Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

5 (66). Sayı - Kasım-Aralık 2012

"Şimdi akkor zamanıdır, ve yakında yalnız ışık görülecektir."
J. Marti

       A) Giriş:
       Talip Karasansar, 5 Haziran gecesi, bir devrimci eylem içinde ölümsüzleşti. Artık Talip, devrim tarihimiz ve mücadelemiz içinde, en önemli, lekesiz değerlerimiz olan şehitlerimizin yanında yerini almıştır. Koca bir devrim tarihi ve mücadelesi içinde, Talip yoldaşın yaşamı ve mücadelesi, hiç şüphesiz küçük bir adacık gibidir. Ancak bu küçük adacık, devrimin kendisi değil, ama onun özeti gibidir. Devrim, irili ufaklı mücadele halkalarının birbirine bağlandığı büyük bir toplumsal eylemdir; şehitlerimiz, bu toplumsal eylemin öncüsüdür, tüm süreçleri birbirine bağlar, kızıl bir çizgi gibi halkların mücadelesini aydınlatır, yol gösterir.
       Yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Talip, aile çevresinin demokrat kimliğinden ilk politik gıdasını aldı. Lise yıllarında yeni bir düzleme sıçradı ve devrimci düşünce ile tanıştı, devrimcileşti ve örgütlü çalışma içinde yer aldı. Devrimci mücadele onun için bilinçli bir tercihti; devrimci mücadeleye başladığı, bu yönde ilk adım attığından 5 Haziran gecesi ölümsüzleştiği ana kadar, elbette kimi zaman ileri kimi zaman geri adımlar içinde devrimci yaşamı inşa etti, bu, doğal ve anlaşılır bir durumdur. Ama tüm devrimci yaşamında devrimci ve P-C'li olma kimliğine sahip çıktı, devrimci yaşadı, devrimci ölümsüzleşti.
       Talip Yoldaş şehit düştüğünde, sadece devrimci sosyalizm safları değil, onu tanıyan sol ve devrimci çevreler de şaşkınlık ve kafa karışıklığı yaşadı. Bunun nedeni Talip'in devrimci bir eylemde ölümsüzleşmesi değildi; Talip'i tanıyan her insan bilir ki o tam da böyle ölümsüzleşmeyi hak eden biriydi. Tersi, örneğin bir hastalık gibi doğal ölümler, Talip'i tanıyan her insanın onunla birlikte düşünemediği bir şeydi. Kafa karışıklığın asıl nedeni, daha çok politik kimliğinin çok bilinmemesidir. Talip'in devrimcileşme süreci aynı zamanda Talip'in P-C'lileşme sürecidir. O, ilk devrimci adımı ve çalışmaları Devrimci Yol çevresinde attı; sol ve devrimci çevreler de önemli ölçüde böyle tanımaktadır. Ancak o, ülke ve dünya devrimin sorunlarına kafa yorandı; bu temelde devrimci sosyalizmle tanıştı. Bu aynı zamanda bilinçli bir tercihti; sadece devrimci sosyalizm değil, genel olarak sol ve devrimci hareketin geriye düştüğü bir süreçte, sadece devrimin ana sorunlarını değil, bunu aşmak için stratejik ve dönemsel politikaların önem kazandığı bir süreçte, tüm bunlar üzerinden devrimci sosyalizmi benimsedi, onun örgütlü bir parçası oldu. Talip, sol ve devrimci hareketi etkileyen liberal ve sağ rüzgarlara olduğu gibi, dogmatik ve sol anlayışlara da kapalıydı. Cesurdu, devrim için bir şeyler yapmaya inandı. Devrimci sosyalizmle önce ideolojik, bunun devamı olarak örgütsel ve politik bütünleşme, hatta giderek kültürel bütünleşme sürecini adımlaması bu temelde olmuştur. Talip Yoldaş böylesi bir süreç ve samimi devrimci çabanın sonucu, devrimci sosyalizm saflarında yer aldı; devrimci bir eylem içinde ölümsüzleşti.
       Talip, devrimci teoriye ilgi duyan, fedakar, inisiyatifli, cesur bir savaşçıydı. Görev adamıydı, "her göreve hazırım" diyen, yoldaşlarını kendinden çok düşünen, yaşamın içinde olan, emeğiyle kendi yaşamını sürdüren ve aynı zamanda ailesinin geçimine katkı sunan yoldaşımızdı. Yoksul bir yaşamı vardı; günlük yaşamın içinde bazen bundan etkilenirdi. Ama hiç buna teslim olmadı, "aşım, işim, ailem" demedi, hep devrim ve partinin çıkarlarını önde tuttu. Kaderini devrimci sosyalizme bağladı; yoldaşlarıyla ekmeği de, yoksulluğu da bölüştü. Hiç şüphesiz, örgütlü yaşam içinde eksik ve aşması gerekli yanları da vardı. Talip Yoldaş, bunları da örgütlü yaşam içinde yoldaşlarıyla en açık paylaşan, bu yönde çaba gösteren, devrimci yenilenme için bu açıdan da mücadele eden yoldaşımızdı.
       Devrim ve partili mücadelede o küçük ve onurlu bir adadır. Bu onurlu devrim savaşçısının politik tutumu ve bize bıraktığı devrimci mirasa, onun bizce anlamı çok büyük olan küçük ama onurlu rolüne daha yakından bakalım.

       B) Talip ve Öncülük
       Türkiye devrimci hareketinin uzun yıllara yayılan bir kriz sarmalı içinde olduğu açıktır. Bu krizin hem tarihsel hem de güncel nedenleri vardır. En başta, sosyalizmin 1930 sonrası ideolojik-teorik alanda durgunlaşması ve giderek revizyonizmin elinde yozlaşması, tüm zorluklara karşı sosyalizmin inşası ancak komünizm ufkundan uzaklaşma ve bozulması, sosyalizmin devasa kazanımlarına rağmen içten çürüme eğilimi, dahası önce bir eğilim olarak ortaya çıkan bazı politikaların (ulusal sosyalizm, enternasyonalizmden uzaklaşma, kapitalizme ait olan para-değerin sosyalist ekonomi içinde güçlenmesi, barışçıl geçiş tezleri gibi) giderek stratejik hal alması, sosyalist demokrasinin yozlaşması ve bürokratizmin güçlenmesi; bu zeminde reel sosyalizmin çözülmesi ana nedenlerden biridir. Bu çözülme ve tek tek ülke devrimlerinin bunu aşmak için devrimci temelde yenilenme dinamiğinin zayıflığı, devrimci halk savaşlarının kısmen gerilemesi, sosyalist hareketin krizini genelleştirmiştir. Sadece bu değil. Aynı zamanda Türkiye devrimci hareketinin, kendi içinde ayrı ayrı tasnif olsa da, toplamda yaşadığı yenilgi ve bu yenilgi sürecinin bir türlü aşılamaması krizin bir başka ana başlığıdır. Bir başka ifade ile genel olarak sosyalist hareket, özel olarak da Türkiye devrimci hareketi yaşanan krizin hem nedeni hem de sonucudur.
