır.
Bir araştırmaya göre yüksek puan alanlar genç
yaşta çalışanlar olmaktadır.
Gerçekte
işverenler iş sözleşmelerini bireyselleştirme
süreci ile sendikaları devreden çıkarma veya etkilerini
azaltma yolunu bulmaktadırlar. Bu açıdan performansa
dayalı ücret işçi- işveren ilişkilerini kolektif
boyuttan uzaklaştırıp bireysel ilişkilere yöneltmektedir.
Bu da sendikaların varlığını tehdit etmektedir.
Çalışanın
performansının değerlendirilmesinde öznel kriterler,
ücret artışlarını veya yükselmeyi belirlediğinden,
yönetim işten ayrılmasını istediği kişiye düşük
prim vererek onu bezdirme, yola getirme veya ayrılmaya
zorlama şansına sahiptir. Ayrıldığı zaman iyi
bir alternatifinin olmaması çalışanları yönetimin
onayı ve beğenisini kazanmak için sürekli çaba
göstermeye itmektedir.
Ücretlendirme
sisteminin kıdem esası ile birlikte personel değerlendirilmesine
dayanması, ekip içindeki çalışanların kendilerini
ön plana çıkarmaya çalışmalarına yol açmakta bu
da hem rakipler arası bir rekabete, hem de aynı
ekip içindeki çalışanların birbirleri ile rekabet
etmeleri ve yarışmaları sonucunu doğurmaktadır.
Böylece bir yandan aynı işi yapan çalışanlar arasında
dayanışma parçalanmakta, öte yandan sendikaların
belli ve eşit bir iş ücret pazarlığı yapmaları
zorlaşmaktadır.
Değerlendirme:
Yeniden yapılandırma diye ifade edilen bu çalışmada
"yeni" olan tek şey kamu hizmetinin
piyasa hizmeti haline getirilmesidir. Onun dışında
yeni olan hiçbir şey yoktur. Bize göre yeniden
yapılandırma, ülkemizdeki kaynakların seferber
edilerek Demiryolu teknolojisinin yenilenmesi,
yıllarca ihmal edilen Demiryollarına yatırım yapılarak
çevre kirliliği, orman ve tarım alanlarının tahribatı
ile ülkemizde zarar gören tarihsel dokunun korunması,
dün olduğu gibi bugün de dünyanın en güvenli ulaşım
sistemi olan Demiryolu taşımacılığının ülkemizde
de ucuz, güvenli ve çağdaş koşullarda yapılmasının
sağlanmasıdır. Bu nedenle;
Ulaştırma,
bir kamu hizmeti olarak ele alınmalıdır.
Toplu
taşımacılığa önem verilerek teşvik edilmeli ve
özendirilmelidir.
Ulaştırma
sektörünün alt sektörlerini oluşturan demiryolu,
denizyolu, karayolu ve havayolu sistemleri bir
bütün olarak ele alınmalı, yatırımlar birbirini
tamamlar nitelikte olmalıdır.
Deniz
ve su yolları potansiyelinden yararlanılmalı,
üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde deniz taşımacılığı
teşvik edilerek yeni hatlar açılmalıdır.
Özellikle
yük taşımacılığının demiryolu ve denizyoluna kaydırılması
için yeni düzenlemeler yapılmalıdır. Örneğin:
Bazı malların bu yolla taşınmasının mecbur bırakılması
gibi. Böylece trafik kazalarının, zaman kaybının,
akaryakıta bunca kaynak aktarılmasının önemli
nedeni olan kamyon taşımacılığının payı düşecektir.
Kentler
arasında otoyol yapımından vazgeçilerek mevcut
karayolu güzergahlarında bölünmüş yol olarak genişletilme
yapılmalıdır.
Karayolları
Genel Müdürlüğü Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'ndan
ayrılarak Ulaştırma Bakanlığı'na bağlanmalıdır.
Boğaz
tüp geçit projesi acilen işlerlik kazandırılmalıdır.
Ankara-İstanbul
arası hızlı tren projesi devreye sokulmalıdır.
Ayrıca demiryollarında hazır durumda bekleyen
kuzey-güney, batı-doğu arasındaki projeler mutlaka
hayata geçirilmelidir.
Büyükşehir
ve sanayi merkezlerimiz, çağdaş standartlara uygun
demiryolları ile birbirlerine ve limanlara bağlanmalıdır.
Örneğin; Edirne'den doğu illerine bir ana eksen
oluşturulmalı, Bursa, Antalya, Trabzon demiryolu
ile ana eksene bağlanmalıdır. Ankara, İstanbul,
İzmir, Adana, Zonguldak, Samsun gibi sanayi ve
şehir merkezleri doğrudan ve en kestirme demiryolu
hatları ile birbirine bağlanmalıdır.