       Hiç şüphesiz sol ve devrimci hareketin irili-ufaklı tüm bileşenleri bu kriz sarmalından doğrudan etkilenmektedir. Yaşanan krizin içsel nedeni olan sol ve devrimci hareket, aynı zamanda bu krizin ağır yükünü taşımaktadır. Kriz varsa buna yönelik çözüm arayışları da vardır. Nitekim, genel olarak yaşanan bu krize yönelik, sol ve devrimci hareketin şu ya da bu düzeyde arayış içinde olduğu da söylenebilir. Kriz bugüne ait değildir; çözüm arayışları da bugünün sorunu değildir. Türkiye devrimi için bu temelde arayışların 90'lı yıllarda uç verdiğini, giderek birçok kesimi kapsadığını söyleyebiliriz. Bu arayışların tümü kendi içinde tutarlı ve bütünsel olduğu da söylenemez; ancak şu ya da bu düzeyde bir arayışın olduğu gerçektir. Yine de bir tasnif yapmak gerekirse, bir kısmı krizi hissetse de sanki böyle bir süreç yaşanmıyor gibi hareket eden kesimler olduğu gibi, sürecin az çok farkında olan ama bunu tam içselleştirmeyen kesimler de vardır. Bu krizi teorik alanda en çok reformistlerin dilendirmesi de tarihinin garip bir cilvesidir. Ortada devasa, üzerinde düşünülecek ve çözüm arayışını içeren bir sorun vardır. Reformist kesimden bunu fark eden, sorunu az ya da çok tespit edenler vardır; ancak reformistlerin arayışı devrimci temelde değil, reformist temelde olduğu açıktır. Devrimci kesimde ise bu çözüm arayışı teorik ve politik açıdan sorunlu bir yerdedir.
       Bu tablo içinde, elbette Türkiye devrimci hareketinin bir bileşeni olan Devrimci Sosyalist Hareket, sadece süreç ve sorunların farkında olan değil, çözüm için bütünlüklü bir projeye sahip olandır. Çözüm için, devrimci hareketin bazı kesimlerinin şu ya da bu düzeyde samimi bir çaba içinde oldukları da bilinmektedir. Ama sonuç olarak, sol ve devrimci hareketin toplamında, devrimci yenilenme eğilimi çok güçlü değildir; bu eğilimin güçlenmesi önemli ölçüde mücadele içinde biçim alacaktır. Sadece sorunu tespit etmek yeterli değildir, buna yönelik somut bir politik proje de zorunludur; sadece politik projeyi tanımlamak da yetmez, bunun karşılığını ideolojik, politik, örgütsel ve pratik alanda somutlandırmak da başlı başına bir görevdir. İşte bu görev, militan ve devrimci bir çizgide somutlanabilir.
       Genel olarak ifade etmek gerekirse, daha çok teorik alanı kapsayan çözüm arayışları, devrimci ve militan bir çizgide, ideolojik, örgütsel ve politik alanı kapsayan biçimde, bütünsel bir proje olarak, işçi, emekçi ve halkların karşısında somut biçimde yerini aldığı söylenemez. Devrimci çalışmada, devrimci hareketin örgütlenmesinde çözüm arayışları ve bu temelde teorik çaba ve açılımların önemi yansınamaz. "Devrimci teori olmadan devrimci pratik olamaz." (Lenin); Bu söz sadece bir söz değil, teori ve devrimci pratiğin bütünlüğünü ifade eder. Yine Lenin'in ifadesiyle devrimci ve öncü bir parti için, teorik öncülük, ya da "öncü teori" olmazsa olmazdır. Ama teorik alan, devrim cephesinin sadece bir alanıdır ve tek başına her şey değildir. Devrim ve yenilenme için teorik adım ve çalışmalar, ancak devrimci ve militan bir çizgide, örgütsel ve politik bir karşılık bulduğu ölçüde anlamlıdır. Devrimci sosyalizm açısından belki de en kritik ve yaşamsal kavşak bugün için burasıdır; görevlerimizin önemli kısmı da bu alanı kapsamaktadır. Che'in de ifade ettiği gibi, "…Örgütlenme olmazsa, düşünceler ilk atılımdan sonra etkisini yitirir, basmakalıplaşır, konformizm tehlikesi baş gösterir, sonunda, yenilikçi düşünceler yalnızca bir anı olarak kalır." (Sosyalizmin Kuruluşuna Doğru; sf:153)
       Bu anlamda, Türkiye devrimci hareketi tüm bileşenleriyle sadece bir kriz sarmalı içinde varlığını koruma noktasında ağır sorunlar yaşamıyor, aynı zamanda çözüm arayışı ve bu temelde şu ya da bu biçimde, bütünsel ya da parçalı yenilenme projelerinin de dönüp, tersinden yeni sorunlar yaratmış olduğu bir süreci yaşıyor.
       Kritik nokta burasıdır.
       Tam bu noktada, yine bir tehlikeli eğilim olarak ortaya çıkan "öncü değil, artçı olmak" eğilimi tersyüz edilmedir. Bu eğilim tersyüz edilmeden, her alanda, kitle çalışmasından tutalım kadro çalışmasına kadar, barışçıl bir eylem örgütlemeden tutalım devrimci şiddet eylemine kadar, ideolojik çalışmadan tutalım örgütlenme çalışmasına kadar, tüm alan ve çalışmalarında, sadece devrimci ve militan bir çizgi değil, aynı zamanda öncü olmak görevdir.
       Talip Yoldaşın kişiliği ve mücadelesi, bu anlamda, sadece bu yanlış eğilimlere karşı bir başkaldırı değil, aynı zamanda bu yönde örnektir.

       C) Silahlı Mücadelede Israr
       Talip, Haziran ve parti şehitlerimizi anmak için devrimci bir eylemde şehit düştü. Yoldaşımızın şehit olmasında somutlaşan devrimci eylem ve tutum, yaşadığımız sürece, sol ve devrimci hareketi itibarsızlaştırma çabalarına, bu yöndeki kimi tartışmalara bakılırsa iki açıdan önemidir. Talip, iki açıdan sürecin olumsuz yanlarına devrimci yanıttır.
       Birincisi, hiçbir süreçte devrimci şiddet bu kadar saldırıya uğramamıştır.
       Burjuvazinin, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesini kırmak için, en başta onun meşruluğunu tartışmaya açtığı, onu ötekileştirdiği bilinmektedir. Burjuvazi, eski, feodal toplum içinde bir sınıf olarak ortaya çıkmış, giderek güçlenmiş, hatta öyle bir tarihsel döneme gelmiş ki, eski/feodal toplumun üstyapı kurumlarını yıkmış, parçalamış ya da farklı biçimlerde ele geçirerek dönüştürmüştür. Tüm bu süreçte, burjuvazi bir yandan kendi sınıf çıkarlarını "tüm toplumun" çıkarı olarak tanımlamış, "eşitlik-kardeşlik-özgürlük" şiarını yükseltmiş, bu temelde ideolojik hamleler yapmış; diğer yanda ise, az ya da çok, ama "devrim" ile ama "dönüşüm" ile siyasal zoru, şiddeti kullanmıştır. Sadece, burjuvazinin devrimci rol oynadığı süreçlerde değil, tüm tarihsel süreçlerde, bir toplumdan bir başka topluma geçerken, zor, yeni toplumun ebesi olmuştur. Bu anlamda tarihte zorun ikili rolü vardır. Birinde zor, egemen sınıfların elinde, mevcut düzeni korumak ve devam ettirmek için gerici rol oynar, diğeri ise yeni toplumun önünü açmak için ilerici ve devrimci rol oynar.
Burjuvazinin devrimci rol oynadığı çağ çoktan geride kaldı. Burjuvazi, feodalizme karşı, serbest rekabet içinde devrimci rol oynadı; ama bu tarihsel dönem, tekellerin ortaya çıkması, banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçerek mali oligarşinin oluşması, meta ihracının yanı sıra sermaye ihracının öne çıkması, bu temelde yeryüzünün paylaşılmasıyla kapandı. 1848 devrimleri bu açıdan dönüm noktasıdır; giderek gericileşen burjuvazi, işçi ve ezilenlerin devrimlerde öncülük edeceği tehlikesini görünce, o sürece kadar mücadele ettiği feodal sınıflarla ittifak yapmaktan kaçınmadı. Bu aynı zamanda kapitalizmin artık egemen olduğu, serbest rekabetin geride kalıp tekellerin uç verdiği, bu anlamda burjuvazinin gericileştiği süreçtir. Artık burjuvazinin zoru gericidir, işçi sınıfı ve ezilenlerin karşısında düzeni korumak ve savunmak içindir; sadece siyasal değil, ekonomik zor yöntemleri burjuvazinin egemenliği içindir. Bu anlamda, ara bir belirleme yapmak gerekirse, emperyalizm çağı, burjuvazinin devrimci rolünü tümden geride bıraktığı, devrimlere işçi sınıfı ve ezilenlerin önderlik ettiği çağdır. Bu çağ, yani emperyalizm, sadece kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşmesi, kendi sınırlarını tüketmesi, çürüyüp yozlaşması ile tanımlanamaz; aynı zamanda bu çağ, emperyalist-kapitalist sisteme karşı proleter devrimler ve devrimci ulusal kurtuluş hareketler ile tanımlanır. "Bütün işçiler ve ezilen halklar birleşin" şiarı bu anlamda bu çağın ana şiarıdır.
       Bugün tüm dünyada, emperyalistler ve oligarşiler, bu anlamda, devasa şiddet mekanizmaları örgütlemişlerdir. Ekim Devrimi, emperyalist-kapitalist sisteme karşı ilk proleter devrimdir; dünyanın 1/6'sı Ekim Devrimiyle, Çarlık Rusya'sında kapitalist sömürünün dışına çıkmıştır. Bu devrime, 2. Paylaşım savaşı ve sonrasında yeni devrimler (Çin, orta Avrupa devrimleri gibi) eklenmiş ve dünyanın 1/3'nde sosyalizmin inşası başlamıştır. Sadece bu değil. Bu süreçte aynı zamanda, emperyalizme karşı devrimci halk savaşları yükselmiş; emperyalizmi gerileten en önemli unsur olmuş, hatta 3. Bunalım dönemine karakterini vermiştir. Böylece, sadece vahşi kapitalist sömürü sınırlanmakla kalmamış, aynı zamanda emperyalizm ve oligarşilerin, bu gerici bloğun şiddet mekanizmalarına karşı, devrimci ve sosyalist aygıtlar maddi biçim almıştır. Ancak, reel sosyalizmin çözülmesi, yaşanan "büyük geriye düşüş" hem sosyalizmi çok az bir coğrafi alanda savunma konumuna çekmiş, hem de devrimci halk savaşları kısmen gerilemiştir. Bu barikattan, sosyalizm (sosyalizm, Küba gibi sınırlı bir coğrafyada savunma zeminde kalmıştır) ve emperyalizmi sarsan devrimci halk savaşlarından (devrimci halk savaşları tümden sönmemiştir, ama emperyalizmin 3. Bunalım dönemindeki düzeyden geriye düşmüştür) az çok kurtulan emperyalist-kapitalist sistem ise, neo-liberalizm öncülüğünde sadece sınırsız ve vahşi sömürüyü yoğunlaştırmakla kalmamış, işçi sınıfı ve halklara kapitalist barbarlığı dayatmıştır. Böylece sermaye ve meta dolaşımın önü tümden açılmış, emperyalist-kapitalist sistem bu temelde yeni bir sömürü mekanizması geliştirmiş, devlet ve toplum düzeni yeniden organize edilmiş; sömürü, açlık, yoksulluk, işgal, savaş tüm alanlara yayılmıştır. Hiç şüphesiz tüm bu yayılma ve hegemonya mücadelesi, devasa şiddet mekanizmaları ile birlikte örgütlenmiştir.
       Emperyalistler ve oligarşiler şiddeti her alana yayarken, binbir oyun ve ideolojik manipülasyon ile işçi sınıfı ve ezilenlerin şiddetini kınamakta, meşruluğunu zayıflatmaktadırlar. Bu temelde devasa paralar harcanmakta, ideolojik saldırı aygıtları, yalan mekanizmaları örgütlenmektedir.