Ülkemizin
en önemli projesi olan GAP'tan beklenen yararın
sağlanabilmesi için projelendirilmiş ancak bekletilen
Birecik-Nusaybin-Habur, Kurtalan-Irak sınırı,
Palu-Diyarbakır demiryolu hatlarının yapımına
başlanmalıdır.
Kent
içi ve kentler arası ulaşımlarda toplu taşımacılık
birincil öncelik taşımalı ve çevre kirlenmesi
asgari düzeye düşürülmelidir. Toplu taşımanın
benimsenmesi için sübvansiyonlar yolu ile toplu
taşımacılığı cazip hale getirecek düzenlemeler
yapılmalıdır.
Toplu
taşıma araçları ve ulaştırma sistemleri engellilere
uygun olarak düzenlenmelidir.
Kentlerin
kaderini etkileyecek büyük projeler tartışmaya
açılmalı, sendikalar, meslek odaları, sivil toplum
örgütleri ve üniversitelerin görüşleri alınmalıdır.
Başta
Metro, hafif raylı sistemler olmak üzere kent
içi ulaşım projeleri geliştirilmelidir.
Özellikle
yük taşımacılığının demiryolu ve denizyoluna kaydırılması
için yeni düzenlemeler yapılmalıdır. Bazı malların
bu yolla taşınmasının mecbur bırakılması için
kararlar alınmalıdır.
TÜDEMSAŞ,
TÜVASAŞ, TÜLOMSAŞ gibi lokomotif ve vagon fabrikaları
ihtiyacı karşılayacak lokomotif elektrikli ünite
ve vagon imal edecek teknik düzeye getirilmelidir.
Montaj değil üretim yapmalıdır. Devlet TCDD'nin
tüm borçlarını üstlenmelidir. Hizmet dışı bırakılmış
bakım ve tamir atölyeleri işlevsel olmalıdır.
Bugün TCDD bünyesinde ciddi boyutta personel açığı
vardır. Unvan dışı çalıştırmalar yaygınlaşmıştır.
Acil olarak yeni personel istihdam edilmelidir.
Performansa göre ücret sistemi ve Toplam Kalite
Yönetimi uygulamaları kaldırılmalıdır. Demiryolu
yan sanayisine (ray, tekerlek, vb) yatırım yapılmalıdır.
Tüm
dünyada olduğu gibi taşıma alt sistemlerinin ülke
çıkarlarına denk düşecek şekilde birbirini tamamlaması
gerektiği gerçeği kabul edilmeli, dengeli bir
gelişmeyi sağlayacak şekilde ulaştırma master
plan çalışması vakit geçirmeden başlatılmalı ve
bir devlet politikası haline getirilmelidir. Dünyada
azalan petrol kaynakları ve uğruna binlerce insanın
ölüme gönderildiği petrol savaşları nedeniyle,
enerjinin en çok kullanıldığı ulaşımda alternatif
enerji kaynakları kullanmak ve buna uygun teknolojileri
geliştirmek gerektiği artık görmezden gelinemeyecek
bir gerçekliktir. Alternatif enerji ise ancak
her ülkenin kendi kaynaklarını seferber etmeye
başladığında kullanılır hale gelecektir.
*)
Kalite hedefi adı altında kapitalist yabancılaşma
maskelenmeye çalışılmaktadır. "Kalite"
gibi sınıfsal aidiyetten yoksun kavramlarla patronların
"kâr hedefi" maskelenmekte, burjuvazinin
çıkarları tüm toplumun çıkarlarıymış gibi gösterilmektedir.
Yoksa üretimde kalitenin kendisi kötü bir şey
değildir ve reel sosyalizm uygulamalarının kendi
içine çöküşünde etkili unsurlardan biridir. Dolayısıyla
kaliteli üretim sosyalizmin de hedefidir ve tüm
toplumu kâr değil, insanlığın ortak çıkarları
amacı ekseninde tümleşik organizasyonuyla olacaktır.
Kapitalist yabancılaştırmadan arındırılmış kalite
kavramı, doğayı, toplumu ve geleceği tüm boyutlarıyla
ele alan bir anlayışla yeniden üretildiğinde,
yeniden anlamlandırıldığında, patronların "kâr"
dürtüsünün aracı olmaktan çıkarıldığında gerçek
masumiyetine kavuşacaktır. Bugünkü içeriği, sadece
sömürünün şirin gösterilmesine hizmek etmektedir.
(Barikat Dergisinin Notu)
|