       Türkiye oligarşisi de bu konuda artık ustalaşmaktadır. Bir yandan, işçi sınıfı ve emekçi halka, Kürt ulusu ve tüm ezilenlere karşı açık zor, çıplak şiddet dayatırken, öte yandan postmodern ideolojik ve kültürel saldırılar yoğunlaşmıştır. "Demokrasi" kavramını dilinden düşürmeyen oligarşi, demokrasiyi değil, sömürge tipi faşizmi halka dayatıyor; bunun için devlet mekanizmasını büyütüyor. Devlet, "burjuvazinin yönetim kurulu", sınıf egemenliğinin kendisi, üstyapının en önemli ayağı, açık ve yalın zor mekanizmasıdır. Devlet, şiddeti kendi tekeline alır; bu temelde militarizmi, baskı kurumlarını örgütler; sadece çıplak zor değil, ideolojik aygıtlarıyla, sınıf mücadelesinin deneyleriyle yetkinleşir. Yani, her gün, sokakta, evde, işyerinde devlet, oligarşi, sömürge tipi faşizm şiddeti üretiliyor; tüm hak arama yolları şiddetle bastırılıyor, sadece düzeni "yıkmayı" önüne koyan devrimcileri değil, tüm "muhalefet" odaklarını bastırıyor. Bunu yaparken "kaba" ve "ince" yöntemler, şiddet ve ideolojik saldırı mekanizmalarını devreye sokuyor, binbir yalan ve manüpülasyonla, sol ve devrimci harekete iftira atarak, zihinleri bulanıklaştırarak yapıyor. Örneğin bir yandan sol ve devrimci harekete ve Kürt yurtsever harekete şiddeti dayatırken, tüm mücadelesini devlete, cuntalara karşı vermiş devrimcileri "cuntacılıkla" suçluyor, bazen devrimcileri Ergenekoncularla aynı torbaya koyuyor, akıl almaz hukuksal skandallar hukuk adına dayatılıyor; ama bunlarla birlikte bazı liberal uşaklar kanalıyla '77 1 Mayısında asıl suçlu sol ve devrimci hareket ilan ediliyor, devrimci şiddet karalanıyor. Bir yandan oligarşi kendi şiddetini her araç kullanarak meşrulaştırırken, öte yandan işçi sınıf ve emekçilerin, Kürt halkı ve tüm ezilenlerin şiddetine lanet okunuyor.
       "Önce siz ateş edin mösyö burjuvazi" (Engels); bu söz doğrudur. Devrimci ve sosyalist hareket kör bir şiddetten yana hiç olmadı. Sınıf mücadelesi tarihi gösterdi ki, burjuvazi hep ilk ateş eden olmuştur. Tüm dünyada emperyalistler ve oligarşilerin işçi sınıfı ve tüm ezilenlere karşı acımasız ve yaygın bir şiddet uyguladığı da açıktır. Aynı şey, hatta çok daha yoğunlaşmış biçimde Türkiye oligarşisi için de geçerlidir. Sömürge bir coğrafyada, bir ulusun, Kürt Ulusunun tüm demokratik haklarını inkar eden, Kürt ulusu ve diğer ulusal topluluklar üzerinden asimilasyon, inkar ve imhada sınır tanımayan, siyasal demokrasinin tüm sorunlarında gerici ve inkarcı olan, açık ve ideolojik şiddeti her alana yayan, bu anlamda faşizmi sürekli kılan Türkiye oligarşisi şiddet üzerinde tekel kurmuştur. Türkiye oligarşisinin mayasında şiddet vardır; burjuvazinin ilk oluşumundan bu yana başka ulus ve halkları inkar, emperyalistlere bağlılık, işçi sınıf ve halka zulüm vardır. Türkiye burjuvazisi, tarihsel süreç içinde zümreleşip merkezileşmeye bağlı olarak Türk oligarşisi hiçbir süreçte demokratik özellikler kazanmadı; böyle bir anlayış ve geleneğe sahip olmadı.
       Bu anlamda, tüm dünyada ve ülkemizde egemenler, emperyalistler ve oligarşinin işçi sınıfı ve ezilenlere çoktan ateş ettiği bilinmektedir. Bu gerici ve faşist şiddet mekanizmasına karşı direniş zorunludur, meşrudur. Direnişin bir biçimi devrimci şiddettir; ezilenlerin şiddeti meşrudur, tüm saldırı ve perdelemelere rağmen bu böyledir.
       Tüm devrimci şiddet eylemleri, Talip Yoldaşın devrimci eylemi, bu meşruluğun ta kendisidir.
       İkincisi, devrimci şiddetle bağlantılı olarak, silahlı mücadelenin yeri ve önemidir.
       İşçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci şiddetinin bir çizgi ve somut bir mücadele biçimi olması silahlı mücadelede ifadesini bulur. Bilindiği gibi, işçi sınıfı ve onun öncü güçleri, üç cephede emperyalizm ve oligarşiye karşı mücadele etmek zorundadır. Bunlar, ideolojik mücadele, ekonomik-demokratik mücadele ve politik mücadeledir. Politik mücadelenin en üst biçimi silahlı mücadeledir. Birbiriyle kopmaz bağ içinde, bu üç cephede bütünlüklü yürüyen mücadele, buna uygun araçların örgütlenmesi, mücadele içinde kitleleri devrime kazandırır, onları emperyalizm ve oligarşi karşısında maddi bir güce dönüştürür.
       Türkiye, emperyalizme yeni sömürgecilikle bağlı, faşizmin sürekli olduğu bir ülkedir. Bu ülkede emperyalizmi her alanda söküp atmak için, sadece siyasal alanda değil, ekonomik, kültürel tüm alanlarda emperyalizmin hegemonyasını kırmak için; sömürge tipi faşizmi baştan aşağı yıkmak, oligarşinin tüm ekonomik, siyasal, kültürel kaynaklarını kurutmak için, devrimci şiddet ve silahlı mücadele yaşamsaldır. Bu keyfi bir tercih değildir, nesnel-toplumsal bir zorunluluktur. Silahlı mücadele meşruluğunu, emperyalist işgal (ister açık isterse gizli işgal olsun) ve sürekli faşizmden alır. Emperyalizmin içsel olgu olduğu, faşizmin emperyalizm ve oligarşiye dayandığı bir ülkede silahlı mücadelenin nesnel koşulları vardır; emperyalizmin varlığı, faşizmin sürekliliği bu nesnel koşulların kaynağıdır. İçinde bulunduğumuz yeni/4. Bunalım döneminin ilişki ve çelişkileri, silahlı mücadeleyi, "yeri gelince", "zaman zaman" uygulanacak" ya da barışçıl/kitle mücadelesini "tamamlayan" değil, politik mücadelenin ana halkası olarak öne çıkarmaktadır.
       Bu genel belirleme her şey değildir. Silahlı mücadele için nesnel zeminin sürekli olması sürgit bir silahlı mücadele, başta öznel koşullar olmak üzere, tüm koşullardan bağımsız sürgit bir silahlı mücadele anlamı taşımaz. Politik mücadelenin en üst biçimi olan silahlı mücadele (bizim gibi yeni-sömürge ülkelerde, devrimci savaş, öncü savaşı aşamasında geçecektir; bu dönemde, yani öncü savaşı aşamasında silahlı mücadele silahlı propaganda biçimini alır.) ancak, devrim için asgari bir örgütlenme koşullarında mümkündür. Yani, sadece nesnel ve toplumsal zeminin kriz üretmesi, devrimci durumun sürekli olması, hatta elinizde politikleşmiş askeri savaş stratejisi gibi bir stratejinin olması yeterli değildir. Silahlı mücadele ve gerilla savaşı somut bir mücadele ve savaş biçimidir; bu devrimci savaş, koşullara uygun asgari bir devrimci örgütlenmenin, sübjektif birikimin varlığını zorunlu kılar. Böylesi bir devrimci örgüt, yine koşullardan bağımsız inşa edilemez. "Önce parti, sonra mücadele" tezi oportünist bir tezdir. Hiç şüphesiz partinin inşası aynı zamanda politik mücadelenin kesintisiz, iki ayakları üzerinde sürdürülmesinin de inşasıdır. Üç cephede, basitten karmaşığa, devrim için, "devrimin örgütlenmesi partinin örgütlenmesidir" diyalektiğine uygun olarak mücadele edilir; bunların toplamında devrimci örgüt inşa edilir. Bu bir düzey sorunudur; kadro, kitle, işleyiş, tarz da öncü bir devrimci yapının inşa edilmesi sorunudur. İşte bu düzey, aynı zamanda, daha somut ifade edersek, yeni/4. Bunalım döneminin devrimci partisinin inşası demektir. Devrimci sosyalizmin döne döne devrimci partiye vurgu yapması, yeniden inşa sürecini bütünsel ele alması, bu bütünsellik içinde asıl ana halkanın parti olarak tanımlanması da bundandır.
       Türkiye devrimi için, bugün, bu alan hem kritik, hem de sorunludur. Sadece devrimci partinin örgütlenmesi değil, doğru bir silahlı mücadelenin de inşa edilmesi acısından da sorunludur. Bugün, politik iddiası ve devrimin karşısında durduğu yer açısından sol ve devrimci hareketinin çeşitli bileşenleri, kimisinin "parti" olma iddiasına rağmen, yeni/4. Bunalım dönemin sorunlarına devrimci yanıt üreten kurumsal bir parti söz konusu değildir. Bizim için önemli olan, devrimci bir partidir; reformist, devrimci, hatta bazı kesimleriyle melez kimi yapıların kendini "parti" olarak tanımlaması bu boşluğu ortadan kaldırmıyor. Bu anlamda, sadece bugün değil, uzun yılları kapsayan biçimde Türkiye devrimi için "öncü ve devrimci parti" sorunu varlığını korumaktadır. Devrimci sosyalizm, kendi birikimi üzerinden bu partiyi inşa etmeyi önüne ana devrimci görev olarak belirlemektedir. Bununla birlikte, silahlı mücadele ise, daha önceki devrimci adım ve geleneği bir yana atmadan, bugün için ciddi bir boşluğu ifade etmektedir. İster örgütsel süreçte, isterse başta silahlı mücadele olmak üzere, tüm politik adımlarda, çalışmalar ve birikim, süreklilik içinde birbirinin üzerine konmazsa, kesintili bir süreçle, hatta yenilgilerle karşı karşıya kalırsa, ciddi boşluklar kaçınılmaz olur. Bu nesnel bir sonuçtur ve ancak irade ve devrimci çabalarla bu nesnel sonuç değişir, ortadan kalkar. Ve bu gibi durumlarda yeniden ve yeniden başa dönmek zorunludur; her başa dönüş de kendi koşulları içinde ele alınır veya bir anlamda eski birikimin kazanımları üzerinde yeniden üretmekle karşı karşıya kalınır. Bugün böylesi bir tablonun, olumsuz anlamda birçok çizgisiyle karşı karşıyayız; belki de pratik süreçte en çok bu çizgiler karşımıza çıkmaktadır.
       Devrimimiz için, silahlı mücadelenin, temel mücadele aracı olarak uygulanması, ilk kez, '71 silahlı devrimci atılımı ile somutluk kazanmıştır. Silahlı mücadele o kadar meşru ve devrimci rol oynamıştır ki, 12 Mart açık faşizmine karşı, Mahir yoldaşın ifadesiyle "5-6 silahlı eylem" (siz buna, '71 silahlı devrimci atılımının diğer bileşkeleri olan THKO ve TKP/ML'nin silahlı eylemlerini de ekleyin ve 9-10 okuyun) işçi sınıfı ve halkın öfkesini temsil etmiş, politik açıdan 12 Mart açık faşizminin erken doğum yapmasını sağlamıştır. Bu devrimci gelenek, 1975 sonrası yeniden canlanmış, anti-emperyalist anti-oligarşik (anti-faşizmi de içeren biçimde) mücadele içinde yeni halkalar inşa etmiştir. Sadece bu değil, 1990'lardaki silahlı mücadele deneyi ve en önemlisi de Kürt ulusun silahlı mücadele temelinde direnişi, yurtsever hareket önderliğinde devrimci halk savaşının maddi bir güç olması son derece önemlidir. Tüm bunlar birer kazanımdır.
       Ancak, hiçbir deney ve kazanım tek başına, kendiliğinden, bugüne maddi bir kazanım olarak dönüşmüyor. Bunlar deneydir, hem moral değerler üretir, hem de politik derslerle bugünü aydınlatır. Marksist-Leninistler, soruna böyle bakar; bugünün birikimi ile bu moral ve politik kazanımları yeniden ve yeniden bilince çıkarır, yeni mücadele halkalarını örgütler. Marksist-Leninistlerin işi, dünü basit bir tekrar, tarihimizin bu olumlu değer ve kazanımları göklere çıkarıp onu erişilmez hale getirmek, ya da "koşullar değişti" diyerek onu bir kenara atmak değildir; politik ders ve kazanımlarla bugünün mücadele halkalarını inşa etmektir.
       Oligarşinin silahlı mücadeleyi ve devrimci hareketi "anarşizm", "terörizm" adı altında kötülediği, tüm ideolojik aygıtlarını devreye soktuğu, devrimci meşrutiyeti yok etmeye çalıştığı bilinmektedir. Daha da önemlisi ise, Türkiye devrimi için bu alan, bu devrimci gelenekte bugün ciddi "boşluk" hatta zihinleri bulandıran "çizgiler" vardır. Tablo şudur: Her şeyden önce silahlı mücadeleyi savunan politik akımlar daralmış, sol ve devrimci hareket içinde reformizm kısmen güçlenmiştir. Silahlı mücadeleyi savunan politik akımların bir kısmı, nesnel ve öznel koşullara bağlı olarak uygulamakta zorlanmaktadır; bir kısmi ise silahlı mücadeleyi tam da oligarşinin istediği gibi bir "düelloya" dönüştüren pratiklere sahiptir. Ancak Türkiye devrimi için ana sorun, bu alanda, silahlı mücadele alanında ciddi bir boşluğun oluşmuş olmasıdır. Ayrıca, Kürt yurtsever hareketinin uzun yıllara dayalı, devrimci temelde başlayan, ama giderek politik program olarak sorunlu bir yerde duran silahlı mücadele ve gerilla savaşı ciddi bir kazanımdır. Sorun bununla sınırlı değildir. Kürt yurtsever hareketi önderliğinde gelişen bu silahlı mücadele ve gerilla savaşı, önceki "bağımsız, birleşik ve özgür ülke" stratejik hedefinden kopmuş, İmralı süreciyle bir dizi kafa karışıklığı içinde, bugün, postmodern bir stratejik hedefe, "demokratik özerklik" stratejisine, hatta bazı küçük talepler için "pazarlık" derecesine indirgemiştir. Bu duruş sorunludur; başarılı yürütülen gerilla savaşına rağmen bu sorunludur. Bununla birlikte "savaşı metropollere yayma" adı altında yer yer silahlı mücadelenin devrimci anlamını bozan, kitlelere zarar veren, kafa karıştıran pratikler de, Türkiye devrimi için zihinleri olumsuz etkileyen bir çizgi oluşturmaktadır. Başka çizgiler de ifade edilebilir: ama bugünün silahlı mücadelesi hem bu "boşluğu" doldurma hem de bazı olumsuz çizgileri onarma gibi devrimci amaçları içermek zorundadır.
       Hiç şüphesiz, silahlı mücadele, bugün, içinde bulunduğumuz yeni/4. Bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerine göre biçim alacaktır; dahası Türkiye devrimi için bugün oluşan bir "boşluk" içinde, kesintiye uğrayan devrimci geleneğin yeniden inşasıyla somutluk kazanacaktır.
       İşte Talip, bu boşluğu doldurmak, silahlı mücadelede ısrar etmek için devrimci bir çığlık; bu görevlere sahip çıkma çağrısıdır.
       Devrimci sosyalizmde içsel olan bu politik irade, görevlere sahip çıkılarak başarılacaktır.

       D) Devrimci Yenilenme
       Talip Yoldaşın, devrimci sosyalizm saflarında mücadele etmesi, sosyalist hareketin krizinin genel nitelik gösterdiği, bununla birlikte devrimci hareketinde özgün kriz dinamikleriyle bu kriz sarmalının derinleştiği bir süreçtedir. Dahası, sadece bu değil, bu sürecin derin izlerini taşıyan biçimde, devrimci sosyalizm, yeniden inşa sürecinde kısmen toparlanma sürecini yaşamış, ancak kendi içsel zayıflıklarına bağlı olarak yeniden geriye düşüş eğilimini yaşamıştır. Devrimci sosyalizmin bu durumunu, nesnel olarak "bir adım ileri iki adım geri" biçimden tanımlanmıştır; Talip bu süreçte örgütlü mücadele içinde yerini almıştır. Onun tercihi bilinçlidir. Çünkü, devrimci sosyalizm, sosyalist hareketin krizine karşı, kendi cephesinde politik bir projeye sahiptir; bu son derece önemlidir. Ancak sadece politik proje, böylesi kriz ve gerileme süreçlerinde sadece bir adımı ifade eder, devrimci çözüm için bu "her şey" değildir. Böylesi bir politik proje samimi devrimci çaba ve emeği zorunlu kılar; dahası bunun ideolojik, politik ve örgütsel karşılığını inşa etmek asıl ana halkadır. Eğer siz bu yönde, samimi ve devrimci bir çaba içinde olursanız, bu zorlu süreçte, başta omuz omuza mücadele edecek kadrolar olmak üzere, birçok adımı da atarsınız. Talip, bu zorlu süreçte, ilk adımların devasa etkiler yaratmayacağının bilincinde, öncü olmak, buzu kırıp yolu açmak içini kaderini, devrimci yaşamını devrimci sosyalizme bağladı, onun disiplini içinde, ölümü göze alarak mücadelenin bir parçası oldu.
       Bugün sol ve devrimci hareketin önemli bir kısmı, sosyalist hareketin yaşadığı genel krizin farkındadır; bazı kesimler ise politik bir değerlendirmeden çok kuru ajitasyon üzerinden bu krizden habersiz olması, ya da bu sorunu "yok" sayması da sorunun önemini azaltmıyor. Ancak, sorunun farkında olan kesimlerin önemli bir kısmı reformist kanaldadır; devrimci kanalda olanlar ise bütünsel bir bakış açısından yoksundur. Bu krizi tespit edenlerin bir kısmı, reformistler, çözüm için yine reformizmi önermekteler. Devrimci veya melez kesimler ise, yer yer sorunu tespit etse de çözüm için kafa karışıklığı içindedir, hatta çok kez de bir belirsizlik içindedir. O halde sorunu tespit etmek yeterli değil, çözüm içinde bir yol haritanız olmalıdır.
       Devrimci sosyalizmin bir yol haritası vardır; devrimci sosyalizm için asıl sorun bu yol haritasını sınıf mücadelesi içinde inşa etmektir. Yakalanması gereken ana halka budur!
       Yol haritasının, birbiriyle kopmaz bağ içinde, üç ana başlığı vardır:
       Birincisi ideolojik alandır. Sosyalist harekette uzun yıllar durağanlaşan ideolojik-teorik alanda, Marksizm-Leninizm'in yeniden üretimi temelinde, devrimin tüm sorunlarına devrimci yanıt içeren ana açılımlardır. Bir yandan Marksizm-Leninizm'in ruhuna, ana ve evrensel tezlerine sıkı bağlılık içinde, dönemsel ve güncel gelişmelere bağlı yeniden üretim; diğer yandan devrimin sorunlarına karşı çözüm yollarının netleşmesi. Bunun için iki ana kaynağımız vardır. Biri, Marksizm-Leninizm okuludur; ikincisi, bunun devamı olarak devrimci sosyalizmin birikimidir. Bu iki ana kaynaktan beslenip, buradan güç alarak evrensel ve özgün görevler başarılacaktır. Devrimci sosyalizmin bu alanda atmış olduğu adımlar hem değerlidir; hem de güçlü bir zemine sahiptir.
       İkincisi politik alandır. Türkiye devrimin yolu, uzun süreli, birleşik devrimci savaştan, yani politikleşmiş askeri savaştan geçer. Bu strateji, her ülkenin özgünlüklerini bir kenara atmadan ifade edelim, genel olarak tüm yeni-sömürge ülkeler için geçerlidir. Hiç şüphesiz, bu strateji, emperyalizmin yeni/4. Bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerine göre biçim alacak, Türkiye devriminin özgünlükleriyle zenginleşecektir. Bu strateji, iki ana aşamadan geçecektir; birincisi öncü savaşı, ikincisi ise gerillanın ordulaşıp yerel ve genel ayaklanmalarla birleştiği aşamadır. Bu strateji, bugün, uzun yıllar kendi ayakları üzerinde değildir. Devrimci bir atılımla, daha somut olarak ifade edersek, öncü savaşının yeniden başlamasıyla somutlaşacak bu görev, devrimci sosyalizmin dönemsel hedefi ve görevidir.
       Üçüncüsü örgütsel alandır. Hem ideolojik görevler, hem de politik görevler, ancak devrimci bir partinin inşasıyla anlamlıdır. Devrimci parti, devrimci sosyalizmin tarihsel ve politik birikimi üzerinden inşa edilecek; ama böylesi bir partinin inşası bugün içinde bulunduğumuz düzeyi aşmadır, nicel ve nitel sıçramadır. Devrimci halk hareketi içinde asgari kitle temeli oluşturan, bu temelde, devrimci savaş için kadrolaşan, doğru ve sağlam bir işleyişi inşa eden devrimci parti, sosyalist hareketin genel krizine devrimimiz için bir yanıt olacaktır. Bu devrimci parti, üç cephede mücadeleyi sürekli kılarak öncü devrimci parti olacaktır.
       İşte yeniden inşa sürecinin ana hedefleri ve görevleri bunlardır.
       Talip bu ana halkayı yakalayan, bu temelde "söyleyen" değil "yapan"; devrimci yenilenme ruhunu yaşamında somutlaştırmak için mücadele eden, bu temelde eksikliklerini parti ile paylaşandır.

       E) Zor Günlerde Devrimci Olmak
       İçinden geçtiğimiz sürecin temel özelliklerinden biri, yukarıda ifade ettiğimiz devrimci ve sosyalist hareketin yaşadığı krizin doğrudan sonuçlarından, ya da tersinden ifade edersek, kaynaklarından biri, devrimci kitle hareketindeki geriye düşüştür. Sadece bu değil. Devrimci ve sosyalist hareketin içsel zayıflıkları devrimci hareketin kitle temelini daraltmış, tek tek öznelerden oluşan ama dağınık bir tablo oluşmuş, bir yandan nesnel olarak işsizlik, yoksulluk, ötekileşme gibi eğilimler artıp sürekli kriz ve sonuçları devrim için nesnel zemini olgunlaştırırken, öte yandan kitleler ile devrimci ve sosyalist hareket arasındaki mesafe açılmıştır. Emperyalizm ve oligarşi kapitalizmin "zaferi"ni ilan etmiştir. İdeolojik aygıtları da yetkinleştirerek, kitlelerde "yanlış bilinç" oluşması için büyük bir saldırı içindedir. Emperyalist-kapitalist sistemin iç açmazları büyümektedir, neo-liberal sömürü kapitalizmin sınırlarını tüketmiş ve iflasına yol açmıştır. Ama tüm bunlara rağmen, nesnel zemini son derece olgun olsa da sosyalizm, maddi bir güç değildir; Nikaragua devriminden bu yana, uzun yıllar devrim olmamıştır. Tablo için başka olguları da sayabiliriz. Ama bu tablo gridir.
       İşte, bu tablo içinde devrimci olmak, akıntıya karşı kürek çekmek zordur ama onurdur. Böylesi süreçler zorlu süreçlerdir; bu süreçlerde "kolay devrimcilik" dönemi kapanmıştır, büyük bir irade ve bilinçle kavga yürür.
       Talip bu dönemde devrimci olmuş; bu dönemin sorunlarının bir hayli ağırlaştığı bir süreçte de devrimci sosyalizm saflarında mücadele etmiştir. Yani o, kolay olanı, sıradan insanların seçtiği yolu değil, uzun, zorlu, küçük adımların büyük emek ve irade ile atıldığı, "devrimciliğin" sıradan insan için çok da "para" etmediği kavganın yolunu seçti. Umutsuzluk, yorgunluk, yılgınlık devrimci hareket saflarında hiç de zayıf değildir; sosyalizm ve devrim lafını eden, hatta "devrimci yenilenme" diyerek iri iri laflar eden ama gözlerinde ışık sönen az insan yoktur. Söz ile eylem arasında mesafenin açıldığı bu süreçlerde, "örgütlü mücadele" bir tür Donkişotluktur.
       Talip böyle süreçte kavgayı, akıntıya karşı kürek çekmeyi, Donkişotluğu seçti; devrimci yaşadı, devrimci ölümsüzleşti.

       F) Uğruna Ölünecek Bir Davamız Var
       Burjuva ideologlar, emperyalist ideolojik aygıtlar, yeryüzünün efendileri vaaz ediyor: "sosyalizm öldü, kapitalizm zafer kazandı", "büyük anlatılar yok", " birey olalım", " küçük ve yerel sorunlar önemli", "her şey para", "marka bir yaşam" gibi…
       Bunlar büyük yalanlardır. Bu yalanlar gerçekler karşısında bir bir dökülüyor.
       Sol ve devrimci hareket, yukarıda ve bazı yazılarımızda ifade ettiğimiz "gri tablo" içinde, bu ideolojik saldırılar karşısında gerilemiştir. Burjuva demokrasisini her şey yapan, bunu küçük ve kapitalizm içinde bazı taleplerle program düzeyine çıkaran reformizm bir yana, devrimci saflarda açık ya da örtülü devrimden umudunu kesen az değildir. Devrim ve komünizm hedefinden, ufkundan uzak, güncel demokratik taleplere sıkışmış sol ve devrimci kesim özünde budur. Sadece bu değil. Bu coğrafyada bırakalım bir devrim partisini inşa etmek, devrimci politik bir hareketi ana eksen yapmak, bu temelde adım adım devrime koşmak; sıradan demokratik bir çalışma yapmak bile ufuk, emek, irade işidir. Bu coğrafyada devrimci bir damar vardır; bu devrimci damar, Mahirden, Denizden, İbrahimden, Tamerden, Atilladan, işkencede, çatışmada, idam sehpalarında, ölüm oruçlarında ölümsüzleşen binlerce devrimcinin bilinci ve emeği ile yaratılmıştır. Sol ve devrimci hareket, sadece ufkunu, stratejik-programatik bakış açısını kaybetmiyor, aynı zamanda, emperyalist ideolojik saldırıların altında bu devrimci damarı, devrimci ve militan bir duruş ve mücadeleyi de kaybediyor. "Yeni bir şey söylemek lazım"; sık sık bu tekrarlanır. Marksist-Leninistler için, dogma, olduğun yerde sayma yoktur; çağ ve dönem tahlil edilir, her yeni olguya bağlı yeni şeyler de söylenir. Eski tezlerle yeni dönemler açıklanamaz. Ama "yeni" adına, az önce ifade ettiğimiz bu devrimci damar yok sayılırsa, kaybedilen yer burasıdır. Kaybedilen her şey, devrimlerde, bu ülke devrimci mücadele tarihinde vardır; yeter ki doğru, Marksist-Leninist bir bakış açısı ve devrim iddiamız olsun.
       Büyük bir davamız var: devrim ve sosyalizm. Bu büyük dava, devrimci sosyalizmde cisimleşmektedir. Mahir, Atilla, Serpil, Talip bu davanın öncüleridir; onlar, şehitlerimiz, uğruna ölünecek bir davanın yılmaz savunucularıdır.

       G) Şehitlerimiz Yol Gösteriyor
       Talip, 5 Haziran gecesi şehit düştüğünde, bu haber yoldaşlarına dalga dalga ulaştığında elbette tüm devrimci kurtuluşçular çok derin üzüntü yaşadı; ama bununla birlikte bir "sarsıntı" da yaşandı. Talip Yoldaşı tanıyan ya da tanımayan tüm devrimci kurtuluşçular bu "sarsıntıyı" yaşadı. Bir tür "barışçı" süreç, bu temelde oluşan irili-ufaklı kaygı, hatta, adı konmuş ya da konmamış, yaşam içinde oluşan statüler, örgütlü görüntü altında örgütsüz yaşam bilerek ya da bilmeyerek sarsıntı geçirdi. Silahlı mücadele (yukarıda ifade ettik, bu konuda ciddi bir boşluk var ve bu boşluk devam ediyor. Bugün kendi içinde sistemli, stratejinin en önemli ayağı olarak hala silahlı mücadeleden uzağız.) ve şehitlerin böyle bir özelliği vardır; sarsar, düşündürür, devrimci ve gerici yanları açığa çıkarır. Talip'in yoldaşlarının yaşadığı da özünde bu temelde, doğal, büyük devrim günleriyle kıyaslarsak küçük bir sarsıntıdır. Bu sarsıntı samimi her devrimciyi, her devrimci kurtuluşçuyu devrime bağlar, düzen içi yaşamı "devrimci" görüntü içinde saklayanları ise, korkutur, devrim ve partiden uzaklaştırır. Bu bir ayrışmadır; ya devrimci olacağız ya da o maskeyi atacağız!
       Mahir yoldaş, silahlı propagandayı tanımlarken, "önce solu toplarlar" der; bu tanımlama doğrudur. Devrimci sosyalizmin politik iddiasından bağımsız olarak, uzun yıllara yayılan silahlı mücadele temelindeki nesnel "boşluk", politik ve günlük yaşam içinde oluşan çizgi ve statüler, bu temelde düşünce ve davranış biçimlerini göz önüne alırsak, bu söz, "önce örgütlü devrimciyi, önce devrimci kurtuluşçuyu toplar" olarak okunabilir. Düşünün devasa ve önemli bir politik iddia ama öznel iddia ve çabanız ne olursa olsun, bununla mesafeli bir hal. İç devrim bir devrimci parti/örgüt için neden gereklidir? Tam da bundan gerekli ve zorunludur. İç devrim zayıf, düzen içi yanlarımıza karşı, devrimci anlayış ve davranış temelinde, hem birey hem de örgütsel yapı olarak savaş açmadır. İç devrim, "örgütlü-örgütsüzlüğe", ideolojik bir hastalık olan tembelliğe, konformist bir yaşam ve düşünce biçimine, iç çözülmeye "dur" demek, tüzük devrimciği temelinde bireyi ve partiyi yeniden örgütlemektir. Ya iç devrimi yapacağız, yenileneceğiz ve kendimizi örgütlü mücadeleye, devrim ve sosyalizm davasına bağlayacağız; ya da yaşamımıza az-çok nüfuz eden düzen içi yanlarımıza teslim olup, küçük dünyalar içinde, en ilerisinden yoldaşları için göz yaşı döken hümanist bir noktaya takılıp kalacağız!
       Talip, öncü olmayı, "ilk kurşun" olmayı seçti; Talip iç devrime inandı, kendini bu yönde az ya da çok sorguladı, öne fırladı. Talip'in yoldaşları Talip'i izleyecekler, her adımda düzen içi yanlarını ile savaşacak, onları yıkacak, kendini devrim ve sosyalizm davasına bağlayacaktır! Talip'in yoldaşı olmayı hak etmeyenler ise, gerici, statükocu bir yerde, korku içinde, düşmanı abartarak, hata hayali kurgular yaparak küçük dünyalarına teslim olacaktır.
       Şehitler sarsar, şehitlerin eylemi sarsar; devrimci şiddet sarsar. Talip sadece küçük bir sarsıntı yarattı, o sadece bir ışık oldu, bu ışık akkor olacak, sadece bireyi sarsmakla kalmayacak, sol ve devrimci hareketi yeniden saflaştıracak, emperyalizm ve oligarşinin en zalim saldırılarına maruz kalacaktır, halkı yeniden ayağa kaldıracak, insanı baştan aşağı yeniden inşa edecektir.
       Talip yoldaşa karşı "son görevimizde", onun gözlerine bakarak yapılan bağlılık yemini boşuna değildir. Talip'e ve tüm şehitlerimize bağlılık, bireysel tüm kaygı, korku, düzen içi yaşam biçimlerinden çok daha onurludur. Talip'e ve tüm şehitlerimize bağlılık, onların uğruna yaşamını feda ettiği bir dünyayı inşa etmektir. Bunun yolu, iç devrimden, yeni bir devrimci hareket örgütlemekten, her şeyi devrim ve partiye sunmaktan geçiyor. Talip'i sonsuzluğa uğurlarken bizim için asıl görev yeni başlamıştır; şimdi Talip'in yoldaşlarının tüm varoluşlarını Talip ve tüm şehitlerimizin ağır yükü ile daha çok devrim ve partiye sunma, bu temelde mücadele etme zamanıdır.
       Devrimci bir partinin inşası ve politikleşmiş askeri bir savaş; işte Talip'e ve tüm şehitlerimize bağlılığın yolu buradan geçmektedir.
       Rahat uyu Talip yoldaş, bu görevleri sizlerle başaracağız!

 

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL